MUHAMMED EMİN ERBİLÎ
Son
asırda Irak'ta ve Mısır'da yaşamış olan velîlerden ve Şâfiî mezhebi fıkıh
âlimlerinden. Babasının ismi Fethullah'tır. Doğum târihi bilinmemektedir. Ancak
on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Irak'ın Erbil şehrinde doğdu. 1914 (H.1332)
senesinde Kâhire'de vefât etti. Kabri, Karafe kabristanındadır.
Kâdiriyye yolu ileri gelenlerinden olan babası Fethullah Efendinin terbiyesinde
yetişen Muhammed Emin Erbilî, babasından Kur'ân-ı kerîm okumayı ve diğer temel
din bilgilerini öğrendi. Erbil'de bulunan âlim ve velîlerin ilim meclisinde ve
sohbetlerinde bulundu. Nakşibendiyye yolu büyüklerinden Mevlânâ Şeyh Ömer'e
talebe oldu. Onun hizmet ve sohbetlerinde bulundu.Şeyh Ömer Efendinin pekçok
yüksek hallerine ve kerâmetlerine şâhid oldu. Onun sohbetinde ilâhî feyzlere
kavuştu. Nefsinin istediklerini yapmamak ve istemediklerini yapmak sûretiyle
Allahü tealânın rızâsına kavuşmaya çalıştı. Nakşibendiyye yoluna göre yetişip
güzel ahlâk ve iyi haller sâhibi oldu. Hocasının talebeleri arasında en yükseği
oldu. Hocasının verdiği vazifeleri edepli bir şekilde ve tam olarak yerine
getirdiği gibi, arkadaşlarına karşı da muâmelesi hoştu.
Muhammed Emin Efendi hocasının huzûrunda geçirdiği yıllarla ilgili olarak şöyle
anlatır: "Senelerce hocam Ömer Efendinin sohbetinde bulundum. Huzurlarına
girdiğimde edep ve hayâmdan otur demedikçe oturduğumu ve onun yüzüne baktığımı
hatırlamıyorum. O emretmeden huzurdan ayrılmadım. Bâzan bana oturmamı emrederdi
de ben edep, hayâm sebebiyle oturamazdım. Hocamın huzûruna babasının
talebelerinden yaşlı bir zât geldi. Hocam onu benim halvette bulunduğum odaya
getirdi. Orada günlerce berâber kalıp mücâhede, nefsin istemediklerini yapmak ve
riyâzete, nefsin istediklerini yapmamağa devâm ettik. Gece olduğu zaman bir
müddet istirahat etmek için husûsî yerlerimize çekildik. Ben o ihtiyar zâtın
uyuyacağını zannettim. Halbuki o zât Allahü teâlânın ismini zikrederek
murâkabeye daldı. Ben de ona uyup aynı şeyleri yaptım. Her ne zaman başımı
kaldırıp o zâta baktıysam, bu hâli üzere duruyordu. Yorgunluk hissettiğim zaman
kendi nefsime dedim ki: "Ey alçak nefsim! Sen daha ömrün başındasın ve gençsin.
Halbuki bu zât ihtiyar ve güçsüz hâle gelmiştir. O, Allahü teâlâya ibâdetle
meşgûlken sen yorgun olduğunu söylemekten utanmıyor musun?" Böylece günler ve
geceler boyu halvette kaldık. Bir gün hocam o ihtiyar zâta; "Bu Erbilli genç
nasıldır?" diye sordu. O zât; "O genç çok yorgundur." dedi. Ben hocama karşı
saygısızlık yaptığımı zannettim. Hocam o zâta; "Niçin yorgundur?" diye sorunca;
"Halvette bulunduğum sırada ne zaman başımı kaldırsam bu genci oturmuş murâkabe
eder halde buldum. Nefsim bana istirahat etmemi emrettiği zamanlar ona dedim ki:
"Bu kimse genç yaşında uykuya ve istirahata daha çok muhtaçtır. O uyumuyor da
sen nasıl uyumak istiyorsun. Halbuki sen dünyâdan yüz çevirdiğini ve âhirete
yöneldiğini iddiâ ediyorsun. Bu iddiân ile hareketlerin birbirini tutmuyor."
dedim." dedi. Hocam tebessüm ederek buyurdu ki: "Senin onda gördüğünü, o sende
gördü. Benim yanımda sizin aranızda fark yoktur."
Muhammed Emin Erbilî hazretleri hocasının huzûrunda ve sohbetinde olgunlaşıp
yüksek mânevî derecelere ulaştıktan sonra, icâzet, diploma ve hilâfet alarak
tasavvuf yolunda talebe yetiştirmekle vâzifelendirildi. İnsanlara İslâmiyetin
emir ve yasaklarını anlatmak ve mübârek zâtların kabirlerini ziyâret etmek üzere
seyâhate çıktı.Bu yolculuğu ve ziyâretleri esnâsında çeşitli garib hallerle
karşılaştı. Yûnus aleyhisselâmın kabrini ziyâret ettiği sırada kabirle kendisi
arasındaki perde kaldırılınca, Yûnus aleyhisselâmın oturduğunu ve peygamberlerin
onu gruplar hâlinde ziyâret ettiklerini gördü. Onların selâmlaşmalarını ve
konuşmalarını işitti. Orada hazır olan peygamberler, Peygamber efendimizin
sallallahü aleyhi ve sellem gelmesini bekliyorlardı. Muhammed Emin Erbilî
hazretleri orada bulunanlara dedi ki: "Ben burada hazır bulunanların nurlarını
örten büyük ve parlak bir nur görüyorum." Orada bulunanlar; "O buraya teşrif
edecek olan yaratılmışların seyyidinin nûrudur." dediler. Muhammed Emin Erbilî,
Yûnus aleyhisselâmın kabrini ziyâreti esnâsında gördüklerini hocasına ve
arkadaşlarına anlatınca, arkadaşları ona Peygamber efendimizin meclisini nasıl
gördün, diye sordular. O buyurdu ki: "Diğer peygamberlerin onun önünde,
talebelerin, hocasının önünde edep ve hayâları sebebiyle diz çöktükleri gibi
olduklarını gördüm."
