AHİLİK
Horasan’ın meşhûr
velîlerinden Seyyid Ali Hemedânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: “Ahî, gerçek kardeş olan kimsenin güzel ahlâka ve beğenilen hasletlere sâhib
olması gerekir. Yaşlılara hürmet, gençlere nasîhat, çocuklara şefkat, zayıflara
merhamet, fakirlere cömertlik, âlimlere hürmet eder. Zâlimlere düşmanlık,
facirleri tahkîr eder. İnsanlara iyilik eder ve mertlik gösterir ve onlarla sulh
içinde yaşar, iyi geçinir. Allahü teâlâya yalvarır, nefsine karşı savaş açar,
onun boş isteklerine muhâlefet eder. Şeytanla mücâdele eder. İnsanlardan gelen
sıkıntılara tehammül eder. Düşmanlık edenlere yumuşak davranır. Musîbetler
karşısında sabırlı olur. Kendi ayıplarına bakıp başkalarının ayıpları üzerinde
durmaz. İnsanlara musîbete uğradıklarında ve gamlı hallerinde yardımcı olur.
Takdire, kadere râzı olur. Bid’atden ve nefsin boş isteklerinden sakınır. Dînin
emirleri üzere hareket eder. Töhmet altında kalacak yerlerden uzak durur. Lâzım
olan din bilgilerini öğrenmekte çok hırslı olur. Gaflet ehlinden nefret eder.
Dostlarla yardımlaşır. Cemâate devâm eder. Emri altında bulunanlara nasîhat
eder. Dâimâ âhireti düşünür. Hallerine ve sözlerine dikkat eder. Kıyâmet gününde
rüsvâ, rezil olmaktan korkar. Allahü teâlânın fazlından ve ihsânından ümit
kesmez.”
Kelam, tefsîr, tasavvuf ve
Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi, tabib ve Anadolu’daki Ahîlik esnaf teşkilâtının
kurucusu büyük velî Ahî Evran (rahmetullahi teâlâ aleyh)
kayınpederi Evhadüddîn’le Anadolu şehirlerini dolaştı. Esnafa bilhassa
İslâmiyetin alış-veriş bilgileri hakkında vaazlar verdi. Nasîhatlar etti.
Kendisine sual sorup nasîhat isteyenlere: Ahî Evran hazretleri “Ey Ahî
(Kardeşim)! Alış veriş ilmini bilmeyen, haram lokmadan kurtulamaz. Haram lokma
yiyen ise ibâdetlerinin sevâbını bulamaz. Zahmetleri hep boşa gider. Sonunda
büyük azaba yakalanır ve pişman olur.” buyururdular.
Ahî Evran ayrıca gittiği
yerlerde esnafı bir çatı altında toplayıp teşkîlâtlandırıyordu. Böylece Anadolu
şehirlerinde Ahi teşkilatlarının kurucusu oldu. Hocası Evhadüddîn’in vefâtından
sonra Kayseri’ye yerleşen Ahi Evran bütün Anadolu ahilerinin şeyhi kabul edildi.
Ahî teşkilâtına girebilmek
için ilim ve sanatla meşgûl olmak lazımdı. Ahî Evran’ın etrafında ve her şehirde
bulunan ahîler her cumâ gecesi aralarında toplanırlar. Kur’ân-ı kerîm, hadîs ve
fıkıh kitapları, menkıbeler okurlar ve ahlâk konularında sohbet ederlerdi.
Ahî Evran hazretleri
Kayseri’ye yerleştikten sonra debbâğlık yapmaya ve elinin emeği ile geçimini
temin etmeye başladı. Bu arada halkı irşâd etmeye, bilgi ile yetiştirmeye çok
önem verirdi. Yetiştirdiği talebeleri Anadolu’nun dört bir tarafına gönderirdi.
Bu talebeler onun emriyle gittikleri yerlerde zâviye kurup irşâd halkasını
genişletmeye çalışırlardı. Böylece zamanla sevenleri yüz binlere ulaştı.
Bu sırada Doğudan Batıya
bütün Türk alemi Moğol tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Moğollar geçtikleri
her yerde kan, gözyaşı ve parçalanmış cesetler bırakıp, beldeleri ve hâneleri
virân ediyorlardı.
Yaklaşan bu büyük tehlikeye
karşı Ahî Evran hazretleri halkı uyandırmaya ve sevenlerini karşı koymaya
çağırdı. Onlara şöyle nasihatlarda bulundu:
“Ey Ahîler! Mücâhitler,
yiğit, arslan yürekli olur. Düşmandan korkmaz, kaçmaz ve ona boyun eğmez.
