MUHAMMED BİN ESLEM TÛSÎ
Horasan
taraflarında yaşayan büyük velîlerden, tefsîr, kelâm ve hadîs âlimi. İsmi,
Muhammed bin Eslem bin Sâlim, künyesi Ebü'l-Hasan'dır. Tûsî nisbesiyle meşhûr
olmuştur. İnsanlar arasında "Resûlün Lisânı" ve "Horasan Serdârı" diye
tanınmıştır. Tûs'da doğdu, doğum târihi bilinmemektedir. 856 (H.242) senesinde
Nişâbur'da vefât etti.
Zamânının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl eden Muhammed bin Eslem
Tûsî, Ya'lâ bin Ubeyd ve kardeşinden, Câfer bin Avn, Yezîd bin Hârûn, Ubeydullah
bin Mûsâ, El-Mukrî ve başkalarından hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu. Hadîs,
tefsîr ve kelâm ilminde yüksek bir âlim oldu. Zamânındaki hadîs âlimleri onun
sikâ, güvenilir bir zât olduğu husûsunda görüş birliğine vardılar. Muhammed bin
Eslem Tûsî hazretleri hâfız yâni yüz bin hadîs-i şerîfi, râvilerinin hal
tercümeleriyle birlikte ezbere bilirdi. Kendisinden de İbrâhim bin Ebî Tâlib,
Hüseyin bin Muhammed el-Kubânî, İbn-i Huzeyme, İbn-i Ebî Dâvûd, Muhammed bin
Vekî' et-Tûsî ve başka zâtlar da ondan hadîs-i şerîf rivâyet ettiler.
Muhammed bin EslemTûsî hazretleri bütün ömrü boyunca Peygamber efendimizin
sünnet-i seniyyesine tam bir bağlılık içinde yaşadı.
Haram
ve şüphelilerden sakınmakta ve hattâ şüphelilere düşmek korkusuyla mübahların
çoğunu terketmekte çok dikkatli idi. Bütün ömrü İslâmiyete uymakla geçti.
Riyâya düşmek ve parmakla gösterilmek korkusuyla, nâfile ibâdetlerini evinde
gizli yapar ve; "Sizde bulunmasından en çok korktuğum şey, şirk-i asgara
yakalanmanızdır. Şirk-i asgar, riyâ demektir" hadîs-i şerîfini okurdu. Bir
defasında yerden bir taş alıp; "Bu, taş değil mi?" diye sordu. "Evet" dediler.
"Şu yüksek kaya da taş değil mi?" dedi. "Evet" dediler. "İşte bunun büyüğüne de
küçüğüne de taş denildiği gibi, riyânın azı da çoğu da tehlikelidir." buyurdu.
Yaptığı ibâdetlerin gizli kalması ile ilgili olarak; "Mümkün olsa, günah ve
sevaplarımı yazan sağımdaki ve solumdaki meleklerden de gizlerdim." buyururdu.
Allah korkusu ile çok ağlardı. Bu hâli komşuları da farkederler, kendisine
acırlardı. Sadece arpa ekmeği yer, fazlasına lüzum yok derdi. Hiçbir zaman
kahkaha ile gülmezdi. Bir ara Nişâbûr'a geldi. Herkes, feyiz ve bereket kaynağı
olan sohbetlerinden istifâde edebilmek için can atıyordu. Onun vesilesiyle elli
bin kişinin tövbe edip hidâyete kavuştuğu rivâyet edilmektedir.
Zaman
zaman Nişâbûr'dan Tûs'a, Tûs'dan Nişâbûr'a gidip gelerek insanlara İslâmiyetin
emir ve yasaklarını anlatan Muhammed bin Eslem Tûsî hazretleri pekçok kimsenin
kurtuluşuna vesîle oldu. Onun sohbetine gelenler çok istifâde ederek döndüler.
Ondan duâ isteyen hastalar, duâsı bereketiyle ve Allahü teâlânın izniyle şifâ
bulup, sıhhatlerine kavuşup geriye döndüler.
Muhammed bin Eslem hazretleri, geceleyin muhtac olanların ne ihtiyaçları
olduğunu gizlice tesbit eder, sonra da başkalarından borç alıp, ihtiyâcı
olanlara gönderir ve götüren şahsa, kimin gönderdiğini söylememesini tenbih
ederdi. Bir gün yahûdînin birisi gelip, kendisinde bulunan alacaklarını istedi.
O anda Muhammed bin Eslem'in cebinde hiç para yoktu ve kalem açmakla (yontmakla)
meşgûldü. Yerde kalem açılması ile çıkan ufak parçalar (yongalar) bulunuyordu.
