|
BUHÂRÎ
Hadîs-i
şerîf âlimlerinin en büyüklerinden ve velîlerden. İsmi Muhammed bin İsmâil bin
İbrâhim bin Mugîre el-Ca'fî künyesi Ebû Abdullah'dır. 810 (H.194) senesi Şevval
ayının yirmi yedinci Cumâ günü Buhâra'da doğdu ve Buhârî nisbesiyle
şöhret buldu.
Hadîs-i şerîf ilminde en yüksek dereceye yükseldi. Kur'ân-ı kerîmden sonra İslâm
dîninin en kıymetli kitabı olan Buhârî-yi Şerîf adıyla meşhur hadîs
kitabını yazdı. 870 (H.256) senesi Ramazan bayramı gecesi Semerkant'ın bir
kasabası olan Hartenk'de vefât etti. Cenâze namazı bayram namazından sonra
kılınıp defnedildi.
Babası
seçilmiş kimselerden ve hadîs rivâyet ehlinden idi. Evliyânın büyüklerinden
Abdullah ibni Mübârek ile sohbet etmiş ilim ve feyz almıştı. Duâsı kabûl
olanlardandı. Hattâ birçok defâ; "Yâ Rabbî! Benim duâlarımı isteklerimi kabûl
etme, bir kısmını âhirete ayır karşılığını orada göreyim." derdi. Annesi de
duâsı kabûl olanlardan sâlihâ bir hanımdı. Buhârî, küçük iken babası vefât etti.
Onu annesi yetiştirdi. Annesi Buhârî ile kardeşini yetiştirme konusunda oldukça
titiz davrandı. Babalarından mirâs kalan serveti, onların tahsîli ve terbiyesi
için harcadı. Buhârî'nin küçük yaşta bir hastalıktan dolayı gözleri görmez
olmuştu. Annesi tedâvî ettirmeye çalıştı ise de, oğlunun körlüğü devâm etti.
Çocuğunun görmesi için, uzun zaman duâ etti. Bir gece rüyâsında İbrâhim
aleyhisselâmı görüp, duâ istedi. İbrâhim aleyhisselâm ona; "Üzülme, Allahü teâlâ
oğlunun gözlerini geri verecek." diye müjdeledi. Sabah olunca Buhârî'nin gözleri
tekrar görmeye başladı.
Buhârî küçük
yaşta iken, Buhâra'daki âlimlerden ilim öğrenmeye başladı. Kâbiliyet ve
zekâsının üstünlüğü ile dikkati çekiyordu. İlk tahsil yıllarında, hadîs ilmini
öğrenmeye ilgi duymaya başladı. Kendisine hadîs ilmini öğrenmeye nasıl başladığı
sorulduğunda; "Bu ilmi öğrenmeye kâtipler arasında kâtiplik yaparak başladım. On
yaşına kadar böyle devâm ettim." cevâbını vermiştir. On yaşından îtibâren
gönlüne hadîs ezberleme arzusu ilhâm edilince, hadîs âlimlerinin derslerine
devâm etmeye başladı. Henüz on beş yaşına girmeden, ezberinde yetmiş bin hadîs-i
şerîf vardı. Bu garip hâdiseyi duyanlar, hakîkaten bu kadar hadîs-i şerîfi
ezberledin mi?" diye sorduklarında, onlara; "Evet! Hattâ yetmiş binden daha
fazladır. Ayrıca bu hadîslerin kim tarafından rivâyet edildiğini, râvîlerin
doğum ve ölüm târihlerini de biliyorum." dedi.
Bu ilimde o
kadar yükselmişti ki, hocaları ile karşılıklı ilmî münâzaralarda bulunurlardı.
Nitekim hocası Dâhilî, bâzı hadîs rivâyetindeki eksikliklerini onun yardımıyla
tamamladı. Zekâsının keskinliği ve hâfızasının kuvveti ile etrâfındakilerin
hayret ve takdirini kazandı. On altı yaşına gelince, Abdullah ibni Mübârek ve
Veki' bin Cerrâh'ın yazdıkları hadîs kitaplarını ezberledi. Bu yaşta, büyük din
âlimlerinin yazılarını okuyup anlardı.
O zaman
bilhassa hadîs ilmini öğrenmek için, meşhûr hadîs âlimlerinin bulunduğu ilim
merkezlerine gitmek, ilim öğrenmek için önemli bir şart idi. Bu sebeple İmâm-ı
Buhârî de on altı yaşından îtibâren, ilim öğrenmek için seyâhatlere çıktı.
Pekçok ilim merkezine yaptığı seyâhatleri kırk yaşına kadar devâm etti.
Kendisi
anlatır: "On altı yaşında iken Abdullah ibni Mübârek'in ve Veki' bin Cerrâh'ın
kitaplarını ezberledim. Fıkıh ilminde müctehidlerin, bildirdiklerini öğrendim.
