ALVARLI MUHAMMED LÜTFİ (Efe)
Nakşibendî
büyüklerinden. 1868 (H.1285) târihinde Erzurum'un Hasankale ilçesine bağlı
Kındığı köyünde doğdu. Babası Hâce Hüseyin Efendi, annesi, Seyyide Hadîce
Hanımdır. İlk tahsîlini babasından aldı. Sonra Erzurum'daki tanınmış bâzı
âlimlerin derslerine devâm etti. 1890 yılında Hasankale'nin Sivaslı Câmiine imâm
oldu. Aynı yıl babasıyla Bitlis'e giderek Muhammed Küfrevî hazretlerine talebe
oldu. Bâtınî ilimlerde ilerledi. Her gün iki saat hocasının sohbetinde
bulunurdu.
Efe
hazretleri anlatır: Bir gün sohbetten sonra hazret-i Pir dışarıya çıkmışlardı.
Ben de kendimde olmaksızın kapıya yöneldim. Odadan dışarı çıktığımda hazret-i
Pir'i bir kolunda büyük oğlu Şeyh Abdülhâdî, diğer kolunda Şeyh Abdülbâkî
hazretleri olduğu halde sofada ayakta bekler gördüm. Elleriyle yaklaşmamı
emrettiler. Yanına vardığımda mübârek ellerini şakaklarıma koyup öyle bir nazar
ettiler ki, başımArşa değdi sandım."
Muhammed
Lütfi Efendi, bu nazarla bilinmeyen, anlaşılmayan derecelere kavuştu. Ertesi
sabah Pîr-i Küfrevî hazretleri kendisini halîfe seçtiğini ve halkı irşâda memur
ettiğini bildirdi. Böylece icâzetini (diploma) aldıktan sonra bir müddet daha
Sivaslı Câmiinde göreve devâm etti.
Sonra tâyini
Erzurum'un Dinarkom köyüne çıktı. Burada iken 1916'da Rusların doğuda Van, Muş
ve Bitlis'i ele geçirmeleri üzerine Erzurum'a geldi. Rus istilâsının devâm
etmesi ile Tercan'ın Yavi Köyüne gitti. Burada bir taraftan imâmlık yaparken
diğer taraftan gönlüne girdiği herkesi Rus zâlimlerine karşı silahlandırdı.
1917'de
Rusya'da bolşevik ihtilâlinin vukû bulmasından sonra Ruslar, Osmanlı
topraklarından çekilirken silahlarınıErmenilere vererek onları mâsum ve
savunmasız Türkler üzerine kışkırttılar. Ermenilerin hedefi, Doğu Anadolu'yu da
içine alan büyük Ermenistan devletini kurmaktı. Bunun için Türk ve Müslüman olan
halkın bölgeyi terketmesini istiyorlardı. Bu gâyeleri tahakkuk ettirmek üzere
görülmemiş bir kıyım ve imhâ hareketine başladılar. Beşikteki bebeklere ve
yatalak hastalara varıncaya kadar öldürdüler. Bâzılarını câmi, ev ve ahırlara
toplayarak sonra ateşe verdiler. Bu mezâlim, doğudan batıya doğru büyük bir göç
dalgasının başlamasına sebep oldu.
Ermenilerin
bu insanlık dışı fiillerine karşı, Muhammed Lütfî Efendi, Yavi ve komşu
köylerden topladığı altmış kişilik bir müfrezeyle harekete geçti. Önce Oyuklu
köyü yakınındaRusların karargâh deposu olan ve Ermenilerin elinde bulunan bir
silah deposunu bastı. Bu silah ve malzemeleri Haydari Boğazı'ndaki Zergide
köyünde bulunan Türk ordusuna ulaştırdı. 12 Mart 1918'de Türk ordusu ile
birlikte Erzurum'a girdi. Ancak aynı gün babası Hâce Hüseyin Efendi şehîd düştü.