Muhammed Emin Erbilî hazretleri hocasından izin alarak hac vazifesini yerine
getirmek ve sevgili Peygamberimizin kabr-i şerîfini ziyaret etmek için Hicaz'a
gitmek üzere yola çıktı. Bu yolculuğu sırasında Allahü teâlâya tevekkül ederek
azık almadı. Kalbinde en ufak bir rızık endişesi ve Allahü teâlâdan başkasına
güvenme düşüncesi yoktu. Allahü teâlâ onu bu tevekkülü ve niyeti sebebiyle bolca
rızıklandırdı. Basra'ya vardığı zaman yolculuk için bir gemiye bindi. Geminin
sâhipleri ondan hiç ücret almadılar. Gemide bulunduğu sırada bir kimse yanına
geldi. Muhammed Emin Erbilî hazretleri o kimseye; "Sen filân kimse değil misin?"
diye sorunca, o kimse; "Evet." dedi. Muhammed Emin Erbilî o kimseye yanına
aldığı iki emânet çantayı vererek; "Bu iki çantayı sana Muhammed Nûr gönderdi."
buyurdu. O kimse çantaları aldıktan sonra, Muhammed Emin Erbilî hazretlerine
hediye etti. Muhammed Emin Erbilî çantaları açtığı zaman içlerinde para, bol
mikdarda yiyecekler ve çeşitli giyecekler olduğunu gördü. Bunlardan pek az bir
kısmını aldıktan sonra gerisini fakirlere ve ihtiyaç sâhiplerine sadaka verdi.
Önce
Mekke-i mükerremeye giden Muhammed Emin Erbilî, hac vazîfesini yerine getirdi.
Bir sene müddetle orada kalıp âlim ve velîlerle görüştü. Onların ilim
meclislerinde ve sohbetlerinde bulundu. Diğer zamanlarında ibâdetle ve Allahü
teâlânın ismini zikretmekle meşgûl oldu. Mekke'de kaldığı müddet içinde Zemzem
suyundan başka bir şey yiyip içmedi. Acıkınca da, susayınca da zemzem suyu içti.
Hac
ibâdetini yaptıktan ve bir müddet Mekke-i mükerremede kaldıktan sonra 1882
(H.1300) senesinde Medîne-i münevvereye giderek senelerce kalıp, Resûlullah
efendimizin kabr-i şerîfini sık sık ziyâret etti. Feyz ve bereketlerinden
istifâde etti.
Medîne-i münevverede kaldığı sırada Mahmûdiyye Medresesinde ders verdi.Pekçok
kimse onun derslerine devâm etti. Onun medresedeki derslerine uzaktan yakından o
kadar çok kimse geldi ki, medrese dışında Mescid-i Nebîde de ders vermeye ve
halka vâz, nasîhat etmeye başladı. Şöhreti her tarafta duyuldu. Burada bulunduğu
sırada Türklerden bir kimsenin kızıyla evlendi, ayrıca her sene Mekke-i
mükerremeye giderek hac ibâdetini yaptı.
Daha
sonra aldığı mânevî bir işâretle Mısır'a gitti.Câmiü'l-Ezher Medresesine devâm
etti. Orada hadîs, fıkıh ve tefsîr dersleri veren âlimlerin ilim meclislerinde
bulundu. Şeyh Muhammed el-Eşmûnî'nin Buhârî derslerine devâm etti.
Şeyh Mustafa İzzeddîn Şâfiî'den Şâfiî mezhebi fıkhını öğrendi. Zâten bâtın
(kalp) ilimlerinde yüksek bir velî olan Muhammed Emin Erbilî, zâhirî ilimlerde de derin âlim oldu.
Embâbe adı verilen köyde yerleşip ilim ve ibâdetle meşgûl olup, Allahü teâlânın
rızâsına kavuşmaya çalıştı. Bu köyde bulunduğu sırada çocukları dünyâya geldi.
Fakat Ahmet isminde bir oğlu hâricindekiler vefât etti. Bu oğlu da babasının
vefâtından sonra İngilizlerle olan bir çarpışmada şehîd düştü.
Muhammed Emin Erbilî hazretleri ilk zamanlar kendisinin tasavvuf yolunda
olduğunu ve Nakşibendiyye yoluna mensûb bulunduğunu kimseye bildirmedi. Sâdece
ilim ve ibâdetlerle meşgûliyetine devâm etti. Daha sonra Bulak'a gidip
yerleşti.Burada bulunduğu sırada da Ezher Medresesine gidip gelerek ilimle
meşgûl oldu. Zamânın allâmesi ve Ezher Medresesi hocalarındanŞeyhülislâm Selîm
el-Büşrâ'nın derslerine devâm etti. Ondan çok sayıda hadîs-i şerîf kitabını
okudu. Mısır halkı onun zâhirî ilimlerdeki üstünlüğü yanında tasavvuf yolunda
yüksek bir velî olduğunu öğrenip, etrâfında toplanmaya başladı. Uzaktan yakından
gelerek ilim meclislerinde ve sohbetlerinde bulundular. Bulak'ta bulunduğu
sırada Nakşibendiyye yolunun esaslarını öğretip, İslâmiyetin emir ve yasaklarını
anlattı. Bulak'taki SinâniyyeMescidinin imâmı hastalanınca, onun vazifesini
yürüttü.
İlk
zamanlar fazla açılmak istemiyordu. Fakat aldığı mânevî bir işâret onu geniş
halk kitlelerine hakkı ve hakîkati anlatmaya sevketti.
