VEFÂ KONEVÎ
İstanbul'daki meşhûr velîlerden. İsmi Mustafa bin Ahmed, lakabı Muslihuddîn'dir.
Şeyh Vefâ, Ebü'l-Vefâ, İbn-ül-Vefâ da denir. Konya'da doğdu. Doğum târihi
bilinmemektedir. 1490 (H.896) târihinde İstanbul'da vefât etti. İsmi verilen
Vefâ semtinde kendi adıyla anılan câminin sol tarafına defnedildi. Sonradan kabr-i
şerîfi üzerine yeşil kubbeli bir türbe yapıldı.
Vefâ
Konevî hazretleri, ilk tahsîlini yaptıktan sonra, Edirne'de Debbaglar Câmii
imâmı Şeyh Muslihuddîn'e talebe oldu. Bir müddet bu hocasından ilim öğrenip feyz
aldı. Sonra hocasının tavsiyesi üzerine evliyânın büyüklerinden Abdüllatîf-i
Kudsî hazretlerinin sohbetlerinde bulundu. Hem din, hem de fen ilimlerinde
mütehassıs olarak yetişti. Tasavvuf ilminde ve hâllerinde de yetişip yükseldi.
Şeyh
Vefâ hazretleri, bir ara hacca gitmişti.Hacdan deniz yolu ile dönerken, yolda
hıristiyan korsanları tarafından gemisi yağma edilip, kendisi de esir edildi.
Rodos Adasına götürülüp hapsedildi.Zamânının gözüpek kahramanlarından
Kahramanoğlu İbrâhim Bey tarafından, esir alanlara para verilmek sûretiyle
esâretten kurtarıldı.Hürriyetine kavuştu.İstanbul'a dönüşlerinde, şimdi kendi
ismi ile anılan "Vefâ" semtine yerleşti. Vefâtına kadar burada yaşadı. İnsanlara
doğru yolu göstermek, dînimizin emir ve yasaklarını bildirmek ile meşgûl oldu.
Sözleri
gâyet beliğ ve açık olup, dinleyenlerin kolaylıkla anlayabileceği şekildeydi.
Çok ibâdet ettiğinden, sohbetine gelenleri, ancak belli vakitlerde kabûl ederdi.
Sohbetleri pek tatlı olup herkesin onu dinlemek ve yüzünü görmek için âşık
olduğu bir zâttı. Sözleri hikmetli ve nükteli idi. Din husûsunda hiç tâviz
vermezdi. Bu hususta titiz ve celâlli idi. Dünyâya düşkün olanlara iltifât
etmez, dervişlerle, dünyâya düşkün olmayanlar ile sohbet etmeyi severdi.
Zamânının meşhûr kimseleri kapısına gelir, sohbetine kavuşmak için kabûl
etmesini beklerdi.
Bir
defâsında, Fâtih Sultan MehmedHan kapısına kadar geldiği hâlde onunla
görüşmemiştir. O da üzülerek, geri dönüp gitmiştir. Onunla görüşmemesinden
dolayı kendisi de üzülmüş, hattâ gözlerinden iki damla gözyaşı yanaklarına
inmiştir. Yanında bulunanlar; "Efendim neden pâdişâhı kabûl etmediniz? Hem siz
buna üzüldünüz, hem de o üzüldü." dediler. Ebü'l-Vefâ hazretleri, gözünden akan
iki damla gözyaşını eliyle silerek; "Doğru söylersiniz. Ama inanıyorum ki, benim
ona olan sevgim ve onun bana olan ihtiyâcı, bize asıl vazifemizi unutturacak
kadar fazladır. Dostluğumuz, sohbetimiz, birçok vatandaşın işinin yarım
kalmasına sebeb olacak. Sonunda dayanamayıp pâdişâhlığı bırakmak isteyecek.
Şimdi anladınız mı? Sultânı niçin kabûl etmediğimi?" buyurdu.
Sultan
İkinci Bâyezîd-i Velî, Ebü'l-Vefâ hazretlerini çok sever ve üstün tutardı.
Kızını evlendirirken, nikâhı teberrüken Vefâ hazretlerinin yapmasını ve onun
huzûrunda olmasını istedi. Vefâ hazretlerine kırk bin akçe göndererek durumu
arzetmişti. Fakat Vefâ hazretleri bu hediyeyi kabûl etmedi ve; "Muhyiddîn Konevî
Efendi vardır. Fakirdir, bu parayı ona verirsiniz. Bereketli bir zâttır. Onu
getiriniz, bu işi o yapsın." buyurdu. Bunun üzerine o zâtı getirip, nikâhı
kıydırdılar.