Doğu'nun
Ermeni mezâliminden kurtarılmasından sonra tekrar Hasankale'ye döndü. Kendisine
Hasankale müftülüğü teklif edildi ise de kabûl etmedi. Bu sırada Alvar köyü
insanlarının ısrarlı istekleri üzerine oraya yerleşti. Bundan sonra halk
arasında"Alvar İmâmı" ve "Efe hazretleri" ünvanıyla tanındı. Bir Nakşibendî-Hâlidî
şeyhi olarak 1939'a kadar bu köyde, bu târihten sonra da Erzurum'da halkı irşâd
ile meşgûl oldu. 1947, 1949 ve 1950 yıllarında olmak üzere üç defâ hacca gitti.
12 Mart 1956'da vefât etti. Cenâzesi Alvar köyüne götürülerek oraya defnedildi.
Efe
hazretleri, İslâmiyetin aleyhine cereyanların geliştiği ve pekçok müslümanın
perişan olduğu o günlerde dertlerini daha çok şiirle dile getirdi. Onun Arapça,
Farsça ve Türkçe yazdığı bu şiirleri ölümünden sonra oğlu Seyfeddîn Mazlumoğlu
tarafından derlenerek
Hulâsâtü'l-Hakâyık adıyla yayınlandı. Şiirleri ve gazelleri
incelendiğinde, Allahü teâlânın aşkı ve Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve
sellem sevgisiyle dolu olduğu görülmektedir. Hac ettiği günlerden birinde
Rabbine şöyle yakarmaktadır:
Alîl,
zelîl bu yollara düzüldük
Hakîr
fakîr denî râha süzüldük
Hâlimiz
ne olur ya Rab üzüldük
Ey
keremler kânı huccâcı affet
Rahmet-i
Rahmân'a muhtâcı affet!
Gönderdin Habîb'in âleme rahmet
Sen
eyledin bizi Habîb'e ümmet
Senden
özge kimden görek merhamet
Ey
keremler kânı huccâcı affet,
Rahmet-i
Rahmân'a muhtacı affet.
Hürmet-i
Ahmed'e bağışla bizi
Âl-i
Muhammed'e bağışla bizi
Vüs'at-i
rahmete bağışla bizi
Ey
keremler kânı huccâcı affet,
Rahmet-i
Rahmân'a muhtâcı affet.
Efe
hazretlerinin huzûruna girenler büyük bir ferahlık duyarlar ve mânevî bir
lezzete kavuşurlardı. Onu görmek için; içlerinde paşalar, bürokratlar, müftüler
de dâhil olmak üzere, Türkiye'nin dört bir yanından insanlar gelirdi. Onu gören,
tanıyan herkes kendisinin Peygamber efendimizin ahlâkı ile ahlâklandığını ve her
hâlini O'na uydurduğunu söylerlerdi.
Talebelerine
dâimâ kalp kırmamak husûsunda telkinde bulunurdu:
Ol fakîr
ki, yüzen bakar
Gözlerinin yaşı akar
Mümin
olan kalb mi yıkar
Boynuna
la'net mi takar
Sakın
incitme bir cânı
Yıkarsın
Arş-ı Rahmân'ı
Bilirsin
haram helâli
Bilirsin
sevab vebâli
Aman
olma lâ-übâli
Terk
eyle boş kîl-u-kâli
Sakın
incitme bir cânı
Yıkarsın
Arş-ı Rahmân'ı
Bu dünya
seni terk eder
Devletin
hep elden gider
Ölüm bir
gün kabre güder
Biri
sürer biri yeder
Sakın
incitme bir cânı
Yıkarsın
Arş-ı Rahmân'ı.
Misâfirperverdi. Herkesi severdi.Zâviyesinde her gün en az yirmi misâfir
bulunurdu. Misâfirleri uzaktan geldiyse, gece evinde ağırlar, sabah
kahvaltılarını verir, dertlerini dinler ve uğurlardı. Altmış sekiz sene
misâfirsiz bir sofraya el uzatmadı.
Dünyâyı hiç
sevmezdi. Dünyâ malıyla hiç ilgilenmedi. Doksan senelik hayâtında taş taş üstüne
koymadı. Bir evi yoktu. Cenâb-ı Hakka hamdederek; "Elhamdülillah, tapuda kaydım
dünyâlık bir şeyim yok. Babam bu dünyâya bir çivi çakmamıştı. Benim de bir çivim
yok." derdi.