Sinâniyye Mescidinde ders vermekle meşgûl iken, yüzünde, işlediği günahların
zulmeti bulunan bir genç geldi. Ona tasavvuf yolunda talebe olmak istediğini
bildirdi. Fakat Muhammed Emin Erbilî bu gencin günahkâr hâlini firâseti ile
anlayıp, bu yüksek yola hemen giremeyeceğini söyledi. O gence şimdiki
günahlarından tövbe etmesini teklif etti. Fakat genç mutlaka tasavvuf yoluna
girmekte ısrar etti. Bunun üzerine Muhammed Emin Erbilî hazretleri gence sert
bir lisanla öncelikle günahlarından tövbe etmesi gerektiğini tasavvuf yoluna
girmesinin kendisi için tehlikeli olabileceğini anlattı. O gece uykuya vardığı
zaman rüyâsında hocası Şeyh Ömer Efendiyi gördü. Hocası Irak'tan, onun
Bulak'taki evine gelmişti. Hocasını karşılamak için ayağa kalktı. Fakat hocası,
kendisine kızgın ve heybetli bir şekilde bakıyordu. Yanında bulunan ve tasavvuf
yoluna kabûl etmediği genci işâret ederek; "Bu genci yolumuza girmekten niçin
alıkoyuyorsun? Sana bu yola girmek isteyen kim gelirse, onu kabûl et." buyurdu.
Muhammed Emin Erbilî hazretleri bu işâret üzerine daha çok kimseye tasavvuf
yolunu anlatmaya ve bu yola girmek isteyenleri kabûl etmeye başladı. Bundan
sonra onun üstünlüğünü ve fazîletini işiten herkes sohbetlerine koştu. O,
insanları Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan yola teşvik etti. Gece gündüz
demeden bu vazifeye devâm etti. Bu maksatla birçok memleketi dolaştı. Binlerce
kimse onun sohbetleri bereketiyle Allahü teâlânın beğendiği yola kavuştu. Bu
sırada birçok sıkıntılarla karşılaştı. Onun bu hizmetine mâni olmak isteyenler
çıktı. Fakat Allahü teâlânın yardım ve ihsânlarıyla hiçbirisi onu yolundan
döndüremedi. Hoş sohbetiyle, güzel ahlâkı ve İslâmiyete uygun yaşayışıyla
insanların gönüllerini fethetti.
Bulak'taki Sinâniyye Mescidinin imâmı vefât etmişti. Muhammed Emin Erbilî
hazretleri bu mescide imâm tâyin edilmeyi arzu ediyordu. Çünkü o burada uzun
müddet kalıp insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmıştı. Fakat Bulaklı
bozuk îtikâdlı bid'at ehli âlim geçinen bir kimse, Muhammed Emin Erbilî
hazretlerinin karşısına râkib çıkıp kendisinin Sinâniyye Mescidine imâm olmak
istediğini bildirdi. Bu maksadına ulaşabilmek için de başka meşhûr kimselerden
yardım istedi. Nihâyet bid'at ehli bozuk îtikâdlı kimse, taraftarlarının da
desteğiyle Sinâniyye Mescidine imâm tâyin olundu.
Perşembe günü tâyin olunan bid'at ehli kimse,Cumâ günü vazîfeye başlayacaktı.
Perşembe günü akşamı Muhammed Emin Erbilî hazretleri; "Biz, Allahü teâlâya
tevekkül ettik. Bize yardımcı olarak Allahü teâlâ yeter." buyurdu. Perşembeyi
Cumâya bağlayan gece her zaman Sinâniyye Mescidinde yaptığı Hatm-i Hâcegân
virdini bu defâ talebeleriyle birlikte evinde yaptı. Fakat bu duruma talebeleri
çok üzüldüler. Muhammed Emin Erbilî buyurdu ki: "Allahü teâlâ bu gece size
yardım edecektir." Gece yarısı olduğu zaman Allahü teâlâ onun sözünü doğru
çıkardı. Bid'at sâhibi kimse felç oldu. Ertesi sabah insanlar birbirine
Sinâniyye Mescidine imâm tâyin edilen kimsenin felç olduğunu ve bunun Muhammed
Emin hazretlerinin kerâmeti olduğunu anlatıyorlardı. Bu hal üzerine ona karşı
olanlar da gelip sohbetinde bulundular. Bütün tedâvî ve ilaçlara rağmen o kimse
sıhhatine kavuşamadı. Bu hâli uzun seneler devâm etti. Nihâyet felçli olarak
vefât etti. Muhammed Emin Erbilî hazretleri Sinâniyye Mescidinde beş sene
müddetle imâm olarak vazife yaptı.
Muhammed Emin Erbilî hazretleri Bulak'ta bulunduğu müddet içinde, gündüzleri
ders veriyor, insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatıyor, geceleri de
talebeleriyle birlikte Allahü teâlânın ismini zikrediyor, Nakşibendiyye yolunun
esaslarını anlatıyor, Hatm-i Hâcegân yaptırıyor ve talebelerinin Kur'ân-ı kerîm
okurken hatâlarını düzeltiyordu.
Dersleri ve sohbetleri sırasında, her müslümanın günlük hayatta karşılaşacağı
fıkhî meseleleri izah ediyor, âlim ve velîlerin hallerinden ve kerâmetlerinden
bahsediyordu. Kur'ân ehline çok hürmet eden ve ikrâmlarda bulunan Muhammed Emin
Erbilî hazretleri, Sinâniyye Mescidinde Kur'ân-ı kerîm okuyucularını topluyor,
onların kırâatlerini dinliyordu. Kur'ân-ı kerîm okuma ve dinleme bittikten sonra
orada bulunanlara yemekler, tatlılar ve meyveler ikrâm ediyordu.
Mısır'ın çeşitli beldelerinden gelen insanlar Muhammed EminErbilî hazretlerinin
sohbetlerine devâm edip feyzlerinden istifâde ediyorlardı. Onlara şefkatli bir
baba gibi davranan Muhammed Emin Erbilî hazretleri, insanların husûsî
meselelerine kadar eğiliyor, onların ihtiyaçlarını gideriyordu.Sevgili
Peygamberimizin sünnet-i seniyyesine titizlikle sarılıyor, bid'atlerden ve
bid'at ehlinden şiddetle kaçınıyordu. Talebelerinin ve sevenlerinin ilim ve
zikir meclisinden bir an bile ayrılmamalarını istiyordu. Onlara; "Derslerinizi
iyi müzâkere ediniz. Kalbinizin temizlenmesi ve öğrendiğiniz ilimden istifâde
etmeniz için Allahü teâlânın ismini çok anınız." buyuruyordu.