Yahûdîye; "Onları al." buyurdu. Yahûdî yongaları eline aldığında hepsinin altın
olduğunu görüp, hayret etti; "Böyle bir zâtın hürmetine, ufak ağaç parçaları
altın oldu. Şuna inandım ki, bu zâtın mensub olduğu din, hak dindir, bâtıl
olamaz." dedi ve müslüman oldu.
Muhammed bin Eslem Tûsî hazretleri, yanlış ve eğri yollara sapmamayı tavsiye
eder, hak ve hakikatı insanların anlayabileceği şekilde geniş olarak anlatırdı.
Bu hususta şöyle rivâyet ettiler. Abdullah ibni Mes'ûd radıyallahü anh şöyle
anlatıyor: Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem doğru bir çizgi çizdi ve;
"Bu Allah yoludur." buyurdu. Sonra bu çizginin sağından ve solundan çıkan
çizgiler çizip; "Bu yolların herbirinde şeytan vardır ve kendine çağırır."
buyurdu ve; "Doğru yol budur. Bu yolda olunuz! Fırkalara bölünmeyiniz"
(En'âm sûresi: 53)
meâlindeki ayet-i kerîmeyi okudu.
Resûlullah efendimiz; "Benî İsrâil (İsrâiloğulları), yetmiş bir
fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi Cehennem'e gidip, ancak bir fırkası
kurtulmuştur. Nasârâ (yâni hıristiyanlar) da, yetmiş iki fırkaya
ayrılmıştı. Yetmiş biri Cehennem'e gitmiştir. Bir zaman sonra benim ümmetim de
yetmiş üç fırkaya ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehennem'e gidip, yalnız bir
fırka kurtulur." buyurdu. Eshâb-ı kirâm (radıyallahü anhüm); "Yâ Resûlallah!
Kurtulanlar kimlerdir?" diye sorunca; "Cehennem'den kurtulan fırka, benim ve
Eshâbımın gittiği yolda gidenlerdir." buyurdu.
Muhammed bin Eslem Tûsî bu hadîs-i şerîfi rivâyet ettikten sonra buyurdu ki:
"İşte
ben her işimde bu hadîs-i şerîfi ölçü aldım. Karşılaştığım işler bunlara uygunsa
yaparım, değilse terkederim. İlim sâhibleri de böyle yapsa, Resûlullah
efendimizin izinde gitmiş olurlar. Fakat onları dünyâ ve mal sevgisi aldatıyor.
Eğer hadîs-i şerîfte; "Biri hâriç hepsiCennet'e gidecek." denseydi biz o bir
fırkada olmaktan korkardık. Halbuki; "Biri hâriç hepsi Cehennem'e gidecektir"
denmektedir."
Büyüklerden birisi şöyle anlatıyor: Bir gün şeytanın havadan yere düştüğünü
gördüm."Ey Mel'ûn! Bu nasıl iştir?" diye sordum. "Şu anda Muhammed bin Eslem
abdest alıyor, ondan korkup kaçarken buraya düştüm. Nerede ise ayağım
kırılacaktı." dedi.
Muhammed bin Eslem, Müsned ismindeki kitabına, "Îmân; Allah'a,
meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, âhiret gününe, hayır olsun şer olsun,
kaderin hepsine (hepsinin, Allah'ın takdiri, dilemesi ve yaratması ile
olduğuna) inanmaktır" hadîs-i şerîfini yazarak başladı ve "Îmânın,
Allah'a inanmak ile başlaması, O'nun fazlı, rahmeti ve kullarından dilediğine
yaptığı bir ihsândır. Kulunun kalbine, kendisine îmân etmek nîmetini ihsân
etmekle bir nûr saçar, bu nûrla kulunun kalbini aydınlatır. Göğsünü açar,
genişletir. Kalbindeki îmânı arttırır ve onu ona sevdirir. Böyle olunca kalp,
îmânın bütün şartlarına inanır. Öldükten sonra dirilmeğe, hesâba çekilmeğe,
Cennet'e ve Cehennem'e, Allahü teâlânın kalbine saçtığı nûr sebebiyle, hepsine
görür gibi inanır. Kalbi inanınca, dili de buna uygun söyler, tasdîk ve şehâdet
eder ve her bir organ buna uygun amel işleyip, Allahü teâlânın emrine itâat
eder. Farzları yapıp, haramlardan kaçar. Bunu yapınca tam ve olgun müslüman
olur." Sonra meâlen; "...Allahü teâlâ size îmânı sevdirdi onu kalblerinizde
güzelleştirdi. (Hucurât sûresi 7)" ve "Allah'ın İslâm nûru ile kalbine
genişlik verdiği kimse, kalbi mühürlü nursuz gibi midir? Elbette o, Rabbinden
bir hidâyet üzeredir" (Zümer sûresi: 22) âyet-i kerîmelerini yazdı.