Sonra annem ve kardeşim Ahmed'le birlikte hacca gittik. Hac farizasını yaptıktan
sonra, annemle kardeşim Buhâra'ya döndü. Ben Mekke'de kalıp, hadîs-i şerîf
toplamaya başladım. On sekiz yaşına girdiğimde, Sahâbe ve Tâbiînin fetvâlarını
topladım. Bu arada Medîne'ye gittim. Resûlullah efendimizin kabr-i şerîfi
başında, geceleri ay ışığında
Târih-ül-Kebîr adlı eseri yazdım. Bu kitapta yazdığım ve ismi geçen her
zâtın, bende bir kıssası vardı. Kitabı uzatmamak için bunları yazmadım." İmâm-ı
Buhârî Mekke'de bulunduğu sırada Abdullah bin Zübeyr el-Hamidî'den Şâfiî fıkhını
öğrendi. Ayrıca Târih-i Kebîr'ini yazarken istifâde
ettiği Sahâbe ve Tâbiînin rivâyet ve fetvâlarını da bu sırada öğrendi.
Buhârî'nin
gittiği ilim merkezleri; Mekke, Medîne, Bağdât, Basra, Kûfe, Mısır, Nişâbûr,
Belh, Merv, Askalan, Dımeşk, Hums, Rey, Kayseriyye ve diğer yerlerdir. Gittiği
yerlerde, zamânın meşhûr hadîs âlimleriyle görüşüp, onlardan hadîs-i şerîf
dinledi. İşittiği hadîs-i şerîfleri yazdı ve ezberledi. O kadar kuvvetli zekâsı
ve hâfızası vardı ki, hadîs-i şerîfi bir kere işitince veya okuyunca hemen
ezberliyordu. Haşid bin İsmâil şöyle anlatır: "Buhârî, işittiklerini küçük
yaşına rağmen yazmıyordu, ama ezberliyordu. Basra'da bizimle berâber hadîs
âlimlerini dolaşırdı, biz yazardık, fakat o yazmazdı. Biz ona yazmamasının
sebebini sorar dururduk. Aradan on altı gün geçmişti ki bize; "Yazdıklarınızı
getirip gösterin bakalım." dedi. Ona yazdıklarımızı getirdik. O da bize, on beş
binden fazla hadîs-i şerîfin hepsini ezberden okuyuverdi. Sonra şöyle dedi:
"Görüyorsunuz ki boşuna gelip, günlerimi heder etmemişim!" O zaman hadîs ilminde
hiç kimsenin onu geçemeyeceğini anladık."
Süleymân bin
Mücâhid şöyle anlatır: "Bir gün Süleymân bin Selâm Bikendî'nin yanına gitmiştim.
Yanına varır varmaz: "Biraz önce gelseydin, yetmiş bin hadîs-i şerîf ezberlemiş
olan bir çocuk görecektin." dedi. Bu söz üzerine çok merak edip dışarı çıktım.
Bir çocukla karşılaştım. Bahsedilen çocuk budur diye düşünerek; "Yetmiş bin
hadîs-i şerîfi ezberleyen sen misin?" dedim. "Evet efendim, daha da fazlasını ve
Sahâbeden, Tâbiînden olup da, rivâyet ettiği hadîs-i şerîf ezberlediğim
râvilerin, doğum ve vefât târihlerini, yaşadıkları yerleri biliyorum..." dedi.
Kendisi
şöyle anlatır: "Hadîs öğrenmek için iki defâ Mısır'a ve Şam'a, dört defâ
Basra'ya gittim. Hicaz'da altı sene kaldım. Hadîs âlimleri ile birlikte Bağdât
ve Kûfe şehirlerine kaç defâ gittiğimi sayamam." İmâm-ı Buhârî, bu
seyâhatlerinde binden fazla âlimden hadîs ve diğer ilimleri öğrenmiş ve
nakletmiştir. Hocalarından bir kısmı şu zâtlardır:
Buhâra'da;
Muhammed bin Selâm el-Bikendî, Abdullah bin Muhammed el-Müsnedî, Muhammed bin
Yûsuf el-Bikendî, İbrâhim bin el-Eş'as. Mekke'de; Abdullah bin Zübeyr el-Hamidî
el-Mekrî, Ebû Sâbit Muhammed bin Abdullah, Ahmed bin Muhammed el-Ezrâkî.
