CELÂLEDDÎN EBÛ YEZİD PÜRÂNÎ
Meşhûr
velîlerden. Doğum târihi bilinmemektedir. 1457 (H.862) senesinde vefât etti.
Kabri Püran'dadır. Önce din ilimlerini öğrenip, bu hususta yetişti. Öğrendiği
din bilgilerine ve Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesine son derece bağlı
idi. Dînin emirlerine iyice bağlı olduğundan ve bütün gücüyle uyduğundan,
tasavvufta kemâle erip, üstün hâllere kavuştu. Zâhirüddîn Halvetî'nin
sohbetlerinde bulundu.
İnsanlarla
münâsebetinde ve yaşayışında dâimâ dînin koyduğu ölçülere uyardı. Vaktinin
çoğunu ibâdetle geçirirdi. Bunun dışında kalan vakitlerde müslümanların işlerini
görürdü. Her kimin bir sıkıntısı olsa, hemen yardımına koşar bu hususta büyük
bir gayretle işini görür, sıkıntıdan kurtararak duâsını alırdı. O işin
halledilmesi için her kime mürâcaat edilmesi gerekirse bunu yapar ve işi
halletmeye, müslüman kardeşini sıkıntıdan kurtarmaya çalışırdı. Nasîhatları ve
vâzları çok tesirli idi. İnsanlara dînin emirlerine uymaları ve
yasakladıklarından sakınmaları husûsunda çok nasîhat ederdi. Onun ağzından çıkan
sözler bilinse ve daha önce duyulmuş olsa da dinleyenlere o söylediği zaman
bambaşka bir tesiri vardı.
Tasavvufta
üveysî idi. Peygamber efendimizin rûhâniyetinden feyz alırdı. Kendisi şöyle
demiştir: "Her ne zaman bir zorlukla karşılaşsam veya bir sıkıntıya düşsem,
Peygamber efendimizin rûhâniyeti vâsıtasız olarak beni, sıkıntıdan kurtarır."
Evinden misâfir eksik olmazdı. Misâfirleri için nefis yemekler hazırlardı.
Halbuki bağından ve tarlasından az bir mahsul elde ederdi. Her ne zaman şehirden
kendisine misâfir olmak için yola çıkan olsa, bunu kerâmetiyle bilir, gelecek
olanların sayısına göre nefis yemekler hazırlatırdı.
Yiyeceğin
helâl olmasını ve şüpheli şeylerden sakınmak gerektiğini şöyle anlatmıştır: "Bir
gece mescidde Kur'ân-ı kerîmi hatmettik. Irmak kenarında bulunan Türklerden
biri, birkaç pişi ekmek getirip bana yemem için ısrar etti, yemin verdi. Ben de
bir ekmek alıp dörde böldüm, bu parçalardan birinden az bir miktar yedim. Bunu
yeyince feyz yolum bir müddet tıkandı."
Mevlânâ Câmî
şöyle anlatmıştır: Bir gün bir cemâatle Celâleddîn Ebû Yezîd Pürânî'yi ziyârete
gittik. O sıra üzüm zamânı idi. Bizi üzüm yememiz için bağına bıraktı. Kendisi
gitti. Biz bağı gezdik ve dilediğimiz şekilde üzüm yedik. Aramızdan biri birkaç
salkım üzümü götürmek için yanına aldı. Bir başkası üzümü alan kimseye götürmeye
izin vermemiştir, dedi. Bu sırada bir başka zât bu hususla ilgili olarak şöyle
anlattı: Bir zâta bir grup misâfir gelmişti. Misâfirlerden biri teberrüken
sofradan bir şeyi yanına almıştı. Hizmetçi sofrayı kaldırınca, o âlim hizmetçiye
niçin sofradan bir şeyin alınmasına mâni olmadın diye sorup, alınan şeyin tekrar
sofraya bırakılmasını istedi. Hizmetçi de o şeyi sofraya geri bırakmasını ricâ
edince, alan kimse bıraktı. Aramızdaki zât bunu anlattıktan sonra, Celâleddîn
Ebû Yezîd hazretleri yanımıza geldi. Bizi yanına çağırıp yemek yedirdi. Yemekten
sonra müsâde alıp gideceğimiz sırada kapının önüne durup; "Her kime bağa girmeye
izin verilmişse, bu izin, yemeye ve götürmeye izindir. O sofrasından alınanı
geri bıraktıran zât iyi etmemiştir. Şâyet baştan buna izin vermemiş ise, alınan
şeyi sonradan helal edip almaması iyi olurdu, dedi." Kerâmetiyle hâdiseye ve
konuşulanlara vâkıf oldu.
Bir
defâsında da yine bir grup misâfir onu ziyârete gitmişti. İçlerinden biri
hatırından şöyle geçirmişti: "Eğer bu zât evliyâ ve kerâmet sâhibi ise, bana bir
miktar kişniş verir. Evine vardıklarında o kimseyi çağırıp bir müddet
beklemesini söyledi. Evine girip bir miktar üzüm getirdi. Ona verip, kusura
bakma bizim bağlarımızda kişniş olmaz!" dedi.
Namaz
kılarken, kendinden geçer, bambaşka bir hâle girerdi. Yanında bulunanlar onun bu
hâline şaşıp kalırdı.
KAYNAKLAR
1) Sefînet-ül-Evliyâ; s.188
2) Nefehât-ül-Üns; s.569
3) Nesâyim-ül-Mehabbe; s.322
|