|
SEYYİD ATÂ
Türkistan'ın büyük velîlerinden. İsmi Ahmed'dir. Seyyid Atâ diye meşhûr olmuştur.
Seyyid olup Yeseviyye yolu mensûblarından Zengî Atâ'nın dört büyük halîfesinden
biridir. Buhârâlıdır. Doğum târihi bilinmemektedir. 1302 (H.702) senesinde
Harezm yakınlarında Hakîm Atâ denilen yerde vefât etti. Kabri oradadır.
Seyyid
Atâ küçük yaşından îtibâren ilim öğrenmeye başladı. Buhârâ medreselerinde
zamânın âlimlerinden ilim tahsîl etti. Aklî ve naklî ilimlerde yükseldi.
Buhârâ
medreselerinde okurken gönlüne bir ateş düşüp, ilim ve amelde ihlâs elde etmek
ve îmân-ı kâmil sâhibi olmak iştiyâkıyla üç arkadaşıyla berâber bir tasavvuf
âlimine teslim olmaya karar verdiler. Diğer arkadaşları, Uzun Hasan Atâ,
Sadreddîn Muhammed Atâ ve Bedreddîn Muhammed Atâ adlarını taşıyorlardı. Bu dört
genç, Buhârâ'da medreseyi terk edip, bir tasavvuf âlimi aramak için yola
çıktılar. Taşkent yakınlarında bulunan Zengî Atâ'nın, kendilerine yol
gösterebileceğini öğrendiler. Kendini ve âilesini çobanlık ücreti olarak
Taşkentlilerden aldığı beş-on para ile geçindiren siyâhî renkli bir çoban olan
Zengî Atâ'yı bir çalılıkta, evine götürmek için odun toplarken buldular. Selâm
verdiler. Zengî Atâ, selâmlarına cevap verip, hâl hatır sordu. Buhârâ
medreselerinde zâhirî ilimleri tahsîl ettiklerini, ancak bâtınî ilimleri tahsîl
edebilecekleri bir mübârek kişiyi aradıklarını arz ettiler. Zengî Atâ; "Durun,
sizi irşâd edecek zâtın nerede olduğunu haber vereyim." dedi. Bu temiz niyetli,
iyi kalpli gençler çok sevindiler. Zengî Atâ yüzünü bir tarafa çevirip kokladı
ve sonra da; "Sizin bu ilimde nasîbiniz bizden başkasında değildir!" buyurdu. Bu
dört genç, Zengî Atâ'nın dört büyük halîfesi olacak olan Uzun HasanAtâ, Seyyid
Atâ, Sadreddîn Muhammed Atâ ve Bedreddîn Muhammed Atâ'dan başkası değildi. Zengî
Atâ'nın sözüne ilk önce inanıp tasdîk eden Uzun HasanAtâ ile Sadreddîn Muhammed
Atâ idi. Bu sebepten ilk kemâle gelenler onlar oldu. İçlerinden SeyyidAtâ; "Ben,
hem Resûlullah'ın torunu, hem mektep-medrese görmüş biri olayım, sonra da bu
garip çobana talebe olayım!" diye düşündü. Ama arkadaşlarından da ayrılamadı.
Onun soyu ve ilmi ile gurûrlanması yolunu tıkadı.
Zengî
Atâ'nın hizmetinde ne kadar çalıştı ve riyâzet çekti, mücâhede yaptıysa da,
gönlü bir türlü açılmadı. Nihâyet hâlini Zengî Atâ'nın hanımı Anber Ana'ya arz
edip: "Sizin sözünüz, Atâ hazretleri yanında makbûl, inâyet ve şefkâtiniz
çoktur. Umarım ki, bana yardım edersiniz." dedi. Anber Ana kabûl edip; "Bu gece
kendini siyah bir keçeye sarıp, hocan Atâ'nın yolu üzerine yat. Seher vaktinde
abdest almaya çıktığında, seni o hâlde görüp, merhamet etsin." dedi. Seyyid Atâ
söylenenleri yaptı. Anber Ana geceleyin Zengî Atâ'ya; "Ahmed seyyiddir, âlimdir.
