|
SEYYİD ALİ HEMEDÂNÎ
Horasan'ın meşhûr velîlerinden. İsmi Ali bin Şihâbeddîn bin Muhammed'dir.
Peygamber efendimizin soyundan olup seyyiddir. 1384 (H.786) senesinde vefât
etti. Kabri Hıtlan'dadır. Aklî ve naklî ilimlerde büyük âlim idi. Tasavvufta
Mahmûd Mazdakânî ve Mahmûd-i Adkânî hazretlerinden feyz alarak kemâle erdi.
Ayrıca zamânındaki pekçok velî ile görüşüp sohbetlerinde bulundu. Keşmir
şehrinde dergâhı vardı. Uzun zaman insanlara rehberlik edip, Allahü teâlânın
emir ve yasaklarını anlattı. Pekçok insanın saâdetine vesîle oldu. Hakkında pek
çok menkıbe vardır.
Kendisi
şöyle anlatmıştır: "Defâlarca hacca gittim. Bir hac seferinde yolumuz çöle
düştü. Yirmi sekiz gün hiçbir şey yiyip içmeden yürüdüm. Yemek içmek hiç
hatırıma gelmiyordu. Bir müddet sonra bende yemek yeme ihtiyâcı hâsıl oldu.
Yanımda yiyecek ve içecek hiçbir şey yoktu. Rastladığım birkaç çadıra yiyecek
bulurum ümidiyle uğradım. Fakat kimseden bir şey isteyemedim. Sonra bir köşeye
çekilip murâkabeye vardım, oturup öylece kaldım. Bir müddet sonra bulunduğum
kâfilenin gittiğini gördüm. Yetişmek için kalkıp yürümeye başladım. Yol üzerinde
bir su kuyusuna rastladım. Kuyudan su çekecek bir kabım yoktu. Sonunda kuyunun
içine inip, doyuncaya kadar su içtim. Bir müddet kuyunun dibinde bekledim. Çok
derin olduğu için dışarı çıkamadım. Kuyu çıkılabilecek şekilde değildi. Ben
böyle bekleyip dururken, kuyunun başına biri geldi. Bana bakıp başındaki
sarığını çıkarıp, bana doğru sarkıttı. Sarığın ucundan tuttum. Beni çekip
kuyudan çıkardı. Dışarı çıkınca kim olduğunu sormak istediğimde, gözden
kayboluverdi. Bunun üzerine süratle yürüyüp kâfileye yetiştim. Beni görünce sağ
sâlim nasıl geldin diye hayret ettiler. Eşkıyâdan nasıl kurtuldun dediler. Bu
sebeple kâfile arasında meşhur oldum. Yolculuk sırasında çoğu kere kâfileden
ayrı giderdim. Geceleri onlardan ayrı geçirirdim. Çok korkulu yerler olmasına
rağmen, Allahü teâlâ beni korurdu."
Talebelerinin meşhurlarından Nûreddîn Câfer Bedahşî şöyle anlatmıştır: "Seyyid
Ali Hemedânî hazretlerinin sohbetleri sırasında huzûrunda bulunduğumda
hatırımdan her ne geçse onu bana açıkça söylerdi. Eğer hatırımdan geçen şeyler
bir faydaya sebeb olmayacaksa, açıklamazdı."
Kendisi
anlatır: "Şeyh Muhyiddîn Arabî hazretleri bâzı eserlerinde şöyle zikretmiştir:
Yetmiş gün hiçbir şey yemedim, diye kaydetmiştir. Ben de kendimi denemek için
yüz yetmiş gün hiçbir şey yemedim. O hâle geldim ki, yemek yemek sünnet
olmasaydı, geri kalan ömrüm boyu bu derviş hiçbir şey yemezdi."
Yine
şöyle anlatmıştır: "Bir defâsında, Rum diyârına gitmiştim. Bir mescidde ikâmet
ediyordum. Bir gece ihtilâm oldum. Hava son derece soğuktu. Nefsim gusül abdesti
alma husûsunda gevşeklik göstermek istedi. Nefsime bu gevşekliği sebebiyle şöyle
bir cezâ verdim. Kırk gece buzu kırıp soğuk su ile sana gusül abdesti
aldıracağım, dedim. Büyük bir taş alıp her gece buzu kırarak gusül abdesti
aldım. Böyle kırk gece devâm ettim. Bu sırada eski bir elbisemden başka giyecek
bir şeyim yoktu.
Seyyid
Ali Hemedânî hazretleri fütüvvetle ilgili olarak buyurdu ki: "Ey azîz!
