EBÛ MİDYEN MAĞRİBÎ
Kuzey Afrika'da yetişen
büyük velîlerden ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimlerinden. On ikinci asırda yaşadı.
İsmi, Şuayb bin Hasan (Hüseyin veya Sinan) olup, künyesi Ebû Midyen'dir. Mağribî
nisbesiyle ve Şeyhu'l-Meşâyih lakabıyla meşhur olmuştur. Bugün İspanya'da
bulunan Sevilla(İşbiliyye) şehri civârındaki Katniyon kasabasında doğdu. Doğum
târihi bilinmemektedir. 1197 (H.594) senesinde Cezâyir şehirlerinden Tlemsan
yakınındaki Ribâtu'l-Ubbâd kasabasında vefât etti. Kabri orada olup ziyâret
edilmektedir. Vefâtı için 1184 (H.580) ile 1193 (H.590) ve başka târihleri
bildiren KAYNAKLAR da vardır.
Küçük yaştan îtibâren
zârûrî olan temel îmân ve ibâdet bilgilerini öğrenen ve Kur'ân-ı kerîmi
ezberleyen Ebû Midyen Mağribî, dokumacılık sanatını öğrendi. Bir müddet bu sanat
ile meşgul oldu. Fakat ilme ve âlimlere karşı aşırı sevgisinden, bu yola girmeyi
arzu etti. Fakir bir âileye mensûb olması sebebiyle bâzı maddî engellerle
karşılaştı. Fakat ilim yolunda hiçbir engeli dinlemeyen ve memleketini terk eden
Ebû Midyen, adlarını ve şöhretlerini duyduğu müderrislerden ilim öğrenmek üzere
Fas'a gitti. Murâbıtlar Hânedânının sonunda veya Muvahhidler Hânedânının ilk
zamanlarında Fas'a giden Ebû Midyen Mağribî, buranın ileri gelen âlimlerinden
aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti.
İlim öğrenmeye başladığı
zamanlarda başından geçen hâdiseleri şöyle anlattı:
"Talebeliğimin ilk günlerinde, Fas hâricinde rahatça ibâdet edebileceğim boş bir
yer bulmak için ayrıldım. İbâdet için boş bir yer buldum. Orada yerleştim. Bir
ceylan gelip bana sığındı. Onunla yakınlık kurdum. Ayrıca, Fas'a bitişik bir
köyün köpekleri de etrâfımda dolaşıp beni korurlardı. Artık orada ikâmet
ediyordum. Bir gün Fas'ta, Endülüs'ten tanıdığım bir kimse ile karşılaştım. Onun
yardıma ihtiyâcı vardı. İmdâdına yetişmek îcab ettiğini düşünerek, elbisemi on
dirheme sattım. Parayı o kimseye vermek üzere gittiğimde, kendisini bulamadım.
Yolumun üzerinde bulunan köyden geçerken, her zaman etrâfımda dolanıp beni
korumak isteyen köpekler, bu defâ bana saldırdılar. Geçmeme izin vermiyorlardı.
Zorlukla kurtulup, yalnız kaldığım yere ulaştım. Ceylan geldi, eskisi gibi bana
yaklaşıp beni koklamadı. Kendisine yaklaşmak istediğimde benden uzaklaştı. Beni
hoş görmedi. Huysuzlaşıyor, yerinde duramıyordu. Bu ceylanın ve köpeklerin niçin
böyle davrandıklarını düşünmeye başladım. Nihâyet cebimdeki on dirhemden
olduğunu anladım. Sonra Fas'a geri giderek, tanıdığım Endülüslüyü bulup on
dirhemi ona verdim. Aynı köyden geçerken, köyün köpekleri bu sefer çıkıp
etrafımda dolaşmaya, bana yaklaşmaya başladılar. Yalnız kaldığım yere gelince,
ceylan da eskisi gibi yakınlık gösterdi. Önümde hareket ediyor, sanki seviniyor
gibi hareketler yapıyordu. Epey müddet orada kaldım. Bir zaman sonra büyük âlim
ve velî Ebû Ya'zî hazretlerinin haberleri, sözleri, kerâmetleri, dilden dile
nakledilerek bana kadar gelince, kalbim ona karşı muhabbetle doldu. Bâzı
kimseler ile berâber kendisine gittik. Bizi karşıladı. Yanında ders okumaya
başladık ve çok istifâde ettik.
Ebû Ya'zî hazretlerinin
sohbetlerinde ve ilim meclislerinde bulunan Ebû Midyen Mağribî, zâhirî ilimlerde
yüksek dereceye ulaştı. Bilhassa hadîs, tefsîr ilimlerinde ihtisas sâhibi oldu.