Dünyâya, dünyâ ehline ve insanların kendisine îtibâr göstermelerine değer
vermeyen Muhammed Emin Erbilî hazretleri; "Biz kimseden bir şey istemeyiz. Gelen
hediyeyi de reddetmeyiz. Fakat onları alıp yanımızda da alıkoymayız, ihtiyaç
sâhiplerine dağıtırız." buyururdu. Sözleri hareketlerine uygundu. En zor ve
sıkışık zamanlarında bile mânevî vazîfelerini, virdlerini ve Allahü teâlâyı
anmayı terketmezdi.
İnsanlara karşı tevâzû ve yumuşaklıkla muâmele ederdi. Allahü teâlâ onun
zâhirini görünen güzelliklerle süslediği gibi kalbini ve hallerini de mânevî
güzelliklerle süslemişti. Sohbetleri pek tatlı ve tesirliydi. Bir defâsında bâzı
kimseler tavla oyunu oynuyorlardı. Onlara yaklaşıp; "Kumar mı oynuyorsunuz?"
buyurup yanlarından ayrıldı. Tavla oynayan kimseler oyunu bıraktılar bir daha
oynamadılar.
Bir
kimse gelerek Nakşibendiyye yolunun üstünlüğünü ve tasavvufu inkâr etti.
Muhammed Emin Erbilî hazretleri ona herhangi bir karşılıkta bulunmadı. Oradan
ayrılırken o kimseyi tasavvufî haller ve cezbeler kapladı. Bu hâli uzun müddet
devâm etti. Sonra Muhammed Erbilî hazretlerine gelerek özür diledi ve onun
talebelerinden oldu.
Gittiği
yerlerden birinde, haramların ve kötülüklerin açıkça işlendiği bir düğün
oluyordu. MuhammedEmin Erbilî hazretleri bu hâle çok üzüldü ve; "Bu düğünün
sâhibi buralı mıdır? Ona mâni olan kimse yok mudur?" diye sordu. Orada
bulunanlar düğün sâhibinin başka günahlarını da söylediler. Muhammed EminErbilî
hazretleri düğün sâhibinin hidâyete ermesi ve ıslah olması için duâ etti. Çok
geçmeden düğün sâhibi onun huzûruna geldi. Ağlayarak yaptıklarına pişman
olduğunu bildirdi ve tövbe etti. Ona talebe olmak istediğini bildirdi. Muhammed
Emin Erbilî hazretleri onu talebeliğe kabûl etti. O kimse Muhammed Emin
hazretlerinin talebelerinin önde gelenlerinden oldu.
Muhammed Emin Erbilî hazretlerinin pekçok kerâmetleri görülmüştü. O bu hallerin
ve kerâmetlerin kendisinden olmadığını, büyüklerin bereketiyle ve talebelerinin
himmetiyle olduğunu söylerdi.
Bir
defâsında sohbetten ve Allahü teâlânın ismini zikrettikten sonra talebeleriyle
birlikte oturdu. Bir mikdâr ekmek getirtti ve bir kenara koydu. Talebelerinden
birine ekmekten arkadaşlarına vermesini söyleyince, orada bulunan herkese ikram
etti. Ekmek az olmasına rağmen bütün talebelere yetti ve herkes doydu. Hattâ
dergâhına gelenlere ikrâm edildiği halde yine bitmedi. Sonra bâzı kimselerin
hıyâneti sebebiyle ekmek kayboldu.
Muhammed Emin Erbilî hazretlerinin sevenlerinden sâlih bir kimse vardı. Bu
kimsenin doğan çocukları yedi gün yaşadıktan sonra ölürdü. Son olarak bir çocuğu
dünyâya geldi. Fakat çocuk yine hastalandı. O kimse Muhammed Emin Erbilî'ye
ağlayarak gelip çocuğunun yaşaması için duâ etmesini istedi. Muhammed Emin
hazretleri o kimseye; "Korkma,Allahü teâlânın izniyle senin çocuğun yaşayacak."
buyurdu. Kendisinin küçük bir kızı vardı. Allahü teâlâdan kendi kızını almasını
ve o kimsenin çocuğunu yaşatmasını niyâz etti. Allahü teâlâ onun duâsını kabûl
buyurdu. Evine gittiği zaman kendi kızının öldüğünü gördü. O kimsenin çocuğu ise
onun duâsı bereketiyle uzun müddet yaşadı.
Muhammed Emin Erbilî hazretlerinin duâsı bereketiyle, pekçok hasta şifâya
kavuşurdu. Bir gün imâmlık yaptığı mescide bir kimse gelerek kendisinin felç
olduğunu, bütün doktorlara gittiği halde şifâ bulamadığını bildirerek devâ için
duâsını istedi. Bu hususta ısrar etti. Muhammed Emin Erbilî hazretleri Allahü
teâlâya bu kimsenin şifâ bulması için üç gün üst üste duâ etti. Üçüncü gün o
kimse sanki hiç hasta olmamış gibi sıhhatli bir şekilde evine döndü.
Muhammed Emin Erbilî hazretleri talebelerinin ve sevenlerinin sıkışık anlarında
yardımlarına yetişirdi. Talebelerinden birisi mahkemede şâhitlik yapmak üzere
kâdı huzûruna çağrıldı. Fakat kâdının bulunduğu beldeye giden vâsıtayı kaçırdığı
için mahkemeye geç kaldı. Kâdı, Muhammed Emin hazretlerinin talebesine kızdı. O
ise geç kalış sebebini açık bir şekilde îzâh edememişti. Bu yüzden onun altı ay
hapsedilmesine karar verdi. Vazifeli asker onu alarak hapishâneye götürdü. Olan
hâdiseler sebebiyle çok üzülen talebe, hocasını vesîle ederek bu halden
kurtulması için Allahü teâlâya yalvardı. O sırada Muhammed EminEfendinin iki
veya üç defâ; "Yâ Kerîm." sesi işitildi. O anda kâdının vazifelendirdiği kimse
gelip o kimseyi kâdının huzûruna götürdü.Kâdı ona hitâben; "Seni affettim." dedi
ve serbest bıraktı.