Ahî(kardeşlik) sözü halk arasında kullanılan bir lafızdır. Bunun yüksek bir
mânâsı ve geniş bir hakîkati vardır. Tasavvuf ehli kardeşliği üç mertebede
açıklamışlardır. Birincisi, anne ve babası bir olan kimseler. İkincisi
müminlerin kardeşliğidir. Âyet-i kerîmede meâlen; "Şüphesiz ki, müminler
kardeştir." (Hucurât sûresi:13) buyruldu. Üçüncü mertebe ise gönül
ehli ve hakîkate erenler arasındaki kardeşliktir. Bu makâma fütüvvet denir. Bir kimse
cömertlikle, af, emânete riâyet, şefkât ve hilm (yumuşak huyluluk), tevâzu ve
takvâ ile vasıflanırsa, fütüvvet ehli böyle kimseye (ahî) kardeş adı
vermişlerdir. Fütüvvet her ne kadar fakr makâmından bir makam ise de bütün
makamların aslıdır. Bütün makamlar ona bağlıdır. Bütün insânî olgunlukların aslı
fütüvvete bağlıdır. Çünkü bu bütün dereceleri ve mekârim-i ahlâkı, üstün ahlâkı
şâmildir. Hakîkate eren büyükler, meşâyıh-ı kirâm, fütüvvetin hakîkatı hakkında
çok söz söylemişlerdir. Hasan-ı Basrî kuddise sirruh; "Fütüvvet, Rabbin için
nefsine düşman olmandır." buyurdu.Hâris-i Muhâsibî ise; "Fütüvvet herkese
insaflı davranmayı kendine vazîfe bilmek, kimseden insaf beklememektir."
buyurdu. Cüneyd-i Bağdâdî; "Fütüvvet, açık elli olmak ve eziyet vermemektir.
Yâni fütüvvetin hakîkatı; hayra, iyiliğe ve Allahü teâlânın kullarının rahatına
vesîle olmaktır." buyurdu.Sehl bin Abdullah da; "Fütüvvet, sünnet-i seniyyeye
uymaktır." buyurdu. Hazret-iAli buyurdu ki: "Fütüvvet dört kısımdır. Gücü
yettiği halde affetmek, gadab, kızgınlık ânında yumuşak davranmak, düşmanlığı
olduğu halde karşısındakine nasîhat etmek, kendi ihtiyâcı olduğu halde başkasına
vermek." Bütün bu buyrulanlardan anlaşıldı ki, fütüvvetin bütün mertebeleri ve
şekli kul hakkı ile ilgilidir. Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîfte; "Kul,
müslüman kardeşinin ihtiyâcını karşıladığı müddetçe Allahü teâlâ da onun
ihtiyaçlarını giderir." buyurdu.
"Biliniz ki, dünyâ, kıyâmet çölünün kenarında yapılmış bir menzildir. Öyle bir
menzildir ki, ezel çölü ile ebed çölü arasında konmuştur. Allahü teâlânın
kulları, misâfirleri âlem-i ervâh çölünden kıyâmet karargâhı sahrasına sefer
yapsınlar. Bu menzilde âhiret seferine çıkmak için azık hazırlasınlar, bu uzun
ve nihâyetsiz yolculuk için tedbir ile meşgûl olsunlar. Dünyâda bir yerde
konaklamış misâfirler gibi gidici olan insanlar, Allahü teâlânın
hikmetiyle değişik haldedirler. Bâzısı bedenen kuvvetli, mânen zayıf, bâzısı
mânen kuvvetli, bedenen zayıfdır. Bâzısı her iki bakımdan da kuvvetli, bâzısı da her
iki bakımdan da zayıf yaratılmıştır. Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "...İşte bütün
bunlar azîz olan (ve her şeyi) iyi bilen Allah'ın takdîridir." (En'âm
sûresi: 96) buyrulmuştur. Bunda sayılması, anlatılması mümkün olmayacak derecede
çeşitli hikmetler vardır. Bir hikmeti, insanların güçleri nisbetinde birbirine
yardımcı olmalarıdır. Peygamber efendimiz hadîs-i şerîfte; "Müminler binânın
tuğlaları gibidirler. Biri diğerini destekler." buyurdu. Îmân sâhibi
olanlar, din ve dünyâ işlerinde birbirine yardımcı olurlar. Bu dünyâdaki âhiret
seferinde kulluk yükünü taşımaları için birbirlerine yardımcı olurlar. Âyet-i kerîmede müminlerin
kardeş olduğu bildirilmiştir.
