|
EBÛ İSHÂK-I ŞÎRÂZÎ
Meşhûr âlim ve velîlerden.
İsmi, İbrâhim olup babasınınki Ali'dir. Künyesi Ebû İshâk-ı Şîrâzî olup "Cemâl-üd-dîn",
"Şeyh-ül-İslâm" ve "Şeyh-ül-İmâm" lakabları ile tanınmaktadır. 1003 (H.393)
senesinde, İran'ın köylerinden biri olan Fîrûzâbâd'da doğdu ve orada büyüdü.
Fîrûzâbâd'ın, Hârezm şehirlerinden birisi olduğu da söylenmektedir.
İlk tahsiline Fîrûzâbâd'da
başladı. Orada kendisinden ilim aldığı hocalarının ilki; Ebû Abdullah Muhammed
bin Ömer eş-Şîrâzî oldu. Bu beldede, imkânı ölçüsünde elde ettiği ilimleri daha
çok arttırmak için, 1019 (H.410) senesinde Şîrâz'a geldi ve bir müddet orada
yaşadı. Bu arada Gandecân'a gitti. Her iki şehirde ve diğerlerinde kaldığı
sürede, birçok âlimden fıkıh ilmini öğrendi. Şîrâz'da ve Gandecân'da Ebû Ahmed
Abdurrahmân bin Hüseyin el-Gandecânî ve Şîrâz'da Ebû Abdullah el-Beydâvî ve Ebû
Ahmed Abdülvehhâb bin Muhammed bin Râmin el-Bağdâdî ilim aldığı âlimlerdendir.
Bu iki âlim, Bağdâdlı âlimlerin üstâdlarındandı. O, bu ikisinden iki merhalede
ilim öğrenmişti. Önce, Şîrâz şehrinin hatîb ve müftî vekîllerinden olan Ebû
Abdullah el-Celâb'tan ders okudu. Bu arada Dâvûd-i Zâhirî'nin mezhebinden olan
Ebü'l-Ferec-i Fâmî eş-Şîrâzî ile karşılaştı. Genç yaşında onunla ilmî
münâzaralarda bulundu. Çünkü o, Tabakât'ında; "Ben, Şîrâz'da küçük olduğum
halde, onunla münâzara etmiştim." dedi. Bu hâdise, onun cedel ilminde, daha o
yaşlarda alışkanlık kazandığına delâlet etmektedir.
Ondan sonra ilim öğrenmek
için önce Basra'ya gitti. Oradaki fakîhlerden ders okudu. El-Hûzî bunlardandır.
Sonra, 1024 (H.415) senesinde, 22 yaşında iken Bağdât'a gelip hemen ilim
öğrenmeye başladı. Gittiği şehirlerde ve köylerde, daha önce gördüklerinden olan
bir ilmî çevre ile karşılaştı. Orada, Şâfiî mezhebini öğretip yayan büyük
fakîhlerle buluştu. Bunlar; eş-Şîrc-il-Faradî el-Hâsib, İbn-i Râmin, Ebû
Abdullah el-Beydâvî, Mensûr bin Ömer el-Kerhî idiler. Onun bu devirdeki
hocalarının en büyüğü, Ebû Tayyib et-Taberî'dir. Kendisi bu hocası hakkında
diyor ki: "Gördüğüm kimseler içinde, ondan daha çok çalışan birini, daha çok
tahkîk yapanı ve görüşü ondan daha iyi olanı görmedim." Hocalarının arasındaki
yeri husûsunda bunu, "Kazvînî" adı ile meşhûr olan Ebû Hâtim Mahmûd bin Hasan
et-Taberî tâkib eder. Bunun hakkında da; "İlim için yaptığım seyahatlerde, ondan
ve Kâdı Ebû Tayyîb et-Taberî'den faydalandığım gibi, başka kimseden
faydalanamadım." dedi. Ebû İshâk-ı Şîrâzî, fıkıh ilmini, ez-Zücâcî'den, Ebû
Abdullah Muhammed bin Ömer eş-Şîrâzî'den ve başka âlimlerden öğrendiği gibi,
usûl ilmini de, Ebû Hâtim'den okumuştu. Hadîs ilmini ise, Ebû Bekr el-Berkânî
ile Ebû Ali bin Şâzân'dan öğrendi. Şâfiî âlimlerinin yanında; başka ders
halkalarında da bulundu. O, Hanbelî âlimlerinden Kâdı Ebû Ali el-Hâşimî
hakkında; "Ben, onun ders halkasında bulundum ve ondan istifâde ettim."
demektedir.