Ayrıca tasavvuf yolunda da ilerledi.
Hocası Ebû Ya'zî
hazretleri Ebû Midyen Mağribî'yi çok sever ve fazlası ile yakınlık gösterirdi.
Talebeleri arasında ona ayrıca iltifat gösterip diğer talebelerinden üstün
tutardı.
Ebû Ya'zî hazretlerinin
hizmetinde olgunlaşıp kemâle gelen Ebû Midyen Mağribî, ondan izin alarak hacca
gitmek istedi. Hocası ona izin verdi ve; "Yolunun üzerinde bir arslan ile
karşılaşırsan ondan korkma! Şâyet korkacak olursan ona, Ehl-i beyt-i Resûl
hürmetine yolumdan çekil, de!"buyurdu. Hocasının huzûrundan "Peki." deyip
ayrılan Ebû Midyen Mağribî, yolda hocasının dediği gibi arslanla karşılaştı.
Kendisine tavsiye edilenleri yapınca, arslan ona zarar vermedi.
Ebû Midyen hazretleri hac
yolculuğu sırasında birçok yerlere uğrayıp âlimler ile görüştü. Harem-i şerîfte
Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri ile karşılaştı ve sohbetlerinde bulundu.
Kendisinden çok hadîs-i şerîf ve tasavvufun inceliklerini dinledi. Abdülkâdir-i
Geylânî rahmetullahi aleyh kendisine sûfîlik hırkası giydirdi. Onun yanında nice
nûr ve sırlara kavuştu.Ebû Midyen Mağribî, Abdülkâdir-i Geylânî'nin sohbetinde
bulunmakla iftihâr eder ve onu, kendilerinden ilim öğrendiği hocalarının en
büyüklerinden sayardı.
Tasavvuf yolunda ilerleyen Ebû Midyen Mağribî hazretleri, kutubluk ve gavslık
makamlarına ulaştı. Hac vazîfesini yerine getirip sevgili Peygamberimizin kabr-i
şerîfini ziyâret ettikten sonra Kuzey Afrika'ya dönüp Becâye şehrine yerleşti.
Dünyâdan ve içinde bulunanlardan tamâmen yüz çevirip zühd hayâtı yaşadı.
İnsanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatıp, talebe yetiştirmeye
başladı. İnsanlar derslerinde bulunup, sohbetlerinden istifâde etmek için onun
etrâfında toplandılar.
Husûsî derslerinde
talebelerine daha ziyâde İmâm-ı Tirmizî hazretlerinin
Câmî isimli meşhûr eserindeki hadîs-i şerîfleri ile İmâm-ı Gazâlî
hazretlerinin İhyâu Ulûmiddîn adlı eserini okuttu. Mâlikî mezhebinin
fıkıh bilgilerinde ziyâdesiyle bilgi sâhibi olduğu için, kendisine sorulan
suâllere cevap verirdi.
Ebû Midyen Mağribî'nin
şöhreti her tarafta duyulup insanlar akın akın onun sohbetine koştular. Herkes,
ona talebe olmak için can attı. Zamanın âlimleri ve evliyâsı onun şerefini ve
yüksek mertebesini kabûl ettiler. İnce, kibâr ve zarîf bir zât olan Ebû Midyen
Mağribî hakkında; "Doğudaki evliyânın reisi Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî ve
batıdakilerin reisi de Ebû Midyen Mağribî'dir." diye medholundu.
Ebû Midyen Mağribî
hazretlerinden Muhyiddîn-i Arabî ve başka birçok büyük zâtlar ilim
öğrenmişlerdir. Haram ve şüphelilerden çok sakınırdı. Büyüklüğü herkes
tarafından bilinir, her taraftan insanlar akın akın sohbetine gelirlerdi. Herkes
kendisine talebe olmak isterdi. Bütün veliler onun şerefini ve yüksek
mertebesini kabûl etmişlerdi. Yanına gelenler, huzûrunda edeple durur,
konuşmasını dinlerlerdi. Mütevâzi, zâhid ve verâ sâhibiydi.
