EBÛ ALİ FÂRMEDÎ
Büyük
velîlerden. İnsanların îtikâd, amel, ibâdet ve ahlâk husûsunda doğruyu öğrenip
yapmaları ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaları için onlara rehberlik edip,
buna kavuşturan ve kendilerine tasavvuf yolunda silsile-i aliyye denilen meşhûr
velîlerden olup, bu âlimlerin yedincisidir. İsmi, Fadl bin Muhammed'dir. 1042
(H.433) senesinde doğdu. Horasan'da yaşadı. 1085 (H.478)'de vefât etti. Kabri,
Tûs yâni Meşhed şehrindedir.
Yaşadığı
devrin âlimleri arasında bir tâne idi. Zâhirî din ilimlerini, Ebü'l-Kâsım
Kuşeyrî hazretlerinden öğrendi. Ayrıca Ebû Abdullah Muhammed bin Muhammed Şîrâzî,
Ebû Mensûr Temîmî, Ebû Abdurrahmân Neylî, Ebû Osman Sâbûnî ve daha başka
âlimlerden de ilim tahsîl etti. Sözü, nasihatları pek tesirli idi. Selçuklu
Devletinin meşhur veziri Nizâm-ül-mülk ve zamânın devlet erkânı kendisine çok
hürmet ederdi.
Tasavvuf,
rûh ilimlerinin mütehassısı idi. Evliyânın meşhurlarından olan Ebû Saîd
Ebülhayr'dan da istifâde ederek feyz aldı. Hocası Ebü'l-Kâsım-ı Gürgânî, Ebû
Osman-ı Magribî'nin, bu da Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin talebesi olup,
herbirisi, insanlara doğru yolu göstermek için yetişmiş ve yetiştirebilen
âlimler idi.
Tasavvuf
ilminde yüksek derecelere kavuşması iki vâsıta ile olmuştur. Birisi Ebü'l-Kâsım
Gürgânî Tûsî vâsıtasıyla Kübreviyye yolundan, diğeri de Ebü'l-Hasan Harkânî
vâsıtasıyla olmuştur.
Ebû Ali
Fârmedî hazretleri, hem İmâm-ı Gazâlî, hem de Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin
hocası idi. Her ikisi de ondan istifâde ederek kemâle gelmiş, yüksek derecelere
kavuşmuştur.
Ebû Ali
Fârmedî hazretleri tasavvuf yoluna girişini şöyle anlatmıştır: "Gençliğimin ilk
yıllarında Nişâbur'da Sirâcân Medresesinde ilim öğreniyordum. Aradan bir müddet
geçti. Bir gün Şeyh Ebû Saîd Ebülhayr hazretlerinin Mihene'den Nişâbur'a
gelmekte olduğu haberini aldık. Halk arasında kerâmetleri meşhur idi. Nişâbur
halkı, âlimler ve ileri gelenlerin hepsi onun büyüklüğünü biliyor ve saygı
duyuyordu. Pek çok kimse karşılamaya çıktı. Aralarında ben de bulunuyordum.
Mübârek yüzünü görmek istiyordum. Kendisini görür görmez ona ve tasavvuf ehli
büyüklere karşı kalbimdeki muhabbet ve sevgi pek fazlalaştı. O gün sohbetini
dikkatle dinledim. Artık onun huzûrunda bulunup sohbetlerini dinleyenler arasına
katıldım. Beni tanımaz, bilmez sanıyordum. Bir gün medresemdeki odamda iken onu
görmek arzum çok arttı. Fakat o gün sohbet için belirlenen günlerden değildi.
Sabredeyim, dedim. Dayanamayıp dışarı çıktım. Dışarı çıkınca etrâfıma bakındım.
Ebû Saîd hazretleri yanında kalabalık bir cemâatle bir yere gitmekte olduğunu
gördüm. Yalnız başıma onları tâkib ettim. Bir yere dâvete gidiyorlarmış. Dâvet
edilen evin kapısına varıp içeri girdiler. Peşlerinden ben de girip bir köşeye
oturdum. Beni görmüyordu. Bir müddet kendi hallerinde meşgûl oldular. Ebû Saîd
hazretleri öyle bir hâle girdi ki, kendinden geçip üzerindeki abayı parçaladı.
Sonra üzerlerinden o hal geçti. Abayı çıkarıp yere bıraktı. Meclisde bulunanlar
yırtılmış abayı parçalara ayırıp dağıtması için Şeyh hazretlerinin önüne
bıraktılar. Bu parçalardan işlemeli bir kısım olan kolun yen kısmını ayırıp; "Ey
Ebû Ali Tûsî neredesin?" dedi. Ben kendi kendime beni tanımaz, bilmez, herhalde
talebelerinden, adı Ebû Ali olan birini çağırıyor diyerek cevap vermedim. İkinci
defâ çağırınca, yine cevap vermedim. Oradakiler bana; "Şeyh hazretleri seni
çağırıyor." dediler. Kalkıp huzûruna yaklaştım. Ayırdığı işlemeli elbise
parçasını bana verdi ve; "Sen bize bu elbise parçası gibi yakınsın." dedi.