Yağmada kurt gibi saldırsalar hiç sarsılmaz. Atılan oklara ve kılıç darbelerine
metânetle karşı koyar. Savaşırken safta, namazdaki gibi sessiz olup, komutanına
itâatte cemâatin imâma uyması gibidir. Düşmanına karşı haykırışı gök gürültüsü
gibi olmalıdır. Düşmandan korkmayın, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına
uyamamaktan korkun. Vatan sevgisinin îmândan olduğunu unutmayın!”
Allahü teâlânın emir ve
yasaklarına riâyet edip, takdirine râzı olan ve hocalarına itâat eden bu mübarek
insanlar sürüler halinde Anadolu’ya akan Moğol putperestlerine karşı kahramanca
mücâdele ettiler. Onların zulüm ve katliamlarından yılmadılar. Anadolu’yu bir
şefkat diyarı haline getirdiler.
Ahî Evran hazretleri
Anadolu’nun bu karışıklık zamânında Anadolu Selçuklu Devleti’ne karşı meydana
gelen bir hâdise bahânesiyle iftirâya uğradı ve tutuklanıp hapsedildi. Beş sene
hapiste kaldı.
Beş yıllık tutukluluk
süresini bitirdikten sonra Denizli’ye gitti. Bir müddet sonra Sadreddîn-i Konevî
hazretlerinin isteği üzerine, diğer ulemâ ile birlikte Konya’ya döndü. Konya’da
bir müddet ikamet edip, müslümanları irşâd ile meşgûl olup, vâz ve nasîhatta
bulundu.
Daha sonra, Kırşehir’e
(Gülşehir’e) yerleşti. Menâhic-i Seyfî adlı Şâfiî mezhebi ilmihâl bilgilerine
dâir eserini, Kırşehir emîri Seyfeddîn Tuğrul’a takdim etti. Vâzlarındaki
sâdelik, herkesin anlayabileceği şekilde meseleleri îzah ederek yazdığı
kitaplar, kendisinde görülen kerâmetler, ahlâkının güzelliği, dünyâ malına
ehemmiyet vermeyip, yalnız Allahü teâlânın rızâsı için çalışması, herkesin
sevgisini kazanmasına vesîle oldu. Çevresinde pek çok kimse toplandı. İslâmiyete
yaptığı hizmetler dolayısı ile Nâsırüddîn lakabını aldı. Doksan üç yaşlarında
iken onun nüfûzundan ve sevenlerinin çokluğundan korkan ve Moğolların baskısına
dayanamayan Kırşehir emiri Nûreddîn Caca tarafından H.660 yılında Kırşehir’de
şehîd edildi.
Talebeleri Ahî Evran
hazretlerinin yolunu devam ettirdiler. Bu arada Ahî Evran’ın hanımı Fâtıma
Bacı’nın yetiştirdiği bacılar da elde ettikleri mümtâz İslâm kültürünü, bacıdan
bacıya naklettiler. Söğüt civârında, Bizans hududunda gelişmeye başlayan Osmanlı
Beyliği emrine koşuşan ahîlerden bir kısmı, uçlara yerleşip tekkeler ve
zâviyeler kurdular. Bir ahî şeyhi olan, Şeyh Üdebâli ile Osman Bey arasında
akrabâlık tesis edildi. Doğudan gelerek Osmanlılara katılan Türkmenleri terbiye
ettiler, yetiştirdiler. Onlara İslâmî bilgileri öğretip, gazâ rûhunu aşıladılar.
Fâtıma Bacı’nın yetiştirdiği bacıların meydana getirdiği Baciyân grubu da yeni
gelenlerin kadınlarına İslâmiyeti öğreterek, dîn-i İslâmı hakkıyla yaşamaları
için gayret ettiler. Üç kıtada altı asır at oynatacak istikbâlin Osmanlı
neslinin temelini kurmakta, onlara yardımcı oldular. Osmanlılar da onların kadr-ü
kıymetini devamlı şekilde takdir ettiler. Onlara hürmet gösterip vatandaşlarının
onlar tarafından yetiştirilmesini kolaylaştırdılar.
Ahî Nasıl Olmalı dır?
İslâm âleminde daha önce de
mevcut bulunan, cömertlik, mertlik, mürüvvet mânâlarına gelen ve güzel ahlâkın
en yüksek mertebesi şeklinde bilinen fütüvvet teşkilâtı ile Ahî Evran’ın
nasihatlarından Ahîlik teşkilâtının umdeleri, şartları, ortaya çıktı.
“Ahî ve şeyh helâlinden
kazanmalıdır. Teşkilât mensuplarının hepsi sanat sâhibi olmalıdır. Cömert olup
yoksullara yardım etmelidir. Âlimleri sevmeli, gereken hürmeti göstermelidir.
