|
BURHÂNEDDÎN MUHAKKIK TİRMİZÎ
Anadolu
velîlerinden. Hazret-i Hüseyin'in torunlarından olup, seyyiddir. Kıymetli
düşünceler ve hoş hâller sâhibi olduğu için, Seyyid-i Sırdân denmekle meşhûr
olmuştur. Nisbesi Hüseynî'dir. 1165 (H.561) senesinde Tirmiz'de doğdu. İlk
tahsîlini babasının yanında yaptı. İlim öğrenme arzusunun fazlalığından dolayı
Belh'e giderek Sultân-ül-Ulemâ Behâeddîn Veled hazretlerine talebe oldu. On iki
yıl hocasının hizmetinde bulundu. Bu zaman zarfında bütün ilimleri öğrendi ve
mânevî yüksek derecelere kavuştu. Hocası, oğlu Mevlânâ Celâleddîn'in terbiyesini
ona havâle etti. Seyyid Burhâneddîn, Mevlânâ'nın lalası ve atabeği olmakla
meşhûr oldu. Daha sonra Allahü teâlânın aşkı ile uzun süre dağlarda tek başına
yaşadı. Nefsinin istek ve arzularını yapmamakla çok riyâzet çekti. On iki günde
bir yemek yerdi. Bir gün seher vakti gayb âleminden; "Bugünden îtibâren riyâzeti
bırak." diyen bir ses geldi. Bunun üzerine Seyyid Burhâneddîn; "Peygamber
efendimizi bütün insanlara gönderen Allahü teâlâya yemin ederim ki, cenâb-ı
Hakk'ın cemâlinin tecellîleri ile şereflenmeden mücâhedeyi bırakmam." dedi.
Allahü teâlâdan bütün isteklerine kavuştu. Bu sırada Sultân-ül-Ulemâ Behâeddîn
Veled, âilesiyle birlikte Anadolu'ya göç etti. Riyâzetini tamamlayıp, hocasını
ziyâret için Belh'e geldiğinde, onun Anadolu'ya hicret ettiğini öğrenince
Tirmiz'e yerleşti.
Seyyid
Burhâneddîn bir gün Tirmiz'de âlimler ile oturmuş sohbet ediyordu. Birden;
"Eyvâh! Üstâdım gitti. Âlimlerin sultanı efendim vefât etti. Bizi terkederek
bekâ âlemine göç eyledi." diyerek ağlamaya başladı. Hâlbuki, hocasının bulunduğu
yer ile kendisi arasında binlerce kilometrelik mesâfe vardı. Hocasının vefât
ettiğini kalp gözüyle anlamıştı. Hocasının vefâtından sonra, günlerini gâyet
mahzûn ve dertli olarak geçirdi. Bir gece rüyâsında hocasını gördü. Hocası ona;
"Burhâneddîn! Benim Celâleddîn Muhammed'imi nasıl yalnız bıraktın? Bu hâl,
lalalık ve atabeklik vazîfene yakışmaz." buyurdu. O da bu işâret üzerine;
"Hocamın oğlu Celâleddîn Muhammed yalnız kalmıştır ve beni beklemektedir.
Anadolu diyârına gitmek, onun hizmetinde bulunmak ve hocamın bana bıraktığı bu
ilmi ona teslim etmek bizzat bana farz olmuştur." diyerek yola çıktı.
Tirmiz'deki âlimler bu büyük velînin gitmesine çok üzüldüler. Bir sene
yolculuktan sonra Konya'ya gelebildi.
Mevlânâ da,
babasının vefâtından dolayı fevkalâde hüzünlü ve kederli olduğundan hem biraz
teselli bulmak ve hem de ilim tahsîlini devâm ettirebilmek niyetiyle Karaman'a
kayınpederinin yanına gitmişti. Mevlânâ'nın ilim öğrenmek husûsunda pek gayretli
olduğunu, daha çocuk iken büyük bir âlim ve velî olacağını anlayan Seyyid
Burhâneddîn, mübârek hocasının emri olduğu için, onunla berâber olmayı arzu
ediyordu. Mevlânâ'nın; ilim, irfân ve velîlik yolunda yükselip yetişmesi için,
Karaman'a mektup yazarak Konya'ya gelmesini istedi. Mevlânâ mektubu alınca,
merhum babasının bu çok kıymetli talebesinin kendisiyle meşgûl olmak, kendisini
yetiştirmek üzere Konya'da bulunmasına pek fazla sevinip derhâl yola çıktı.