Şenper-i
zenburi değmez bu cihan kâşânesi" (Bu cihanın saltanatı bir sinek kanadına bile
değmez) sözü dikkate şâyandır. Yine dünyânın boş olduğunu şu mısrâları ile dile
getirmektedir.
İster
allan güller gibi her seher
Âhiri
ölümdür hayâldesin
İster
olsun hazinende dür, güher
Âhiri
ölümdür ne hayâldesin.
İster
emirâne kur taht-ı revân
Şâhâne
üstünde kurul nev-civân
Hüsrev
gibi her gün eyle bir dîvân
Âhiri
ölümdür ne hayaldesin
İsterse
bu dünyâ hep senin olsun
Şân ü
şöhret şerâfetinle dolsun.
Halk-ı
zemân hep emrinde bulunsun
Âhiri
ölümdür ne hayaldesin.
Herkese,
bilhassa hasta ve düşkünlere karşı çok merhamet ve şefkatli idi. Fakir ve
yoksullara hiç beklemedikleri anda yardım eder onların ne halde olduklarını
kendilerinden iyi bilirdi. Birçok fakire fırınlardan ekmek göndererek günlük
ihtiyaçlarını karşılardı. İhtiyacından dolayı huzûruna gelenler, derdini
söylemeden, kendisi Allahü teâlânın izniyle onların isteğinin ne olduğunu anlar
ve ihtiyaçlarını giderirdi.
Çok cömert
idi. Herkes ve bilhassa varlıklı kimseler kendisine hediyeler gönderirdi. Fakat
o bunlara hiç elini sürmezdi. Bunları minderin altına kor, evlenmek isteyenler,
borcunu ödeyemeyenler ve cenâze masrafları vs. gibi sebeplerle kendisine
gelenlere dağıtırdı. En büyük zevki hediyeleri lâyık olduğu yere ulaştırmaktı.
Bâzan sohbetleri esnâsında üzerindeki en büyük parayı ortaya çıkardıktan sonra,
çevresinde bulunanlara da; "Şuraya biraz para koyun!" derdi. Etrafındakiler de
paralarını koyduktan sonra bunları toplatır, mahallin ileri gelenlerine veya
muhtarına ihtiyaç sâhiplerine ulaştırmaları için gönderirdi.
Efe
hazretlerinin pek çok gazellerinde bu duygularını görmek mümkündür.
Hasislikten elin çek sen cömerd ol kân-ı ihsân ol
Konuşma
câhil-ü nâdân ile gel ehl-i irfân ol
Hakîr ol
âlem-i zâhirde sen mânâda sultân ol
Karıncanın dahi hâlin gözet dehre Süleymân ol
Felekte
hâsılı insân isen bir canı incitme
Günahkâr
olma Fahr-i âlem-i zî-şânı incitme.
Efe
hazretlerinin en çok sevdiği işlerden biri de ilim
talebelerine yardım etmekti. İlme, irfâna çok önem verir, Erzurum'da
medreselerde okuyan talebelere maddî mânevî yardımlarda bulunurdu. Alvar'da bir
medrese kurarak gelenlere Kur'ân-ı kerîm ve fıkıh dersleri verdi.Bir
zamanlar dindarlara, Kur'ân-ı kerîm okuyanlara ve okutanlara karşı
düşmanlık gösterilmesi sebebiyle, Efe hazretleri de İslâmiyetin emirlerinin
unutulmaması için fevkalâde gayret gösterdi. Onun emri ve izni ile köylerde
Kur'ân-ı kerîm okutan
hocalara en ufak bir zarar erişmedi.
Erzurum eski
müftülerinden Solakzâde Sâdık Efendi, Efe hazretlerine muhâlif hareket ederdi.
Sâdık Efendi bir gece rüyâda Efe hazretleri etrâfında talebeleri ile zikir ve
sohbet ediyorlardı.Yalnız etrâfında bir kişilik boşluğun bulunması dikkatini
çekti. Sabahı zor etti. Acele ile Efe hazretlerine gelerek rüyâsını anlattı ve
ondan tâbirini istedi. Efe hazretleri gülümseyerek:
"Siz daha
iyi bilirsiniz, müftüsünüz." dedi.
