|
SUMÂDÎ
Şam'da
yetişen Şâfiî mezhebi âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. Tasavvufta
Kâdiriyye yoluna bağlı idi. Nesebi, Tâbiîn-i ızâmın büyüklerinden olan Saîd
bin Cübeyr hazretlerine dayanmaktadır. Kendi ve babasının ismi Muhammed'dir.
Nisbetleri Sumâdî Dımeşkî olup, künyesi Ebû Müslim, lakabı Şemsüddîn'dir. 1505
(H.911) senesinde doğdu.
Büyük
âlimlerin ve velî zâtların ders ve sohbetlerinde bulunarak kemâle gelen Ebû
Müslim Sumâdî, zamânında bulunan evliyânın önde gelenlerinden oldu. İlim ve
evliyâlıkta emsâl ve akrânından ileri idi. Çeşitli ilimlerin yanında,Arabî
lisânını da çok iyi bilir ve konuşurdu. Şiir söylemekte de mâhir olup, tasavvufî
şiirleri vardır. Çok ibâdet ederdi. Allahü teâlâdan çok korkar, huşû ile ibâdet
ederdi. O zamanda bulunan büyük zâtlar, Ebû Müslim'i önde tutarlar, ona ayrı bir
hürmet ve edeb gösterirlerdi.
Necmüddîn-i Gazzî, ömründe dört kişi gördüğünü, onlardan daha nûrlu kimseler
görmediğini, bunlardan birisinin deMuhammed Sumâdî olduğunu bildirerek şöyle
anlatır: "Bu dört zâttan her biri öyle idi ki, gözler onları görünce, Allahü
teâlânın kendilerine rahmet nazarıyla baktığı açıkça belli olurdu. Bu zâtlar;
babam, Muhammed Sumâdî, Muhammed Temîmî ve Mekke-i müşerrefede Kâbe-i muazzamada
gördüğüm sûfî kılıklı, saçları ağarmış olan bir zâttır. Bu zâtı orada
gördüğümde, yanında bâzı gençler bulunup kendisine hizmet ederlerdi. Onu
görünce, hemen yanına gittim. Elini tutup müsâfeha ettim ve öptüm. Bana;
"İhtiyâcın nedir?" dedi. "Duâ" dedim. Kâbe-i muazzamaya yönelip, benim için
fesâhat ve belâgat ile çok güzel duâlar etmeye başladı. Her duâsını bitirdiğinde
ben gönlümden; benim için şu duâyı da yapsa diye geçirirdim. O da aynı şekilde
söylerdi. Ne mübârek ve yüksek bir zât olduğunu anladım. Duâyı bitirip, elini
yüzüne sürdü. Kendisine; "Ey efendim! Beni duâdan unutmayınız." dedim. "Sen de
aynı şekilde bizi duâdan unutma." buyurdu. Sonra ayrıldık."
Kâdı ve
vâli gibi, makam ve mevkî sâhibi kimseler de, Muhammed Sumâdî'nin büyüklüğünü
tanır, onu çok severlerdi. İnsanlar, uzak yerlerden kalkıp, onu ziyâret etmek,
huzûr ve sohbetlerinde bulunmakla bereketlenmek için yanına gelirler,
zâviyesinde onu ziyâret edip, bir müddet kaldıktan sonra giderlerdi. Ondan duâ
isterlerdi.
Necmüddîn-i Gazzî, Ebû Müslim Muhammed Sumâdî'nin komşusu olan Şeyh Sâlih Ali
Lü'lüî'nin şöyle anlattığını haber veriyor: "Bir müşkil meselem vardı. Bunun
hallolması için Resûlullah efendimizi vesîle ederek Allahü teâlâya yalvardım. O
gece rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm. Bana buyurdu ki: "Komşun Şeyh Ebû
Müslim Sumâdî'ye git! Bu yükü ona yükle. Yâni müşkilini o halletsin." Sabah
olunca erkenden Muhammed Sumâdî'ye gittim. Ben daha henüz birşey söylemeden;
"Ben gaybi bilmem. Ben gaybi bilmem. Ama bana ihtiyâcını söyleyebilirsin." dedi.
Ben, onun benim hâlimi kerâmet olarak anlayıp, böyle söylediğini anladım.
İhtiyâcımı bildirdim. O ihtiyâcım, onun vesîlesiyle halloldu."
Ebû
Müslim Sumâdî'nin büyüklüğünü tanıyan ve onu seven Muhammed bin Arab isminde bir
zât, doğu beldelerinden koyun almak üzere yanında birkaç çoban ile gidiyordu.
