CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

1.   2.   3.   4.   5.   6.   7.   8.   9.   10.   11.   12.
     
 

ÂŞIK EFENDİ

Edirne'de yaşamış büyük velîlerden. Adı, Mûsâ veya Mehmed'dir. Büyük velî İbrâhim Gülşenî hazretlerinin halîfesidir. Âşık Efendi adıyla meşhûr oldu. Aslen Edirne yakınlarındaki Âhûr köyünde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Küçükpazar yakınındaki Şah Melik Zâviyesinde şimdiki ismiyle Hasan Sezâi dergâhında talebe yetiştirirken, 1567 (H.975) senesinde vefât etti. Zâviyenin yakınına defnedildi.

Şeyh Âşık Efendi, önce bir müddet ilim öğrendi. Daha sonra Yavuz Sultan Selîm Han ile berâber Mısır'ın fethine gitti. Mısır'da iken, İbrâhim Gülşenî hazretlerinin meclisine katıldı. Burada Şeyh Kerîm ile konuşurlarken, İbrâhim Gülşenî kulağına bir kere "Hû" deyip ona teveccüh eyleyince, kalbini tamâmen ona bağladı. O nefesin tesiriyle, kalbine aşk ateşi, Allahü teâlânın sevgisi düştü. Bir süre kendinden geçmiş bir hâlde Mısır'da gezinip durdu. Devamlı şu beyti söylerdi:

 

Ser-i kûya ki sehv ile n'ola basma kadem âşık?

Ser-ü-pây fikrin etmez, n'eylesin hem mest hem âşık?

 

(Sevgilinin bulunduğu yere yanlışlıkla gelmekten ne çıkar? Çünkü o kendinden geçmiş bir âşık olduğu için baş ve ayak düşüncesinde değildir.)

Daha sonra, Edirne hacıları hac dönüşü Mısır'a uğradılar. İbrâhim Gülşenî hazretlerinden, Edirne'ye halkı irşâd etmek, doğru yolu göstermek için bir talebesini göndermesini ricâ ettiler. İbrâhim Gülşenî hazretleri; "Hemşehriniz Âşık Efendi'yi gönderelim." dedi. Hemen Âşık Efendi'yi çağırttı. Teveccühleriyle yüksek mânevî makamlara kavuşturup, tarîkatını yayması için icâzet verdi. Hacılarla Edirne'ye gönderdi.

Edirne'ye gelen Âşık Efendi, Küçükpazar yakınında Şah Melik Zâviyesine yerleşti ve talebe yetiştirmeye başladı. İbrâhim Gülşenî hazretleri, daha kendisi hayatta iken, insanları yetiştirmek için iki tâne halîfesini başka şehirlere göndermişti. Bunlardan biri, Edirne'ye giden Âşık Mûsâ Efendi, diğeri de Diyârbakır'a gönderilen Sarı Saltuk'tur. SarıSaltuk'a, Sâdık Efendi de denirdi. Şeyh Âşık Efendi, İbrâhim Gülşenî hazretlerinin vefâtından sonra, Edirne'de yirmi beş sene dünyâ düşüncelerinden uzak talebe yetiştirdi. Çok kimsenin doğru yola girip, sâlih bir mümin olmasına vesîle oldu. Civar şehirlere de talebeler gönderip, oralardaki insanlara doğru yolu gösterirdi. Âşık Efendi; ilim ve irfân sâhibi, dînî ilimleri iyi bilen, Hak âşığı bir kimse idi. Vefât edince yerine talebelerinden Abdülkerîm Efendi halîfe oldu.

Âşık Efendi, rüyâsında Kâbe'ye dâvet olundu. Dâvet üzerine hemen hazırlanıp yola çıktı. Kâbe'ye giderken Mısır'a uğradı. Kendi kendine; "Eğer Gülşenî zâviyesine uğrarsam, bir müddet orada kalmam gerekir. İçeri girmeden, dışarıda duâ edip geçeyim." diye aklından geçirdi. Bulak İskelesine geldi. İbrâhim Gülşenî'nin, Âşık Efendiyi karşılamaya gönderdiği talebeleri onu alıp, bir bahçeye götürdüler. O bahçeye girince, orada İbrâhim Gülşenî'yi gördü. İbrâhim Gülşenî, Âşık Efendiye; "Senin zâviyeye gelmen haccını geciktirir. Haccın gecikmesin diye biz seni karşılamaya çıktık." buyurdu. Âşık Efendi de; "Benim maksadım, sizin mezârınızı ziyâret etmekti. Fakat bizzât sizi görünce çok şaşırdım." diye özür diledi. (O zaman İbrâhim Gülşenî hayatta değildi.) Gülşenî; "Mâdemki senin niyetin haccetmekti, hemen ihrâmını giy!" deyip, bir ihrâm verdi. Şaşkınlık içinde uyanan Âşık Efendi, kendini yatağında buldu.