Ebû İshâk, kısa zamanda
hocası Ebû Tayyîb et-Taberî'nin takdîrine ve îtimâdına mazhâr oldu. Hocası,
kendinin bulunmadığı zamanlarda onu, talebelerine ders vermesine izin verip
yardımcı seçti. Ebû İshâk-ı Şîrâzî'nin ilimle meşgûliyeti, şaşılacak derecede,
akıllara durgunluk verecek ölçüde idi. Meselâ her dersi bin defâ tekrar edip
sağlamlaştırırdı. Bu zamandaki hâlini, kendisi şöyle anlatır: "Her kıyâsı bin
defâ tekrâr eder, onu bitirince diğer bir kıyâsa geçer, onda da bu minvâl üzere
meşgûl olurdum. Bir meseleye dâir şâhid, delil olacak bir beyit olursa, o beytin
bulunduğu kasîdenin tamâmını ezberlerdim." Bu ise, ancak tedbirli davranmak ve
iyi öğrenmek için bir arzu ve istek idi.
Ebû İshâk, hocası Ebû
Tayyîb et-Taberî'nin kendisinin mescidlerden birinde ders vermesini istedikten
sonra, on beş seneye yakın Bağdât'ta kaldı. Bâb-ı Merâtıb'da bulunan bir
mescidde ders vermeye başladı. Bu tedrisât işi ve şöhreti Bağdât'tan başka,
çeşitli memleketlere de yayıldı. Dört bir taraftan gelen ilim talebeleri, onun
huzûrunda olgunlaşır, ilim ve hâl sâhibi olurlardı. Kara ve deniz yolu ile fetvâ
sormaya gelenler, onun meclisinde toplanırlardı.
Büyük Şâfiî âlimi ve
Kâdı'l-kudât olan Ebû Abdullah Hüseyin bin Câfer bin Mâkûlâ, 1055 (H. 447)
senesinde vefât edince, halîfe Kâim bi-emrillâh'ın görevlileri, Ebû İshâk-ı
Şîrâzî'ye gidip, halîfenin kendisini Kâdı'l-kudât yâni Temyiz reisi tâyin etmek
istediğini bildirdiklerinde râzı olmadı. Gelenler kabûle zorlamaya çalıştı. O,
yine bu mesûliyeti ağır işten kaçındı. Gelenler, onun bu vazifeyi kabûl etmesine
kadar ısrâr edilmesi husûsunda, halîfeden kat'î tâlimât almışlardı. Isrâr çok
olunca, Ebû İshâk, halîfeye bir mektup yazarak; "Kendini helâk etmen, sana kâfî
gelmedi mi? Hattâ kendinle berâber beni de mi helâk etmek istiyorsun?" dedi.
Halîfe buna çok üzüldü ve: "İşte âlimler böyle olmalıdır!Çok şükür, zamânımızda
kendisine kâdılık vazîfesi verilebilecek ve bundan yüz çeviren birisi var. O,
bunu istemedi ve biz de affettik." dedi.
Hocası Ebû Tayyîb et-Taberî'nin
1058 (H.450) senesinde vefâtından sonra, Ebû İshâk, Şâfiî mezhebinin fakîhleri
arasında bir sabah yıldızı gibi parlamaya başladı. Bâb-ı Merâtıb'daki mescidinde
ders vermeye başladı. Nihâyet, ilmi ve âlimleri çok seven ve Ebû İshâk'a ayrı
bir sevgisi olan Nizâm-ül-mülk, onun ders okutması içinBağdât'ta bir medrese
inşâ ettirdi. Medresenin inşâatına 1065 (H.457) senesinde başlandı ve 1067
(H.459) senesinde tedrisâta açıldı. Vezir Nizâm-ül-mülk, medreseyi inşâ edip
müderrisliğini ona teklif edince, çekinerek kabûl etti. Bunun üzerine Nizâmiye
Medresesini ilk defâ tedrisâta açmak için ilk müderris olarak onun tâyini
yapıldı. Vefâtına kadar ders verip, ilme çok hizmet etti ve çok talebe
yetiştirdi.
