EBÛ YÂKÛB NEHRECÛRÎ
Tasavvuf büyüklerinden. İsmi, İshak bin Muhammed, künyesi Ebû Yâkûb'dur. 941
(H.330) senesinde Mekke-i mükerremede vefât etti. Irak'ta Ahvaz'ın yakınındaki
Nehrecûr adlı köyden olduğu için, Nehrecûrî diye bilinir. Hicaz'a gitti. Uzun
seneler Harem-i şerîfe komşu olarak kaldı. Cüneyd-i Bağdâdî, Yâkûb es-Sûsî ve
Amr bin Osman el-Mekkî ve daha başka büyük zâtlarla görüşüp, sohbet etti.
Fazîlet sâhibi bir zâttı.
Tasavvufun yüksek makamlarına kavuştu. Lütfu ve ikrâmı bol, edebi pekçoktu.
Arkadaşları kendisini çok severdi. Yüzünde herkesin farkettiği bir nûrânîlik
vardı. Çok ibâdet ederdi. Gönlü bir gün bile rahat olmamıştı. Nitekim; "Ey Yâkûb!
Sen kulsun. Kul rahat olmaz." diye bir ses işitti.
Kendisi anlatır: Bir gün
Kâbe-i muazzamayı tavâf eden tek gözlü birisini gördüm; "Allah'ım senden sana
sığınırım." diyordu. Ona; "Bu nasıl duâdır?" diye sorduğumda bana şöyle cevap
verdi: "Ben elli seneden beri buradayım. Bir gün bir kadın gördüm. Çok beğendim,
ondan lezzet aldım. Bu sırada gözümün üzerine bir tokat indi. O anda gözüm
yanağımın üzerine aktı. Ben, ah, dedim. Bir ses; "Bir bakış, bir tokat
karşılığındadır. Ne kadar bakarsan, o kadar tokat atarız." dedi.
Mekke'de iken bir fakir, elinde bir dînarla yanıma geldi. "Ben yarın öleceğim.
Bu paranın yarısı ile beni techiz ve tekfin et. Diğer yarısı ile de mezarımı
kazdır." dedi. Gâlibâ bu genç delidir diye düşündüm. Ertesi gün tavâf sırasında
o genci gördüm. Bir kenara çekildi ve yere uzanıverdi. Gâlibâ ölmüş gibi
gözükmek istiyor dedim. Yanına yaklaştım. Bir de baktım, gerçekten vefât etmiş.
Vasiyet ettiği gibi defnettim.
Birisi ona gelerek; "Namaz
kılıyorum, fakat tadını içimde bulamıyorum." dedi. Ebû Yâkûb o zâta; Allahü
teâlâyı sâdece namazda hatırlarsan böyle olur. Allahü teâlâyı her zaman
hatırlarsan, yapılan ibâdetlerin tadını alabilirsin." diye cevap verdi."
Ebû Yâkûb Nehrecûrî
buyurdular ki: "Doğruluk, açıkta ve gizlide hakka uymak ve uygun olmaktır.
Doğruluğun hakîkatı, darlık ve kıtlık zamanlarında da hakkı söyleyebilmektir."
"Allahü teâlâyı en iyi
tanıyan, O'nun eserlerini, kâinatdaki eşsiz nizâm ve intizâmı, ondaki ince ve
yüksek sanatı görüp, Allahü teâlânın büyüklüğü ve yüceliği karşısında hayran
olup, hayrette kalan kimsedir."
"Dünyâ bir deryâ, insanlar
bu denizde yolcu, gemi takvâ, âhiret ise sâhildir."
"Doyması yemekle olan kimse, dâimâ açtır. Zenginliği mal ile olan fakirdir.
Çünkü o mal, her zaman elde kalmaz. Allahü teâlâdan yardım istemeyen,
başarısızlığa mahkûmdur. İhtiyâcını insanlara arz eden mahrum kalır. Gerçekte
bütün ihtiyaçları gideren Allahü teâlâdır. Kullar birbirinin ihtiyaçlarını
gidermekte vâsıtadır. Allahü teâlâ, insanlara, birbirinin ihtiyâcını gidermek
için güç ve kuvvet vermezse, kimsenin kimseye yardımcı olmaya gücü yetmezdi. Bu
bakımdan ihtiyaçları, her şeyin sâhibi ve mâliki Allahü teâlâya arz etmeli.
Allahü teâlâ bir işin olmasını dilerse, onun meydana gelmesini temin edecek
sebebleri de yaratır."
"İnsan
kendisine verilen nîmete şükrederse, Allahü teâlâ, o nîmeti insanın elinden
almaz. Eğer nîmete şükretmeyip, kıymetini bilmezse, o nîmet devâm etmez, elden
gider."