Muhammed Emin Erbilî hazretleri başkalarından gelen sıkıntı ve eziyetlere
sabreder, talebelerine de sabretmelerini emrederdi. Tasavvufu ve Nakşibendiyye
yolunun üstünlüğünü inkâr eden bir kimse vardı. Muhammed Emin hazretlerinin
talebelerinden birine gelerek hocasının Tenvîrü'l-Kulûb adlı kitabından
bir adet istedi. Talebe o kimsenin böyle bir istekte bulunmasına sevindi. O
kimsenin eski yaptıklarından vaz geçip ıslah olduğunu zannetti. Talebe merak edip o kimseye
kitabı niçin istediğini sordu. O kimse o kitabın yapraklarıyla istincâ edeceğini
yâni tahâretleneceğini söyledi. Talebe üzülerek ve kızarak; "Bu kitabı yazan
kimseye hürmet etmiyorsan, içindeki Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden
bildirilenlere de mi hürmet etmiyorsun?" dedi. O kimse alaylı bir tavırla güldü.
Bu hareket karşısında MuhammedEmin hazretlerinin talebesi iyice kızdı. Fakat
hocasının emrine uyduğu için sabrederek herhangi bir karşılıkta bulunmadı.
Olanları gelip hocasına anlattı. Muhammed Emin hazretleri buyurdu ki: "Sabret.
Allahü teâlâ gayret sâhibidir. Sen bu sabrının karşılığını inşâallah
bulacaksın." Aradan fazla zaman geçmeden talebeye hakaret dolu sözler sarfeden
kimsenin şiddetli bir hastalığa tutulduğu haberi duyuldu. Bütün tedâvîlere
rağmen o kimsenin hâlinde bir iyileşme olmadı. O kimsenin günlerdir uyku
uyuyamadığı ve feryat figân etmesi sebebiyle kimsenin yanına yaklaşamadığı
haberi yayıldı. Sonunda yakınları kendisine hakâret edilen talebeye gelip
hallerini bildirdiler. O talebe; "Âriflerin yâni Allah adamlarının okları
zehirlidir. O oklardan birisi kime isâbet ederse o kimse helâk olur. Lâkin ben o
kimsenin bu rahatsızlığının hafiflemesini istiyorum. İnşâallah bu akşam durumu
hocama bildireceğim." dedi. O talebe ve yanında bulunan arkadaşları hocalarının
evine gittiler. O sırada hastanın yakınları da hastayı oraya getirdiler.
Muhammed EminErbilî hazretlerinin önüne koydular. O kimse kurumuş, sanki etsiz
bir heykel gibi olmuştu. Halbuki hasta olmadan önce kuvvetli ve boyu posu
yerindeydi. O kimse Muhammed Emin Erbilî hazretlerini görünce acı acı ağladı.
Hastanın yanında bulunanlar onun hâlini Muhammed Emin Erbilî'ye anlattılar.
Muhammed Emin Erbilî o kimseye nasîhat etti ve yaptıklarına tövbe etmesini
istedi. İstiğfâr okuduktan sonra; "Allahü teâlâya tövbe ettim ve söylediklerime
pişman oldum." de, buyurdu. Hasta denilenleri yaptı. Muhammed Emin Erbilî
hazretleri Fâtiha ve Nâs sûrelerini okuyup, Peygamber efendimizin, Silsile-i
aliyyenin rûhlarına hediye edip onları vesîle etti ve bu hastanın hidâyete
kavuşması ve son nefeste îmânla gitmesi için duâ etti. Hastayı sâhipleri alarak
evine götürdüler. Hasta ve yanındakiler dışarı çıkınca, Muhammed Emin hazretleri
"Elhamdülillah. O kimse Allahü teâlâya sâdık bir şekilde tövbe etti. Onun son
nefeste îmânla gideceğini ümid ediyorum." buyurdu. O kimse evine gittikten sonra
günlerce rahat bir şekilde uyudu. Halbuki aylardır hastalığı sebebiyle
uyuyamıyordu. Nihâyet bu halde îmân ile rûhunu teslim etti.
Muhammed Emin Erbilî hazretleri bir gece talebeleriyle birlikte Allahü teâlânın
ismini zikrediyor ve zikrin edeplerini anlatıyordu. Bu mecliste âlimlerden de
pekçok kimse vardı. Orada bulunanlardan bir kısmı kalben hazır olmadığı halde
zâhiren orada bulunuyordu. Bunu gören Muhammed Emin hazretleri buyurdu ki:
"Dikkat ediniz. Allahü teâlâ kalplerinizi biliyor. Siz O'nu görmüyorsanız da O
sizi görüyor." Orada bulunanları ihlâsla ve kalp huzûruyla Allahü teâlâyı
zikretmeye dâvet etti.
Bir
defâsında talebelerinden birisi kusurlarını ve yaptığı ibâdetlerin Allahü
teâlânın rızâsına kavuşmaya vesîle olamayacağını düşünerek üzülüyordu. Neredeyse
bu hususta ümitsizliğe düşecekti.Onun bu hâlini gören Muhammed Emin Erbilî
hazretleri; "Senin bu hâlin nedir? Allahü teâlâ hazret-i Hamza'yı şehîd eden
kimseyi affetti. Seni de affeder." buyurarak onu rahatlattı.
Muhammed Emin Erbilî hazretlerinin âlimlerden ve halktan pekçok talebesi ve
seveni vardı. İnsanlara sohbetlerinde ve ilim meclislerinde İslâmiyetin
emir ve yasaklarını anlattığı gibi, birçok kitaplar ve risâleler de yazmakla
meşgûl oldu. Onun kitaplarından bâzıları basıldıysa da, bir kısmı basılmadı.
Onun Tenvîrü'l-Kulûb adlı eseri daha sağlığında iken meşhûr oldu. Ezher Medresesi
hocaları ve diğer âlimler bu kitaba özel önem verdiler. Ezher hocalarından Şeyh
Muhammed eş-Şâfiî, bu kitap hakkında; "İhlâs bu kitabın müellifinin sözlerinde
açıkça görülmektedir." derdi.