O, sözleri kalplere tesir
eden fazîlet sâhibi, hakîkî âlimlerin büyüklerindendir. Allahü teâlâyı tanıyan
evliyânın imâmı ve üstünü olmakla bilinir. Evliyâdan bir zât, rüyâsında bir
kimse gördü. O kimse evliyâdan olan bu zâta dedi ki: "Ebû Midyen'e şöyle söyle:
İlmi yay! Yarın yüksek kimselerle birlikte bulun, kimseye aldırma! Sen
zürriyetlerin babası olan Âdem aleyhisselâmın durumundasın." Bu zât, ertesi gün
rüyâsını Ebû Midyen hazretlerine anlattı. Rüyâyı dinledikten sonra buyurdu ki:
"Ben buralardan ayrılıp, tenhâda yalnız kalmak, kendi başıma bulunmak
istiyordum. Her şeyden uzaklaşmak niyetindeydim. Senin bu rüyân ise, benim bu
niyetime mâni oluyor. Meclis kurup, insanlara ilim öğretmemi emrediyor. "Yarın
yüksek kimselerle berâber bulunacaksın." sözü, "Allahü teâlâyı zikredenlerin,
O'nun hatırlandığı, emirlerinin anlatıldığı yerin Cennet bahçelerine
benzetildiği." hadîs-i şerîfine işârettir. "Yüksek kimseler", Cennet ehlinin "İlliyyîn"
denilen yüksek tabakasına işârettir. "Zürriyetlerin babası olan Âdem
aleyhisselâmın durumundasın." sözü şuna işârettir ki, Âdem aleyhisselâma, nikâh
(izdivac) verildi ve nikâh yapması emrolundu. Fakat bu nikâhdan meydana gelecek
zürriyetin hepsinin mümin ve itâatkâr olması kuvveti ona verilmedi." İnsanları
hidâyete kavuşturmak kuvveti yalnız Allahü teâlâya mahsustur. İşte bunun gibi,
bize de ilim verildi ve onu yaymak, öğretmek emredildi. Fakat, bu ilim
öğrettiklerimizin hepsinin muvaffak olmaları, hepsinin bize tâbi olmaları
kudreti bize verilmedi."
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri,
Fütûhât-ı Mekkiyye isimli kıymetli eserinde şöyle anlatıyor: İnsanlardan
birçoğu, bereketlenmek için Ebû Midyen hazretlerine ellerini sürerlerdi ve
ellerini öperlerdi. Kendisine suâl edildi ki: "Efendim! Bu hal karşısında hiç
nefsinize bir düşünce gelir mi?" Cevâbında buyurdu ki: "Hacer-ül-Esved'e bu
zamâna kadar, nebîler, resûller ve velîler el sürüp, onu öptüler. Ona, onu taş
olmaktan çıkaracak bir düşünce gelir mi?" Gelmez. İşte ben de bu hükümdeyim.
Bana da öyle bir düşünce gelmez."
Ebû Midyen hazretlerinin
kalbi, her an Allahü teâlâ ile meşgul dü. Hayâtının son kelimesi; "Allah."
olmuştur. Kendisinden bir meselede fetvâ istense, ânında cevap verirdi.
İnsanlara İslâmiyetin doğru bilgilerini anlattığı bir vâz meclisi vardı.
İnsanlar etrâfında toplanıp vâz edeceği zaman, kuşlar üzerinde uçuşmaya
başlardı. Vâz başlayınca, kuşlar da durup dinlerlerdi.
Ebû Midyen hazretlerine
bir gün, Allahü teâlâya muhabbet ve O'ndan hayâ etmek husûsunda suâl edildi.
Cevâbında buyurdu ki: "O'nun evveli, Allahü teâlâyı devamlı zikretmek, her an
O'nu hatırlamak, ortası, zikredilene yakınlık, sonu ise O'ndan başka bir şeyi
görmemek, her görünen şeyde, o şeyi yaratan Allahü teâlânın büyüklüğünü
düşünmektir."
Yine bir gün kendisine; "Allahü
teâlânın emirlerine tam teslim olmanın alâmeti nedir?" diye suâl edildi.
Cevâbında; "Nefsi, Allahü teâlânın hükümlerinin îfâ edildiği meydana göndermek,
ona devamlı Rabbimizin râzı olduğu şeyleri yaptırmak, bu hususta çekeceği
elem ve sıkıntılarda ona şefkat göstermemektir." buyurdu.
Ebû Midyen Mağribî
hazretleri bir ara insanlardan uzaklaşıp evine kapandı. Bir yıl müddetle dışarı
çıkmadı. Yalnız Cumâ namazlarına çıktı. Halk onun ayrılığına dayanamayıp, kapısı
önüne yığıldı.Evden çıkıp, kendilerine nasihatte bulunmasını istediler. Sonunda
iknâ ettiler, dışarı çıktı. Evinin bahçesinde bir ağaç vardı. Üzerine serçe
kuşları konmuştu. Kendisini görünce kaçtılar. Bu hâle çok üzüldü, hemen içeri
girip; "Eğer sizlere ders için faydalı olsaydım, bu kuşlar benden kaçmazdı."
buyurdu.
Bir yıl daha evinde kaldı.