Sâdık Efendi
daha fazla bekleyemedi. "Beni bendeliğe kabûl ediniz, efendim!" diyerek Efe
hazretlerinin ellerine yapıştı. Bu bağlılık ve seâdet günleri uzun sürmedi.
Ancak Efe hazretleri kısa zaman sonra vefât etti. Cenâzesinde Solakzâde'nin
ağlamaları Erzurum'da bir destân oldu.
Eski Çat
müftüsü Hâlis Hoca, Efe hazretlerinin yanına ilk defâ geliyordu. Bir ara Efe
hazretleri şerbet içerlerken; "Eğer Efe içtiği şerbetin yarısını bana verirse,
yanında kalacağım." diye içinden geçirdi. Bu sırada Efe hazretleri de bardağı
yarılamıştı. Durdu ve; "Yarısı oldu mu?" diye sorduktan sonra bardağı kendisine
uzattı. Hâlis Hoca bundan sonra 15 yıl devâmlı Efe hazretlerinin yanına gidip
geldi.
Efe
hazretleri bir defâ hacdan dönüşte yolu İstanbul'a uğradı. Yakınlarından
birisine de Erzurum'a birinci mevkîden bilet almasını tenbih etti. Bileti alacak
kimse unutup gecikti.Trenin hareketine az bir zaman kala istasyona gelen yakını
birinci mevkiin tamâmen dolu olduğunu öğrenince büyük bir üzüntüye düştü. Sonra
birinci mevkî vagonuna binerek dolaşmaya başladı. Kompartımanın birisinde iki
kişi oturuyordu. Onlara; "Siz iki kişisiniz, muhterem ve yaşlı bir zât da
Erzurum'a gidecek. O da yanınıza oturabilir mi?" diye sordu. "Kim o?"
dediklerinde; "Alvarlı Hoca, Muhammed Lütfi hazretleri." cevâbını verince,
onlardan; "Zâten biz bu yeri ona ayırdık, onu bekliyoruz." cevâbını aldı.
Mübârek
Ramazan Bayramı, Erzurum mes'ûd ve bahtiyar günlerinden birini yaşamaktadır.
Herkes birbirinin bayramını tebrik etmekte, hastalar ziyâret edilmekte, çocuklar
sevindirilmektedir. Efe hazretlerinin dergâhının önü de sanki ana baba günü.
Elini öpüp, hayır duâsını almak isteyenler yarış hâlindeler. Bu sırada Efe
hazretlerinin, bayramını tebrik edenlere karşı söylediği sözler yıllar yılı
herkesin dilinde tatlı bir nağme gibi söylene geldi.
Mevlâ
bizi affede
Bayram o
bayram olur
Cürm ü
hatâlar gide
Gör ne
güzel ıyd olur.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
BU LOKMA SENİNDİR
Efe
hazretleri Erzurum'da talebelerinin birinin evinde, sohbet sonunda duâ ediyordu.
Öylesine cânu gönülden bir istek ve arzu ile yakarışı var idi ki, etrafındakiler
sanki Allahü teâlâyı görür gibi duâ ettiğini zannediyorlardı. Yürekler yerinden
fırlayacak gibi çarpmada, gönüller arşa açılmada idi. Duânın bitimi ile ortalığı
sessiz bir sükût kapladı. Ev sâhibi fırsattan istifâde, hazırlattığı tatlıları
getirdi. Bu sırada evin çocuğu, kapının arkasında; "Efe'ye büyük zât diyorlar,
güyâ böyleleri kerâmet de gösterirmiş, eğer aslı varsa tabakta ilk lokmayı bana
uzatsın da göreyim onun kerâmetini? Yoksa beni inandıramaz." diye düşünüyordu.
Bu sırada
lokmayı alan Efe, ağzına götürecek yerde birdenbire;
"Kapı
arkasındaki genç! Buraya gelir misin?" diye seslendi. İkinci defâ tatlı bir
sesle tekrar;
"Buraya gel,
bu lokma senindir, başkası alamaz!" buyurdu.
Utanarak
yanına gelen gence Bismillah diyerek ilk lokmayı verdi.
KAYNAKLAR
1) Alvarlı
Efe hazretleri (Ahmed Ersöz; İzmir 1991)
|