Muhammed Emin Erbilî hazretleri 1904 (H.1322) senesinde Hicaz'a gitti. Hac
ibâdetini yerine getirdi ve Medîne-i münevvereye giderek Peygamber efendimizin
kabr-i şerîfini ziyâret etti. Orada bulunduğu sırada Mekke'deki zâlim bir
vâliden ve Mısır'da bulunan bid'at ehli, Ehl-i sünnet müslümanlarla alay eden,
mezhepleri kabûl etmeyen, tasavvufu ve tasavvuf ehlini küçük gören, sâlihlerin
ve evliyânın kabirlerini ziyâreti inkâr eden bir âlimden bahsettiler. Bu
kişilerin hâlini duyan Muhammed Emin Erbilî hazretleri din gayretiyle
üzüldü.Peygamber efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret etti. Bu ziyâret esnâsında
Allahü teâlâdan Mekke ve Mısır halkına yardım etmesini diledi. Bu iki kimsenin
durumunu Resûlullah efendimize ağlayarak arz etti. Bir gece boyunca Mescid-i
Nebîde oturup duâ ve niyazda bulundu. Resûlullah efendimizin feyz ve nûrlarına
kavuştuktan sonra kendini Mısır'da gördü. Büyük bir akrebin başı Ezher
Medresesinin kıble tarafında, kuyruğu iseEzher Medresesinin Müzeyyineyn
kapısının dışındaydı. İnsanlar korku ve dehşet içinde kıvranıyorlardı. Muhammed
Emin Erbilî hazretleri elindeki asâ ile o akrebe vuruyordu. Nihâyet o akrebin
öldüğü veya ölmek üzere olduğu kanâatine varıldı. Muhammed Emin Erbilî
hazretleri, insanlara; "Onun üzerine ayaklarınızla basınız ve ondan
korkmayınız." buyurdu. Muhammed Emin Erbilî hazretleri hal olarak bir anda
kendini Mekke-i mükerremede buldu. Mısır'da öldürülen akreb büyüklüğünde bir
yılan gördü. O yılanı da asâsıyla vurarak öldürdü. Sonra kendisine geldiğinde,
Resûlullah efendimizin huzûrunda olduğunu anladı. Bu hâlini talebelerinden
birine anlatınca, talebesi; "Bu hâli nasıl yorumluyorsun?"diye sordu. Muhammed
Emin Erbilî hazretleri; "O iki kimsenin hâlidir. Her ikisi de yakında helâk
olacaklardır." buyurdu. Kısa bir zaman sonra zâlim vâlinin ve bid'at sâhibi olan
âlimin öldüğü haberi duyuldu.
Muhammed Emin Erbilî hazretleri 1906 (H.1324) senesinde Mısır'a döndü.İnsanlara
İslâmiyet'in emir ve yasaklarını anlatmak için çeşitli beldelere gitti. Pekçok
sıkıntılara katlandı.Câhil ve sapık kimseler ona karşı çıktılar. Fakat onun
hizmetlerine mâni olamadılar. Yaşlı olmasına rağmen güçlüklere sabretti. Gece
gündüz demeden irşâd faâliyetlerini sürdürdü.
Fakir
zengin herkesi ziyârete gidenMuhammedEminErbilî hazretleri, yemek husûsunda
ısrar edenlere; "Tasavvuf yolcusunun yemeği ilim öğrenmek, Allahü teâlânın
ismini zikre devâm etmektir. O kimsenin düşüncesinin yemek, içmek olması ona
yakışmaz." buyurdu.
Gittiği
yerlerde anlattıklarından istifâde edip hayırlı işlere yönelenler olmadığı
zaman, oradan süratle uzaklaşırdı. "Burada kalmak ömrü boşa geçirmek, zâyi
etmektir." buyururdu. Bir yerde kalırsa, ya vâz nasîhat eder, ya zikr yaptırır
veya eser yazmakla meşgûl olurdu.
Talebeleriyle birlikte Hatm-i Hâcegân virdine devâm ederdi. Her hafta Cumâ
gecesi Hatm-i Hâcegân okuturdu. Hatimden sonra talebelerine kıbleye dönmelerini,
bir veya ikişer kere Yâsîn-i şerîf sûresini okumalarını emrederdi. Bâzan da
birer defâ Fâtiha okuturdu.
İnsanları ve talebelerini boş söz konuşmaktan sakındırırdı. "Boş söz konuşan ve
boş şeylerle meşgûl olan kimsenin tasavvuf yoluna girmesi lâyık değildir. Hele
bu yola girmişse, boş şeylerle meşgûl olması hiç lâyık değildir. Çok konuşmak
kalbi öldürür ve zikrin kalbe yerleşmesine mâni olur." buyurdu.
Kalbini
Allahü teâlânın zikrinden başkasıyla meşgûl etmediği gibi, meşgûl edenlere;
"Kalp ev gibidir. Allahü teâlâdan başkasıyla meşgûl etmek, tozlu bir yolun
tozlarını üzerine toplamak gibidir. Ev süpürülmediği zaman tozlar yığılır ve
temizliği zor olur. Kalbini başka şeyle meşgûl eden ve günlük virdi olmayan veya
olup da terk eden talebe, gaflet pislikleriyle kalbini kirletmiş olur. Emirleri
yapmak ve tasavvuf yolunda yürümek onun için zorlaşır." buyururdu.
Senelerce SinâniyyeMescidinde imâmlık yapıp, talebe yetiştirmekle meşgûl
olduktan sonra, Mescid-i İmrânî'de vazîfe yaptı. Ömrünün sonlarında talebeleri
ve âilesi için bir dergâh inşâ ettirdi. Muhammed EminErbilî hazretleri bu
dergâhın inşâsında bizzat çalıştı. Bir an evvel bitirmek için gayret etti.
Binânın yapımı bittikten sonra talebelerinden birini çağırdı ve; "Gel sana yeni
kardeşlerimizin yerini göstereyim." buyurdu. Talebesiyle birlikte oda oda
gezdiler. Tavana çıktıkları zaman; "İnsanlar kendim için bir köşk yaptığımı
söylüyorlar. Vallahi kalbimde en ufak bir meşgûliyeti yoktur. Dünyâya karşı
sevgim yoktur. Lâkin buranın süratle yapılması için beni bir kuvvet zorladı.
