CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

1.   2.   3.   4.   5.   6.   7.   8.   9.   10.   11.   12.
     
 

VEHB BİN MÜNEBBİH

Tâbiîn devrinde yetişen büyük âlim ve velî. Künyesi Ebû Abdullah'tır. 645 (H.24) senesinde Sana'da doğup, 741 (H.124) yılında yine burada vefât etti. Yemen'e sonradan yerleşmiş olan İranlılardandır. Hemmâm bin Münebbih onun kardeşidir.

Çok kitap okudu. Geçmiş ümmetlere, Peygamberlere aleyhimüsselâm ve pâdişâhlara dâir çok bilgisi vardı. Bu hususta çok nakiller yapmıştır. Doğru sözlü bir zât idi. Sana'da kâdılık yapmıştır.

Ebû Hüreyre, İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer, Abdullah binAmr bin Âs, Hemmâm bin Münebbih ve başkalarından hadîs-i şerîf bildirmiştir. İki oğlu, Abdullah ve Abdurrahmân, kardeşinin iki oğlu Abdüssamed ve Akîl, Semmâk bin Fadl, İsrâil Ebû Mûsâ ve başkaları da ondan hadîs-i şerîf nakletmişlerdir.

Vehb bin Münebbih buyurdular ki:

"Ey Âdemoğlu! Yaradandan kuvvetli, yaratılandan zayıf kimse yok."

"Bâzı kitaplarda okudum. Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: Ben kuluma kâfiyim. Yeter ki, o bana tâatte bulunsun. Beğendiğim şeyleri yapsın. Ben ona istemeden verir, dileklerini yerine getiririm. Çünkü ben, onun ihtiyâcını, ona lâzım olanı, daha iyi bilirim."

"Çok kitap okudum. Onlardan şunu öğrendim: Allahü teâlâ Muhammed aleyhisselâma çok yüksek akıl vermiştir. İnsanların akılları O'nunkinin yanında, yeryüzündeki bütün kumların yanında, küçücük bir kum tânesi kadar kalır."

"Şeytan, yüzbinlerce câhile karşı göğüs gerebilir. Onlara karşı üstünlük kazanabilir. Onlarla alay eder. Hattâ onları istediği tarafa çekebilir. Fakat âlime karşı bunu yapamaz. Onun karşısında çok güç durumlarda kalır."

"Şeytana, dağları parça parça etmek zor gelmez. Lâkin, akıllı bir mümine karşı koymak, onun için çok ağır bir iştir. Çünkü, akıllı ve bilgili mümin, basîret ve firâset sâhibidir. Baktığına, Allahü teâlânın nûruyla bakar. Onun için böyle bir mümin, şeytana, demirden daha sert ve kuvvetli gelir. Bu yüzden şeytan akıllı müminden, bir çâresini bulup uzaklaşmak ister. Bu defâ câhil kimsenin yanına gider, onu esir edip, kötülüklere sürüklemek için koşar."

Yakınlarından birisine şunları tavsiye etti: "Yemeğe besmele (Bismillâhirrahmânirrahîm) ile başla. Sonunda Allahü teâlâya, verdiği nîmetinden dolayı hamdet (Elhamdülillah, de). Senden, bildiğin bir şey sorulursa, söyle. Eğer bilmiyorsan, bilmiyorum, de. Sana sorulursa cevap ver ve konuş, yoksa sükût et."

"Münâfığın özelliklerinden ikisi, övülmeyi sevmek, zemmedilmekten, yerilmekten hoşlanmamaktır."

Allahü teâlâ Dâvûd aleyhisselâma şöyle vahyetti: "Ey Dâvûd! Biliyor musun, kullarımdan kimin günâhını bağışlamayı severim?" diye buyurdu. Dâvûd aleyhisselâm; "Onlar kimdir, yâ Rabbî?" dedi.Allahü teâlâ; "Günahlarını hatırladığı zaman, içi titreyenlerdir" buyurdu.