Sonra halk yine toplandılar ve sohbetini tekrar istediler. Dışarı çıktı. Bu
sefer kuşların kendilerinden kaçmadıklarını gördü ve insanlarla konuşmaya
başladı. Öyle konuşmalar yapardı ki, kuşlar gelip önünde sevinerek kanat
çırparlardı. Hatta bir kısmı düşüp can verirdi. O konuşmaları dinleyen cemâatten
bâzıları, kendinden geçerek düşüp bayılırdı.
Bir sohbeti sırasında
buyurdu ki:
"İlim ganîmettir. Sükût
kurtuluştur. Halktan bir şey ummamak rahatlıktır. Zühd, dünyâya düşkün olmamak
âfiyettir. Bir göz açıp kapayacak kadar Allahü teâlâyı unutmak, O'nun verdiği
emânete hıyânettir."
"Almayı, vermekten daha tatlı gören, hal sâhibi olamaz."
"Fakirliğin kendine has bir nûru vardır ve onu gizlediği müddetçe durur. Açığa
vurunca, kaybolup gider."
"Allahü teâlânın
emirlerini yapıp, yasaklarından sakınmakla huzur bulmak, Cennet'tir. Bu halden
yüz çevirmek ateştir. Allahü teâlâya yakınlık, lezzettir. O'ndan ayrılmak, O'na
karşı yabancılık, ölümdür."
"Kalp, birçok tarafa
yönelebilir. Onu hangi tarafa yönlendirirsen, diğer tarafları kapalı kalır. Bir
kimse dünyâ ve âhiretin ikisine birden yönelemez. Bunlardan biri diğerine mâni
olur."
Ebû Midyen Mağribî ilimde
yüksek derece sâhibi olduğu gibi güzel ahlâk sâhibiydi. Güzel ahlâkla ilgili
olarak buyurdu ki:
"Fütüvvet, kulların iyiliklerini ve güzelliklerini görmek, gıybet ise onların
kötülüklerini görmektir.
"İnsanlarla birlikte bulunmakta güzel ahlâk, onlarla iyi geçinmektir. Âlimler
ile berâber olmakta güzel ahlâk, onlara ihtiyâcı olduğunu bilmek ve onları edebe
uygun olarak dinlemekle olur. Mârifet ehli ile bulunmakta güzel ahlâk, sükûn
üzere, ümitli ve sabırlı olarak beklemekle olur. Yüksek velî ile berâber olmakta
güzel ahlâk, kırıklık hâlinde bulunmakla olur."
Her işinde Allahü teâlânın
rızâsına kavuşmayı arzu eden Ebû Midyen Mağribî hazretleri, ihlâs sâhibi idi.
İhlâsla ilgili olarak buyurdu ki:
"İhlâsın alâmeti, her an Allahü teâlâyı müşâhede etmek, O'ndan başkasını hiç
hatırına getirmemektir."
"Kalbinde, kendisini
kötülükten koruyan bir kuvvet bulunmayan kimse, harâb olmuştur."
"Allahü teâlâ,
vicdanlardaki gizli sırlara, insanın her nefeste ve her haldeki hâline
muttalîdir, hepsini bilir. Hangi kalbi kendisine yönelmiş görürse, onu
felâketlerden, sıkıntılardan, sapıklıklardan ve fitnelerden muhâfaza eder."
Muhyiddîn-i Arabî,
Fütûhât-ı Mekkiyye kitâbında şöyle anlatıyor: "Büyük zâtlardan biri ile
uzak bir dağa gittik. Orada önümüze keskin bakışlı bir yılan çıktı. Arkadaşım
bana; "Ona selâm ver, selâmına mukâbele edecektir." dedi. Selâm
verdim. Selâmıma cevap verdi. Sonra bize; "Neredensiniz?" dedi. "Bicâye'deniz."
dedik. "Ora halkı ile Ebû Midyen'in arası nasıl?" dedi.Hakkında uygun olmayan
şeyler söyleyenler çıkıyor." dedik. Bu cevâbımıza şaştı ve; "Allah'a yemin olsun
ki, bu âdemoğullarına şaşıyorum. Yine Allah'a yemin ederek diyorum ki, Allahü
teâlâ, kullarından birine velâyet tâcını giydirsin de, sonra onu kötü gören
olsun. Böyle bir şey olacağını hiç sanmıyordum." dedi. "Ebû Midyen'i sana kim
tanıttı?" dedim. "Yâ, şaştınız mı? Sübhânallah... Acabâ yeryüzünde onu tanımayan
bir hayvan var mıdır? Allah'a yemin ederim ki, Allahü teâlâ bir kimseyi velî
yaparsa, kullarının kalbine de onun sevgisini verir. Bundan sonra onu kim
sevmezse, ya kâfirdir veya münâfıktır." dedi.