Bunda da bir hikmet vardır." buyurdu. Çok geçmeden vefât etti.
Son
günlerinde onun yüzünde her zamankinden daha çok nûr parlıyordu. 1914 (H.1332)
senesi Rebîülevvel ayının ikinci Perşembe günü humma hastalığına tutuldu. Akşam
ve yatsı namazlarını evinde kıldı. Mescide gidemedi. Ders vermek ve Hatm-i
Hâcegân yapmak üzere talebelerinden birini vazîfelendirdi. Bu gecede Allahü
teâlâya olan aşkı ve Peygamber efendimizden îtibâren Nakşibendiyye yolu
büyüklerine karşı muhabbeti iyice fazlalaştı. Onların rûhâniyetleriyle konuşmaya
başladı. Onlara olan sevgi ve kavuşma arzusunu bildirdi. Bu hâli bir gece
boyunca devâm etti.Yanına ziyâret için gelenlere; "Hocanızın hâline bakıp ibret
alınız. Onun öldüğü gibi siz de öleceksiniz. Allahü teâlânın ismini çok anın."
buyurdu. Şeyh Muhammed Yûsuf es-Sekâ'yı yerine ders vermekle vazîfelendirdi. Son
saatlerinde bile kendisini ziyârete gelen talebelerinin yanına gelmesine mâni
olunmamasını istedi. Her birisi tek tek girip elini öptüler, helâllaştılar ve
duâsını aldılar. Cumartesi günü hastalığı iyice şiddetlendi ve; "Bugün benim son
günümdür." buyurdu. İkindi vaktinden sonra tam bir sâkinlik ve sessizlik hâli
oldu. Pazar gecesi ilaçlarını vermek üzere yanına gelen bir talebesine
gülümseyerek buyurdu ki: "Rahat olunuz." Talebesi dedi ki: "Biz, Peygamber
efendimizin sünnetiyle tedâvî olmakla emrolunduk." diyerek ilacını verdi. O gece
sabaha karşı sekerât-ı mevt hâli başladı. Yüzünden şimşek gibi nurlar yayıldı.
Sonra Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti. Pazar günü, vefâtını duyan
talebeleri ve sevenleri uzaktan yakından geldiler. Techiz ve kefenlemesi öğleden
sonra yapılabildi. Ezher Câmiinde kılınan cenâze namazına pekçok kimse katıldı.
Karafe Kabristanında Celâleddîn Mahallî ve Tâcüddîn es-Sübkî hazretlerinin
kabirleri yakınında defnedildi. Kabrinin üzerine bir türbe yapıldı. Kabri,
sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir.
Nakşibendiyye yoluna mensûb olan Muhammed Emin Erbilî hazretlerinin Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî hazretlerine kadar olan silsilesi şöyledir. Muhammed Emin Erbilî
hazretlerinin hocası Şeyh Ömer Efendi, onun hocası Şeyh Osman Efendi, onun
hocası ise Mevlânâ Hâlid-iBağdâdî hazretleridir.
Muhammed Emin Erbilî hazretlerinin pekçok halîfesi vardı. Vefâtından sonra
insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattılar.
Muhammed Emin Erbilî'nin
eserlerinden bâzıları şunlardır: 1) Hidâyetü't-Tâlibîn li-Ahkâmi'd-Dîn, 2)
İrşâdü'l-Muhtâc ilâ Hukûki'l-Ezvâc, 3)Tenvîrü'l-Kulûb fî Muâmeleti Allâmi'l-Guyûb,
4) Dîvân-ı Hutab, 5) Seâdetü'l-Mübtediîn fî İlmi'd-Dîn, 6) Fethu'l-Mesâlik fî
Îzâhi'l-Menâsik, 7) Mürşidü'l-Avâm li Ahkâmi's-Sıyâm, 8) El-Uhûdü'l-Vesîka fit-Temessüki
biş-Şerîa vel-Hakîka.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
HİÇ EKSİLMEDİ
Muhammed Emin Erbilî hazretleri, fakir-zengin herkesin dâvetini kabul eder
giderdi. Onu sevenlerden fakir bir kimse, çocuğunu sünnet ettirecekti. Fakat
sünnete dâvet edeceği kimselere ikrâm edeceği bir şey yoktu. Muhammed Emin
Erbilî hazretlerine gelip, çocuğunun sünnet merâsimine dâvet etti. Muhammed Emin
Erbilî ona; "Misâfirlere ikrâm edecek neyin var?" diye sordu. O kimse bir koyunu
ile bir mikdâr buğday unu olduğunu söyledi. Muhammed Emin hazretleri; "Allahü
teâlâ bu ikrâmını bereketli eder inşâallah. Başka bir şey hazırlamak için
kendini zorlama. Misâfirlerin oturabilecekleri geniş bir çadır hazırla. Ben
gelinceye kadar hazırladığın şeylerden kimseye bir şey ikrâm etme." buyurdu. O
kimse gidip Muhammed Emin Erbilî'nin buyurduğu gibi geniş bir çadır ve ikrâm
edilecek şeyleri hazırladı. Dâvetliler gelip oturdular. Bu sırada Muhammed Emin
Erbilî hazretlerinin oraya geldiğini işiten talebeleri ve sevenleri de geldiler.
Dört yüz kişiden fazla bir kalabalık meydana geldi. Muhammed Emin Erbilî,
hazırlanan yiyeceklere bereketle duâ buyurdu. Onun duâsı bereketiyle hazırlanan
az bir mikdar yemekle oradakilerin hepsi doyuncaya kadar yediler. Fakat yemekler
hiç yenilmemiş gibi ortada duruyordu. Çünkü Allahü teâlâ peygamberlerine mûcize
ihsân ettiği gibi, velî kullarına da kerâmetler ihsân etmişti.