"İnsanın dîni için en faydalı ahlâk, dünyâya rağbet etmemesi, en kötüsü de, hevâya, arzu ve isteklere uymasıdır. Hevâya uymanın bir kısmı; malı, makâmı ve herkes yanında medhedilmeyi sevmektir. Malı ve rütbeyi seven kimse, harâmlara düşer. Harâmları yapan, Allahü teâlâyı gazablandırır. Allahü teâlâyı gazablandıran kimse, helâk olur."

Vehb hazretlerine çok ibâdet eden iki kişiden hangisinin üstün olduğunu sordular. O da; "Bu ikisinden hangisi insanlara daha fazla hizmette bulunuyor, iyiliği emredip, kötülükten alıkoyuyorsa, o daha üstündür." cevâbını verdi.

"Şu üç şey zulümdür: Kendisinden yukardakilere karşı gelip, emirlerini yerine getirmemek. Kendinden aşağıdakilere güç ve kuvvet kullanarak haksızlık yapmak. Zâlimlere yardım etmek."

"Münâfığın alâmeti üçtür: Yalnız olduğu zaman tenbeldir. Yanında birisi olduğu zaman, çalışkandır. Bütün işlerinde övülmeyi çok sever."

"Hasedcinin yâni başkalarını çekememenin alâmeti de üçtür. Hased ettiği kimse, yanında yoksa, gıybetini eder. Yanında bulunduğu zaman dalkavukluk yapar. Onun başına bir belâ geldiği zaman sevinir."

"Tenbelin alâmeti üçtür: Gevşektir. İhmâlkârdır. Vakitlerini zâyi eder. Hattâ günaha bile girer."

"Bir kitapta okudum: İstişâre etmeyen pişman olur. Kendisini başkalarına muhtaç görmeyen, kendi bildiği gibi hareket eder."

"İnsanların en zâhidi yâni şüpheli olmak korkusuyla mübahların çoğunu terkeden kimse, temiz ve helâl kazanç peşinde koşandır. Bu kimse, dünyâ işleriyle ne kadar uğraşırsa uğraşsın, bu, zühdüne engel değildir."

"İnsanlardan dünyâyı en çok seven, kazancına haramın karışmasına aldırmayan kimsedir. Böyle birisi, dünyâdan yüz çevirmiş gibi görünse de, harama helâle dikkat etmeyişi, onun dünyâ sevgisi hastalığına tutulduğunun alâmeti, işâretidir."

"İnsanların en cömerdi; Allahü teâlânın hukûkuna riâyet edip, emirlerini ve yasaklarını yerine getirendir. En cimrisi de, bunlara riâyet etmeyendir. Etrafına çok para pul dağıtsa bile."

"Allahü teâlânın katında, şirkin dışında en büyük günahlardan birisi, insanlarla alay etmektir."

"Yine bir kitapta okudum. Eğer insan, belâ, sıkıntı ve darlığa düşerse, bilsin ki bu, Peygamberlerin ve sâlihlerin hâllerindendir. Çünkü onların hepsi, bu dünyâda çok sıkıntı çektiler. Eğer insan rahatlığa kavuşursa, bilsin ki, o büyüklerin yolu rahatlık ve lezzetler içerisinde yaşama yolu değildi."

"Size üç şeyden sakınmanızı tavsiye ederim, nefsinizin arzu ve isteklerine uymaktan, kötü arkadaştan bir de ucubdan (kendini beğenmekten)."

"Şeytanın en sevdiği kimseler: Çok uyuyan, çok yiyendir. Şeytan, şehvetine (nefsine, arzu ve isteklerine) hâkim olup, nefsin kötülüklerine aldanmıyan kimsenin gölgesinden bile kaçar"

"İnsan, Allahü teâlâya ibâdet etmediği müddetçe halîm, yumuşak olamaz."

"Her şey, önce küçük olarak ortaya çıkar, fakat sonra büyür. Musîbet ise, insana önce büyük ve ağır gelir, sonra küçülür, hafifler."

"Çok gıybet edip, buğz edenlerin nasîhatına güvenilmez."

"Kendini olduğundan fazla gösteren kimse, kendi durumunu inkâr etmiş olur."