Çeşitli yerlerden koyunlar alıp yolda giderken, bir yerde gecelediler. Şiddetli
fırtınanın estiği çok yağmurlu bir gece idi. Geceleyin koyunlar ürküp
dağıldılar. İbn-i Arab ve yanında bulunan çobanlar, koyunları toparlamaktan âciz
kaldılar. O esnâda İbn-i Arab, Ebû Müslim Muhammed Sumâdî hazretlerinden imdâd
isteyip; "Ey Ebû Müslim! Yardımına muhtâcım!" diye yalvardı. O sırada, civardaki
nâhiyelere kadar dağılmış olan koyunları toparlayan bir ses duyuldu. O ses,
koyunların hepsinin bir araya tam olarak toplanmasına kadar devâm etti. Allahü
teâlânın izni ile ve Muhammed Sumâdî'nin kerâmeti bereketi ile koyunlarını
toparlamaya muvaffak olan İbn-i Arab, Allahü teâlâya çok şükretti. Sumâdî'ye
olan muhabbeti de böylece daha da artmış oldu.
İbn-i
Arab'ın hanımı da, Muhammed Sumâdî'nin büyüklüğüne inanan veliyye ve sâliha bir
hanım idi. Âile olarak da tanışırlar, birbirlerine gelip giderlerdi. İbn-i
Arab'ın yolculukta koyunlarını toparlamaktan âciz kaldığı şiddetli yağmur ve
fırtınalı geceden sonraki akşam, o da Sumâdî'nin evine gitmişti. Sumâdî o hanıma
kapı aralığından; "Sana birşey söyleyeceğim. Ama ben ölmedikçe hiç kimseye
anlatmıyacaksın" dedi. O da kabûl edince, şöyle anlattı: "Senin zevcen (İbn-i
Arab) dün gece şiddetli bir gece geçirdi. Bir ara topladığı koyunlar ürküp, her
tarafa dağıldılar. Zevcin ve yanında bulunan çobanlar, koyunları bir araya
getirmekten âciz kaldılar. Bu esnâda zevcin, bana nidâ ederek yardım istedi. Ben
de ufak bir çakıl taşı alıp, o tarafa doğru attım. Bundan sonra koyunların hepsi
bir araya toplandı. Bir zarar görmemiş olarak yakında sâlimen sana gelecek, hiç
merak etme."
Dervişlerden bir zât anlatır: "Bir zaman iş için Şam'dan Kâhire'ye gidecektim.
Yola çıkacağım zaman, Muhammed Sumâdî, Muhammed Bekrî'ye vermem için bana bir
mektup verdi. Kâhire'ye ulaştığımda, Muhammed Bekrî'nin yanına vardım. Huzûruna
girip, Muhammed Sumâdî'nin yanından geldiğimi söyledim. Onun ismini duyunca,
derhâl ayağa kalkıp, büyük bir hürmetle Muhammed Sumâdî'ye olan muhabbetini,
edebini bildirdi.Mektubu verdiğimde, yine edeb ve hürmet ile alıp, mektubu öpüp,
yüzüne gözüne sürdü. Muhammed Sumâdî'yi çok övdü ve ondan; "Kardeşimiz,
efendimiz" diye bahsetti. Muhammed Bekrî'nin bu davranışından, Muhammed
Sumâdî'nin büyüklüğünü daha iyi anlamaya başladım."
Muhammed Sumâdî Anadolu'ya geldiğinde, zamânın sultânı olan Kânûnî
Sultan Süleymân Hân ile görüştü. Kânûnî, onun ilim ve evliyâlık yolundaki
derecesini, yüksekliğini pek iyi anlayıp, Şam'a bağlı köylerden birinin gelirini
ona ihsân etti. Ayrıca her sene ona seksen çuval buğday verilmesini, kırk
çuvalının; zâviyede bulunan fakirler ve ziyâretçiler için, kalan kırk çuvalın da
Muhammed Sumâdî'nin çocuklarına ve neslinden gelenlere verilmesini, onların
ihtiyaçları için kullanılmasını istedi.
Muhammed Sumâdî'nin çok kerâmetleri görülmüştür. Kur'ân-ı kerîmden şifâ
âyetlerini yazarak, rahatsızlığı olanlara verirdi. İnsanlar onunla
bereketlenmek, mübârek eliyle yazdığı şifâ âyetlerinden biiznillah şifâ bulmak
için, yazdığı âyet-i kerîmeleri yanlarında taşırlar ve hastalıklarından şifâ
bulurlardı.