Ebû Midyen hazretleri, bir
defâsında namazda;
"Cennet'te kendilerine zencefil karıştırılmış Cennet şerbetinden dolu bir
bardak da içirilir." meâlindeki İnsan sûresi on yedinci âyetini okumuştu.
Namazdan sonra dudaklarını yalamaya başladı. Sebebini soranlara; "O şerbetten
bir bardak içtim. Tadından dudaklarımı yalıyorum." buyurdu.
Yine
bir defâsında namazda;
"Muhakkak ki iyiler, Na'îm Cennetindedirler. Fâcirler ise,Cehennem'dedirler."
meâlindeki İnfitâr sûresi on üç ve on dördüncü âyet-i kerîmelerini okudu.
Namazdan sonra; "Her iki kısımda olanların yerleri, Cennet ve Cehennem bana
gösterildi." buyurdu.
Evliyâdan birisi şeytana; "Ebû Midyen ile aran nasıldır?" diye sordu. Şeytan;
"Onun kalbine bir vesvese getiremem. Benim hâlim, okyanusa bevletmek gibidir.
Koskoca okyanus bununla kirlenmediği gibi, temiz durur. Ne zaman kalbine bir
vesvese verecek olsam, benim vesvesem yok olup, tesirsiz hâle geliyor."
Bir gün, bir sözüne îtirâz
için biri huzûruna geldi. Ebû Midyen hazretleri onu görünce; "Niçin geldin?"
diye sordu: Cevâbında: "Sizden istifâdeye geldim." "Koynunda ne var?" "Kur'ân-ı
kerîm var, efendim." "Kur'ân-ı kerîmi çıkar ve herhangi bir sayfasını aç! Kendi
düşünceni oradan
oku!" buyurdu. O şahıs, Kur'ân-ı kerîmden bir sayfa açtı ve Şuayb aleyhisselamın
kıssasında geçen; "Şuayb'ı yalanlayanlar, ziyân etmişlerdir." meâlindeki
Ârâf sûresi doksan ikinci âyetini okudu. Ebû Midyen hazretlerinin adı da Şuayb
idi. O kimseye hitâben; "Bu sana yetişir mi?" buyurdu. Gelen şahıs, suçunu
îtiraf edip tövbe etti ve hâlini düzeltti.
Abdülkâdir-i Geylânî hazretleriyle ve diğer evliyâ ile mânevî âlemde görüşür,
onların güzel hallerini insanlara anlatırdı.
Bir gün yakınları ile
otururken başını önüne eğmiş vaziyette duruyordu. Bu esnâda; "Allah'ım, ben de
onlardanım. Sen ve meleklerin şâhidim olun, duydum ve kabûl ettim." dedi. Bu
konuşmayla neyi kasdettiği sorulduğunda, buyurdu ki: "Şu anda Abdülkâdir-i
Geylânî hazretleri Bağdât'ta, benim iki ayağım bütün evliyânın boyunları
üzerindedir, buyurdu, onu kabûllendim." dedi. Kendisi Cezâyir'de idi. Târihini
tuttular, gerçekten aynı gün ve aynı saatte, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin
bu sözü söylediği tesbit edildi.
Talebelerinin ve sevenlerinin yaptıkları işleri ve hattâ düşündüklerini Allahü
teâlânın bildirmesiyle bilirdi.
Derslerine devâm eden talebelerinden birisi, bir gece hanımına çok hiddetlendi.
Onu boşamaya kat'î olarak karar verdi. Sabahleyin,
ders için hocasının meclisine geldiği zaman, Ebû Midyen hazretleri bu talebeye
hitâben; "Zevceni nikâhında tut! (Onu boşama) Allah'tan kork!"
meâlindeki Ahzâb sûresi otuz yedinci âyet-i kerîmeyi okudu. Talebe; "Vallahi ben
bu durumu hiç kimseye anlatmadım." dedi. Ebû Midyen hazretleri buyurdu ki:
"Mescide girdiğim zaman, sırtında bulunan hırkanın üzerinde bu âyet-i kerîmenin
yazılı olduğunu gördüm. Aranızdaki meseleyi ve senin niyetini böylece anlamış
oldum."
Bir gün deniz kenarında
abdest alıyordu. Yüzüğü denize düştü. "Yâ Rabbî! Yüzüğümü bir sebeb ile
göndermeni istiyorum." dedi. O anda denizden bir balık çıktı. Ağzında Ebû Midyen
hazretlerinin yüzüğü vardı. Yüzüğünü balığın ağzından alıp, Allahü teâlâya
şükretti.