Konya'ya geldi. Hemen Seyyid Burhâneddîn'i ziyâret etti. Birbirleriyle
kucaklaştılar. Sonra Mevlânâ Celâleddîn, lalası Seyyid Burhâneddîn'in sorduğu
bütün sorulara cevap verdi. Seyyid Burhâneddîn ona birçok iltifatta bulunduktan
sonra; "Din ve dünyâ ilimlerinde bir hayli ilerlemişsin. Fakat baban hem dünyâ
hem de âhiret ilimlerini tamamladı. Bundan sonra senin de tasavvuf ilmini
öğrenmeni istiyorum. Bu, peygamberlerin ve velîlerin ilmidir. Bu ilmi babandan
öğrendim. Sen de benden al da babanın hakîkî vârisi ol!" buyurdu.
Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî büyük bir aşk ve şevk ile bu yüksek zâtın derslerine devâm
etti. Seyyid Burhâneddîn hazretleri, hem mübârek hocasının yâdigârı ve hem de
ilim öğrenmekteki gayret ve istîdâdı pekçok olan bu kıymetli talebesinin mânevî
terbiye ile yetişmesi için çok gayret gösterdi. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
tahsîlini tamamlayıp, zâhirî ve bâtınî ilimlerde kemâle geldikten ve maddî
mânevî olgunluklara, tasavvufta çok yüksek derecelere kavuştuktan sonra,
Burhâneddîn Muhakkık Konya'dan ayrılıp Kayseri'ye gitmeye karar verince,
Mevlânâ, ayrılığa tahammül edemeyeceğini bildirerek, gitmemesi için çok ısrâr
etti. Fakat Seyyid hazretleri bunda kararlı idi. Mevlânâ, bu kadar ısrârına
sebebin ne olduğunu suâl edince; "Öyle anlıyorum ki, yakında buraya Şems-i
Tebrizî gelecek. Senin bundan sonraki yükselmen, onun vâsıtasıyla olacak. Sen
artık ona havâle olundun. Onun şefkat kanatları altında aşamadığın engelleri
aşar, daha yüksek mânevî hâllere kavuşursun. O seni, tasavvufun en mahrem
noktalarına çeker. Sen de ona aynı âlemi anlatırsın. Bu şekilde birbirinizi
tamamlar ve yeryüzünün en büyük iki dostu olursunuz. Ben de Kayseri'ye gidip,
ömrümün sonlarını orada geçiririm." buyurdu. Mevlânâ, Kayseri'ye gitmeye kesin
kararlı olan hocasını, hürmet ve edeple uğurladı. Daha sonraki senelerde onu
ziyâreti terk etmedi.
Şeyh
Selâhaddîn ismindeki bir zât da, Seyyid hazretlerinin önde gelen talebelerinden
idi. Seyyid Burhâneddîn; "Hâlimi Selâhaddîn'e, kâlimi yâni sözümü de Mevlânâ'ya
verdim." buyurmuştur.
Bağdât'taki
evliyânın büyüklerinden olan Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretleri Anadolu'ya
geldiği zaman, Seyyid Burhâneddîn hazretlerini ziyâret etti. Huzûruna
vardığında, ona hürmeten yanına tam yaklaşmadı ve biraz uzakta, karşısına
oturdu. Aralarında hiç konuşma olmadı. Daha sonra, talebeleri Şihâbüddîn
hazretlerine bu hâlin hikmetini suâl ettiklerinde; "Hakîkatler âleminin ehli
önünde, kalp lisânı lâzımdır. Konuşma lisânına ne hâcet var?" buyurdu. "Onu
(Seyyid Burhâneddîn'i) nasıl buldunuz?" diye suâl ettiklerinde ise; "O, hakîkat
ve mârifet deryâsının çok usta bir dalgıcı, mânâlar âleminin parlayan bir
yıldızı ve gizli sırların kaynağı olan yüksek bir zâttır." buyurdu.
Seyyid
Burhâneddîn birgün çarşıda giderken, kaftanının eteği, bir tarafa hafif eğilmiş
idi. Bunu gören bir genç, dalga geçmek maksadıyla; "Hey derviş! Bu ne biçim
kaftandır?" dedi. O da; "Kaftana ne olmuş? Nesi var kaftanın?" deyince, genç;
"Ne olacak. Eğrilmiş." dedi. Gencin dalga geçtiği, kendisiyle alay ettiğini
anlayan Seyyid Burhâneddîn ona; "Bu mühim değil, sen benim kaftanın eğriliğine
bakacağına, kendi ağzının eğriliği ile meşgûl olsan daha iyi edersin." buyurdu.