Muhammed bin Eslem Tûsî hazretleri ilim ve güzel ahlâk sâhibiydi. Peygamber
efendimizin; "Îmânı kâmil olanınız, ahlâkı en güzel olanınızdır." hadîs-i
şerîfini sık sık tekrar ederdi.Sevdiğini Allahü teâlânın rızâsı için sever, buğz
ettiğine Allah için buğz eden Muhammed bin Eslem Tûsî şu hadîs-i şerîfi çok
söylerdi:
"Şirk, karanlık gecede düz
bir taş üzerinde yürüyen karıncanın ayak sesinden daha gizlidir. En aşağısı kötü
bir şeye muhabbet ve iyi olan bir şeye buğz etmendir.Din Allah için sevmek ve
Allah için buğz etmekten başka nedir?"Resûlullah
efendimiz bundan sonra şu âyet-i kerîmeyi okudu:"Ey Sevgili Peygamberim!
Onlara de ki, eğer Allahü teâlâyı seviyorsanız ve Allahü teâlânın da sizi
sevmesini istiyorsanız, bana tâbi olunuz! Allahü teâlâ bana tâbi olanları
sever." (Âl-i
İmrân sûresi: 31)
Allahü
teâlâya çok ibâdet eder ve O'nun ism-i şerîfini çok zikrederdi. Peygamber
efendimizin şu hadîs-i şerîfini naklederdi:
"Bir kimse ihlâs ile Lâ
ilâhe illallah derseCennet'e girer."
Eshâb-ı kirâm (radıyallahü
anhüm); "Yâ Resûlallah! Bunu ihlâs ile söylememizin alâmeti nedir?" diye
sordular. "Sizi Allahü teâlânın haram kıldığı şeylerden men etmesidir."
buyurdu.
Dünyâya ve dünyâ malına değer
vermediği gibi, ölümü çok hatırlardı. "Lezzetleri yıkan, eğlencelere son
veren ölümü çok hatırlayınız." hadîs-i şerîfini tekrar tekrar söylerdi.
Ebû
Abdullah isminde bir zât şöyle anlatıyor; "Vefâtından dört gün önce Muhammed bin
Eslem'in yanına girdim. Bana dedi ki: "Ey Ebû Abdullah, Allahü teâlânın bana
yaptığı iyiliği sana müjdeleyeyim mi? Artık ölümüm yaklaştı. Allahü teâlâ hesâba
tahammül edemeyecek derecede zayıf olduğumu bildiği için, üzerimde hesâbını
vereceğim bir şey bırakmadı. Vefât ettiğimde yıkayıp, kefenlendikten sonra,
üstünde yattığım yaygıyı altıma serin. Seccâdemi üstüme örtün. Bunları,
elbiselerimi ve abdest aldığım su kabını, namazını kılan bir fakire verin. Bu
kesenin içinde otuz dirhem var, oğluma hediye ettim. Helâl paradır. Bunları
verdikten sonra geride bir şeyim kalmıyor. Kapıyı kapat. Ben vefât edinceye
kadar içeriye kimse girmesin. Yalnız olmayı istiyorum. Ben babamın sülbünde,
annemin karnında yalnızdım. Dünyâya yalnız başıma geldim. Rûhum yalnız olarak
çıkacak. Kabre yapayalnız konulacağım. Yalnız iken Münker ve Nekir gelip suâl
soracaklar. Hayra da şerre de uğrasam, tek başımayım. Cennet'e veya Cehennem'e
de gönderilsem, tek başıma yollanacağım. Kimse yanımda olmayacak. Orada beni
yalnız bırakacak olan bu insanlarla, burada berâber olmamın ne faydası var?"
buyurdu. Dördüncü gün Nişâbûr'da vefât etti. Cenâzesi götürülürken insanlar
birbirlerine; "Ey insanlar! İşte bu, mirâsı yanında olarak dünyâdan çıkan
âlimdir. Bu, karınlarının kölesi gibi olan diğer insanlar gibi değildir.
Muhammed bin Eslem (rahmetullahi aleyh), dünyânın kendisini aldatamadığı,
kandıramadığı çok yüksek bir zât idi." dediler.