Becâye'deki ilim talebeleri;
"Mümin ölünce, Cennet'in yarısı ona verilir." hadîs-i şerîfinde ihtilâf
edip, hadîs-i şerîfin görünüş mânâsına göre, iki mümin ölünce, Cennet'in bütünü
onların olur. Bu ise mümkün değildir. En iyisi gidelim, bu hadîs-i şerîfin
mânâsını Ebû Midyen hazretlerinden suâl edelim dediler. Nihâyet Ebû Midyen
hazretlerine geldiler. Ebû Midyen rahmetullahi aleyh o sırada talebelerine ders
veriyordu. Risâle-i Kuşeyrî'den anlatıyordu. Gelir gelmez, ne için
geldiklerini anlayıp; "Bundan murâd, kendiCennet'inin yarısı ona verilir,
kabrinde onunla nîmetlenmek ve sevinmek için, ona Cennet'le arasındaki perde
açılır. Diğer yarısı da kıyâmette verilir." buyurdu. Talebeler, Ebû Midyen
hazretlerinin bu kerâmetini görünce, ona olan muhabbet ve bağlılıkları daha da
artarak döndüler.
Evliyânın vasıflarını ve hallerini soran birisine buyurdu ki:
"Hâlis olarak evliyâlık
yolunda bulunmanın alâmeti, fakr hâli, yâni varlığını Allah yolunda
harcamaktır."
"Velî olduğu söylenen
kimse, dînin emir ve yasaklarına aykırı hareket ederse, ondan sakınmak
lâzımdır."
"Bütün evliyânın
kerâmetleri, efendimiz Muhammed aleyhisselâmın mûcizelerinin neticeleridir.
Bizim bu yolumuz da, O'nun sallallahü aleyhi ve sellem yoludur. Biz bu yolumuzu,
senetle, icâzetle, Ebû Ya'zî'den aldık. O da aynı şekilde, Cüneyd-i Bağdâdî'den,
o, Sırrî-yi Sekatî'den, o, Habîb-i Acemî'den, o, Hasan-ı Basrî'den, o, hazret-i
Ali'den aldı. O da Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve sellem, O da Cebrâil'den
(aleyhisselâm) ve o da, âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâdan aldı."
"Mukarreb odur ki, kendisine kalb-i selîm (küfür, dalâlet, günahlar ve sâir
âfetlerden temizlenmiş, ihlâs ile dolu olan kalp) verilen kimsedir. Öyle ki,
Allahü teâlâdan başka her şeyden kurtulmuştur. O kalp, Allahü teâlânın
rızâsından başka bir şey bulunmayan bir kaptır. İşte bu ve bunun gibi güzel
hasletlere sâhib olan zâta mukarreb denir."
Ebû Midyen Mağribî
hazretleri çeşitli sohbetleri sırasında buyurdu ki:
"Allahü teâlâ bana;
talebelerimin hepsine ve beni sevenlere çok hayırlar vereceğini vâdetti."
"Hatâsı olan kimsenin, bu
hatâsını üzülerek, kalbinin kırık, boynunun bükük olması, itâatkâr kimsenin,
itâatına güvenerek kendini kıymetli sanmasından, kırıcı hareket etmesinden
hayırlıdır."
"Hakîkî âlim, yol
gösterici zât; güzel ahlâkı ile sana doğru yolu gösteren, gidişâtı ile seni
kuvvetlendiren, nûrları ile senin bâtınını aydınlatan zâttır."
"Bir kimse halkı doğru
yola dâvet ettiği halde, kendisi bu yolda değilse, halkı fitneye düşürür."
"Normal insanların
bozulmasının alâmeti, âmirlerinin kendilerine zulmetmesiyle meydana çıkar. Büyük
zâtların, ileri gelen âlimlerin bozulmasının alâmeti de, dinde çeşitli
karışıklıkların ve fitnelerin ortaya çıkmasıdır."
"Kim dünyâyı (insanı
Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeyleri) istemekle meşgûl olursa, Allahü teâlâ onu
zillete mübtelâ kılar."
"Sâlihlerin hizmetinde
bulunan kimse yükselir. Allahü teâlânın, kendisini, sâlihlere hürmet etmekten
mahrûm ettiği kimse, insanlardan gelen sıkıntılara mübtelâ olur."
"Nefsini tanıyan kimse, insanların övmelerine aldırmaz."
"Nefs, ihlâs sâhibini
doğru yoldan kaydıramaz."
"Yaratılmış olan bir şeye, şehvet arzusu ile bakan kimse, o şeyden ibret alamaz
ve o şeyden faydalanamaz."