"Kul mânevî yönden yüksek
mertebelere erişip kemâle gelince, artık ona, belâ ve sıkıntılar nîmet şeklinde
görünür. Çünkü, onun Allahü teâlâya olan muhabbet ve sevgisi o kadar fazladır
ki, artık O'ndan gelen her şey, ona güzel ve tatlı gelir."
"İnsanın kazançlı olmasının esâsı, az yemek, az uyumak, az konuşmak ve nefsin
arzu ve isteklerini terketmektir."
"Kişi, kendi benliğinden
sıyrılıp, Hak ile berâber olursa, o zaman kulluk makâmına kavuşur. Kul olabilmek
pek yüksek bir makamdır."
"İnsanda huzûr ve sevinç, şu üç şeyle hâsıl olur: Birincisi; kişi Allahü teâlâya
ibâdet edip, beğendiği işleri yaptığı zaman duyduğu sevinç ve rahatlık.
İkincisi; kalbini Allahü teâlâdan başka her şeyden sıyırıp, sâdece Allahü teâlâ
ile berâber kılmak. Üçüncüsü; Allahü teâlâdan başka şeyler hakkında konuşmayı
bırakıp, Allahü teâlâyı anmaktan hâsıl olan tatlılık ve sevinç. Allahü teâlânın
anılması sebebiyle meydana gelen neşe ve sevincin alâmeti üç şeydir: Birincisi;
kulun dâima, tâat yâni Allahü teâlânın beğendiği şeyler üzere olması. İkincisi;
dünyâdan ve dünyâya düşkün olanlardan uzak kalması. Üçüncüsü; yaptıkları ibâdet
ve tâatlerde, sâdece Allahü teâlânın rızâsını gözetmesi. İnsanların da görmesi
ve bilmesi düşüncesinden kurtulması."
Allahü teâlânın rızâsına
nasıl kavuşulur? Allahü teâlâya kavuşma yoluna nasıl girilir? diye soran birine;
"Âlimlerle berâber olur, câhillerden uzak durur, amel ve zikre devâm edersen,
Allahü teâlâya kavuşursun." buyurdu.
"Ebû Yâkûb Sûfî'ye, ârif,
Allahü teâlâdan başka bir şey için esef ve hüzün duyar mı? diye sordum. Dedi ki:
"O'ndan başkasını görür mü ki esef etsin." "Ârif mahlûkâta, eşyâya hangi gözle
bakar?" dedim. "Yok olacak ve yok olmuş gözüyle bakar." buyurdu.
"Allahü teâlâyı seviyorum
deyip de, O'nun emrine uymayan kimse dâvâsında yalancıdır. Korkmadan sevdiğini
söyleyen aldanmıştır."
"En fazîletli ve üstün
amel, bilerek yapılan ameldir." (Bilmeden amel yapan kimsenin, harama düşmesi
ihtimâli vardır.)
"Gerçek tevekkül sâhibi,
her şeyi Allahü teâlâdan bekler, başkasına eziyet ve sıkıntı vermez. Başına
gelen belâ ve musîbetlerden dolayı kimseden şikâyetçi olmaz. Mahrum kaldığı
şeyler sebebiyle de kimseyi kötülemez. Çünkü o, hayrın da, şerrin de, Allahü
teâlâdan olduğuna îmân etmiştir."
Ebû Yâkûb Nehrecûrî'ye,
Allahü teâlânın rızâsına nasıl kavuşulur diye sordular. O da; "Câhillerden uzak
kalmak, âlimlerin sohbetinde bulunmak, ilmi ile amel edip, Allahü teâlâyı anmaya
devâm etmekle." buyurdu.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
KALPTEKİ
KATILIK
Anlatılır ki: Birisi gelip Ebû Yâkûb'a; "Benim kalbimde bir katılık var. Bâzı
kimselerle istişârede bulundum. Bana çeşitli tavsiyelerde bulundular. Fakat
kalbimdeki bu katılık, yine gitmedi. Bunun üzerine Ebû Yâkûb; "Onlar hatâ
etmişler. Sen şöyle yap, herkes uyuduğu zaman, Kâbe-i muazzamadaki Mültezeme'ye
(Hacer-ül-esved ile Kâbe-i muazzamanın kapısı arasındaki yere) git, orada namaz
kıl. Allahü teâlâya yalvarıp yakar. Yâ Rabbî! İşimde şaşırıp kaldım. Bana
yardımını ihsân eyle diye duâ et." dedi. O şahıs da Ebû Yâkûb'un dediği gibi
yaptı. Kalbindeki o katılık gitti.
KAYNAKLAR
1)
Hilyet-ül-Evliyâ; c.10, s.356
2)
Tabakât-üs-Sûfiyye; s.378
3) Nefehât-ül-Üns; s.180
4)
Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.111
5)
Tabakât-ül-Evliyâ; s.105
6)
Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.354
7) İslâm Âlimleri
Ansiklopedisi; c.4, s.109
|