Bir
bahar günü, Vefâ hazretlerine; mevsim güzel, hava çok hoş. Allah'ın rahmet
eserlerini görmeniz için dışarı çıkmanızı istirhâm ederiz dediklerinde; "Bugün
müsâade edin. Akşam, her zaman yediğimden bir lokma daha fazla yiyeyim de,
dışarı çıkacak kuvvetim olsun." buyurdu.
Kendisine, şehrimize, şu kadar ağırlıktaki taşı kaldıran ve şu kadar ağır yük
taşıyan birisi geldi dediklerinde; "Abdest ibriğini taşımak, ondan zordur."
buyurdu. Bu ne doğru ve ne güzel bir cevaptır. Çünkü, ağır taşı kaldırma ve ağır
yük taşımada nefsin hazzı vardır. Bunun için nefse kolay gelir. Abdest ibriğini
taşımakta ise, nefse muhâlefet vardır. Bunun için nefse daha zor ve daha ağır
gelir.
Ebü'l-Vefâ
hazretleri astronomi ve astroloji ilimlerine vâkıftı. Çok talebe yetiştirdi.
Güzel halleriyle meşhûr oldu.
Sultan
İkinci Bâyezîd-i Velî, Ebü'l-Vefâ hazretlerini çok severdi. İlminin, yaşayışının
hayrânı idi. Bu sebepten vefât ettiği zaman cenâze namazında bulundu. Hattâ o
esnâda, kefenini açıp, yüzüne bakarak, eskiden beri olan hasret ateşini bir
parça gidermek istedi. Kefenini açıp baktıklarında,Ebü'l-Vefâ hazretleri yüzünü
sağ eliyle kapatmıştı."
Ebü'l-Vefâ
hazretlerinin türbesinin duâ edilen penceresinde şu beyitler yazılıdır:
Muktedây'ı ehl-i mânâ, Muslihuddîn Ebü'l-Vefâ
Uyûn-ı uşşâka hâk-i merkadidir Tûtiyâ
Mânâsı:
(Muslihuddîn
Ebü'l-Vefâ, mânâ ehlinin, evliyânın uyduğu kimsedir.
Mezarının toprağı, âşıkların gözlerine sürmedir.)
Ebü'l-Vefâ
hazretleri adına Konya'da bir câmi, İstanbul'da ise câmi, medrese, hamam,
dergâh, halvethâne ve türbe inşâ edilmiştir.
Şeyh
Vefâ hazretlerinin eserleri şunlardır:
1)
Makâm-ı Sülûk: Tasavvuf ile ilgili olup, Türkçe ve üç yüz doksan altı
beyitlik manzûm bir eserdir. Tasavvufî, ahlâkî mevzûları şiir yoluyla
anlatmıştır. Bu eseri, edebiyât ve şiir bakımından da kıymetlidir.
2)
Şâz-ı İrfân: Türkçe ve manzûm bir eserdir.
3)
Evrâd-ı Vefâ: Beş yüz elli altı sahife civarında olup, nesir bir eserdir.
4) Rûznâme-i Vefâ:
Bu eseri,Defterdar Ali
Çelebi tarafından Miftâh-ı Rûznâme adıyla şerhedilmiştir.
Bunlardan başka eserleri de olduğu
kaydedilmiştir.
Şeyh
Vefâ hazretlerinin bir şiiri şöyledir:
Evvel tevhîdi zikret,
Sonra cürmünü fikret.
Var yoluna doğru git.
Derviş olayım dersen.
Bir zât-ı kâmil ara,
Gezme tozma âvâra.
Tamam sıra bu sıra,
Derviş olayım dersen.
Gaflet ile çalışma,
Çok gezmeye alışma.
Kem sözlere karışma,
Derviş olayım dersen.
Rüyâna yalan katma,
Elden söz alıp satma.
Cellad önüne yatma.
Derviş olayım dersen.
Her sözde inâd etme,
Her mezbelede bitme.
Sapa yollardan gitme,
Derviş olayım dersen.
Dostunda kusur görme,
Ak yüze kara sürme.
Başına çorap örme,
Derviş olayım dersen.
Hayrın bir ise binle,
Vakt-i seherde inle.
Pend-i Vefâ'yı dinle,
Derviş olayım dersen.
KAYNAKLAR
1)
Kâmûs-ül-A'lâm; c.6, s.4688
2)
Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); c.1, s.251
3) Tâc-üt-Tevârih;
c.2, s.527
4)
Osmanlı Müellifleri; c.1, s.181
5)
Rehber Ansiklopedisi; c.4, s.326
6)
Nefehât-ül-Üns; s.559
7) Tam
İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1071
8)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.138
9)
Mevâkıb, Süleymâniye Kütüphânesi, No: 3622, s.11
|