CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

1.   2.   3.   4.   5.   6.   7.   8.   9.   10.   11.   12.
     
 

DAYGAM BİN MÂLİK

Evliyâdan. İsmi, Daygam bin Mâlik'tir. Doğum, vefât yeri ve târihleri kesin olarak bilinmemektedir.

Çok iyi bir terbiye ile yetişti. Gönlü her zaman Allah sevgisi ile dolup taşardı. Annesi kendisi ile çok ilgilenirdi. Oğlunun Allah sevgisinden çeşme gibi akan göz yaşlarını gördükçe o da kendini tutamayıp ağlardı. Çok ibâdet ederdi.

Seyyâr bin Hâtem anlatır: Daygam'ın gece ve gündüzü ibâdetle geçer, çok duâ ederdi. Bir defâsında secde hâlinde; "Yâ Rabbî! Mahlûkâtın kalpleri senden nasıl döner?" diyordu. Kendisine bir hastalık geldiğinde gusül, boy abdesti alır evine kapanır, kapısını kilitler ve; "Yâ Rabbî! Sana geldim." der, rükû ve secde ederdi. Daygam hazretlerinin günlük virdi, âdet ettiği ibâdeti dört yüz rekat namaz kılmaktı. Yaz ve kış bu ibâdetine devâm ederdi."

Abdullah bin Amr anlatır: "Sevdiğim bir arkadaş olan Amr bin Müslim'in yanına gittim. Mescidde ıslanan iki ayrı yer gösterdi. Biri onun hizâsında idi."Hayırdır inşâallah bu nedir?" dedim. O; "Vallahi bu, akşam ile yatsı arasında rükûda iken Daygam bin Mâlik'in akıttığı gözyaşlarının izleridir." dedi."

Ezher bin Mervan Rakkaşî anlatır: "Daygam, ibâdeti çok bir zât idi. Başkalarına hiç benzemezdi. Dâimâ üzüntülü görünürdü. Birisi annesine onun bu üzüntülü hâlinden sordu. Annesi ağladı ve; "Çağırıldığı şey (âhiret) için varsın üzülsün. Hazret-i Hasan ve sevdikleri de üzüntülü gittiler." dedi."

Bir gün annesi, Daygam'a seslendi. O da; "Buyur anneciğim." diyerek yanına geldi. Annesi; "Allahü teâlâya yakın olman sebebiyle sevinçli misin?" dedi. Bunun üzerine Daygam, bir feryâd koparıp yere baygın düştü. Onun bu feryâdı gibi bir feryâd hiç duyulmamıştı. Annesi ağlayarak yanına oturdu ve; "Ey oğlum! Senin yanında Rabbinin işinden bir şey de sormaya gelmez oldu." dedi.

Yine bir gün annesi Daygam'a seslenmişti. O her zamanki edebini gösterip; "Buyur anneciğim!" dedi. Annesi ona; "Ölümü seviyor musun?" diye sordu. Daygam; "Evet anneciğim!" dedi. Annesi; "Niçin seversin?" diye sordu ve açıklamasını istedi. O da; "Allahü teâlânın yanında hayırlı olan şeyi ümid ediyorum." dedi. Ana-oğul ağlamaya başladılar. Ev halkı da onlarla birlikte ağladı.

Bir defâsında yine annesi; "Ey oğlum! Ölümü seviyor musun?" demişti. Daygam buna karşı; "Hayır Anneciğim!" dedi. Annesi buna hayret edip sebebini sordu. O da; "Ölüme hazır değilim." dedi. Bunun üzerine ana-oğul ağlamaya başladı.

Hakem bin Nuh, bir gün Daygam'ın oğluna şöyle anlattı: "Baban Daygam bin Mâlik ile bir gemide idik. Gece sabaha kadar ağladı, inledi. Sabah olunca biz; "Ey Mâlik! Gecen çok uzun sürdü." dedik. Yine ağladı. Sonra; "İnsanlar yarın başlarına gelecek şeyleri bilseler, hayattan ebedî lezzet almazlar. Vallahi şu gecenin şiddetli karanlık ve korkusu, bana âhireti ve oradaki işin zorluğunu hatırlattı. O gün bütün işler insanı üzer dedikten sonra, Lokman sûresi 33. âyet-i kerîmesini okudu. Meâlen "Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası için bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünyâ hayâtı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah'ın affına güvendirerek sizi kandırmasın."

 

KERÂMET VE MENKÎBELERİ

HOR VE HAKÎR OLUR

Mevlânâ Ebû Eyyûb anlatır: "Daygam bin Mâlik bir gün bana; "Ey Ebâ Eyyûb! Nefsinin düşmanlığından sakın. Ben insanların dünyâda üzüntülerinin bitmediğini gördüm. Allahü teâlâya yemin ederim ki, âhirette mümin sürûr, sevinç görmezse iki şeyle karşılaşır: Dünyâda iken yaptıklarına pişman olur. Bunu niye yaptım der. Diğeri âhirette hor ve hakir olur." dedi. Bunun üzerine ona; "Mümine âhirette sevinç neden olmasın, zîrâ o dünyâda, Allah'ı için yorulup didiniyor?" dedim. Bana; "Ey Ebû Eyyûb! Nasıl kabûl görsün nasıl selâmete ersin? Zîrâ nice kimseler işinin gücünün; îmân, ibâdet ve ihlâsının doğru olduğunu zanneder. Sonra da artık kurtuldum, der. Bunların yaptıkları işler, Allahü teâlânın rızâsına uygun olmadığı için, işleri âhirette yüzlerine vurulur." dedi."

 

KAYNAKLAR

1) Sıfât-üs-Safve; c.3, s.240-243