Medîne'de; Abdülazîz el-Üveysî, Mutarrıf bin Abdullah. Vâsıt'ta; Amr bin
Muhammed bin Avn. Bağdât'ta; Şüreyc bin en-Nu'mân, Muhammed bin Îsâ et-Tabbaî,
Ali bin Mensûr. Basra'da; Ebû Âsım en-Nebil eş-Şeybânî, Bedel bin el-Minber,
Muhammed bin Abdullah el-Ensârî, Ömer bin Âsım el-Kilâbî, Abdurrahmân bin
Muhammed bin Hammâd, Abdullah bin Gedânî. Kûfe'de; Ebû Nuaym el-Fazl bin Dükayn,
Talak bin Ganem, Hasan bin Atiyye, Abdullah bin Mûsâ, Hâlid bin Muhalled, Hallad
bin Yahyâ, Ferve bin Ebi'l Magraî. Mısır'da; Saîd bin Ebî Meryem, Abdullah bin
Sâlih-il-Kâtip, Saîd bin Tüleyd, Amr bin Rebi' bin Târık. Şam'da; Ebû Mesher,
Ebû Nasr-il-Ferâdisî. Rey'de; İbrâhim bin Mûsâ el-Hâfız. Merv'de; Ali bin
el-Hasan bin Şekik, Abdan bin Osman el-Mervezî, Muâz bin Esed, Sadaka bin
el-Fazl. Nişâbûr'da; Yahyâ bin Yahyâ, Bişr bin el-Hakem, Muhammed bin Yahyâ
ez-Zühlî. Kayseriyye'de; Muhammed bin Yûsuf el-Feryâbî. Hums'ta; Ebü'l-Mugîre,
Ahmed bin Hâlidî Vehbî, Ebü'l-Yemân, Yahyâ el-Vehazî, Ali bin Ayas. Askalan'da;
Âdem bin Ebî Ayas. Ayrıca Ali bin el-Medînî, Ahmed bin Hanbel, Yahyâ bin Maîn,
İsmâil bin İdris el-Medînî İshâk bin Râheveyh, Süleymân bin Harb, Ebû Gassan
en-Nehbî, Ubeydullah bin Mûsâ el-Absî, Abdullah bin Muhammed el-Müsnedî,
Abdülkuddüs bin el-Haccâc ve başkaları.
Buhârî
hazretleri, hadîs-i şerîflerin râvilerini çok inceler, dînin emirlerine uymayan,
edeplerini gözetmeyen, ahlâkında kusur bulunan kimselerin rivâyet ettiği hadîs-i
şerîfleri almazdı. Hadîs-i şerîfin metnini ezberlediği gibi, o hadîs-i şerîfi
rivâyet eden zâtların künyesini, doğum-ölüm târihlerini, ahlâkını, yaşayışını,
kimden rivâyette bulunduğunu, o râviden başka kimlerin hadîs-i şerîf aldığını
hep öğrenir, ezberlerdi. Bir kimse hadîs rivâyetinde ve râvilerin senedinde
hatâya düşse, hemen İmâm-ı Buhârî hazretlerini bulur, doğrusunu ondan öğrenirdi.
Buhârî'den
hadîs-i şerîf işitip, rivâyet edenlerin sayısı doksan binden fazladır. Gittiği
yerlerde, etrâfı hadîs-i şerîf almak ve öğrenmek isteyenlerle dolup taşardı.
Nişâbûr'a gittiğinde kendisini dört bin kişi karşılamıştı.
Hadîs
ilminde çok yüksek bir dereceye yükselen Buhârî, üç yüz binden fazla hadîs-i
şerîfi senetleriyle birlikte ezberledi. Bu sebeple kendisine Hadîs imâmı adı
verildi ve İmâm-ı Buhârî adıyla meşhur oldu.
İmâm-ı
Buhârî'den hadîs-i şerîf rivâyet eden hadîs âlimlerinden bir kısmı şu zâtlardır:
Ebû Îsâ
et-Tirmizî, İbn-i Ebî Dâvûd, Muhammed bin Nasru'l Mervezî, Müslim bin Haccâc,
Sâlih bin Muhammed, İbrâhim bin İshâk el-Harbî, Ebû Bekir bin Huzeyme, Ebû
Zür'a, Ebû Kays Muhammed bin Cum'a bin Saîd, En-Nesâî, Muhammed bin Ahmed
ed-Dülâbî, Ebû Hâtim ibni Ebiddünyâ, El-Fazl bin Abbâs er-Râzî, Ebû Kureyş
Muhammed bin Cum'a-el-Kühistânî, Muhammed Yûsuf el-Firebrî ve diğerleri.
İmâm-ı
Buhârî âlimler arasında; müslümanların imâmı, hadîslerin dayanağı, dînin
koruyucusu ve başka lakablarla anıldı.
İbn-i
Huzeyme onun hakkında; "Bu gök kubbenin altında Resûlullah efendimizin hadîs-i
şerîflerini İmâm-ı Buhârî'den daha iyi bilen, onu daha fazla ezberlemiş kimseye
rastlamadım."
Yâkûb bin
İbrâhim Devrâkî; "İmâm-ı Buhârî, bu ümmetin fakîhidir." dedi.
Bağdatlılar
onun hakkında şiir olarak:
"Aralarında
kaldığın müddetçe
Müslümanlar
hayır içindedir
Kaybedildiğin zaman
Senden sonra
artık hayır yoktur."
diye
söylediler.