Ebû Midyen Mağribî
hazretlerinin pekçok kerâmeti görülmüştür. Bir gün deniz sâhilinde yürüyordu.
Bulunduğu şehri istilâ eden düşmanlar, onu esir alıp sâhildeki gemiye koydular.
Gemide pekçok müslüman esir vardı. Yakalayan kimseler, gemiyi hemen hareket
ettirmek istediler. Fakat bütün uğraşmalarına rağmen buna muvaffak olamadılar.
Müslüman esirler; "Son olarak getirdiğiniz o şahıs, Allahü teâlânın sevgili bir
kuludur. O, gemide olduğu müddetçe bu gemiyi hareket ettiremezsiniz." dediler.
Bunun üzerine Ebû Midyen hazretlerini serbest bıraktılar. Fakat o; "Gemideki
bütün müslüman esirler serbest bırakılmadıkça, dışarı çıkmam." dedi. Düşmanlar
baktılar başka çâre yok, bütün esirleri bıraktılar. Gemi de normal şekilde
hareket edip yoluna devâm etti.
Mağrib'de, müslümanlarla frenkler arasında harp çıkmıştı. Frenkler gâlip gelmek
üzere iken, Ebû Midyen kılıcını alıp, talebelerinden biri ile sahraya çıktı. Bir
kum tepesi üzerine oturdu. Uzaktan sahrayı dolduran domuzlar görüldü. Yakına
gelinceye kadar bekledi. Sonra kılıcını kaldırıp, başlarına vurmaya başladı. Pek
çoğunu öldürdü. Nihâyet, geri dönüp kaçtılar. "Bunlar nedir?" diyenlere;
"Frenklerdir. Allahü teâlâ onları mağlûb ve perişân etti." buyurdu. Bir zaman
sonra, düşmanın kırıldığı haberi geldi. İslâm askerleri gelip; "Eğer siz ön
safta olmasaydınız, mağlûb olmuştuk." dediler. Halbuki, Ebû Midyen hazretlerinin
bulunduğu yer ile harbin yapıldığı yer arasında bir aylıktan çok mesâfe vardı.
Ebû Midyen hazretleri
devlet ve siyâset işlerine karışmaz, kendi hâlinde yaşardı. Fitne ve fesat
durumu olursa, bulaşmamak îcâb ettiğini bildirir, böyle bir durum ile
karşılaşılması hâlinde nasıl davranılacağına işâretle; "Ne tanın, ne de tanı."
buyururdu.
Becâye'de ikâmet eden, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatarak
onların dünyâ ve âhirette kurtuluşa ermeleri için çırpınan Ebû Midyen
Mağribî'yi, fitneciler ve çekemeyenler rahat bırakmadılar. Şöhretinin her geçen
gün biraz daha arttığını, talebeleri ile sevenlerinin çoğaldığını gören
hasedciler, onu Merrâkeş'te bulunan Muvahhidî sultanı Ebû Yûsuf Yakub
el-Mansûr'a şikâyet ettiler. Sultan, Ebû Midyen Mağribî'nin sorgulanmak üzere
Merrâkeş'e gönderilmesini emretti. Sultânın emri üzerine Merrâkeş'e
götürülürken, Tlemsan yakınındaki Ribâtü'l-Ubbâd denilen yere gelince; "Bizim
sultanla işimiz yok. Bu gece müminleri ziyâret etmek isteriz." dedi. Bineğinden
indi. Yanında bulunanlara, vefât edince, Ribâtü'l-Ubbâd denilen yere
defnedilmesini vasiyet
etti. Kıbleye döndü. Sonra Kelime-i şehâdet getirdi. "İşte geldim, işte geldim."
dedi. Sonra da; "Rabbim sana acele geldim, tâ ki râzı olasın." meâlindeki
Tâhâ sûresi seksen dördüncü âyet-i kerîmesini okudu. Sonra; "Allah el-Hak" deyip
rûhunu teslim etti.
Onun vefâtını haber alan
Tlemsanlılardan büyük bir kalabalık cenâze namazında bulundu. Gerekli
hazırlıklar yapılıp cenâze namazı kılındıktan sonra vasiyeti üzerine Tlemsan
yakınındaki Ribâtü'l-Ubbâd denilen yerde defnedildi.
