ALİ BİN MUHAMMED BİN BEŞŞÂR
Büyük velî
ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimi. Künyesi Ebü'l-Hasan'dır. 925 (H.313) senesinde
vefât etti. Necma'ya yakın bir yer olan Akabe'de bulunan kabri ziyâret
mahallidir. Ebû Bekr el-Mervezî, Ahmed bin Hanbel hazretlerinin oğlu Sâlih,
Abdullah ve daha başka büyük âlimlerin derslerinde bulundu. Kendisinden, Ali bin
Muhammed bin Câfer el-Beclî, Ebû en-Necâd ve başka âlimler ders aldılar. Hayâtı
hakkında fazla bilgi yoktur.
Ali bin
Muhammed bin Beşşâr, kendisinden bahsederken, şöyleyim böyleyim demezdi. Ben bir
adamı tanıyorum. Onun şöyle şöyle durumu var, derdi. Birgün, ben bir adamı
tanıyorum, otuz sene, özür dilemeyi gerektirecek bir söz konuşmamıştır, dedi.
Hâlbuki burada kendisini kastediyordu.
Birgün Ali
bin Beşşâr bir meclisde oturuyordu. Orada bulunanlardan bâzısı ona, nereden
yiyip içiyorsun, diye sordu. Bu sırada başkaları söze karışıp, o istediği yerden
bulur. Herkes ona verir, dediler. Bunun üzerine Beşşâr hazretleri;
"Ey cemâat!
Şu kırk seneden beri, acabâ benim yiyip içtiğim yeri gören var mı? Yine bu kadar
zamandır, bir kimseye bir ihtiyâcım olmuş mudur? Bir kimseden bir şey istemeye
gittiğimi bilen var mıdır? Eğer gören bilen varsa söylesin." dedi.
Meclisinde
konuşmak istediği
zaman; "Sen, ne istediğimizi biliyorsun." meâlindeki âyet-i
kerîme ile başlardı. O sırada birisi kalkıp, ona:
"Allahü
teâlâ senden râzı olsun. Devamlı bu âyet-i kerîmeyi okuyarak sözüne başlıyorsun.
Senin bundan maksadın nedir?" diye sordu. Ali bin Beşşâr, ona;
"Sen bunu
niçin soruyorsun? Bu zamana kadar, kimse bana sormadı. Fakat yine sana, bundaki
maksadımı söyleyeyim: Dünyâda da âhirette de, Allahü teâlânın rızâsından başka
hiç bir maksadım ve murâdım yoktur. Onun için, devamlı meclislerimde, bu âyet-i
kerîmeyi okuyarak başlıyorum." dedi.
Ali el-Beşşâr'ın
bir sohbetinde Ahmed Bermekî, odanın en uzak kısmında oturdu. Sükûnet
içerisinde, orada bulunanlarla birlikte sohbeti dinledi. Sohbetin sonunda, Lâ
ilâhe illallah,
dedi ve "O Balık sâhibini (Yûnus'u) da hatırla ki o, (dînini kabûl
etmeyen kavmine) öfkelenerek gitmişti de, kendisini hiç bir zaman
sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken (yutan balığın karnındaki)
karanlıklar içinde: "Senden başka hiç bir ilâh yoktur, seni bütün
noksanlıklardan tenzîh ederim. Gerçekten ben, haksızlık edenlerden oldum." diye
duâ etmişti." meâlindeki Enbiya sûresinin seksen yedinci âyet-i kerîmesini
okuyup;
"Yâ
Rabbî!Sen, kendisini balığın karnında hapsettiğin zaman, sâlih bir kulun olan
Zu'n-Nûn= Yûnus aleyhisselâm karanlıkta sana;
"Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn (Senden başka hiç
bir ilâh yoktur, seni bütün noksanlıklardan tenzîh ederim. Gerçekten ben,
haksızlık edenlerden oldum.)" diye nasıl duâ edip yalvarmışsa, ben de sana öyle
yalvarıyorum. Yâ Rabbî! Senin yüce kelâmın haktır. Sen sâlih bir kulun olan
Yûnus'un bu duâsına karşılık; "Biz de onun duâsını kabûl ettik. Kendisini
kederden kurtardık. İşte biz müminleri böyle kurtarırız." (Enbiyâ sûresi:
88) buyurdun. Allah'ım! Onun duâsını nasıl kabûl edip, içerisinde bulunduğu
sıkıntılı durumdan, rahmetinle onu nasıl kurtarmışsan,
duâlarımızı kabûl buyurup, sıkıntılı ve elem verici durumlardan bizi muhâfaza
eyle. Yâ Rabbî! Sen Erhamürrâhimînsin (merhamet edenlerin en merhametlisisin).
Sonra, on kere yâ Rabbî!" dedi. Fakat o, her yâ Rabbî dediği zaman, Ahmed
Bermekî içinden; "Yâ Rabbî! Bana genişlik, rahatlık ihsân et." diyordu. Daha
sonra Ali bin Beşşâr'ın semâya doğru yönelmiş, sanki kendisine bir şeyler
söyleniyor da, onları dinler bir durumu olduğunu gördü. Sonra Ahmed Bermekî'ye
doğru döndü.
"Yazık sana,
utanmıyor musun? Allahü teâlâdan Cennet'ini iste. Yine O sana, insanlara muhtaç
olmayacak kadar rızık ihsân eder. Hâlbuki sen devamlı, dünyâyı, rahatı ve
genişliği istiyorsun." Allahü teâlânın izni ve bildirmesiyle, içinden geçeni
öğrenmişti. Ondan sonra ona emrettiği gibi Allahü teâlâdan Cennet'ini istedi.