Muhammed bin Eslem'in (rahmetullahi aleyh) hastalığı sırasında komşularından
birisi, bir gece rüyâsında Muhammed binEslem'i gördü. "Elhamdülillah sıkıntıdan
kurtuldum." diyordu. Sabah olunca, rüyâyı gören komşu, hem kendisini ziyâret
etmek ve hem de rüyâsını anlatmak için yanına gitti, ama vefât ettiğini öğrendi.
Evliyânın büyüklerinden Ebû Alî Fârmedî hazretleri, bir mescidde vâz veriyordu.
Bir ara kendisine; "Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir." hadîs-i
şerîfinde bildirilen âlimler, kimleri işâret ediyor?" diye sordular. Cevâbında; "Bu
âlimler çok az bulunur. Onlardan bir tânesi mescidin yanında yatmaktadır."
deyip, Muhammed bin Eslem'in kabrini gösterdi.
İshâk
bin Râheveyh buyuruyor ki: "Câhiller "sevâd-ı âzam" deyince, insanların cemâati
"ehl-i cemâat" diye anlarlar. Halbuki, Sevâd-ı âzam, Peygamber efendimizin
izinde ve yolunda giden, O'na tâbi olan ve O'nunla berâber olan âlimlerin
cemâatidir. Bunlara muhâlif olan, cemâati terk etmiş olur. Bu büyük âlimlerden
birisi de Muhammed bin Eslem'dir.
Muhammed bin Eslem Tûsî'nin hadîs ilmine dâir El-Müsned ve El-Erbeûn
isimli eserleri ve Tefsîr-ül-Kur'ân, El-Îmân vel-A'mâl (sapık
fırkalardan Kerrâmiyye ve Cühemiyyeye reddiye) isimli eserleri vardır.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
VÂLİNİN HÜRMETİ
Bir
zâlim, Kur'ân-ı kerîmin mahlûk olduğunu söylemesi için Muhammed bin Eslem
hazretlerini zorladı ise de, söylemeyip, zindana atıldı ve orada iki sene kadar
kaldı. Bu zaman zarfında, her Cumâ günü gusledip, seccâdesini alır ve Cumâ
namazını câmide kılabilmek için zindanın kapısına gelirdi.Câmiye gitmesine izin
verilmeyince geri döner ve; "Yâ Rabbî! Ben Cumâ namazını cemâatle câmide
kılabilmek için çıkmak istiyorum. Fakat izin verilmediğini sen görüyorsun.
Elimden gelen bir şey yok. Hâlim sana mâlûmdur" derdi. Nihâyet zindandan
kurtuldu. O sırada, Horasanvâlisi Abdullah bin Tâhir, Nişâbûr'a gelmişti.Halk
kendisini karşılamak için yollara döküldü. Tanışma merasimi üç gün sürdü. Üçüncü
gün akşam, Abdullah bin Tâhir; "Tanınmış kimselerden bu merâsime gelmeyen kaldı
mı?" diye sordu. "Evliyâdan Ahmed bin Harb ile Muhammed bin Eslem Tûsî var"
dediler. "Niçin gelmediler?" deyince; "Bunlar iki büyük zâttır ki, hep kendi
hâllerinde; Allahü teâlâya ibâdet eder ve her an O'nu hatırlamakla meşgûl olur.
İnsanlarla pek alâkadar olmazlar." dediler. "Öyle ise bizim onlara gitmemiz
lâzımdır." deyip, önceAhmed bin Harb'in yanına geldi. Ahmed bin Harb, Abdullah'ı
görünce, "Simânızın çok güzel olduğunu duymuştum. Görüyorum ki, yakışıklılığınız
duyduğumdan da fazla imiş. Şimdi size yakışan odur ki, bu güzel yüzü, Allahü
teâlânın emirlerine itâat etmek ve çeşitli günahları işlememek sûretiyle çirkin
ve kara olmaktan koruyasınız." buyurdu. Abdullah bin Tâhir, bundan sonra
Muhammed bin Eslem Tûsî'nin yanına gitti. Fakat eve giremedi. Kapıda, "Yâ
Rabbî!Ben çok kötü bir kimse olduğum için, belki benden nefret ediyor. Fakat, o
senin sevgili kullarından olduğu için, onu senin rızân için çok seviyorum ve
biliyorum ki, ben onun hizmetçisi bile olmaya lâyık değilim. Bana lütfeyle. O
mübârek zât hürmetine bu kötü kulunu affeyle." diye duâ etti. O gün Cumâ idi.