Bu büyük velîye aşırı ve
pek ziyâde sevgi gösteren Tlemsanlılar, onun defnedildiği Ribâtü'l-Ubbâd denilen
yerde yerleşmeye başladılar. Böylece Ribâtü'l-Ubbâd kasabası meydana geldi. O
zamandan sonra Tlemsan'ın pîri ve hâmisi olarak kabûl edilen Ebû Midyen
Mağribî'nin kabrinin üzerine türbe ve etrâfına medreseler yapıldı. Ebû Midyen
Mağribî'nin kabri üzerindeki türbe, Muvahhidî Sultânı Muhammed en-Nâsır'ın emri
üzerine yaptırıldı. Bilhassa Merînî sultanları Ebû Midyen Mağribî'nin türbesi
civârında câmi ve medreseler yaptırarak buranın tam bir ilim beldesi olmasına
çalıştı. Sonra gelen sultan ve emirler de gereken ihtimâmı gösterip, bu mübârek
zâtın feyz ve bereketinden, istifâde ettiler.
Ebû Midyen Mağribî
hazretlerinin Tlemsan yakınındaki Ribâtü'l-Ubbâd kasabasında bulunan kabri bugün
bütün müslümanlar tarafından ziyâret edilmektedir. Kabrini ziyâret edip kendisi
vesîle edilerek yapılan duânın kabûl edildiği çok tecrübe edilmiştir. Muhammed
el-Havârî bu hususta Tenbih adlı bir kitap yazmıştır.
Ebû
Midyen Mağribî hazretlerinin bâzı tasavvufî şiirlerinden başka,
El-Vasiyye ve El-Akîde adlı eserleri vardır. Bu kitaplar, Pâris
Millî Kütüphânesi Arapça yazmalar kısmı, 1230, 3410, 4585 numaralarda ve Cezâyir
Millî Kütüphânesi Arapça yazmaları Kısmı, No: 376, 599, 938, 1859 numaralarda
mevcuttur.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
İTÂATKÂR ARSLAN
Ebû Midyen hazretlerinin
en büyük talebelerinden olan Ebû Muhammed Abdürrezzâk diyor ki: Hocam bir
defâsında bir merkeb gördü. Bir arslan saldırmış, onu yiyordu; yarısını
bitirmişti. Sâhibi de uzaktan bakıyor, yanına yaklaşamıyordu. Bu hâli biraz
seyretti. Sonra merkeb sâhibinin yanına gitti. "Benimle gel." dedi. Birlikte
arslanın yanına gittiler. Sonra merkebin sâhibine baktı ve üzülmüş görünce; "Tut
şu arslanın kulağından al götür, merkebin yerine kullan." dedi. Adam; "Efendim!
Ben ondan korkarım." dedi."Korkma, sana bir şey yapamaz." buyurdu. Adam arslanın
kulağından tuttu, üzerine bindi, gitti. Bu hâli gören insanlar hayretle onlara
bakıyorlardı.
Bir zaman sonra o adam,
arslan ile birlikte Ebû Midyen hazretlerinin huzûruna gelerek; "Efendim! Bu
arslan ben nereye gidersem oraya gidiyor. Bana çok itâat ediyor, yanımdan
ayrılmıyor. Fakat ben, alışkın olmadığım için kendisinden çok korkuyorum. Onunla
birlikte olmaya tâkat getiremiyorum." dedi. Ebû Midyen rahmetullahi aleyh,
arslana; "Şimdi git! Bir daha dönme! Ne zaman âdemoğluna eziyet verirsen, onlar
da size musallat olurlar." buyurdu.
BENİM
HATÂLARIMDIR
Ebû Midyen Mağribî
hazretleri, vefâtından sonra rüyâda görülüp; "Allahü teâlâ sana ne muâmele
eyledi?" diye soruldu. Cevâbında buyurdu ki: "Allahü teâlâ beni huzûrunda
durdurup; "Yâ Şuayb! Sağındakiler nedir?" buyurdu. "Yâ Rabbî! Senin ihsânındır."
dedim. "Solundakiler nedir?" buyurdu. "Yâ Rabbî! Bunlar senin takdîrindir ve
benim hatâlarımdır. Affını dilerim." dedim. "İyiliklerini çok arttırdım,
hatâlarını da mağfiret ettim, sana ve seni sevenlere müjdeler olsun." buyurdu.
KAYNAKLAR
1)
Târifü'l-Halef bi-Ricâli's-Selef; c.2, s.180
2)
Câmiu Kerâmâti'l-Evliyâ; c.2, s.39
3)
Kalâidü'l-Cevâhir; s.108
4)
Tabakâtü'l-Kübrâ; c.1, s.154
5)
Tabakâtü'l-Evliyâ; s.437
6) Nefehâtü'l-Üns
Tercümesi; s.605
7)
El-Bustân fî Zikri'l-Evliyâ vel-Ulemâ bi Tlemsan; s.108
8)
El-A'lâm; c.3, s.166
9)
Brockelman; Gal.1, s.438, Sup.1, s.784
10) Neylü'l-İbtihâc;
s.107-112
|