İmâm-ı
Buhârî, gerek akranlarının, gerekse hocalarının sonsuz iltifatlarına
kavuşmuştur. Ahmed ibni Hanbel, Horasan'ın, onun gibi birisini yetiştirmediğini
söyledi. Ali İbnu'l-Medînî de; "İmâm-ı Buhârî, kendisi gibi birisini
görmemiştir." demiştir. Ahmed ibni Hamdün anlatır: "İmâm-ı Müslim, İmâm-ı
Buhârî'ye geldi, ilimdeki üstünlüğünü görerek alnından öptü, sonra; "Müsâade et
de, ayaklarını da öpeyim, ey üstâdların üstâdı, muhaddislerin efendisi, hadîs
tabîbi!" dedi. Bundan sonra İmâm-ı Müslim, bir hadîs hakkında suâl sordu ve
cevâbını aldıktan sonra; "Sana, yalnız hased edenler düşman olur. Şehâdet ederim
ki, dünyâda senin bir eşin daha yoktur." dedi.
İmâm-ı
Buhârî'nin ibâdetteki huşû ve ihlâsı, çok fazla idi. Bir defâ namaz kılarken
arılar kendisini tam on yedi defâ soktuğu halde namazını bozmadı. Çünkü onların
soktuğunu duymuyordu.
İmâm-ı
Buhârî'ye babasından çok mal, para kalmıştı. Herkese iyilik ederdi. Çok cömerd
idi. Mürüvvet, başkalarına iyilik yapan; verâ, haram ve şüphelilerden sakınan ve
ihtiyat sâhibi idi. Fakirlere çok sadaka verir, talebelerinin ihtiyaçlarını
kendisi karşılardı. Kendisi çok az yer, günde iki-üç bâdem ile iktifâ ederdi.
Dört sene hiç yemek yemeyip, sâdece ekmek ile idâre etti. Bir zaman hastalandı.
Doktorlar; "Bu hastalık, sâdece kuru ekmek yemekden meydana gelmiştir." dediler.
Bundan sonra bir bardak su ve ekmek ile idâre etti. Babası; "Malıma, bir dirhem
haram ve şüpheli malın karıştığını bilmiyorum." dediği için, helâl mal olarak
bildiği, yalnız babasının malından yerdi.
İmâm-ı
Buhârî hazretleri, bayram günleri hâriç bütün yılını oruçla geçirirdi.
Şüphelilerden dâimâ kaçardı. Gıybetten çok korkardı. Sebebi soruldukta; "İsterim
ki Rabbime kavuştuğumda hiç gıybet etmemiş olayım ve böyle bir şey için kimse
beni aramasın." dedi. Gecenin ilk saatlerinde biraz uyur, sonra kalkar ilim ve
ibâdetle meşgûl olurdu. Üç günde bir hatim ederdi. Sonra duâsını yapıp; "Her
hatim sonunda yapılan duâ makbûldür." buyururdu. Ramazân-ı şerîf gecelerinde
arkadaşlarına namaz kıldırır, her kıldırdığında Kur'ân-ı kerîmin üçte birini
okurdu.
İmâm-ı
Buhârî Bağdât'a geldiğinde, buradaki hadîs âlimlerinden çoğu toplanıp, İmâm-ı
Buhârî'yi imtihân etmek istediler. Yüz tâne hadîs-i şerîfin metin (Peygamber
efendimizin mübârek sözleri) ve sened (bir hadîs-i şerîfi nakleden zâtların isim
silsilesi) kısımlarının yerlerini değiştirdiler. Bu şekilde değiştirdikleri
hadîs-i şerîflerden, bir kişiye on hadîs-i şerîf vererek, on kişiyi İmâm-ı
Buhârî'ye gönderdiler. Bu kimseler, İmâm-ı Buhârî'nin bulunduğu meclise gelip,
herbirisi yanlarında bulunan hadîs-i şerîfleri okuyup; "Bu hadîs-i şerîfi
biliyor musunuz?" diye sordular. İmâm-ı Buhârî "Bu söylediğiniz şekilde bir
hadîs-i şerîf bilmiyorum." dedi. On kişi, onar hadîs-i şerîfi okuyup
bitirdikleri zaman, İmâm-ı Buhârî birinci kimseye dönüp; "Senin okuduğun birinci
hadîs-i şerîfin metni böyle, isnâdı da şöyledir diyerek, onların okudukları sıra
ile birden yüze kadar hadîs-i şerîfleri, sened ve metinlerini doğru olarak
okudu. Bunun üzerine oradakilerin hepsi, Muhammed Buhârî'nin hâfızasının
kuvvetliliğini, hadîs ilmindeki yüksekliğini anlayıp kabûl ettiler.
Ebû Bekir
Medînî şöyle anlatır: "Bir gün Nişâbûr'da İshâk bin Râheveyh'in yanında idik.