Güç
kuvvet sâhibi olanlara bu fâni nîmet Allahü teâlâ tarafından verilmiş bir
emânettir ki, bununla ebedî saâdet tohumlarını ekerler. Bu ebedî nîmeti
kazanırlar. Mağrur ve gâfil olanlar ise, bu cismânî bir nîmet olan güç ve
kuvveti şu birkaç günlük kederli dünyâ hayâtı için harcarlar. Kısa ömrü bu
murdar dünyâya âit şeyleri toplamakla zâyi ederler. Uzun âhiret yolculuğu için
hazırlanmaktan gâfil olurlar. Böylece din kardeşlerinin de dünyâya
ve âhirete
âit haklarını unuturlar, yerine getirmezler. Allahü teâlânın emirlerine uymayı
elden kaçırırlar. Âyet-i kerîmede meâlen; "Onlar dünyâ hayâtının görünen
yüzünü bilirler. Âhiretten ise tamâmen gâfildirler." (Rûm sûresi: 7) ve
"...Allah'ı unuttular, Allah da onları unuttu." (Tevbe sûresi: 67) buyruldu.
Bu insanlar dünyânın fâni, geçici nîmetlerine dalıp, Allahü teâlâyı unutmaları
sebebiyle âhirette Cehennem'e atılacaklar ve rahmet edilmeyecekler."
"Ahî,
gerçek kardeş olan kimsenin güzel ahlâka ve beğenilen hasletlere sâhib olması
gerekir. Yaşlılara hürmet, gençlere nasîhat, çocuklara şefkat, zayıflara
merhamet, fakirlere cömertlik, âlimlere hürmet eder. Zâlimlere düşmanlık,
facirleri tahkîr eder. İnsanlara iyilik eder ve mertlik gösterir ve onlarla sulh
içinde yaşar, iyi geçinir. Allahü teâlâya yalvarır, nefsine karşı savaş açar,
onun boş isteklerine muhâlefet eder. Şeytanla mücâdele eder. İnsanlardan gelen
sıkıntılara tehammül eder. Düşmanlık edenlere yumuşak davranır. Musîbetler
karşısında sabırlı olur. Kendi ayıplarına bakıp başkalarının ayıpları üzerinde
durmaz. İnsanlara musîbete uğradıklarında ve gamlı hallerinde yardımcı olur.
Takdire, kadere râzı olur. Bid'atden ve nefsin boş isteklerinden sakınır. Dînin
emirleri üzere hareket eder. Töhmet altında kalacak yerlerden uzak durur. Lâzım
olan din bilgilerini öğrenmekte çok hırslı olur. Gaflet ehlinden nefret eder.
Dostlarla yardımlaşır. Cemâate devâm eder. Emri altında bulunanlara nasîhat
eder. Dâimâ âhireti düşünür. Hallerine ve sözlerine dikkat eder. Kıyâmet gününde
rüsvâ, rezil olmaktan korkar. Allahü teâlânın fazlından ve ihsânından ümit
kesmez."
"Bütün
mertebelere, yüksek derecelere ve âhiret saâdetlerine kavuşmak, tâatlar ile
ibâdet ve kulluk ağacının meyveleri ile geçer. Âyet-i kerîmede meâlen;
"Hakîkaten, insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur." (Necm
sûresi: 39) buyruldu. Tâatların çeşitleri çok ise de hepsi üç kısımda toplanır.
Bunlar; kalp ile, beden ile ve mal ile yapılan ibâdetlerdir. Kalp ile olan; tâat,
îmân, tevekkül, sabır, şükür, teslimiyet ve işleri Allahü teâlâya havâle etmek, O'na
sığınıp güvenmek. Sıdk, ihlâs, rızâ, yakîn, muhabbet, mârifet ve diğerleri.
Bunlar keşf kapılarının anahtarları, müşâhede meclisinin ışıklarıdır."
Seyyid
Ali Hemedânî hazretleri kıymetli kitaplar yazmış olup, bir kısmı şunlardır:
Şerh-i Esmâullah, Şerh-i Füsûs-ül-Hikem, Şerh-iKasîde-i Hemziyye, Zâhirât-ül-Mülûk,
Esrâr-ı Vahy, Risâle-i Siyerü't-Tâlibîn ve daha pekçok eseri vardır.
Eserlerininçoğu talebesi Nûreddîn Câfer Bedahşânî tarafından büyük bir kitap
hâlinde biraraya toplanmıştır. Menkıbeleri de aynı talebesi tarafından
eserlerini topladığı mecmua içinde Hülâsât-ül-Menâkıb
adını verdiği eserde
anlatılmıştır.
