EBÛ UBEYD EL-BUSRÎ
Şam'da yetişen âlimlerin
ve evliyânın meşhurlarından. İsmi, Muhammed bin Hasan, künyesi Ebû Ubeyd'dir.
Havran civârındaki Busr köyünden olup, oraya nisbetle Busrî denilmiştir. 859
(H.245) senesinde vefât etti. Ebû Türâb Nahşebî, Ahmed bin Yahyâ Celâ, Ebû Saîd-i
Harrâz ve daha birçok evliyâ ve âlimden ilim öğrendi ve sohbetlerinde yetişti.
Tasavvufta kemâl derecelerine kavuşup, evliyânın büyüklerinden oldu.
Ebû Zür'a şöyle
anlatmıştır: "Ebû Ubeyd hazretleri bir defâsında oğlu ile birlikte hacca
gitmişti. Arefe günü Arafat'ta iken oğluna; "Bir süvâri ile tebrik edildin!"
dedi. "Babacığım hangi süvâri?" deyince; "Şu anda bir oğlun dünyâya geldi."
dedi. Memleketlerine döndükleri zaman oğlu Arefe günü bir erkek evlâdının
doğduğunu öğrendi.
Talebelerinden biri şöyle anlatır: Ebû Ubeyd Busrî hazretlerinin yanına hac
zamânına üç gün kala evliyâdan iki kişi geldi. Hacca gidip gitmeyeceğini
sordular. O da, gidemeyeceğini söyledi ve yüzünü bana dönerek; "Senin şeyhine
onlara nisbetle daha kısa zamanda oraya varma ve tayy-i mekân imkânı
verilmiştir." buyurdu.
Allah yolunda cihâd etmek
niyetiyle bir savaşa katıldı. Bir ata binmişti. Yolda atı öldü. Duâ edip,
seferden dönünceye kadar Rabbinden atın diriltilmesini istedi. Ölen at, Allahü
teâlânın izniyle dirilip ayağa kalktı. Gazâ bittikten sonra Busr'daki evine
varınca, oğlundan atın eğerini almasını istedi. Oğlu, hayvanın çok terli
olduğunu görünce eğeri almaktan vazgeçti. Bunun üzerine; "Eğerini al, bu bize
ödünç verilmiştir." buyurdu. Oğlu eğerini alınca, at yere düşüp öldü.
Ebû Ubeyd Busrî hazretleri
bir gün Şam'da dostlarıyla otururken yanlarından bir atlı geçiyordu. Peşinden
atın eğer örtüsünü taşıyan kölesi kızgın bir halde koşuyordu. Köle; "Yâ Rabbî!
Sen beni bu güç durumdan kurtar." diye duâ edip; Ebû Ubeyd hazretlerine de; "Ey
Allah'ın sevgili kulu! Bana duâ et." dedi. Bunun üzerine; "Yâ Rabbî! Bu kulunu
Cehennem ateşi ve kölelikten kurtar." diye köleye duâ etti. O anda attaki binici
kuşağını yere atıp, kölesine; "Seni âzâd ettim." diye bağırdı. Köle de taşıdığı
örtüyü bırakıp; "Beni sen değil, bunlar âzâd etti." diyerek, Ebû Ubeyd Busrî ve
dostlarının yanına gitti ve ölünceye kadar onlarla berâber kaldı.
Ebû Ubeyd Busrî hazretleri
derslerinde, sohbetlerinde ve yaşayışında, insanlarla olan muâmelelerinde dâimâ
emr-i mâruf yapar, Allahü teâlânın dînini insanlara öğretir ve dînin emirlerine
uymalarını sağlamak için uğraşırdı. Ramazân-ı şerîf ayı girince, bir yere
çekilir, oruç tutar ve dâimâ ibâdetle meşgûl olurdu. Âdetâ yemez, içmez, uyumaz
bir halde geçirirdi. Yemesi için odasına bıraktıkları ekmeklere hiç dokunmadığı
görülürdü. Duâsı çok makbuldü.
Ahmed bin Yahyâ Celâ;
"Altı yüz kadar yetişmiş ve yetiştirebilen evliyâ ile görüştüm. Bunların en
mümtazları, en büyükleri Zünnûn-i Mısrî, Ebû Türâb-ı Nahşebî, Ebû Abdullah Busrî
ve Ebü'l-Abbâs bin Atâ idi." buyurdu.
Ebû Ubeyd hazretlerinin
oğlu geçimini yağ satarak sağlardı. Bir gün babasına gelerek; "Babacığım
sermâyem olan birkaç testi yağım vardı. Dışarı çıkarken düşürüp kırdım. Bütün
sermâyem yok oldu." dedi. O da, rızkı verenin Allahü teâlâ olduğunu, başka bir
iş yapabileceğini ve yeni imkânların çıkabileceğini, bir de dünyâya ve dünyâ
malına düşkün olmamak gerektiğini işâret ederek; "Evlâdım, sen de babanın
sermâyesinden sermâye edin. Yemin ederim ki, babanın dünyâ ve âhirette Allahü
teâlâdan başka sermâyesi yoktur." buyurdu.
Buyurdu
ki:
"Zikir kalple olmalıdır.
Yalnız dille yapılır da kalbe işlemezse, riyâ ve gösteriş olur."
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
İKİ REKAT NAMAZ
KIL
Ebû Ubeyd Busrî
hazretlerine hizmet etmekle şereflenen bir talebesi şöyle anlatmıştır: Bir hac
mevsiminde hacca gitmek üzere hocam Ebû Ubeyd Busrî'den duâ alıp yola çıkmak
üzereydim. Hocam; "Yanında bir şeyin var mı?" deyince; "Su kabımdan başka bir
şeyim yok." dedim. Bunun üzerine bana; "Bir şeye ihtiyâcın olduğu zaman veya
acıkınca yâhud da susayınca, iki rekat namaz kıl.O su kabını da sağ tarafına
koy. Namazı bitirip selâm verdiğin zaman arzu ettiğin şey ne ise onu sağ
tarafında bulursun." buyurdu. Vedâlaşıp yola çıktım. Epey bir zaman gittim.
Yolum öyle bir yere düştü ki orada hiç su yoktu. İnsanlar susuzluktan çâresiz
bir halde inliyorlardı. Bu hâli görünce hocam Ebû Ubeyd Busrî'nin vedâlaşırken
söylediği sözleri hatırladım. Hocam elbette doğru söyler, onun tembihinde bir
hikmet vardır diyerek boş su kabımı sağ tarafımda çukur bir yere bırakıp iki
rekat namaz kıldım. Selâm verdiğim zaman, bir rüzgâr esmeye başladı. Rüzgâr, su
kabımı attığım çukur yerden üzerime su serpiyordu. Baktığımda kabımı bıraktığım
çukur yer su ile dolmuştu. Kabı alıp, susuzluktan kıvranan insanları çağırdım.
Suyun yanına gelerek, içe içe kandılar. Böylece Allahü teâlânın izniyle ve
hocamın kerâmetiyle susuzluktan kurtulduk.
KAYNAKLAR
1) Nefehât-ül-Üns; s.146
2) Risâle-i Kuşeyrî; s.124
3)
Tabakât-us-Sûfiyye; s.176
4)
Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.115
5)
Tabakât-ül-Evliyâ; s.362
6) İslâm Âlimleri
Ansiklopedisi; c.3, s.253
|