Muhammed Sumâdî 1586 (H.984) senesinde, bir Cumâ gecesi Şam'da vefât etti.
Meşhûr EmeviyyeCâmiinde cenâze namazı kılınıp, zâviyesinin avlusuna
defnolundu.Cenâze namazında; âlimlerden, devlet erkânından ve diğer insanlardan
çok kalabalık bir cemâat hazır bulundu. İnsanlar onun vefâtına çok üzüldüler.
Vefâtına; "Şan, şeref, yükseklik, asâlet sâhibi ve bu yüksek vasıflarıyla, çok
övülmüş olan, kendisinden ümîdli olduğumuz, şefâatine kavuşmayı arzuladığımız
kutup, büyük âlim vefât etti." mânâsına gelen!
"Mâte kutbün min-er-recâi
mümeccedün"
mısra'ını târih düşürmüşlerdir.
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
ŞÜPHELİ
YEMEK
Muhammed Sumâdî, babası ile birlikte Rûm beldelerinden birinde bulunuyordu. Bir
defâ vezîrlerden birisi, istemediği, beğenmediği birisi için bir sofra
hazırlatıp, sofraya murdar veya zehirli et koydurdu. Nasıl olduysa, Muhammed
Sumâdî ve babası da o sofraya oturmuşlardı. Muhammed Sumâdî o eti görünce,
kerâmet olarak etin durumunu anlayıp üzüldü ve babasına; "Yeme! Çünkü bu yemek
şüphelidir." dedi. Kalkıp o yemeği döktü. Vezîr, yaptığını îtirâf edip özür
dilemeye başladı. Sonra normal bir sofra hazırlatıp, onlara ikrâm etti. O
sofrada bulunan yemekleri yediler.
Diğer
taraftan vezîr ve adamları, bir önceki sofrada bulunan bu gizliliği açıklayıp
sırrı ifşâ ettiği için ona kızmaya başladılar. Nihâyet bir bahânesini bulup, bir
suç isnâd ederek kanını akıtmaya karar verdiler. Cezâ verileceği gün
yaklaşmıştı. Bu günlerde Muhammed Sumâdî, rüyâsında dedelerinden birinin
sûretinde bir zâtı gördü. O zât, elini Muhammed Sumâdî'nin yüzüne koyarak;
"Bismillahilkâfî bismillahişşâfî bismillahillezî lâ yedurru me'asmihi şey'ün
fil-ardı velâ fissemâi ve hüvessemîul-alîm" duâsını okudu. Bu gecenin sabahında,
o tehlikenin geçmiş olduğu, cezâ verilmeyeceği öğrenildi.
RÜYÂN
DOĞRUDUR
Necmüddîn-i Gazzî şöyle anlatır: "Bir zaman şiddetli hasta olmuştum. Bu
hastalığım esnâsında, bir gece rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm. Geniş bir
halkanın başında oturmuşlar, Allahü teâlâyı zikrediyorlardı. Peygamber
efendimizin bir tarafında Muhammed Sumâdî, diğer tarafında da Sumâdî'nin oğlu
Müslim vardı. Halkanın diğer kısmında da Sumâdî'nin diğer talebeleri vardı.
Zikir bittikten sonra Sumâdî, Resûlullah efendimize, talebelerinden suâl etti.
Kendisinden sonra yerine kimin geçeceğini anlamak istiyordu. Peygamber efendimiz
onun bu suâline; "Yâ Şeyh Muhammed! Onlar içinde senin yerine geçmeye en lâyık
olan oğlun Müslim'dir." buyurdu.Ben, bu rüyânın heyecânıyla uyandım. Hastalığım
da geçmişti. Böyle bir rüyâ gördüğümü Sumâdî'ye bildirdim. O da bana haber
gönderip; "Muhterem Necmeddîn Efendi, Rüyân bana ulaştı. Allahü teâlâya yemîn
ederim ki, rüyâ haktır. Fakat bir de bana anlatmanı istiyorum." dedi. Kendisiyle
görüştüğümüzde, gördüğüm rüyâyı bir de kendim anlattım. Bana dedi ki: "Vallahi
rüyân doğrudur, gerçektir." Bu rüyâyı görmemden az bir zaman geçmişti ki,
Muhammed Sumâdî vefât etti ve yerine oğlu Müslim geçerek talebelere ders vermeye
başladı."
KAYNAKLAR
1)
Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.185
2)
Şezerât-üz-Zeheb; c.8, s.435
3)
Kevâkib-üs-Sâire; c.3, s.16
4)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.14, s.258
|
|