İmâm-ı Buhârî de vardı. İshak bin Râheveyh bir hadîs-i şerîf okudu. Bu hadîs-i
şerîfi Atâ Keyhârânî yazıp, rivâyet etmişti. İshâk bin Râheveyh, İmâm-ı
Buhârî'ye dönüp; "Keyhâran neresidir?" dedi. İmâm-ı Buhârî de; "Yemen'de bir
köydür. Hazret-i Muâviye bin Ebî Süfyân, Eshâb-ı kirâmdan birini oraya
göndermişti. Atâ Keyhârân ondan iki hadîs-i şerîf işitmişti." dedi. Bunun
üzerine İshak bin Râheveyh; "Ey Ebû Abdullah (Buhârî), sanki sen aralarında
yaşamış gibi bildin." dedi.
Yûsuf bin
Mûsâ şöyle anlatır: "Basra Câmiinde idim. Birisi, ey ilim ehli, Muhammed bin
İsmâil Buhârî Basra'yı teşrif etmiştir. İlminden istifâde etmek isteyenler
gelsin, diye bağırdı. Gidip baktık ki, genç bir zât direk arkasında namaz
kılıyordu. Namazını bitirdikten sonra, büyük bir kalabalık etrâfını sardı.
Oturup, kendilerine hadîs-i şerîf yazdırmasını istediler. O da bu isteklerini
kabûl edip, onlara söyleyip, yazdırdı. Sonra, onun geldiğini bağırarak ilân eden
kimse tekrar bağırıp, yarın da falan yerde hadîs-i şerîf imlâ ettirip,
yazdıracak dedi. Ertesi gün fıkıh âlimleri, hadîs âlimleri ve diğer âlimler,
İmâm-ı Buhârî'nin yanına geldiler. Etrâfında toplananlar bin kişi kadardı. Ondan
hadîs-i şerîf yazmak için bekliyorlardı. İmâm-ı Buhârî yazdırmaya başlamadan
önce bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında; "Ey Basra ehli!Ben genç birisiyim.
Benden hadîs-i şerîf işitmek istediniz. Size herkesin istifâde etmesi için,
Basra âlimlerinden rivâyet ettiğim hadîs-i şerîfleri yazdıracağım." dedi.
Oradakiler bu sözleri hayretle dinlediler. İmâm-ı Buhârî bu sözlerinden sonra
etrâfını saran büyük kalabalığa hadîs-i şerîf yazdırmaya başladı. Sizin Basra
şehrinden olan Abdullah bin Osmân bin Hable bin Ebî Revad'dan naklediyorum. O da
Şu'be'den, o da Mansûr'dan ve diğer râvilerden, onlar da Sâlim bin Ebî Ca'd'dan,
bu da Enes bin Mâlik'in şöyle dediğini nakletmiştir: Bir köylü, Peygamber
efendimize gelip; "Yâ Resûlallah, insan kavmini sever." dedi. Bunun üzerine
Resûlullah efendimiz; "Kişi sevdiği ile berâberdir." buyurdu. Bundan
sonra İmâm-ı Buhârî şöyle devâm etti: "Bu hadîs-i şerîf, sizde bu rivâyet
yoluyla
yok,
siz bunu Mansûr'un, Sâlim'den rivâyeti ile biliyorsunuz." dedi. Sonra yazdırmaya
devâm ederek yazdırdığı her hadîs-i şerîf için; "Siz bunu şu râvilerin
rivâyetiyle biliyorsunuz." diyerek hem kendi rivâyet ettiği râvi zincirini
saydı, hem de Basralıların, aynı hadîs için bildikleri rivâyet zincirini
söyledi..."
İmâm-ı
Buhârî bu ilmî üstünlüğü ile çok kıymetli eserler yazdı. Bunlardan bâzıları
şöyledir:
1) Câmi-us-Sahîh: En büyük ve en meşhur eseridir. Sahîh-i Buhârî
ismiyle tanındı. Hadîs-i şerîfleri toplayan en kıymetli kitabıdır. İmâm-ı Buhârî
hazretleri bu eserine Sahîh denilmesinin sebebini şöyle anlatır: "Rüyâda
Peygamber efendimizi gördüm. Karşılarında oturuyordum ve elimde bulunan
yelpazeyi sallayıp, mübârek vücûdunu serinletiyor, mübârek yüzüne yaklaşmak
istiyen sinekleri uzaklaştırıyordum. Büyük zâtlar bu rüyâmı; "Sen, Peygamberimiz
aleyhisselâmın hadîs-i şerîflerini, O'nun sözü imiş gibi uydurulan yalanlardan
ayırırsın." şeklinde açıkladılar. Bundan sonra, çok uğraşarak, sahîh hadîsleri
topladım ve bu şekilde meydana gelen eserin ismi Sahîh oldu."