Bu kadar zamandır hizmetinizdedir. İnâyet nazarınıza kavuşamadı." dedi. Atâ
hazretleri tebessüm edip; "Seyyidliği ve ilmi, yolunu kesti. Beni gördüğü gün
ona kendimi tanıttım. O bunu anlamadı ve gönlünden; "Ben seyyid ve âlim iken bir
sığır çobanı siyaha nasıl tâbi olurum?" düşüncesini geçirdi. Mâdem ki sen şefâat
ettin, inşâallah hâli düzelir." dedi. Seher vaktinde dışarı çıkıp, yol üzerinde
siyah bir şeyin yattığını gördü. Ayaklarını kaldırıp Seyyid Atâ'nın göğsüne
bastı. Seyyid Atâ, hemen ayaklarını öpüp, yüzüne sürdü ve yalvardı. "Kimsin?"
dedi. "Ahmed'im." dedi. "Kalk, bu kırık hâlin, işini düzeltti." buyurup,
oracıkta, Seyyide husûsî iltifât etti. Seyyid Atâ, hemen maksadına kavuştu.
Gönlündeki perdeler açıldı. Az zamanda irşâd mertebesine ulaştı. O günden sonra
nâkısları kemâl mertebesine kavuşturdu. Ahmed Yesevî hazretlerinin, Zengî Atâ
silsilesiyle gelen yolunun devâmını teşkil eden iki halkadan biri oldu. Seyyid
Atâ'nın en meşhûr halîfesi, Huzyanlı İsmâil Atâ idi. Onun halîfesi de, oğlu
İshâk Hoca idi.
Bir gün
Seyyid Atâ'nın yanında, Hakîm Atâ'nın hâl ve şiirlerinin toplandığı Hakîm Atâ
Kitabı okundu. Seyyid Atâ'da, Hakîm Atâ'ya karşı kuvvetli bir iştiyâk doğdu.
Ona kavuşmak arzusuyla yanıp tutuştu. "Onun yanında seyyidlerden kimse var mı?"
diye sordu. Kimse olmadığını öğrenince, yanına üç kişi alarak Harezm
taraflarına
gidip, Amuderyâ (Ceyhûn) Irmağı yakınlarındaki Bağırgan'da, Hakîm Atâ türbesinin
yanına vardı. Hakîm Atâ'nın kabrini su basıp, kırk yıl üstünde su akmıştı.
Sonra, rüyâsında aldığı bir işâretle,Celâl Hoca nâmında bir mübârek kişi, kabri
bularak, üstüne türbe ve imâret inşâ etmiş, kendisi de orada yerleşmişti. Seyyid
Atâ, Celâl Hoca'dan orada yerleşmek için müsâade istedi.Celâl Hoca, kendisinin
buraya Hakîm Atâ'nın emriyle gelip yerleştiğini söyleyip, ikisinden birinin
burada fazla olacağını bildirdi. Seyyid Atâ da; "Hâlimizi gidip, Hakîm Atâ'ya
arz edelim. Ne buyurursa öyle yapalım" dedi. Celâl Hoca kabûl etti. O gece Hakîm
Atâ'nın mezarından, Allahü teâlânın izniyle onlara şu cevap geldi: "Ey oğlum
Şeyh Celâl! Seyyid Atâ, buraya Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem)
emriyle geldi. Bana komşu olmayı ona bırak. Sen yakınlarda Aktaş denilen bir yer
vardır, oraya git. Orada ikâmet et. Gelen, benden önce seni ziyâret etsin! Biz,
önce seni ziyâret etmeyenleri kabûl etmeyiz!" Bu emir üzerine Celâl Hoca,
mücâvirliği bırakıp, Aktaş'a yerleşti. İnsanlara, Allahü teâlânın yolunu
göstermeye orada devâm etti. SeyyidAtâ uzun zaman Hakîm Atâ'nın komşusu
oldu.İnsanlara, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirdi. Doğru yolu
gösterdi.
Seyyid
Atâ hazretleri, Azîzân ve Pîr-i Nessâc lakablarıyla meşhûr olan, evliyânın
büyüklerinden, Ali Râmitenî hazretleriyle aynı yıllarda yaşadı. O mübârek zâtın
sohbetlerinde bulundu. Bir gün, Ali Râmitenî ile ilgili olarak kendisinden
insanlık îcâbı bir hatâ sâdır oldu. O sıralarda Kıpçak yaylasında başıboş
dolaşan eşkıyâlardan bir grup, Seyyid Atâ'nın evini ve bulunduğu bölgeyi
yağmaladılar. Oğlunu esir alıp götürdüler. Seyyid Atâ, bu hâle çok üzüldü.