Verdiği elbise parçasını alıp öptüm. Artık devamlı huzûrunda bulundum. Nûrlu
feyz ve bereketlere kavuştum. SonraEbû Saîd hazretleri Nişâbur'dan ayrıldı. Ben
Ebü'l-Kâsım Kuşeyrî'nin yanında kaldım. Bende hâsıl olan halleri ona
anlattığımda, bana; "Evlâdım, ilim öğrenmekle meşgul ol." diyordu. İki-üç sene
ilim öğrendim. İlimle meşgul oldum. Bir gün kalemimi mürekkep hokkasına batırıp
çıkardım. Bembeyaz çıktı. Üç defâ böyle batırıp çıkardım. Her defâsında mürekkeb
beyaz çıkıyordu. Bu hâli Ebü'l-Kâsım Kuşeyrî'ye anlattım. "Mâdemki kalem senin
elinden kaçıyor, sen de onu bırak." deyince, medreseden ayrılıp, dergâha geçtim.
Ebü'l-Kâsım Kuşeyrî'nin hizmetiyle meşgûl oldum."
Kendisi
anlatır: Bir gün bana bir hal olmuştu. Kendimden geçtim. Bu hal içinde sanki yok
ve fark edilmez oldum. Bu hâlimi hocama anlattım. "Ey Ebû Ali! Benim gönül
kuşum, buradan yukarısını bilemez." buyurdu. Ben de kendi kendime, beni bu
makamdan ileri götürecek bir mürşide, rehbere ihtiyâcım var, diye düşündüm.
Bunun üzerine bir müddet geçti. Gün geçtikçe bu hal artardı. Bu sırada Ebü'l-Kâsım
Gürgânî'nin ismini işitmiştim. Tûs şehrine hareket ettim. Evini bilmiyordum.
Şehre gelince sordum. Yerini târif ettiler, gittim. Talebelerinden bir cemâatle
mescidde oturuyorlardı. Ben de iki rekat namaz kılıp, önünde diz çöktüm. Şeyhin
başı önüne eğikti. Başını kaldırdı ve; "Gel ey Ebû Ali!" buyurdu. Vardım, selâm
verip oturdum. Mânevî hallerimi anlattım. "Evet... Başlangıcın mübârek olsun!
Henüz bir dereceye erişmişsin, ama terbiye görürsen, yüksek derecelere
kavuşacaksın." buyurunca, gönlümden; "Artık rehberim budur." dedim.
Ebü'l-Kâsım
Gürgânî hazretleri beni tasavvufta yetiştirmek üzere nefsimin terbiyesi için
çeşitli riyâzetler yâni nefsimin isteklerini yapmamamı emretti. Nihâyet arzu
edilen derecelere ulaştım. Sonra arkadaşlarımdan Ebû Bekir Abdullah ile beni
kardeş yaptı ve bizi berâberce Ebû Saîd hazretlerinin yanına Mihene'ye gönderdi.
Ebû Saîd hazretlerinin huzûruna varınca, bana bir parça bez verip duvarların
tozunu silmemi söyledi. Arkadaşım Ebû Bekir Abdullah'a da müsâfirlerin
ayakkabılarını düzeltme vazîfesini verdi. Üç gün bu hizmeti yaptım. Dördüncü gün
beni Ebü'l-Kâsım hazretlerinin yanına geri gönderdi. Sonra iki hocam da vefât
etti. Onların yerine sohbetleri ben yapmaya başladım. Talebelerim çoğaldı. İsmim
her tarafa yayıldı. Arkadaşım Şeyh Ebû Bekir Abdullah büyük bir zât olduğu halde
adı duyulmadı. O şöyle dedi: Şeyh Ebû Saîd onun için; "Ebû Ali bez ile duvarın
tozunu sil de, ömür boyunca söz bezi ile Allahü teâlânın kullarının gönül
duvarlarındaki mâsiyet, günah kirlerini silersin!" buyurdu. Bana da dervişlerin
ayakkabılarını düzeltmemi emretti. Ben de bu vazîfede kaldım. Kimse beni
tanımadı, ismimi anmadı."
Ebû Ali
Fârmedî hazretleri, bu hocalarından sonra zamânındaki evliyânın en
meşhurlarından ve büyüklerinden olan Ebü'l-Hasan Harkânî hazretlerinin
sohbetlerinde daha yüksek derecelere kavuşmuş, kemâl mertebelerine ulaşmıştır.
Bunu şöyle ifâde etmiştir:
"Kalbimde
hâsıl olan aşk ve şevk ziyâdesiyle artmıştı. Bu arzumun çokluğu sebebiyle, Ebü'l-Hasan-ı
Harkânî hazretlerinin sohbetine kavuştum. Hizmetinde bulundum. Nihâyetsiz
feyzlere, mânevî zevklere eriştim."