Bu rüyâ üzerine Âşık Efendi, hemen hacca gitmek için hazırlıklarını tamamladı. 30 kadar talebe ve Yeniceli Kerîm Efendi ile Mısır'a gitti. Mısır'a vardıklarında, İbrâhim Gülşenî'nin oğlu ve halîfesi Hayâlî, talebesini Âşık Efendiyi karşılamaya gönderdi. O dervişler onları alıp, rüyâsında gördüğü bahçeye getirdiler. Hayâlî Efendi, tâ kapıya kadar çıkıp onları karşıladı. Hasretle birbirlerine sarıldılar. Ahmed Hayâlî; "Eğer acele gitmek istiyorsanız, bu günlerde Hicaz tarafına bir gemi gidecek, siz birkaç gün bahçede kalıp istirâhat edin. Burada her türlü ihtiyâcınız görülsün. Süveyş'ten geçip hacca gidin!" dedi. Âşık Efendi, hemen talebesi Kerîm Efendi'ye bakıp; "Rüyânın bundan daha acâip bir şekilde gerçekleşmesi olur mu?" diye hayretini bildirdi. SonraAhmed Hayâlî'ye; "Biz sizi merhum hocamız İbrâhim Gülşenî hazretleri olarak görmüşüz." dedi. O sırada Âşık Efendinin talebesi, hocasının gördüğü rüyâyı anlatıyordu. İbrâhim Gülşenî'nin Âşık Efendi'ye ihrâm verdiğini anlatmamıştı. Ahmed Hayâlî, o anda Âşık Efendiye bir ihrâm getirdi. Böylece rüyâ, aynen gerçekleşmiş oldu. Bu hâdise üzerine orada bulunanlar çok etkilendiler. Hattâ Âşık Efendi, memnûniyetinden o gün ihrâmı üzerinden çıkarmadı. Daha sonra hacca gitti. Hacdan dönüşte tekrar Mısır'a uğradı. Burada Ahmed Hayâlî'nin teklifi ile Müeyyidiyye Câmiinde bir müddet vâz ve nasîhat eyledi.

Mısır'da bir mecliste sohbet ediyordu. Yüksekçe bir yerde bulunuyorlardı. Talebelerinden biri kendi kendine; "Aşağı atlamak, göklere çıkmak gibi zor bir şey." diye düşündü. Böyle düşünen talebe, sohbetin tesiriyle kendinden geçerek, aşağı atladı. Hiçbir yerine bir şey olmayıp ayak üstü yere düştü. O talebe; "Kendimi aşağı attığımdan haberim yoktu. Sanki bir kuşun kanatları üzerinde yere indim." dedi.

Ahmed Hayâlî'nin talebelerinden Dede Bâlî adında bir derviş vardı. Bu derviş, Âşık Efendinin meclisinde dâimâ suâl sorar ve anlattıklarına itirazlarda bulunurdu. Bir gün Âşık Efendi, Yâsîn sûresinin; Rahîm olan yâni müminleri rahmetiyle murâda erdiren Rab'den doğrudan doğruya bir selâm vardır. meâlindeki 58. âyet-i kerîmesini tefsîr ediyordu. Vâzı esnâsında; "Allahü teâlâ, Cennet'tekilere selâm eder. Kimine melek vâsıtasıyle, kimine de ikrâm olarak (derecelerinin yüksek olması bakımından) vâsıtasız olarak selâm eder." dedi. O anda Âşık Efendi duygulanarak ağlamaya başladı. "İnşâallah bize de vâsıtasız olarak selâm eder." diye duâ etti. Bu sözleri dinlemekte olan Dede Bâlî, ne denilmek istenildiğini anlayamadı. Âşık Efendiye; "Cennet ehlini umûmî olarak söylediniz. Halbuki peygamberlerden başkasına melek nasıl gelir? Hak teâlâ nasıl selâm verir? Nasıl olur da cennetliklerin bâzılarına ikrâm eder? Bu şekilde konuşmak sapıklıktır." gibi bâzı uygunsuz sözler söyledi. Dede Bâlî Efendinin Âşık Efendiye karşı yaptığı bu hareketleri hocası Ahmed Hayâlî Efendiye bildirdiler. Bir talebesini çağırıp; Âşık Efendi'nin vâzında anlattığı, Kâdı Beydavî'nin tefsîrinde yazılıdır. Dede Bâlî gereksiz yere ileri geri söz söyleyip, azîz bir kimsenin sohbetinde huzursuzluk çıkarmasın. Eğer tekkede râhat edeyim diyorsa, ona göre davransın. Git ona haber ver." dedi. O anda çok kızgın bir hâlde idi. Ayrıca; "Âşık Efendiye de söyle, bizden Pîr'e (İbrâhim Gülşenî'ye) şikâyet etmesine izin vardır. Yoksa o haddini bilmez talebenin yaptığı işe râzı olmuş oluruz. Hem Dede Bâlî'nin yanına git, şu kıt'ayı oku!" dedi. Kıt'a:

 

"İster misin ki yerin ola tekke-i huzûr?

Benden bu pendi yürü kabûl eyle ey dede!

Buğz edip kimseye hışımla söyleme!

Bir söyleyenler iki işitir bu vakitte."

 

Talebe gidip durumu Âşık Efendiye de bildirdi. Bu duruma hayret edip, çok istigfâr etti. Talebe hayretinin sebebini sorunca, Âşık Efendi; "Dede Bâlî'nin uygunsuz îtirâzından dolayı bu gece hocamız İbrâhim Gülşenî'ye teveccüh ettim. Hayâlî Efendinin dervişlerinden biri meclisimizin huzûrunu bozdu, diye şikâyette bulundum. Senin bu haberin, benim bu hareketime cevaptır." dedi.

Daha sonra Dede Bâlî'nin yanına gitti. Ahmed Hayâlî'nin söylediklerini ona bildirdi. Emrettiği kıt'ayı da okudu. Dede Bâlî, o anda hüngür hüngür ağlamaya başladı ve şöyle dedi: "Bu gece Pîr hazretleri (İbrâhim Gülşenî) beni orta yere çıkardı. Oradaki bâzı kimselere emretti, beni yatırdılar. Tabanlarıma ve sırtıma vurarak beni çok dövdüler. Şu anda bile o dayağın acısından hareket edecek hâlde değilim. Her tarafım şiddetli şekilde ağrıyor." dedi. Sırtını açıp, dayak izlerini gösterdi. Sopa vurulan yerler kara bere içinde idi. Çok özür diledi, ağlayıp sızladı, tövbe ve istigfâr etti. Talebe, özrünü hocası Hayâlî Efendiye bildirdi. Dede Bâlî'nin perişanlığını anlatıp, affetmesini ricâ etti. Ahmed Hayâlî ona; "Gitsin Âşık Efendiden af dilesin. Dede Bâlî'nin işi ona havâle edildi." buyurdu. Hemen hocası Hayâlî Efendinin saâdethânelerinden çıkıp, Âşık Efendinin yanına gitti ve ona Dede Bâlî'nin durumunu anlattı. Affedilmesinin kendisine havâle edildiğini söyledi. Âşık Efendi şöyle buyurdu: "Onun tövbe ve istigfâr etmesi, yaptığı hareketin uygunsuzluğunu anlamış olması af yerine geçer. Biz onu affettik. Ancak Dede Bâlî'nin bize yaptığı uygunsuz hareketlerine karşılık, Yâsîn-i şerîf sûresinin; "Ey günahkârlar! Sâlih müminlerden ayrılıp, yalnız kalınız." meâlindeki 59. âyet-i kerîmesini okumuştum. Bunun için bir mikdâr zâviyeden çıkıp uzak olsun." dedi. Talebe de gidip bu durumu Dede Bâlî'ye bildirdi. Dede Bâlî zâviyeden çıkıp, kırk gün müddetle hiç görünmedi. Daha sonra çıkıp dergâha geldi. Çok zayıflamış, sararıp solmuştu. Nerede ve nasıl riyâzet çektiğini araştırdılar, kendisinden sorulduğunda, bir türlü cevap alamadılar. Âşık Efendinin işâreti ile yedi gün halvete çekildi. Bundan sonra insanları doğru yola dâvet etmek için icâzet, diploma verildi.

 

KAYNAKLAR

1) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Zeyli (Atâî); s.195

2) Sicilli Osmânî; c.3, s.282

3) Menâkıb-ı İbrâhim Gülşenî; s.470, 474,547, 548