İmâm-ı
Buhârî hazretleri bu eserini Mescid-i Harâm'da yazdı. Her bir hadîs-i şerîfi
yazmadan önce istihâreye, işin hayırlı olup olmayacağını anlamak için abdest
alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra doğru rüyâ görmek ile hakîkatı öğrenmek
üzere uykuya yattı. İmâm-ı Buhârî zemzem suyu ile gusledip Kâbe'de, Makâm-ı
İbrahîmin gerisinde iki rekat namaz kılıp, koyduğu sağlam usüllere
göre sahîh olduğu kesin belli olan hadîs-i şerîfleri yazdı. Bu kitabı
müsveddeden temize çekme işini de, Medîne-i münevverede Peygamber efendimizin
kabr-i şerîfi ile minberi arasında "Ravda-i Mutahhera"da yaptı. Bu eserini nasıl
yazdığını kendisi şöyle anlatır: "Câmi-us-Sahîh kitabını, altı yüz bin
hadîs-i şerîf arasından seçtim. Her hadîs-i şerîfi kitaba koymadan önce
gusledip, iki rekat namaz kılıp, istihâreye yattım. Ondan sonra hadîs-i şerîfi kitaba koydum. Bunları yapmadan
hiçbir hadîsi yazmadım. Bunu on altı yılda tamamladım. Bu kitapta sahîh
hadîsleri bildirdim. Bununla berâber almadığım, yâni bu kitapta olmayan hadîsler
bunlardan çok fazladır."
İmâm-ı
Buhârî hazretlerinin yazdığı bu hadîs-i şerîf kitâbı İslâm âleminde büyük hürmet
ve itibâr gördü.
Ebû Muhammed
Mûsenî, Kur'ân-ı kerîmi
ve Sahîh-i Buhârî'yi
tâzim ve hürmet için, baştan sona kadar altın suyu ile yazdı. Allahü teâlânın
kitâbına ve Resûlullah efendimizin
sünnetine olan hürmet ve bağlılığının çokluğu sebebi ile, yapmayı göze aldığı bu
çok zor ve ağır çalışma netîcesinde, dokuz cildlik bir eser meydana geldi.
Bir kimse,
Buhârî-yi Şerîf'i hangi niyetle baştan sona kadar okuyup hatmederse,
maksadı en güzel şekilde hâsıl olur. Tâûn hastalığı zamanlarında bir
evde okunsa, Allahü
teâlâ o evde bulunanları tâûndan muhâfaza eder.
Sözleri
dinde sened olan çok yüksek âlimlerden bir çoğu, dert ve belâlardan, hastalık ve
sıkıntılardan kurtulmak ve bir çok şeylere kavuşmak için,
Buhârî-yi Şerîf'i okuyup vesîle etmişlerdir. Böylece maksadlarını da elde
etmiş ve onu kendileri için ilâç kabûl etmişlerdir. Hadîs âlimlerinden bir zât
şöyle anlatır: "Karşılaştığımız müşkül hâllerde, kendim ve başkalarının
sıkıntıdan kurtulmamıza vesîle olması için, yüz yirmi defâ kadar Buhârî-yi
Şerîf okudum. Her defâsında hangi niyet ile okumuş isem, maksadım hâsıl
oldu. Bu kitap hangi
evde bulunursa,
evi yanmaktan, hangi gemide bulunursa, o gemiyi batmaktan Allahü teâlâ korur."
2) Târih-i Kebîr, 3)
Târih-i-Evsat, 4) Târih-is-Sagîr, 5) Kitâb-ud-Duafâ- is-Sagîr, 6) El-Edeb-ül
Müfred, 7) Birr-ül-Vâlideyn, 8) Tefsîr-ül-Kebîr, 9) Kitâb-ül-Hibe, 10) Kitâb-ul-Mebsût,
11) Kitâb-ül-Fevâid, 12) Esmâ-üs- Sahâbe
ve diğerleridir.
İmâm-ı
Buhârî ömrünün son yıllarında, Nişâbûr'a döndüğünde, ilimdeki üstünlüğünü
bilenler etrafında toplanmıştı. İlim meclisine devâm edenlerin çokluğu ve
gördüğü îtibar, bâzı kimselerin kıskanmasına ve iyi olmayan tutum içine
girmelerine yol açtı. Bundan dolayı Nişâbûr'dan ayrılıp, Buhâra'ya gitti.
Buhâra'ya varınca vâli Hâlid bin Ahmed, İmâm-ı Buhârî'ye haber gönderip,
eserlerini alıp, yanına gelmesini, onları bizzat kendisinden dinlemek istediğini
bildirdi. Ayrıca kendi çocukları için husûsî hadîs-i şerîf dersi vermesini
istedi. Bunun üzerine İmâm-ı Buhârî; "Ben ilmi, emîrin kapısına götürüp zelîl
etmem. Eğer ilmi istiyorsan, mescidde, yâhut evimdeki ilim meclisinde hazır
bulun. Bu sözümü kabûl etmezsen, beni kürsüde ders vermekten men et de Allah
katında mâzur olayım. Halbuki ben, Peygamber efendimizin;
"Her kime bir ilimden sorulur, o da onu gizlerse, kıyâmet günü ateşten bir
gem vurulur." hadîs-i şerîfi
gereğince, ilmi gizleyemem." dedi. Çocukları için husûsi ders vermesini
istemesine karşı da:
"Ben, bir
kısım kimseleri hadîs-i şerîf dersinden men edip, birkaç kişiye ders veremem."
dedi. Bunun üzerine vâli, İmâm'ın Buhârâ'dan çıkması emrini verdi. İmâm-ı
Buhârî, vâliyi Allahü teâlâya havâle edip, Buhâra'dan çıktı. Aradan bir ay
geçmeden bu vâli görevinden alındı. Bir merkebe bindirilip, şehri dolaştırıldı
ve "Kötü işler yapanın sonu işte budur." diye bağırılması emri geldi. Vâlinin
sözlerine uyarak, İmâm-ı Buhârî'ye çeşitli ezâ ve cefâlarda bulunan kimselerin
de her birine, insanların ders ve ibret alacakları çeşitli belâlar isâbet etti.