Allahü teâlâya münâcâtta bulunup, bu üzüntüsüne sebeb olan günâhını kalbine
ilhâm etmesini istedi. Kendisine hatası bildirildi. Seyyid Atâ, bu üzüntünün
nereden geldiğini anladı ve Azîzân hazretlerine karşı hatâsının cezâsı olduğunu
bildi. Yaptığına pişmân oldu. Bir ziyâfet hazırladı. Özür dilemek için Azîzân
hazretlerini ve talebelerini dâvet etti. Ona karşı çok tevâzu gösterdi. Hazret-i
Azîzân, Seyyid'in maksadının ne olduğunu anladı ve ricâsını kabûl eyledi ve
dâvetine geldi. Bu mecliste çok sayıda büyükler, âlimler, şeyhler vardı. Bugün
Azîzân hazretlerinde büyük bir hâl ve rahatlık (bast hâli) vardı. Sofra düzülüp,
yemek hazır olduğunda, Azîzân hazretleri; "Seyyid Atâ'nın oğlu gelmeyince, Ali
(ki kendi ismidir) bu sofradan ağzına tuz koymaz ve elini yemeklere uzatmaz."
dedi ve sonra bir ân sustu. Orada bulunanlar, bu büyük sözün neticesini gözetir
oldular. Bir ân sonra, Seyyid Atâ'nın oğlu, âniden kapıdan içeri giriverdi. Bu
hâli görünce, meclisden bir feryâd, bir figân koptu. Oradakiler şaşırıp dona
kaldılar. Gelen gençten, eşkıyânın elinden nasıl kurtulduğunu sordular. "Az
önce, eşkıyâdan bir grubun elinde esirdim. Elim ayağım iplerle bağlıydı. Şimdi
ise, kendimi sizin yanınızda görüyorum. Bundan fazla bir şey bilmiyorum." dedi.
Orada
bulunanlar, bu işin Ali Râmitenî hazretlerinin bir kerâmeti olduğunu anladılar.
Seyyid Atâ başta olmak üzere, o mübârek zâta talebe oldular.
Bir gün
çiftçinin biri pirinç ekerken, Seyyid Atâ oradan geçiyordu. "Ne ekersin?" diye
sorunca, çiftçi; "Pirinç ekerim."Lâkin bu topraktan iyi pirinç bitmez" dedi.
Seyyid Atâ, toprağa hitâb edip; "Ey toprak, iyi pirinç ver." dedi. Bundan sonra
nice yıllar o toprakta bölgenin en iyi pirinci yetişti.
Seyyid
Atâ'nın vefât zamânı yaklaşınca talebeleri ona; "Sizi Kâbe tarafına mı
götürelim, yoksa buraya mı defnedelim?" dediler. O da; "Tâbutumu büyük bir
arabaya koyarak, yönünü Kâbe tarafına çevirip bırakın. O gece hayvanlarınızı iyi
bağlayın, gürültü etmeyin. Evinizde oturun, sakın dışarı çıkmayın. Seher vakti
gidip bakın, araba nerede durmuşsa beni oraya gömersiniz" dedi. Vefât edince,
dediği gibi yaptılar. Geceleyin müthiş bir gürültü oldu. Kimse dışarı çıkmadı.
Tan yeri ağarınca, ortalık sâkinleşti. Çıkıp baktıklarında, cenâze
koyduklarıarabanın Hakîm Atâ türbesi yanında durduğunu gördüler. Bunun üzerine
Hakîm Atâ türbesi yanına defnettiler. Seyyid Atâ'nın vefâtı, 1302 (H.702)
yılında oldu. Şimdi Harezm tarafına gidenler ilk önce Celâl Hoca'yı ziyâret
ettikten sonra Hakîm Atâ'nın eşiğine yüz sürerler ve Seyyid Atâ'nın makâmında
huzûr bulurlar. Onların türbelerinin bulunduğu yer, Harezm'de Ceyhûn (Amuderyâ)
Irmağına üç dört kilometre mesâfede Hakîm Atâ denilen beldededir.
KAYNAKLAR
1)
Mecmû'a Hazîni; s.47
2)
Hazînet-ül-Asfiyâ; c.1, s.540
3)
Cevâhir-ül-Ebrâr; s.232
4)
Makâmât-ı Nakşibendiyye; s.16
5)
Reşehât Ayn-ül-Hayât; s.21
6)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.18
|
|