"Başkasınınkinden önce kendi ayıbına bakanlara, gerçekten tevâzu gösterenlere ne mutlu! Helâl olan malından fakirlere sadaka ver. İlim, hilm, yumuşaklık ve hikmet ehli ile otur ve sohbet et."

"Nîmetin başı üçtür: Birincisi, İslâm nîmeti. Bütün nîmetler, bununla tamam olur. Müslüman olmadıktan sonra, hiçbir nîmet insana fayda vermez. İnsan, ebedî seâdetten mahrum kalır. İkincisi, sıhhattir. Bu nîmet olmadan hayâtın kıymeti kalmaz. Dünyâ, insana, zindan gibi olur. Üçüncüsü, zenginliktir. Hayır yolda kullanılırsa, insanın çok ecir ve sevâba kavuşmasına vesîle olur."

"Müminin, insanların arasına karışması, onlardan öğrenebileceği faydalı şeyleri alabilmek için susması, boş ve faydasız sözden sakınmak için konuşması da, başkalarına iyi ve güzel şeyleri anlatmak içindir."

"Mümin, günahlarını düşünür, onlar için üzülür. Amellerini küçük görür, yaptıklarından dolayı gururlanmaz."

Emevî halîfelerinden Süleymân bin Abdülmelik, Mescid-i haramda iken, ona üzerinde yazı bulunan bir taş getirdiler. Bunun üzerine, onu okuyacak birisinin çağırılmasını istedi. Vehb bin Münebbih'i getirip, okuttular. Taşta şu yazı vardı: Ey Âdemoğlu! Sen, eğer ecelinin devamlı yaklaşmakta olduğunu iyi bilseydin, uzun emel sâhibi olmaktan vazgeçer, sâlih amellerini artırıp, çoğaltmaya bakar, dünyâya düşkünlüğünü bırakırdın. Şüphesiz sana yarın nedâmet ve pişmanlık gelecektir. Çoluk çocuğun ve en yakın hizmetçilerin seni toprağa teslim edecekler. Sonra da ayrılıp gidecekler. Artık dünyâya dönüşün olmayacak. Amellerinle başbaşa kalacaksın. İyi amellerini artırma imkânı bulamayacaksın. İyi amel yapıp, kabre gelmişsen ne mutlu sana! Günahlarla yüklü gelmişsen, yazık sana! Öyleyse kıyâmet günü için şimdiden hazırlık yap. Pişman olmadan önce, tedbirini al!"

"Ey oğul! Allahü teâlâya ibâdeti ihlâsla, sırf O'nun için yap. Kim bir iyilik yapar, Allahü teâlâ için onu gizlerse, yaptığı bu iyilik zâyi olmaz."

 

KERÂMET ve MENKÎBELERİ

ÂLİME HÜRMET

Vehb bin Münebbih hazretleri, Atâ Horasânî'ye dedi ki: "Bizden önceki âlimler, ilme sarılıp, dünyâya ehemmiyet vermezlerdi. O zamanki dünyâ ehli ise, ilme saygılı idiler. Onun için, âlimlere hürmet ederler, dünyâlıklarından onları da faydalandırırlardı. Şimdi ise, ilim sâhipleri, dünyâ ehli için ilimlerini sarf ediyorlar. Çünkü onların mallarında gözleri vardır. Belki onlardan, biraz dünyâlık koparabiliriz diye düşünüyorlar. Halbuki şimdi dünyâ ehli, onların ilimlerine bile rağbet edip kıymet vermiyorlar.

Ey Atâ! Sultanların kapılarından uzak dur. Çünkü, onların kapılarında fitneler vardır. Onlardan belki dünyâlığa kavuşursun fakat, diğer taraftan dîninden çok şeyler fedâ eder, kaybedersin. Dünyâdan yetecek mikdarla yetinmeyen kimseye, hiçbir şey kâfi gelmez. Ancak, sonunda bir avuç toprak onu doyurur."

 

BEYİTLER

ÂLİMİN KIYMETİ

Vehb bin Münebbih ki, Tâbiîn-i kirâmdan,

Şiddetle kaçıyordu, her günah ve haramdan.