Genç, tam bu sırada ağzının eğrildiğini hissetti. Sanki felç olmuş gibi oldu.
Hatâsını anlayıp, derhâl Seyyid'in huzûruna koştu. Kendisinden özür dileyip
affını istedi. Seyyid Burhâneddîn, gencin özrünü kabûl edip ağzına şefkatle
bakınca, gencin ağzı düzeldi. Eskisinden iyi oldu. Yâni ağzı, maddî ve mânevî
bakımdan düzeldi.
Kayseri'de
bir gün, yol kenarında Allahü teâlânın muhabbetiyle kendinden geçmiş hâlde
bulunurken, Moğol askerlerinden birisi, atını bunun üzerine sürüp kılıç çekti.
"Hey kimsin? Necisin?" dedi. Askere karşı; "Allahü teâlânın huzûrunda bulunan
birine böyle söylemen uygun mu?" diye cevap verdi. Asker bunun heybetinden ve bu
sözlerinden çok müteessir oldu. Derhâl atından indi. Kendisinden özür dileyip
gitti.
Zamânında
bulunan evliyânın büyüklerinden ve önde gelenlerinden olan Seyyid Burhâneddîn
Muhakkık, devamlı Allahü teâlâya ibâdet ve tâat ile meşgûl olur, bir an O'ndan
gâfil bulunmazdı.
Dâimâ
riyâzet ve mücâhede eder, nefsin arzularını yapmaz, nefsin istemediği, ona zor
gelen şeyleri yapardı. On beş gün ağzına lokma koymadığı zamanlar olurdu.
"Karnınız aç olsun! Bunun için de çok oruç tutunuz! Çünkü oruç, hikmet
hazînelerinin anahtarıdır. Oruç tutmak, kalp gözünün açılmasına, kalbin rikkate
gelmesine sebeb olur. Ayrıca oruçlunun duâsı, Allahü teâlâ indinde makbûldür."
buyururdu. Nefsinin isteklerini yapmamak için, kapıda köpekler için hazırlanan
yemek artıklarının yanına gider, nefsine karşı; "Ey nefs, bana istediklerini
yaptırıp, emrin altına almak mı istiyorsun? Arzunun yerine gelmesini istiyorsan,
önce yemek artıklarını yemen lâzım. Ya ye veya beni bu hâlimle kabûl et!"
diyerek nefsiyle mücâdele ederdi. Böylece nefsinin isteklerini hiç yapmaz, onu
rûhuna köle ederdi.
Vefât târihi
kesin olarak belli olmayıp, 1240 (H.638) senesinden sonra vefât ettiği bâzı
kaynaklarda bildirilmektedir. Selçuklu vezîri Sâhip Şemseddîn, Şeyh
Burhâneddîn'in kabrinin üzerine türbe yaptırdı. Ancak birkaç gün sonra türbenin
yıkıldığı görüldü. Tekrar yapıldı ise de, yine yıkıldı. Bir gece rüyâsında
Seyyid Burhâneddîn'i gördü. Seyyid Burhâneddîn ona; "Benim üzerime türbe
yapmayınız." dedi. Seyyid Burhâneddîn'in vefât ettiği, Mevlânâ Celâleddîn-i
Rûmî'ye 40 gün sonra bildirildi. Mevlânâ hazretleri, hocasının vefâtını haber
alır almaz, derhâl yola çıkıp Kayseri'ye geldi. Hocasının kabri başında Kur'ân-ı
kerîm okuyup, mübârek
rûhuna hediye etti. Seyyid hazretlerinin kitaplarını Mevlânâ'ya teslim ettiler.
Bu kitaplar arasında kendisinin hazırladığı Makâlât
isimli eseri de vardı.
Seyyid
Burhâneddîn hazretlerinin türbesi bugünkü şekliyle 1892'de Ankara Vâlisi Âbidîn
Paşa'nın yardımlarıyla yapılmıştır.
Burhâneddîn
Tirmizî buyurdu ki:
"Hased,
nefis köpeğinin sıfatıdır. Çünkü o, dünyâ leşinin başında durmaktadır."
"İlmiyle amel etmeyen
âlim, itâatte bulunmayan bilgisizden beterdir. Hiç olmazsa ilmi olmayan;
"Bilseydim böyle bir iş yapmazdım." der."
"Kötülük
etmeyen temiz bir kimseye iftirâda bulunmak, göklerden de ağır bir suçtur."