EDİRNE'NİN
KURTULUŞU
Muhammed Emin Erbilî hazretleri, İslâm memleketlerinin kâfirlerin eline
düşmemesi için çok duâ ederdi.Mısır'da bulunduğu sırada sevdiklerinden birini
ziyârete gitti. Fakat bu sırada üzüntülüydü. Ziyâretine gittiği kimse
üzüntüsünün sebebini sordu. Muhammed EminEfendi buyurdu ki: "Edirne'nin küffâr
eline düştüğü haberi sana ulaşmadı mı?" O kimse dedi ki: "Efendim ne yapalım
elimizden ne gelir?" Muhammed Emin Efendi; "Allahü teâlâya duâ edelim ve bu
musîbetin İslâm memleketinden uzaklaşması için yalvaralım." buyurdu.
Talebelerinin toplanmasını emretti. Allahü teâlânın ism-i şerîfini çok andıktan
sonra hep birlikte bu musîbetin gitmesi için duâ ettiler. Muhammed Emin Erbilî
hazretleri bir ara gözden kayboldu. Kısa bir müddet sonra sevinerek meclise
geldi ve; "Allahü teâlâ burada bulunanların duâsını kabûl buyurdu. Edirne
şehrini müslümanlara tekrar ihsân edecek." dedi. Söylediği gibi oldu. Bir müddet
sonra Edirne'nin kurtulduğu haberi duyuldu.
HAKİKATİ
ANLATACAĞIM
Mısır'da Ezher Medresesinde Muhammed Râzî isminde âlim bir zât vardı. Fakat
tasavvuf yoluyla ilgisi yoktu. Bir gün Muhammed Emin Erbilî hazretleriyle oturup
sohbet ederlerken, Muhammed Emin Erbilî'ye; "Bu zamanda mürşid-i kâmil yoktur.
Kendisinin mürşid-i kâmil olduğunu söyleyenler ise bu zamânın deccalleridir.
Eğer sen kendinin mürşid-i kâmil olduğunu söyleyecek olursan, sen sâlih bir
kimsesin. Mürşid-i kâmil olmaktan çok uzaksın." dedi. Muhammed Emin Erbilî
hazretleri buyurdu ki: "Allahü teâlâ her zaman yeryüzünde mürşid-i kâmiller
bulundurur. Allahü teâlâdan sana zamânın mürşid-i kâmilini göstermesini
diliyorum." Sohbetten sonra ayrıldılar. Muhammed Râzî ismindeki o kimse bir gece
rüyâsında yüksek ve nûrlu kürsüler üzerinde oturan velîleri gördü. O zâtların
yüzleri ayın on dördü gibi parlıyordu. Onlara imrenerek kendi kendine dedi ki:
"Bunlar mürşid-i kâmil olan zâtlardır herhâlde." Utanarak birisine yaklaştı ve;
"Bu zamânın mürşid-i kâmilini biliyor musun?" diye sordu. O zât da; "Bu zamânın
mürşid-i kâmili, şu senin yanında oturan arkadaşındır." diyerek Muhammed Emin
Erbilî hazretlerini işâret etti. Muhammed Râzî o zâtın işâret ettiği kimsenin
yanına gidince Muhammed Emin Erbilî hazretlerini gördü. Muhammed Emin Efendiye;
"Sen mürşid-i kâmil olan kimselerdensin de kendini niçin gizliyorsun. Beni de
meclisine al." dedi. Muhammed Emin Erbilî hazretleri; "Şimdi meşgûlüm. Sana
hakîkati daha sonra anlatacağım." buyurdu. Muhammed Râzî uykudan uyandı. Rüyâda
gördüklerini düşündü. Ertesi gün, Ezher Medresesinin revaklarında oturan
Muhammed Emin Erbilî'yi görüp onun yanına yaklaştı.Fakat Muhammed Emin Erbilî ona
yumuşaklıkla; "Yâ Şeyh sabret. Sana olanları anlatacağım." buyurdu. Bu söz
karşısında şaşkına dönen Muhammed Râzî kendi kendine; "Ben rüyâda gördüklerimi
kimseye anlatmadım." dedi. O kimse, Muhammed Emin Efendiye; "Ben rüyâmda şöyle
şöyle gördüm, fakat onu sana anlatmadım. Senin, bu zamânın mürşid-i kâmili
olduğunu anladım. Beni de zikir meclisine kabûl et." dedi. Muhammed Emin Erbilî
hazretleri onu Bulak'taki meclisine kabûl etti. Muhammed Râzî ismindeki o zât da
tasavvuf yoluna girip, ilerledi. Muhammed Emin hazretlerinin bereketiyle Allahü
teâlânın rızâsına kavuştu.
DÖNMEYECEĞİN
GÜN DE GELİR
Talebelerinin suâllerine cevap verir, özel meselesi olanlarla ilgilenirdi.
Hastaları ziyâret eder, cenâzesi olanların cenâzesinde bulunurdu. Ölümü çok
hatırlar ve hatırlatırdı. Bir defâ cenâzeden dönen bir talebesine; "Nereden
geliyorsun?" diye sordu. O da kabristandan geldiğini söyleyince; "Bu sefer
kabristandan döndün. Kabristana gidip de geri dönmeyeceğin gün de gelecektir."
buyurdu. Bir meclisden kalkacağı zaman; "Biz iki defa kalkacağız. Birisi bu
gördüğümüz kalkış, diğeri ise kıyâmet günündeki kalkıştır." buyururdu. Ölümü
hatırlatıcı âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler okurdu. "Dil ile
ölümü zikretmenin hiç kıymeti yoktur. Asıl kıymetli olan ve Peygamber
efendimizin "Lezzetleri yok eden ölümü çok hatırlayınız." hadîs-i
şerîfinden murâd, ölümü dil ile değil, kalp ile hatırlamaktır." buyururdu.
KAYNAKLAR
1)
Tenvîrü'l-Kulûb; s.1-55
2)
El-A'lâm; c.6, s.43
3)
Mu'cemü'l-Müellifîn; c.9, s.77
4)
Îzâhü'l-Meknûn; c.2, s.131
5)
El-Alâmüş-Şarkıyye; c.3, s.116
6)
Mu'cemü'l-Matbûât; s.1554, 1555
7)
Fihrisü'l-Ezheriyye; c.6, s.4,5
|