|
MUHAMMED HÂNÎ
Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Muhammed bin Abdullah bin Mustafa Hânî'dir. 1798
(H.1213) senesinde, Hama ve Haleb arasında bulunan Hân-ı Şeyhûn'da doğdu.
Muhammed Hânî, tasavvuf yolunu Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'den öğrendi. Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî'nin önde gelen talebelerindendi. Ona hizmette en önde yer
alırdı. Bir kuşluk vakti Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin huzûruna girmek için
kapının önüne geldi. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin ayakkabıları kapının önündeydi.
İçeri girip; "Efendim, güneş ayakkabınızı bozuyor." dedi. Mevlânâ Hâlid-i
Bağdâdî; "Git onu gölgeye bırak." buyurdu. Muhammed Hânî hemen ayakkabıları
alıp, gölge bir yere koydu. Büyük bir edeple içeri girip hocasının huzûrunda
oturdu. O anda hocasının teveccühüne kavuştu ve kendinden geçti. Ayılınca;
"Hocamın ayaklarını öpeyim." diye aklından geçirdi. O anda Mevlânâ Hâlid-i
Bağdâdî; "Git ayakkabıları öp. Zîrâ o, kurtulman için sebeb oldu." buyurdu. Bu
olaydan kısa zaman sonra Muhammed Hânî kemâle geldi. Kemâle geldikten sonra çok
kerâmetleri görüldü.
Muhammed Hânî hazretlerinin torunu Şeyh Abdülmecîd Hânî anlatır: "Bizzat şâhid
oldum. En büyük amcam Şeyh Ahmed, böbreklerinde taş olduğu için çok
rahatsızlanmıştı. Birçok tabibe baş vurduğu hâlde, derdine çâre bulamamışlardı.
Bu durumu Muhammed Hânî hazretlerine arzettiği zaman, dedem ona bir şey yazdı. O
yazıyı bir taşa koyup üzerine su dökmesini, sonra da ondan içmesini söyledi. O
da dedemin söylediği gibi yaptı. Bir müddet sonra böbreklerindeki taş
parçalanarak idrarla berâber dışarı çıktı. Böylece amcam hastalıktan kurtuldu."
Yine
torunu Abdülmecîd Hânî anlatır: "Babam bana, dedemin bâzı şeyleri, Allahü
teâlânın izni ile, olmadan önce haber verdiğini ve dediklerinin aynen çıktığını
söyledi. Dedem, talebelerinin hatırlarından geçenleri, Allahü teâlânın izni ile
bilirdi. O, talebelerine hâllerini sormaz; onların, düşündüklerini, hâllerini ve
hareketlerini kendilerine söylerdi. Onlara bir işi yapmalarını bâzan emreder,
bâzan da onları bir işi yapmaktan nehyederdi.
Bir
kimse kendisine yapılan haksızlığı şikâyet etmek üzere, Muhammed Hânî
hazretlerine gelmişti. Bu sırada Muhammed Hânî'nin yanında Şam vâlisini gördü.
Vâli gitmek için kalkınca, Muhammed Hânî onu uğurlamak için kalktı. O zaman o
şahsın hatırına; "Muhammed Hânî, vâliye, vâli olduğu için hürmette bulunuyor."
düşüncesi geldi. Bu sırada Muhammed Hânî o şahsa dönerek; "Senin işin için
kalkıp, vâliyi uğurladım." dedi. O şahıs hatırından geçirdiği o düşüncelerden
dolayı çok utandı. Muhammed Hânî'den kendisini affetmesini ricâ etti.
Muhammed Hânî, ömrünün sonlarına doğru hastalandı. Hastalığı gittikçe
şiddetlendi. 1862 (H.1279) senesi bir Pazartesi gecesi seher vakti Şam'da rûhunu
teslim etti. Şeyh Muhammed Tandetâî Ezherî tarafından yıkanıp, kefenlendi.
Kalabalık bir cemâat tarafından kılınan cenâze namazından sonra Mevlânâ Hâlid-i
Bağdâdî'nin türbesine defnedildi.
Muhammed Hânî'nin yazdığı eserlerden bâzıları şunlardır: 1) El-Behçet-üs-Seniyye
fî Âdâb-it-Tarîkat-in-Nakşibendiyye, 2) Es-Seâdet-ül-Ebediyye fîmâ Câebihin-Nakşibendiyye.
Bu iki eser de matbûdur."
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
ELİNİ NİÇİN
ÖPTÜ?
Bağdât
vâlisi Mehmed Reşîd Paşa, Şam'a beşinci ordu komutanı olarak gelmişti.
Mehmed Reşîd Paşa, Fransız terbiyesi ile yetişmiş, İslâmiyetin yüksekliğini ve
kemâlini anlayamamış biriydi. Şam'a gelince, bir arefe günü, askerin et ihtiyâcı
için kurban pazarına gitmişti. Kurban pazarı, Muhammed Hânî'nin bulunduğu
mescide yakındı. Mehmed Reşîd Paşa, pazarda ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra,
kurbanların semiz olup olmadığına bakarken, elleri kirlendiğinden, abdest alınan
yerde ellerini yıkamak için mescide geldi. Bu sırada Muhammed Hânî abdest
alıyordu. Muhammed Hânî'nin üzerinde görülen vakar ve olgunluk alâmetleri, Mehmed
Reşîd Paşanın dikkatini çektiğinden, içinden elini öpmek geçti. Ancak kendi
kendine; "Böyle bir müslümanın elini nasıl öperim. Çünkü bunlar benim en
kızdığım kimseler." dedi. Bir müddet bu düşünceler içerisinde tereddüt
gösterdikten sonra karar verdi ve Muhammed Hânî hazretlerinin yanına gidip elini
öptü. Muhammed Hânî ona sâdece elini uzattı. O öptükten sonra elini çekti ve
abdestine devâm etti. Mehmed Reşîd Paşa da oradan ayrıldı. Fakat kalbi elini
öptüğü zâtla meşgûldü. Bir süre sonra Müşîr Mehmed Nâmık Paşa ile karşılaştı. Ona
olup bitenleri anlattı. Mehmed Nâmık Paşa; "O karşılaştığın zât, evliyâdan
Muhammed Hânî hazretleridir. Hattâ onu ziyâret ettiğim için sen beni
ayıplıyordun." deyince, Mehmed Reşîd Paşa; "Bu gibi zâtlar müslümanların iftihar
ettiği kimselerdir. Hamdolsun ben şu anda onun bereketi ve vesîlesi ile İslâm
dîninin yüceliğini, kemâlini ve hak bir din olduğunu anladım. Artık müslümanları
seviyorum. Allahü teâlâ onun vâsıtası ile bana hidâyet nasib eyledi." dedi.
Ondan sonra Mehmed Reşîd Paşa, Muhammed Hânî'yi ziyâret etmeye başladı. Hidâyete
kavuşmasına vesîle olduğu için Muhammed Hânî'ye hep teşekkür ediyordu.
KAYNAKLAR
1)
Mu'cem-ül-Müellifîn; c.10, s.249
2)
Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.377
3)
Îzâh-ül-Meknûn; c.1, s.201
4)
Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.222
5)
El-A'lâm; c.6, s.242
6)
Brockelmann; Sup.2, s.771
7)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s.133
|
|