"Bedeniniz
mezara girmeden, nefsinizin şerrinden emin olmayın."
Talebelerine
şöyle nasihat ederdi: "Eğer Allahü teâlâya tâatta bulunamazsanız, hiç olmazsa
oruç tutun. Karnınızı aç tutmaya ve acı çekmeğe önem verin. Çünkü oruç tutmaktan
daha iyi bir tâat yoktur. Peygamber ve velîlerin kalplerinden hikmet pınarları,
açlık ve oruç bereketi ile fışkırmıştır. Allahü teâlâya ulaştıracak oruçtan daha
iyi bir binek yoktur. Oruç ehlinin duâlarına karşılık verilir ve kabûl edilir.
Orucun Allahü teâlâ katında büyük değer ve önemi vardır. Oruç, hikmet
hazînelerinin anahtarıdır. Bir kimse bütün kulluk vazîfelerini yerine getirse,
fakat mîdesini doldursa hiç bir yere ulaşamaz. Orucu gereğince tutsa, başka
kulluk vazîfelerinde kusur olsa bile, yine bir yere erişir. Oruca yavaş yavaş
alışmak gerekir ki, sıhhate ziyan gelmesin, insanı işten alıkoymasın."
KERÂMET VE MENKÎBELER
BENİ BAĞIŞLA
Seyyid
Burhâneddîn hazretleri, bir gün gusl abdesti aldı. Hizmetçisine; "Ecel şerbeti
bir bardağa konulmuş bana verilmek üzeredir. Beni yıkamaları için sıcak su
hazırla. Dışarıya çık, "Seyyid Burhâneddîn vefât etti!" diye seslen ki,
cenâzemde hazır bulunsunlar." dedi. Sonra içeri girip iki rekat namaz kıldı.
Sonra Allahü teâlâya niyâza başladı: "Ey
hâzır ve nâzır olan Allah'ım!Bana bir emânet verdin. Nihâyet o emâneti benden
geri alacaksın." dedi ve; "İnşâallah beni sabredenlerden bulacaksın." (Sâffât
sûresi: 102) meâlindeki âyet-i kerîmeyi
okudu. Bundan sonra; "Yâ Rabbî! Seni ve Resûlünü çok seviyorum, sana kavuşmak
arzum son haddine ulaştı. Beni bu sevgime ve arzuma bağışla. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah." dedi ve rûhunu teslim etti.
Bu sırada
hizmetçi dışarıda insanlara haber vermişti. Bu haber kulaktan kulağa duyularak,
hemen etrâfa yayıldı. Kayseri bir anda ana-baba gününe döndü. Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî'ye haber gönderildi. Burhâneddîn Muhakkık hazretleri, yıkanıp
kefenlendi. Defin işleri hâlledildi.
MÂDEMKİ TÖVBE
ETTİN
Seyyid
Burhâneddîn Konya'ya gelirken, yolda, Horasan ile Irak arasında bulunan Beyâbân
isimli kasabaya uğradı. Bunu haber alan ahâli, onu karşılamak üzere yollara
döküldü. O beldede ilim sâhibi biri, insanların buna hürmet ve alâka
gösterdiklerini çekemeyip, hased etti ve karşılamaya çıkmadı. Seyyid Burhâneddîn
bu beldede birkaç gün kaldı. Bu günlerden birinde, hased eden o kimsenin
bulunduğu mahalleye uğramıştı. O kimse yanına gelip, önceki hâlini bildirdi.
Fakat pişmân olup tövbe ettiğini, özür dilediğini, artık çok sevdiğini söyledi.
Bunun üzerine Burhâneddîn Muhakkık; "Mâdemki, özür diledin. Buna karşılık sana
mühim bir haber vereyim. Ramazan ayının üçüncü günü hamam yolunda seni
öldürecekler. Ramazan'ın üçüne kadar olan bu birkaç günlük zaman içinde, ölüm
hazırlığı ile meşgûl ol." buyurdu. O kimse bu söze çok hayret etti. Hakîkaten
bildirilen günde, bildirilen yerde, o âlim zât öldürüldü.
KAYNAKLAR
1) Nesâyim-ül-Mehabbe; s.297
2) Nefehât-ül-Üns Tercümesi; s.515
3) Meşâhir-i Kayseri; s.3
4) Risâle-i Sipehsâlâr
5) Menâkib-ül-Ârifîn; vr. 22b-28b
6) Sevâkib-ül-Menâkıb; vr. 12b-14b
7) Sefînet-ül-Evliyâ; c.1, s.298
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.256
|
|