Birgün bir
talebesi ile ders yapıyordu. O sırada Ali bin Beşşâr'ın yüzü talebenin dikkatini
çekti. Ay gibi parlıyordu. Kendi kendine, her hâlde yarınki sohbete hazırlık
için traş olmuş, umûmî bir temizlik yapmış. Onun için yüzü böyle parlıyor, diye
düşündü. O sırada talebeye;
"Sen niçin
öyle düşünüyorsun, senin dediğin gibi değil." deyip, başını açtı. Traş
olmadığını gördü. Bunun üzerine ona;
"Zannınız
güzel olsun. Kalbinize iyi sâhib olunuz." dedi. Talebe çok utandı. Allahü teâlâ,
bu velî kuluna, onun içinden geçenleri bildirmişti.
Ali bin
Beşşâr buyurdu ki:
"Günahlardan
sakınan kimseler, nefsleri üzerinden, terbiye kamçısını kaldırmazlar. Allahü
teâlanın râzı olduğu işler için nefslerini zorlarlar. Onlar, mal ve mülkü Allahü
teâlânın rızâsı için vermekten çekinmezler."
"Yemek
yiyeceğin ve uyuyacağın zaman, fazla yeme ve fazla uyuma."
"Allahü
teâlâya isyânkâr olup, günahlara dalan kimsenin, Allahü teâlânın verdiği
cezâları çok görmesi münâsip değildir."
"Şu dört
haslet kişinin kemâline alâmettir: Kalbi dünyâ sevgisinden kurtarıp, Allahü
teâlânın beğendiği şeyleri yapmak. Sonunda, hesâba çekilmeyi gerektirecek
şeyleri terketmek, hâli hafîf ve yumuşak olmak. Dünyâlık biriktirmeyi azaltmak."
Ona, Allahü
teâlânın rızâsına nasıl kavuşulur? diye sordular.
"Gizli günah
işlediğin gibi, gizli tâatte (Allahü teâlânın beğendiği şeyler) bulunursun.
Nihâyet kalbin, ibadet ve tâatlere doğru meyleder. Bu hâl, Allahü teâlânın
rızâsını kazanmaya doğru gittiğinin alâmetidir." buyurdu.
Bir zât, Ali
bin Beşşâr'ın yanına gitmişti. Üzerinde yünden bir cübbe vardı. Ali bin Beşşâr
kendisine, "Kalbini mi güzelleştirdin, yoksa bedenini mi?" diye sordu. Sonra;
"En önemli olan, kalbin güzelleştirilmesi ve temizliğidir." diye buyurdu.
"Sırf makam
sâhibi olmak ve biliyor desinler için bir kaç mesele öğrenip, insanlara fetvâ
vermeye kalkışmak, ne kadar ayıptır."
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
ÜZÜLMENE NE GEREK VAR?
İbn-i Uleyk
ez-Zeyyât bir ara büyük bir maddî sıkıntıya düşmüştü. Odasında gamlı ve
düşünceli bir hâlde oturuyordu. Tam bu esnâda İbn-i Beşşâr;
"Ey
Abdullah!" diye seslendi. Halbuki onun bulunduğu oda ile İbn-i Uleyk'in
arasından bir yol geçiyordu. Aralarındaki mesâfe de oldukça uzak idi. Ona,
buyurun bir emriniz mi vardı? deyince;
"Buraya
gel!"dedi. Yanına gitti.
"Niçin dünyâ
için bu kadar çok üzülüyorsun? Maddî sıkıntın var, yanında da hiç bir şeyin yok
herhâlde!" dedi. O da;
"Evet yok!"
dedi.
"Hiçbir
şeyim yok diye, bu kadar üzülmeye ne gerek var. Rızkın seni buluncaya kadar
falanca nehrin kıyısında yürü. Rızkınla karşılaşınca onu al ve Allahü teâlâyı
zikret, O'nu an ve hatırla." O anda, İbn-i Beşşâr'ın sözü üzerinde düşünmeye
başladı. Fakat ona karşı çıkması mümkün değildi. Sonra yanından ayrıldı.
Kendisine târif edilen nehre kadar, Allahü teâlâyı zikrederek gitti. Köprünün
üst tarafına varınca, bir zât ona;
"Ey
Abdullah!" diye seslendi. O da;
"Buyrun, bir
emriniz mi vardı?" dedi. Yanına gittiğinde ona kırk dirhem verdi ve;
"Benim için
bir kitap yaz!" dedi. Bir müddet sonra oradan ayrılarak evine gitti. İbn-i
Beşşâr tekrar;
"Ey
Abdullah!" diye seslendi. O da;
"Buyrun
efendim!" dedi.
"Karşılaştığın zât sana kırk dirhem verip, kendisi için bir kitap yazmanı
söyledi mi?" dedi.
"Evet"
cevâbını verince;
"Eğer sen
sabredip acele etmeseydin, rızkın kapına gelecekti. Acele ettin, rızkını almak
için tâ oralara kadar gittin." buyurdu.
KAYNAKLAR
1)
Tabakât-ı Hanâbile; c.2, s.57
2)
Târih-i Bağdâd; c.12, s.73
3)
Şezerât-üz-Zeheb; c.2, s.267
4)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.376
|