İmâm-ı
Buhârî hazretlerinin Buhâra'dan çıkış haberi üzerine, Semerkantlılar kendisini
dâvet ettiler. Giderken yolda Semerkantlı bir topluluğun kendisini isteyip, bir
kısmının istemediği haberini alınca, Hartenk'de akrabâlarının yanında kaldı.
İnsanların bu hâlinden kalbi daraldı ve canı sıkıldı. Teheccüd namazından sonra
ellerini açıp, "Yâ Rabbî! Yeryüzü bu genişlikle bana dar oldu. Beni tarafına
al!" diye duâ etti. O ay, orada hastalandı ve Ramazan bayramı gecesi vefât etti.
Abdülvâhid
bin Âdem Tevâvisî şöyle anlatır:
"Peygamber
efendimizi rüyâmda gördüm. Eshâb-ı kirâmdan bâzıları ile berâber bir yerde
durdular. Yanlarına gelip selâm verdim. Selâmımı aldılar. Daha sonra burada
durmalarının hikmetini sordum. "Muhammed bin İsmâil Buhârî'yi bekliyorum."
buyurdular. Birkaç gün sonra İmâm-ı Buhârî hazretlerinin vefât ettiğini
öğrendim. Hesâb ettim. Peygamber efendimizi gördüğüm zaman vefât etmişti."
İmâm-ı
Buhârî vefât ettikten sonra, elbisesi soyuluncaya kadar garip bir şekilde
terledi. Ölümünden önce; "Beni üç parça beyaz bez ile kefenleyiniz." diye
vasiyet etmişti. Cenâzesi yıkanıp kefenlendi ve cenâze namazından sonra
defnedildi. Vefât ettiğinde 62 yaşında idi. Vefâtından birkaç gün sonra,
mezarından güzel bir koku çıkmaya başladı ve günlerce devâm etti. Mezarına doğru
bilezik gibi bir ışık hâlesi indi. Görenler hayret ettiler, hücûm edip
toprağından götürmeye başladılar. Öyle ki, kabir açılacak duruma geldi. Her ne
kadar mezarı korumak için bekçi tutulmuşsa da, halkın hücûmu önlenemedi. O zaman
mezarın çevresine ağaçtan bir engel yaptılar. Böylece gelenler o engelden geçip
kabre yanaşamadılar.
Recâ bin
Mûrcî, İmâm-ı Buhârî hakkında; "O, Allahü teâlânın büyüklüğünü gösteren
delillerden biri idi." dedi.
Necm bin
Fadl anlatır: "Rüyâmda Peygamber efendimizi gördüm. İmâm-ı Buhârî hazretleri
arkasında idi. Resûlullah efendimiz bir adım hareket etse o da bir adım atıyor
ve ayağını Resûlullah efendimizin kaldırdığı yere koyuyor, onun izi üzerinde
gidiyordu.
BEYİTLER
İLMİ ZELÎL
EDEMEM
İmâm-ı Buhârî'nin ilminin üstünlüğü,
Yayılınca her yere, dîninin bütünlüğü,
İnsanlar hayran kalıp, koştular kendisine,
Ve binlerce talebe, üşüştüler dersine.
Lâkin kıskandı onu, bâzıları mâlesef,
O dahî çok üzülüp, onlara etti esef.
Göç etti Nişâbûr'dan, Buhârâ'ya nihâyet,
İnsanlar akın akın, ettiler hep ziyâret.
O yere teşrîfleri, erişince vâliye,
Bir haberci gönderdi: "Yanıma gelsin!" diye.
O kimse de gelerek, dedi ki: "Efendimiz!
Sizi, huzûrlarına, çağırıyor vâlimiz.
İlmi, bizzat dinlemek, istiyor ağzınızdan,
Ayrıca bir isteği, olacak zâtınızdan,
İlim öğretmek için, kendi çocuklarına,
Bekliyor vâli şimdi, sizi huzûrlarına."
Bu teklif karşısında, düşündü, durdu biraz,
Buyurdu: "Benim ona, gitmem hiç uygun olmaz.
Ben onun ayağına, gidersem bu iş için,
İlmi zelil ederim, doğrusu budur işin.
Zîrâ ilim, herşeyden, şereflidir azîzdir,
Bu ise ilim için, hakâret-i bârizdir.