Namazlarını zamânında kılmalı, kazâya bırakmamalıdır. Alçak gönüllü olmalı,
fakirleri sevmelidir. Nefsine hâkim olup, haramlardan kaçınmalıdır. Beylerin,
zenginlerin kapısına gitmemelidir.”
Bir Ahînin üç şeyi açık
olmalıdır:
1) Cömert olup eli açık
olmalı, fakat isrâf etmemelidir. 2) Misâfire kapısı açık olmalı, gelene ikrâmda
kusûr etmemelidir. 3) Sofrası açık olmalı, aç geleni tok döndürmelidir.
Üç şeyi de kapalı olmalıdır:
1) Gözü; harama ve
başkasının ayıbını görmeye kapalı olmalıdır. Kimseye sû-i zan etmemeli, yabancı
kadına, kıza ve başkasının bakması haram olan yerlerine bakmamalıdır. 2) Dili
bağlı olmalı, kimseye kötü söylememeli, lüzumsuz yere konuşmamalıdır. 3) Beli
bağlı olmalı, kimsenin nâmusuna, ırzına, haysiyet ve şerefine göz dikmemelidir.
Cömertlik ve
misâfirperverliğin timsâli olan Ahî Evran’ın kurduğu ahîliğin Denizli’deki
kurucusu Denizli velîlerinden Ahî Sinan (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretleridir. Denizli’de doğan Ahî Sinan küçük yaştan îtibâren burada çok iyi
bir tahsil ve terbiye gördü. Mert, özü sözü doğru bir kimseydi. Helâl rızık
kazanmak için dericilik yapardı. Ahî Evran’la görüşerek ona talebe oldu. Sohbeti
ile bereketlendi. Sonra Denizli’de insanların îmânlarının olgunlaştırılmasını ve
iş ahlâkının verimliliğinin ve kalitesinin yükselmesini hedef alan ahî
teşkîlâtını kurdu. Böylece Denizli’de iyi ahlâklı, çalışkan ve mert insanların
yetişmesinde çok büyük rol oynadı.
1333’de Anadolu’yu geçen
meşhûr seyyah İbn-i Battûtâ Denizli’ye geldiğinde Ahî Sinan hazretlerinin
tekkesine indi. Ramazan ayıydı. Berâberce akşam namazını kıldıktan sonra
iftarlarını yaptılar. O gece sabaha kadar sohbet edip ibâdet ve zikirle meşgûl
oldular. İbn-i Battûtâ, Seyâhatnâmesinde bu ahîler hakkında şöyle demektedir:
“Memleketlerine gelen yabancıları karşılama, onlarla ilgilenme, yiyeceklerini,
içeceklerini, yatacaklarını sağlama, ihtiyaçlarını giderme, onları ahlâksız ve
edepsizlerin ellerinden kurtarma, şu veya bu sebeple bu yaramazlara katılanları
yeryüzünden temizleme gibi konularda bunların eş ve örneklerine dünyânın hiç bir
yerinde rastlamak mümkün değildir.”
Gülşehrî de Mesnevî’sinde
bunlar hakkında şöyle demektedir:
“Yüz kişi her gece onda
sofra yer
Rahmet ol sultân-ı ahî
cânına der
Terbiyelerle ahîdür her biri
O ahî ki sahidur her biri
Etmeği çok ve aşı yağlu
durur
Hizmet için belleri bağlu
durur
Kocalar hizmetle oturmuş
durur
Hoş yiğitler kapuda durmuş
durur
Elli yıl ben bu aradan
gitmedüm
Bir acı söz kimseden
işitmedüm.
Mutasavvıf, velî ve Şâfiî
mezhebi fıkıh âlimi Evhadüddîn Kirmânî hazretleri evliyânın büyüklerinden
Şihâbüddîn Sühreverdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin derslerine ve
sohbetlerine kavuştu. İlim tahsîl etti. Evhadüddîn hazretleri bu hocasını çok
sever ve ona büyük hürmet beslerdi.
Rükneddîn Alâüddevle
anlatır: “Sühreverdî yolunun sâliklerinden biri Minâ’da anlattı: “Bir gün
Şihâbüddîn Sühreverdî hazretlerinin huzurlarındaydım. Evhadüddîn Kirmânî’nin
huzûruna gelmemesini söyledi. Evhadüddîn bu haberi duyunca; “İstemem, müsbet ile
ansın beni, gönlüne getirsin mest eder beni.” beytini söyleyip; “Elhamdülillah
hocamızın ağzında adımızın anıldığını duyduk.” diye sevindiğini gördüm.”