Bir gün Nizâm-ül-mülk,
kendisinin yaptığı hayır ve hasenâtı, insanlara ikrâm ve iyiliklerini,
günahlardan sakınmasını, Allahü teâlânın emirlerine yapışmasını anlatıp, yüksek
âlimlerden, yaptıklarının İslâmiyete uygunluğu hakkında fetvâ istedi. Bütün
âlimler cevâbında; "Bu yapılanların hepsi doğrudur. Cennet'e girmenize
vesîledir." diye yazıp, onun hakkındaki iyi düşüncelerini bildirdiler. Nizâm-ül-mülk,
âlimlerin kendisi hakkındaki şâhitliğini görüp yazılarını okuyunca; "Bunlarla
benim kalbim rahat olmadı.Ancak, büyük âlim Ebû İshâk-ı Şîrâzî de bunu yazar ve
hakkımda diğer âlimler gibi şehâdette bulunursa, inanırım." dedi. Şeyh Ebû
İshâk'a başvurduklarında o da: "Hasan (yâni Nizâm-ül-mülk), zulüm mevkıinde
bulunanların hayırlısıdır." diye yazdı. Nizâm-ül-mülk, bu zâtın yazısını
okuyunca; "Şeyh doğru söylemiştir. Doğru cevap, işte budur!" dedi. Nizâm-ül-mülk
vefât edeceği zaman vasiyet edip, Ebû İshâk'ın fetvâsının sûretinin kefenine
bağlanmasını istedi. Bu isteği yerine getirildi. Sonra sâlih bir zât rüyâsında
Nizâm-ül-mülk'ü görüp hâlini sordu. O da cevâbında: "Allahü teâlâ bütün
günahlarımı bağışladı ve: "Bu ihsânımız, senin hakkında Ebû İshâk'ın, hayırlı
diye yazmasındandır." buyurdu" dedi.
Ebû İshâk-ı Şîrâzî'nin
ilmi, menkıbeleri ve yüksek hâlleri sayılamıyacak kadar çoktur. Zamânının büyük
âlimleri ile birçok ilmî münâzaraları
olmuştur. İmâm-ül-Haremeyn Ebü'l-Me'âlî el-Cüveynî ile olan münâzaraları
Tabakât-ı Şâfiiyye kitabında yazılıdır. Onun talebeleri ve kendisi ile
arkadaşlık yapıp yetişenler oldu. Onlardan kadılık, müftîlik ve hatîblik
vazifesine tâyin edilenler çoktu. Haydar bin Mahmûd bin Haydar eş-Şîrâzî
anlatıyor: Şeyh Ebû İshâk'tan işittim. Diyordu ki; "Horasan taraflarına
gitmiştim. Uğradığım her beldenin ve her köyün, ya kadısının veya müftîsinin
yahut da hatîbinin talebelerimden veya ilim arkadaşlarımdan olduğunu gördüm."
Ebû İshâk-ı Şîrâzî'nin,
ibâdetinin çokluğunu, secdelerde yüzünün renginin değişmesini kimse inkâr
edemezdi. Bütün gecesini ibâdetle, Kur'ân-ı kerîm okumakla geçirirdi. Nitekim
Müzehheb kitâbının her faslını tamamladığı zaman iki rekat namaz kılardı.
Zühdü, dünyâya hiç kıymet vermemesi o kadar çoktu ki, bir gün mescidde unuttuğu
ve kendisinin de o günkü nafakası olan bir dinârı (4.8 gr altını), geri
döndüğünde yerinde bulduğu hâlde, belki başkasınındır diye düşünüp, almaktan
vazgeçti. Bu zühd ve verâ, onun zamânında başka birisinde görülmedi. Sanki o,
zamânındaki bütün insanların zühdünü kendinde toplamış, bu zühd onun süsü
olmuştu.
Ebû İshâk'ın bedeni zayıf
ve ince idi. Kuvvetli bir hâfızaya sâhib olup, zekî bir kimseydi. Ders okumak ve
ilim tahsil etmek için çok gayret ediyordu. Yemeği ve elbisesi azdı. Aza kanâat
eder ve fakirliğe sabrederdi. Kâdı Ebü'l-Abbâs el-Cürcânî ve diğer arkadaşları
diyorlar ki: "Ebû İshâk-ı Şîrâzî, dünyâlık olarak hiçbir şeye sâhip değildi.