 

Buyurdu ki: “Aklı ve ilmi varsa bir zâtın,

Onu aldatmak için, gücü yetmez şeytanın.

 

O, binlerce câhili, parmağında oynatır,

Âlimin karşısına gelince, âciz kalır.

 

Dağları parçalamak, kolay gelir şeytana

Ve lâkin yaklaşamaz, böyle olgun insana.

 

Bir çâresini bulup, kaçar onun yanından,

Câhillere yanaşıp, saptırır yollarından.”

 

Dâvûd aleyhisselâm, buyurdu ki: “Ey Rabbim,

Seni aradığımda, nerde bulabilirim?”

 

Buyurdu: “Şu kulların, yanındayım ki her an,

Ürperir kalbleri hep, benden korkularından

 

Ey Dâvûd, şu kimsedir, en çok sevdiğim kişi,

Bir günah karşısında, ürperir, titrer içi.”

 

Dediler ki: “Ey Vehb, çok ibâdet eyleyen,

İki zâttan hangisi, üstündür diğerinden?”

 

Buyurdu: “Kimin çoksa, insanlara hizmeti,

Hak teâlâ indinde, onun çoktur kıymeti.

 

Hele uğraşıyorsa, âhiretleri için,

Daha da kıymetlidir, indinde Rabbimizin.”

 

Buyurdu: “Belâlara, uğrarsa insan eğer,

Bilsin ki sıkıntıyla, yaşadı her peygamber.

 

Aksine rahatlığa, kavuşursa o şâyet,

Bilsin ki o büyükler, etmedi buna rağbet.”

 

Buyurdu: “Çok uyuyan, çok yiyen, çok konuşan,

Kimseleri çok kolay, aldatır la’în şeytan.

 

Bir kimse ki, dînini, bilir ve korur onu,

Şeytan onu görünce, değiştirir yolunu.”

 

Îsâ aleyhisselâm, bir köye geldi bir gün,

Gördü ki insanların, hepsi ölmüş topyekün,

 

Dönüp havârilere, buyurdu: “Bakın, bu halk,

Allah'ın gazâbına, uğramışlar muhakkak.

 

Dağınık ölmemişler, gösterir ki bu dahî,

Birden gelmiş onlara, bu azâb-ı İlâhî.

 

Îsâ aleyhisselâm, nidâ etti o zaman,

Bir tânesi dirilip, ayağa kalktı heman.

 

Buyurdu ki: “Suçunuz, ne idi ki acabâ,

Böyle, toplu olarak, uğradınız azâba?”

 

Dedi ki: “Biz dünyâyı, fazla benimsemiştik,

Çocuğun annesini, sever gibi sevmiştik.

 

Girince kalbimize, dünyanın muhabbeti,

Gâfil olduk Allah’tan, unuttuk âhireti.

 

Îkâz da etmediler, bizi âlimlerimiz,

Ve bir sabah âniden, böyle oldu hâlimiz.”

 

Buyurdu: “Suâl ettim, tam yedi yüz âlime,

Kime denir akıllı, zekî ve zengin diye?

 

Öğrendim ki akıllı, soğumuştur dünyadan,

Âhiret hazırlığı, içindedir durmadan.

 

Zekî de rağbet etmez, dünya mâl-ü mülküne,

Aldanmaz bu geçici ve yalan zevklerine.

 

Zengin ise rızkına, kanâat eyliyendir,

Başkasının malına, aslâ göz dikmeyendir.”

 

Bu mübârek zâtların, hürmetine İlâhî,

Akıllı olanlardan, eyle sen bizi dahî.

 

KAYNAKLAR

1) Tabakât-ı İbn-i Sa'd; c.5, s.395

2) Hilyet-ül Evliyâ; c.4, s.23

3) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.11, s.166

4) Mir'at-ül-Cinân; c.1, s.248

5) Mîzân-ül-İ'tidâl; c.4, s.352

6) Vefeyât-ül-A'yân; c.6, s.35

7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.24

8) El-A'lâm; c.8, s.125

9) Şezerât-üz-Zeheb; c.1, s.150

10) Tabakât-ül-Havâs; s.161