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
RESÛLULLAH'IN EMRİ
Seyyid
Ali Hemedânî şöyle anlatır: Bir hac seferi için Hıtlan vilâyetinin Alişah
köyünden yola çıkmıştım. Yolculuğum sırasında yanımda bulunan şeyleri muhtaçlara
dağıtırdım. Bir müddet yol aldıktan sonra, çok az param kalmıştı. Bir yerde
konaklamıştık. Bu sırada birisi gelip, bana iki bin dinar verdi ve kabûl etmemi
istedi.Sonra parayı Peygamber efendimizin mânevî işâretiyle bana getirdiğini
söyledi. Bunun üzerine kabûl edip aldım. Sonra onaPeygamber efendimiz sana ne
sûretle işâret buyurdu diye sordum. Dedi ki: "Bu dirhemleri hacca gitmek
niyetiyle saklamıştım. Bir gece rüyâmda Peygamber efendimizi gördüm. Bana; "Bu
dirhemleri sakla benim evlâdımdan birisi hacca giderken falanca yerde
konaklayacaktır. Dirhemleri ona ver." buyurdu. Resûlullah efendimiz böyle
buyurunca; "Yâ Resûlallah! O torununuzun ismi nedir?" diye sordum.
"AliHemedânî'dir." buyurdu. İşte o zamandan bu güne kadar bir sene geçti. Bu bir
sene içerisinde dâimâ oraya gelecek birini bekledim, tâkib ettim. İşte şimdi
zât-ı âlinizle müşerref oldum." dedi.
Bu
dirhemleri alıp Bağdât'a kadar yanımda taşıdım. Fakat o sene bir hâdise yüzünden
hacca gidemedim. Bağdat'tan geri döndüm. Üç deveye çeşitli yiyecekler ve su ile,
iki deveye de öteki eşyâları yükledim. Kervandakiler beni yanımda üzeri yiyecek
yüklü develerle görünce şaşırdılar. "Bu seyyid az yerdi, yanında fazla şey
bulunmazdı. Neden böyle yanına çok azık aldı." dediler.Halbuki on dört günde
ancak bir yiyecek bulunan yere varabiliyorduk. Kervanla birlikte birkaç gün yol
aldıktan sonra, kervan yolu şaşırdı. Kervandakilerin azıkları tamâmen tükendi.
Benden yiyecek istediler. Ben de onlara yiyecek içecek verdim. Bunları yiyerek
bir müddet sonra yiyecek bulunan mâmur bir beldeye ulaşabildik. Böylece Şam'a
ulaştık. Ben yanımdaki dirhemleri muhtaçlara vermek için gâyet iktisatlı bir
şekilde harcıyordum. Bu sırada biz Şam'da iken sıkıntıya sebeb olan başka bir
hâdise meydana geldi. Yanımdaki dirhemler de iyice azalmıştı. Nihayet imkân
bulup Şam'dan Mekke'ye gittim, hac ibâdetimi yapıp memleketim Hıtlan'a döndüm.
Hac
dönüşünden sonra ziyâretine gidenlere bir sohbeti sırasında şöyle buyurmuştur:
"Buradan ayrılıp dönünceye kadar on ay müddetle ikâmet ettiğim, konakladığım her
yerde Allahü telâ kalbime; "Git insanları irşâd et, rehberlik yap." diye ilhâm
etti."
DELÎLİN VAR
MI?
Seyyid
Ali Hemedânî şöyle anlatmıştır: "Yedi sene yorgan örtünmedim. Arpa ekmeğinden
başka bir şey yemedim. Yedi seneden sonra bir büyük zât gelip güzel bir yorgan
ile lezzetli bir yemek getirdi. Bunları Peygamber efendimizin işâretiyle
getirdiğini, kabûl etmemi söyledi. Ben de; "Bunun böyle olduğuna dâir bir
delîlin var mı?" dedim. O zât tebessüm ederek; "Nasıl bir şâhid istiyorsun?"
dedi. "Öyle bir şâhid ki, bana da işâret buyrulsun." dedim. "Senin de Resûlullah
efendimize teveccüh etmen gerekir." dedi. O meclisten ayrılıp Resûlullah
efendimize teveccüh ettim. Resûlullah efendimizi gördüm. Bana tebessüm buyurup;
"O teklif benim işâretimledir." buyurdu. Bunun üzerine o zâtın verdiği şeyleri
kabûl ettim.
KAYNAKLAR
1)
Nüzhet-ül-Havâtır; c.1, s.88
2)
Sefînet-ül-Evliyâ; s.107
3)
Nefehât-ül-Üns Tercümesi; s.504
4)
Hülâsât-ül-Menâkıb, Süleymâniye Kütüphânesi,Şehîd Ali Paşa Kısmı, No: 2794
5)
Nesâyim-ül-Mehabbe; s.287
6)
Brockelman; Gal-2, s.221, Sup-2, s.311
|
|