Hattâ o hâle geldi ki, bir günlük yiyeceğini ve giyeceğini bulamadığı zamanlar
olurdu."
Ebû Bekr Muhammed bin Ali
el-Bürûcirdî anlatıyor: "Bir gün Ebû İshâk, talebelerinden birine: "Bana üzüm ve
hurma pekmezi satın alman husûsunda seni vekil ettim." dedi. O da gidip, fâsid
bir alış-verişte bulundu. Ebû İshâk, böyle şüpheli satın alınan üzüm ve hurma
pekmezini yemedi."
Kâdı Ebû Bekr Muhammed bin
Abdülbâkî el-Ensârî anlatıyor: "Bir gün Ebû İshâk-ı Şîrâzî'ye birçok mesele
hakkında fetvâ sormaya gitmiştim. Onu yolda yürür görüp selâm verdim. Ekmek
satan bir dükkâna girdi. Ondan kalemini istedi. O hâlde iken, suâlimin cevâbını
hemen cebinde taşıdığı mürekkeb ile yazıp, istediğim fetvâyı bana verdi."
Ebû İshâk-ı Şîrâzî, fakir
bir kimse olup, Nizâmiyye Medresesinde ders vermeye başlamasından sonra da
durumu değişmedi. Talebelerini çok severdi ve "Benden bir mesele okuyan kimse,
benim evlâdım sayılır." derdi. Fakirliği sebebiyle hacca da gitmemişti. Nizâm-ül-mülk'e
yakın olmasına rağmen maddî bakımdan hâlinde bir değişiklik olmadı. Mala, paraya
hiç düşkün değildi. El-Mâhânî diyor ki: "Onun bir yiyecek ve binek almaya
yetecek kadar malı yoktu. Fakat isteseydi, onu el üstünde taşırlardı."
Ebü'l-Hasan-ı Hemedânî anlatıyor: "Ebû İshâk-ı Şîrâzî'nin şöhreti o kadar çok
yayılmıştı ki, gittiği her yerde ve girdiği her şehirde, şehrin bütün insanları
ve çocukları onu karşılamağa çıkarlardı. Kaldığı yerlerde, içinde olduğu
mahfelin direklerine ellerini sürerler, nâlınlarının ve ayakkabılarının toprak
ve tozunu alır, şifâ ve bereketlenmek için saklarlardı. Sanat sâhipleri,
metâlarını, âlet ve edevâtını ayaklarının tozuna sürerlerdi."
Ebû İshâk hazretlerinin
gittiği beldelerde, ona arkadaşlık yapıp, ilminden istifâde eden birçok âlim
olmuştur. Bunlardan Fahr-ül-islâm eş-Şâşî,
Umde adlı eserin sâhibi Hüseyin bin Ali et-Taberî, İbn-i Beyân el-Meyâncî,
Ebû Muâz, el-Bendelînî, Ebû Sa'leb el-Vâsıtî, Abdülmelik eş-Şâbürhuvâstî, Ebü'l-Hasan
el-Âmidî, Ebü'l-Kâsım ez-Zencânî, Ebû Ali el-Fârikî, Ebü'l-Abbâs bin er-Rutâbî
gibi birçok âlim ondan istifâde ettiler.
Ebû Bekr eş-Şâşî diyor ki:
"Şeyh Ebû İshâk, asrının âlimlerine, Allahü teâlânın bir hucceti, senedi idi."
Ebû İshâk hazretleri, çok
talebe yetiştirdi. Bunlardan bâzısının isimleri "Tabakât" kitaplarında
sayılmaktadır. Zâten Nizâm-ül-mülk, Şâfiî mezhebinin yayılması ve bunu da Ebû
İshâk-ı Şîrâzî'nin yapmasını isteyerek, Nizâmiyye Medresesini yaptırmış ve
böylece binlerce talebeyi yetiştirmiştir. Çok kısa bir zamânının dışında,
vefâtına kadar bu medresede hep talebe okutmuştur. Daha önce Bâb-ı Merâtıb'daki
mescidinde yüzlerce talebe yetiştirmişti.