Kim ilme tâlip ise, gelir ilmin yanına,
Ve lâkin âlim gitmez, kimsenin ayağına.
O dahî istiyorsa, bir husûsu öğrenmek,
Buraya gelmelidir, ilme çok tâzîm gerek.
Çocuklarına dahî, ders veririm ben ama,
Onlar da zahmet edip, gelmeliler yanıma.
Zîrâ tahsis edersem, vakti o bebelere,
Haksızlık olmuş olur, sâir talebelere.
Herkes gibi onlar da, gelirse bize şâyet,
Edinirler onlar da, çok ilim ve mârifet."
Lâkin anlıyamadı, vâli bu hakîkati,
Bir haber gönderdi ki: "Terk etsin memleketi!"
Hazret-i İmâm ise, çok üzüldü bu hâle,
Çıktı, lâkin Allah'a, etti onu havâle.
Bir ay geçmemişti ki, bu işin üzerinden,
Yolsuzluk sebebiyle, alındı görevinden.
Bir merkebin üstüne, bindirildi o vâli,
Ve gelip tükürdüler, ona cümle ahâli.
Çoluk, çocuk toplanıp, ettiler çok hakâret,
Ve onun bu hâlinden, insanlar aldı ibret.
Hazret-i İmâm ise, giderken Semerkand'a,
Dedi-kodu işitti, yine kendi hakkında.
İnsanların hâlinden, bir hayli üzülerek,
Daraldı temiz rûhu ve canı sıkıldı pek.
Bir gece teheccüdde, yalvardı Allah'ına:
"Yâ Rabbî, al rûhumu, dar geldi dünyâ bana"
Hastalandı âniden, bir bayram arefesi,
Vefât etti nihâyet, o bayramın gecesi.
Kabrinden bir hoş koku, yayılırdı her gece,
Hem de hiç azalmayıp, devâm etti günlerce.
Sonra gökten kabrine, indi bir nûr şûlesi,
Bir hayret kaplamıştı, bunu gören herkesi.
KERÂMET VE MENKÎBELER
NE GÜZEL RÜYÂ
GÖRMÜŞSÜN!
Nasr bin
Hasan es-Semerkandî anlatır: "1071 senesi yağmursuzluk yüzünden Semerkant'ta
büyük bir kıtlık oldu. Halk bir kaç defâ yağmur duâsına çıktıysa da yağmadı. O
civarda yaşayan sâlih bir zât, Semerkant kâdısına gelerek; "Bir rüyâ gördüm size
arz edeyim mi?" dedi. Kâdı "Anlat dinleyelim." dedi. Adam; "Gördüm ki sen önden,
halk arkandan Semerkant'tan çıkıyorsunuz ve İmâm-ı Buhârî hazretlerinin mezarı
başında duâ ediyorsunuz." dedi ve olur ki cenâb-ı Hak bu sebepten bize yağmur
gönderir." diye de ilâve etti. Buna karşılık kâdı; "Ne güzel rüyâ görmüşsün."
dedi. Daha sonra Kâdı efendi önden halk arkadan Hartenk'e doğru yola çıktılar.
İmâm-ı Buhârî hazretlerinin kabrine gelince gönülden duâ ettiler. Kimisi
gözyaşları döktü ve onun hürmetine Allahü teâlâdan rahmet dilediler. Duâdan az
zaman sonra yağmur yağmaya başladı. Öyle yağmur yağdı ki yedi gün Hartenk'te
beklemek zorunda kaldılar. Semerkant'a gidemediler.
KAYNAKLAR
1) Sahîh-i Buhârî
2) El-A'lâm; c.6, s.34
3) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.9, s.47
4) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (48. Baskı) s.1045
5) Eshâb-ı Kirâm; s.205
6) Vefeyât-ül-A'yân; c.4, s.188
7) Târih-i Bağdât; c.2, s.4
8) Tehzîb-ül-Esmâ vel-Luga; c.1, s.27
9) Tabakât-üş-Şâfiîyye; c.2, s.212
10) Tabakât-ı Hanâbile; c.1, s.271
11) Şezerât-üz-Zeheb; c.2, s.134
12) İrşad-üs-Sâri; c.1, s.31
13) Keşf-üz-Zünûn; c.1, s.541
14) Kâmûs-ül-A'lâm; c.2, s.1251
15) Tezkiret-ül-Huffâz; c.2, s.555
16) Tabakât-ül-Müfessirîn; c.2, s.100
17) El-Bidâye ve'n-Nihâye; c.11, s.24
18) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.16
19) Mir'ât-ül-Cinân; c.2, s.167
20) Miftâh-us-Seâde; c.2, s.130
21) El-Lübâb; c.1, s.231
22) En-Nücûm-üz-Zâhire; c.3, s.25
23) Fihrist; s.230
24) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.9, s.52
25) Rehber Ansiklopedisi; c.3, s.109
26) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.217
27) İslâm Târihi Ansiklopedisi; c.3, s.122
|
|