Ebû Ali
Fârmedî zamânında evliyânın önderi ve hidâyet güneşiydi. Nizâm-ül-Mülk'ün
makâmına gelince, büyük vezir derin bir hürmetle ayağa kalkar, onu kendi
makâmına oturturdu. Halbuki, başkaları geldiği zaman, sâdece ayağa kalkar,
yerini terketmezdi. "Neden böyle yapıyorsun?" diye sorduklarında; "Ebû Ali
Fârmedî hazretleri benim yüzüme karşı kusurlarımı söylüyor, yaptığım yanlış
işleri, haksızlıkları açıklayıp beni îkâz ediyor. Diğerleri ise, beni yüzüme
karşı övüyorlar. Bu yüzden nefsim gururlanıyor. Ebû Ali Fârmedî hazretlerinin
yermesi, benim için daha hayırlı olduğundan, ona daha çok hürmet ediyorum."
derdi.
Ebû Ali
Fârmedî buyurdu ki: "Talebenin hocasına karşı dili ile saygılı olması gerektiği
gibi, söylediğini kalbinden de reddetmemelidir." Bununla ilgili şu rüyâsını
anlatır: Hocam Ebü'l-Kâsım Gürgânî'ye bir rüyâmı anlattım ve ona; "Sizin bana
rüyâmda şöyle şöyle dediğinizi gördüm ve niçin böyle yaptığınızı sordum." dedim.
Hocam, bunun üzerine bir ay benimle konuşmadı ve; "Eğer içinde benim
söylediklerimi reddetmek duygusu ve cevâb almak arzusu olmasa, rüyânda bana bu
şekilde sormazdın." dedi.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
BİR KOVA SU İLE
Ebû Ali
Fârmedî hazretleri anlatır: Bir gün hocam Ebü'l-Kâsım Kuşeyrî hamamda gusül
abdesti alıyordu. Sormadan ve istemedikleri halde, kuyudan bir kova su çıkarıp
hamamın havuzuna boşalttım. O anda hakîkaten bu mikdâr suya olan ihtiyaçlarını
bilmiyordum. Sonra öğrendim. Hamamdan çıkınca; "Hamamın havuzuna su boşaltan
kimdi?" diye sordu. Niçin yaptın? diyeceğinden korktum. Şaşırdım. Nihâyet; "Ben
idim." dedim. "Ey Ebû Ali! Ebü'l-Kâsım'ın yetmiş senede elde ettiği dereceleri,
sen bir kova su ile kazandın. Allah senden râzı olsun." buyurdu. Bir müddet daha
hocamın huzûrunda bulunarak, nefsimin terbiyesi ile meşgûl oldum. Birçok
mârifetlere kavuştum.
ZAHMET ETMİŞSİN
Ebû Ali
Fârmedî hazretleri şöyle anlatmıştır: "Bir defâsında bir yolculuğumuz sırasında
bir dağa yaklaşmıştık. Bu sırada önümüze çok büyük bir yılan çıktı. Hepimiz
korktuk ve kaçıştık. Ebû Saîd hazretleri de orada idi. Atından inip o koca
yılana yaklaştı. Ben Şeyh hazretlerinin yanında idim. Yılan onun önünde başını
yerlere sürerek saygı gösterir gibi hareketler yaptı. Ebû Saîd hazretleri yılana
hitâb ederek; "Zahmet etmişsin" dedi. Sonra yılan dağa doğru uzaklaşıp gitti. Bu
hâdise üzerine Ebû Saîd hazretlerine bu ne haldir, diye sorduk. Dedi ki: "Bu
dağda bulunduğum sırada birkaç yıl bu yılanla aynı yerde bulunduk. Bizim buradan
geçmekte olduğumuzu anlayınca gelip dostluğunu tâzeledi. Ahdin güzelliği
îmândandır. Güzel huylu olana karşı her şey güzel huylu olur. Nitekim İbrâhim
aleyhisselâm güzel huylu idi. Ateş de ona güzel huylu oldu. Onu yakmadı."
KAYNAKLAR
1) Nefehât-ül-Üns, s.402
2) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (48. Baskı) s.1051
3) Rehber Ansiklopedisi; c.4, s.304
4) Tabakât-üş-Şâfiiyye; c.5, s.304
5) Şezerât-üz-Zeheb; c.3, s.355
6) El-İber; c.3, s.288
7) El-Lübâb; c.2, s.191
8) Reşehât (Arabî); s.16
9) El-Ensâb; s.316
10) Hadâik-ül-Verdiyye; s.106
11) Behcet-üs-Seniyye; s.13
12) İrgâm-ül-Merîd; s.48
13) Umdet-ül-Makâmât; s.52
14) Makamât-ı Ebû Saîd Ebü'l-Hayr; s.128, 196, 199
15) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.5, s.3
|