Ebû İshâk hazretleri,
1083 (H.476) senesinde Bağdât'ta Ebü'l-Muzaffer bin Reis-ür-Rüesâ'nın evinde
vefât etti. Cenâzesini Ebü'l-Vefâ bin Ukayl el-Hanbelî yıkadı. Namazını
Bâb-ül-Firdevs'te Ebü'l-Feth Muzaffer bin Reis-ür-Rüesâ kıldırdı. Bâb-ı İbrâz'da
defnedildi. Vezir Tâc-ül-mülk, onun için bir türbe ve yanında bir medrese
yaptırdı.
Ebû Ali Makdîsî diyor ki,
"Ebû İshâk-ı Şîrâzî'nin vefâtından sonra onu rüyâmda gördüm ve; "Allahü teâlâ
sana nasıl muâmele etti?" diye sordum. Cevâbında; "Bu Nizâmiyye Medresesi
hakkında soruldum. Eğer bu medresenin yapılma maksadına riâyet etmeyip, orada
ders vermeseydim, elbette helâk olanlardan olurdum." dedi.
Ebû İshâk Şîrâzî vefât
ettikten sonra rüyâda beyaz elbiseler içinde ve başında tac olduğu halde
görüldü. "Bu beyaz elbiseler nedir?" diye sorulunca o; "Bunlar Allahü teâlânın
emirlerine itâatın şerefi." dedi. Bu tâc nedir?" diye sorulunca; "Bu da ilmin
izzeti." dedi.
Ebû İshâk hazretleri çok
eser yazmıştır. Bunlardan başlıcalarının isimleri şunlardır:
1) El-Mühezzeb fil-Müzehheb:
Keşf-üz-Zünûn'da El-Mühezzeb fil-Fürû adı ile bildirilmektedir.
Fıkıh ilmine âit büyük bir eserdir. Eserini 1063 (H.455) senesinde
yazmaya başlamış ve 1076 (H. 469) senesinde tamamlamıştı. Bu, kıymeti yüksek
olan bir eserdir. Şâfiî fakîhleri, ona çok önem verip şerh ettiler. Ebû İshâk,
bundan çok hoşlanırdı. Hattâ kendisi bu kitap hakkında buyurdu ki: "Hazırladığım
bu kitap, şâyet Resûlullah efendimize arz edilmiş olsaydı; "Bu, benim ümmetime
emrettiğim dînin tâ kendisidir." buyururdu."
2) Et-Tenbîh fil-Fıkh:
Keşf-üz-Zünûn'da Et-Tenbîh fî Fürû-ış-Şâfiiyye ismi
ile
zikredilmektedir. Bu eser, Şâfiîler arasında çok okunan beş kitaptan birisidir.
3) En-Nüket fil-Hılâf:
Keşf-üz-Zünûn'da En-Nüket fî İlm-il-Cedel adı ile
zikredilmektedir.
4) Et-Tebsıra:
İbn-i Hıllıgân bunun cedel ilmi hakkında; Keşf-üz-Zünûn sâhibi de, usûl-i fıkıh
ilmi hakkında olduğunu bildirmektedir. İbn-i Cinnî, ona şerh yaptı.
5)
El-Maûne fil-Cedel.
6)
Et-Telhîs: İbn-i Hıllıgân, cedel ilmi hakkında olduğunu bildirmektedir.
7)
El-Lum'a fî Usûl-il-fıkh.
8)
Şerh-ül-Lum'a fî Usûl-il-Fıkh.
9) Nushu
Ehl-il-İlm.
10)
Tabakât-ül-Fukahâ.
KAYNAKLAR
1) Tabakât-üş-Şâfiiyye;
c.4, s.215-262
2)
Vefeyât-ül-A'yân; c.1, s.29
3) Tabakât-ül-Fukahâ li-Ebî
İshâk (Mukaddime)
4)
Miftâh-üs-Se'âde; c.2, s.319-320
5) Şezerât-üz-Zeheb; c.3,
s.349
6)
El-Bidâye ven-Nihâye; c.12, s.124
7)
Tehzîb-ül-Esmâ vel-Lüga; c.2, s.172
8)
Mu'cem-ül-Müellifîn; c.1, s.68
9)
Mir'ât-üz-Zeman fî Târih-il-A'yân; s.135, 186 (1968 Ankara)
10) İslâm Âlimleri
Ansiklopedisi; c.5, s.23
11)
Brockelmann; Sup:1, s.669
|
|