|
MUHAMMED EZHERÎ
Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Muhammed bin Abdürrahmân Ezherî’dir. 1714
(H.1126) senesinde Cezâyir’de İsmâiloğulları kabîlesinin bulunduğu bölgede
doğdu. 1793 (H.1208) senesinde Cezâyir’de vefât etti.
Muhammed Ezherî, küçük yaşta Kâhire’ye gitti. Ezher Câmii hatîbi ve imâmı
Muhammed bin Sâlim Hafnâvî’den, ilim ve tasavvuf yolunun edebini öğrendi. Uzun
bir müddet sonra ağabeyi onu görmeye gitti. Kâhire sokaklarında ilk sorduğu kişi
kardeşi Muhammed Ezherî oldu. Bulduğunda, aradan uzun bir süre geçtiği için iki
kardeş birbirini tanımamıştı. Muhammed Ezherî ağabeyine; “Câmiye gel. İmâmdan
sorarsın. Çünkü aradığınız onun yakın talebelerindendir. Namazda ikinci safta
ol. Namaz bitince, imâmın yanına gider sorarsın” dedi. Sonra Muhammed Ezherî,
hocasına, gelenin durumunu anlattı. Namaz kılınıp herkes câmiden çıktıktan
sonra, imâm olan Muhammed bin Sâlim Hafnâvî, Muhammed Ezherî’nin ağabeyi olan
şahsa işâret etti. O da imâmın yanına yaklaştı. Muhammed Hafnâvî ona Muhammed
Ezherî’yi gösterip; “İşte bu senin kardeşindir” dedi. Bunun üzerine Muhammed
Ezherî, kalkıp ağabeyinin elini öptü. Sonra hasret giderdiler. Câminin imâmı ve
Ezherî’nin hocası olan Muhammed Hafnâvî, ona; “Kardeşinin yanında misâfir olarak
kal. Burada olduğun müddetçe sana yardımı olur ve hizmetinde bulunur” dedi. Bir
müddet sonra hocası, Muhammed Ezherî’yi ilm öğretmesi için memleketine gönderdi.
Gönderirken ona çok duâ etti. Muhammed Ezherî, bu duâların çok bereketini gördü.
Bir süre sonra Mısır’a dönmesini emretti. Muhammed Ezherî Mısır’a dönünce,
hocası ona, icâzet verdi. Sonra tekrar memleketine gönderdi.
Muhammed Ezherî, memleketine gidip yerleşince, oradaki insanlara doğru yolu
anlattı. Böylece kalblerdeki îmânların yeşermesine vesîle oldu. Muhammed
Ezherî’den çok kimse istifâde etti. Yolunu şaşırmışlar, onun vâsıtasıyla kötü
yollardan ayrılıp iyi bir insan oldular. O her tarafta meşhûr oldu. Mânevî ilim
ve mârifetlere kavuştu. İnsanlar, çok uzak beldelerden ondan feyz almak için
geldiler. İnsanların zâhirlerini Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymakla,
bâtınlarını ise kalb hastalıklarından temizleyip, yerine güzel huylar
kazandırmakla süslüyordu. İnsanların anlıyabilecekleri şekilde konuşurdu. Onun
sohbetlerinden büyük-küçük herkes istifâde ederdi. Sohbetlerini dinlemek için
devlet adamları ve âlimler de gelirlerdi. Birçok kerâmetleri görüldü.
Bulunduğu yerin vâlisi, Muhammed Ezherî’yi evine dâvet etti. Muhammed Ezherî,
vâlinin evinde birkaç gün kaldı. Onlara nasîhatlarda bulundu. Muhammed Ezherî,
vâlinin yanından ayrılırken, vâli bir miktar para vermek istedi. Fakat o kabûl
etmedi. Vâli alması için ısrar edince, dünyâlığa ihtiyâcı olmadığını göstermek
için, bir kere; “Lâ ilâhe illallah” deyince, evin tavanından birkaç tâne altın
düştü. İkinci olarak söyleyince, bir miktar altın daha düştü. Bunu gören vâli,
ondan özür diledi. Muhammed Ezherî de onun özrünü kabûl edip, oradan ayrıldı.
Muhammed Ezherî’nin, insanlara doğru yolu göstermek için yazdığı kıymetli
risâleleri vardır. Bu eserleri talebelerinden bâzıları derlemişlerse de
basılmamıştır. Yazmış olduğu eserlerden
birisi, Şerh-ur-Risâlet-il-Muhtasarati alâ Kavâidi İlm-is-Sûfiyye'dir.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
SEN SOR, SEN
SOR
Bir gün
bâzı kimseler, Muhammed Ezherî’yi imtihan için huzûruna geldiler. Fakat
hazırladıkları suâlleri sormaya cesâret edemediler. Birbirlerine “Sen sor, sen
sor” diye işâret ediyorlardı. Muhammed Ezherî ise o sırada başını eğmiş, Allahü
teâlâyı zikretmekle meşgûl idi. Bir ara başını kaldırıp onlara; “Niçin susup
duruyorsunuz. Câmi, Allahü teâlâya ibâdet ve O’nu anmak içindir. Câmiye, ya
Allahü teâlâyı zikr için veyâ ilim öğrenmek için gelinir. Bunun hâricinde
yapılanlar boş işlerdir” dedi. İçlerinden bir tânesi edeb ve hürmetle; “Efendim!
Biz huzûrunuza sohbetinizden faydalanmak için geldik” dedi. Bunun üzerine
Muhammed Ezherî konuşmaya başladı. Konuşurken gelenlerin akıllarından geçen
bütün suâlleri cevaplandırdı. Kimin aklından geçen suâli cevaplandırırsa, ona
tebessüm ederek dönerdi. Allah dostlarının yanında, kalbden geçen şeylerin gizli
kalmadığını onlara gösterdi. O zaman orada bulunanlar, onun büyüklüğünü
anladılar.
KAYNAKLAR
1)
Ta’rîf-ül-Halef; c.2, s.457
2)
Mu’cem-ül-Müellifîn; c.10, s.135
3)
Brockelmann Sup-2; s.704
4)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s.131
|
|