Dışarıda bekleyip, namaz vaktinde nasıl olsa dışarı çıkar, o zaman kendisi ile
görüşürüm diye düşündü. Namaz vakti gelip, Muhammed bin Eslem rahmetullahi aleyh
dışarı çıkınca Vâli büyük bir hürmetle, kendisinden duâ istirhâm etti.
BEYİTLER
AZÂB ÇOK ÇETİN
Muhammed bin Eslem ki, evliyâyı kirâmdan,
Pek
ziyâde kaçardı, şüpheli ve haramdan.
Riyâdan
da çok fazla, sakınırdı kendini,
Hep
gizli yapıyordu, gece ibâdetini.
Allah
için ağlayıp, yaş dökerdi gözünden,
Rabbinden çok korktuğu, okunurdu yüzünden.
Yemezdi
başka bir şey, arpa ekmeği hâriç,
Devamlı
hüzünlüydü, kahkaha etmezdi hiç.
Nişâbur’a gelmişti, bir işini görmeğe,
Koşuştu
herkes ondan, bir şeyler dinlemeye.
Sohbetini dinleyen, insanlardan nihâyet,
Tam
elli bin kişiye, nasîb oldu hidâyet.
Abdullah bin Tâhir ki, Horasan vâlisiydi,
Çok
güzel, yakışıklı, nûr yüzlü birisiydi,
Bir ara
Horasan’dan, gelmişti Nişâbur’a,
Halk
onu görmek için, dökülmüştü yollara.
Bu
mübârek vâliyle, görüştü hep ahâli,
Sonunda
bir husûsu, merak etti bu vâli.
Dedi:
“Beni görmeye, bu gelenlerden hâriç,
Tanınmış kimselerden, gelmeyen kaldı mı hiç?”
Dediler
ki: “Gelmeyen, iki zât kaldı ki hem,
Ahmed
ibni Harb ile, Muhammed ibni Eslem.”
“Ne
için gelmediler?” diye sordu o vâli,
Dediler: "Bu ikisi, âlimdir hem de velî,
Allah
adamıdırlar, ibâdet ederler hep,
Rablerinden gayriyi, etmezler aslâ talep,
Halk
ile ilgileri, olmuyor pek o kadar,
Dünyâ
adamlarıyla, olmazlar alâkadar.”
Vâli
dedi: “Öyleyse, biz gidelim onlara.”
Gittiler berâberce, İbn-i Harb’e evvelâ.
O,
vâliyi görünce, buyurdu ki: “Evet, siz,
İşittiğimizden de, daha güzelmişsiniz.
Duymuştum sîmanızın, çok güzel olduğunu,
Şimdi
de hakkul-yakîn gördüm ve bildim bunu.
Şimdi
size yakışan, şudur ki, güzelsiniz,
Bunu,
günah kiriyle, sakın kirletmeyiniz!
Nice
güzel yüzlüler, vardır ki böyle işte,
Günahı
sebebiyle, yanacaktır ateşte.”
Abdullah bin Tâhir’e, İbn-i Harb’ın sözleri,
Öyle
tesir etti ki, yaşla doldu gözleri.
Oradan
da Muhammed bin Eslem’in evine,
Gittiyse de o kapı, açılmadı kendine.
Dedi
ki: “Yâ İlâhî, ben günahkar bir kulum,
O ise
çok sevdiğin, bir zâttır, biliyorum.
Biz,
dünyâya bulaştık, o, dünyadan kaçtı hep,
Onun
yükselmesine, bu oldu zâten sebep.
Ben
onu, senin için, seviyorum pek fazla,
Hizmetçisi olmaya, lâyık değilim aslâ.
Onun
hürmeti için, yâ Rabbî affet beni,
Nasîb
et, işiteyim, tek bir nasîhatini.”
Cumâ
namazı için, çıkar çıkmaz evinden,
Kapıda
bekliyordu, öptü iki elinden.
Buyurdu
ki: “Ey vâli, öleceksin sen dahî,
Hiç
günah işleme ki, azâb çetin vallahi.
Her ne
ki işledinse, dünyâda sevap, günah,
Hepsinin hesâbını, soracak senden Allah.
Bakmazlar âhirette, senin vâliliğine,
Hesabı
veremezsen, yazık olur hâline.”
KAYNAKLAR
1)
Hilyet-ül-Evliyâ; c.9, s.238
2)
El-A'lâm; c.6, s.34
3)
Tezkiret-ül-Evliyâ; s.152
4)
Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.63
5)
Sıfât-üs-Safve; c.4, s.113
6)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.267
|