Daha sonra Evhadüddîn
hazretleri de hocasından aldığı yetkiyle ilim tâliplerini aydınlatmaya, mârifet
sırlarını dünyâya saçmaya başladı. O bilhassa sanat kollarında çalışanların
teşkilâtlanmasını ve bir disiplin dâiresi içinde yeni yetişen çırakların da tam
bir edep, ahlâk nümûnesi olmasını arzuluyordu. Bu maksadla Abbâsî Halîfesi Nâsır
bin Müstedî, halîfeliğini tanıyan bütün İslâm memleketlerine, fütüvvet
teşkîlâtını yeniden canlandırmanın lüzumuna dâir mektuplar gönderdi. Bu meyânda
bu teşkilâtı canlandıracak, insanları kardeşlik bağlarıyla birbirine bağlayacak,
zâhir ve bâtın ilimlerinde kâmil kimseleri de o memleketlere gönderdi.
Evhadüddîn Kirmânî de
talebesi Ahî Evren ile birlikte 1205 yıllarında Anadolu’ya geldi. Muhyiddîn-i
Arabî, Şems-i Tebrîzî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi zamânın büyükleriyle
görüştü. Konya’ya yerleşti. Kendisi için kurulan dergâhta dersler verip talebe
yetiştirdi. Kasaba ve köylere yetiştirdiği talebelerini gönderdi. Anadolu’nun
birçok kasaba ve köyünü tek tek dolaştı. İnsanlara Allah aşkını, din kardeşine
muhabbetin lüzumunu, din bilgilerini öğrenip tatbik etmenin gerekli olduğunu
anlattı. Belâlara sabredip, ele geçen mala kanâat etmenin, din kardeşinin
malını, nâmusunu, canını da korumanın lâzım olduğunu bildirdi. Yazdığı
şiirlerinde de aynı şeyleri anlattı. Eserlerinden Misbâh-ül-Ervâh ve Menâkıb’ı
meşhurdur.
Şeyh Evhadüddîn Kirmânî
insanlarla meşgulken bile kalbi devamlı Allahü teâlâyı zikr ederdi. Tasavvufta
çok yüksek makamlara kavuşan Evhadüddîn Kirmânî H.635 yılında vefât etti.
Türbesi, Konya’da Musallâ mezarlığının içinde Şücâeddîn türbesinin
güneybatısındadır.
Pekçok talebe yetiştiren
Evhadüddîn Kirmânî’nin en büyük talebelerinden birisi Sadreddîn Konevî’ydi.
Kendisinden on altı sene feyz alan Sadreddîn Konevî; “Ben iki dânânın (âlimin)
sütlerini emmişim. Biri Şeyh Muhyiddîn-i Arabî ve biri hazret-i şeyh Evhadüddîn
Kirmânî’dir.” demiş ve vefât ederken; “Tâbûtumun üzerine Evhadüddîn
hazretlerinin seccâdesini seriniz.” diye vasiyet etmiştir.
Yine meşhur talebelerinden
ve dâmâdı olan Ahî Evren, Evhadüddîn hazretlerinin vefâtından sonra yerine
geçti. Güçlenip birleşerek, vahşi hayvan sürüsü gibi insanları parçalayıp
şehirleri yıkarak gelen Moğollara karşı, halkın şuurlanması için elinden gelen
bütün gayreti gösterdi. Bilhassa sanat sâhibi, esnâf arasında çok sevildi. Her
şehir ve kasabada teşkilâtlar kurdu. Ahîlik, kardeşlik teşkilâtı adı verilen ve
bugünkü mânâda esnâf teşkilâtı diyebileceğimiz bu kuruluşun mensupları, kısa
zamanda birçok şehir ve kasabada teşkilâtlandılar. Toplanıp sohbet
edebilecekleri, birbirlerinin ilimlerinden istifâde edebilecekleri, gelen
misâfirleri ağırlayabilecekleri dergâhlar yaptılar. Moğollara karşı milis
kuvvetleri teşkil edip, şehirlerini müdâfaa ettiler. Anadolu halkının zâlim
Moğol kuvvetleri karşısında eriyip yok olmamaları için gayret gösterdiler. Evha-düddîn
Kirmânî’nin koyduğu temel prensiplerden ayrılmayan ahîler, Anadolu Selçuklu
Devletinin yerinde teşkil edilen Anadolu beyliklerine destek oldular. Bilhassa
Osmanlı Beyliğine yardımcı olup desteklediler. Aradıklarını Osmanlı Devletinde
bulup, onun saflarında yerlerini aldılar. |