|
AHMED SATÎHA
Mısır
evliyâsından. İsmi, Ahmed es-Satîha el-Mısrî'dir. Aslen Mısır'da bulunan Betâ
beldesindendir. Doğum târihi ve yeri tesbit edilememiştir. 1535 (H.942)
senesinde vefât etti. Mısır'ın Garbiyye şehri karşısındaki Şibr'de bulunan kendi
zâviyesine defnedildi.
Ahmed es-Satîha
el-Mısrî, zamânın âlimi ve velîlerinin derslerini tâkib ederek yetişti.
Kendilerine ulemâ-i râsihîn denilen büyük âlimlerden oldu. Birçok talebe
yetiştirdi. Meşhûr âlim ve velî Abdülvehhâb-ı Şa'rânî yetiştirdiği
talebelerindendir.
Devlet
memurları ve vâliler de dâhil, herkes tarafından sevilip sayılan, hürmet edilen,
onların yanında kadr-ü kıymeti bulunan bir zât idi. Sevdiklerinden birisinin
devlet memurlarına veya vâlilere bir işi düşecek olsa, bizzât kendisi gidip o
işi hallederdi. İlminin çokluğuyla birlikte, evliyâlık yolundaki derecesi de çok
yüksek idi. Çok kerâmetleri görülmüştür. Allahü teâlânın izni ile huzûruna gelen
kimsenin gönlündeki düşünceleri anlardı.
Gâyet hoş
sohbet, latîfe yapan, tatlı sesli bir zât idi. Yavaş konuşur ve sohbet
edeblerine çok riâyet ederdi. Bu sebeple insanlar, uzak yakın yerlerden onun
ziyâretine gelirler, sohbetlerinden istifâde etmeye çalışırlardı. Ziyâretine,
sohbetine gelenlerin sayısı bilinmezdi. Gelenlerin hepsiyle ilgilenir, onları
hoşnut ve rahat olarak gönderirdi.
Ahmed Satîha,
zirâatle meşgûl olur, tarlalarını ekip biçerdi. Böylece, İslâmiyetin sâdece
ibâdet etmeyi değil, çalışmayı da emrettiğini, yenilen lokmanın helâl olması
için yapılan çalışmanın da ibâdet olup, sevap verildiğini gösterirdi. Adım
atmasından tarlasını sürmesine, konuşmasından susmasına ve gülmesinden giyim
kuşamına kadar, her hâli dînimizin emrine uygun idi. Evliyâlık alâmetleri
yüzünde belli idi. Üzerinde evliyâlık heybeti bulunmasına rağmen, zararlı ve
aşırı olmamak üzere, şaka ve latîfe yapardı. Böyle yapmasaydı, heybetinden kimse
yanına yaklaşmaya ve sohbetinde bulunmaya cesâret ve tahammül edemezdi.
Allahü
teâlânın velî kullarına hürmet edip edebli olanlar çok olduğu gibi, onlara karşı
gelip, büyüklüklerini inkâr edenler de çıkmıştır. Ahmed es-Satîha el-Mısrî
hazretleri zamânında da, haddini bilmez bir kimse, kendisine o zâtınkine
benzeyen bir külâh alıp; "Ben de onun gibi olabilirim." düşüncesiyle, kibirli
bir şekilde gidiyordu. Her şeyin, cübbe ve külâh giymekle hallolacağını zanneden
bu kimse, hizmetçinin yardımıyla ata binerken birden hayvandan düştü ve boynu
kırıldı. Hatâsını anlayıp, acılar içinde kıvranırken; "Beni Ahmed Satîha
hazretlerinin yanına götürün." diye inlemeye başladı. Bunu alıp Ahmed Satîha
hazretlerinin yanına götürdüler. O kimsenin bu hâlini gören Ahmed Satîha,
kerâmet olarak o kimsenin durumunu anladı ve tebessüm edip; "Öyle yapmakla bize
zahmet verdin ve boynun kırıldı. Allahü teâlâya tövbe et! Boynun düzelir." dedi.
O kimse, tövbe ve istigfâr etti. Ahmed Satîha da duâ ederek, bir miktar
zeytinyağına ağız suyundan kattı ve o kimseyi getirenlere vererek; "Bununla
hastanın boynunu oğun." buyurdu. Yağlayıp oğdular ve Allahü teâlânın izni ile
boynu iyileşti. Bu kimse, o eski düşünce ve hâllerinden vazgeçti. Gördüğü bu
açık kerâmet ile, o zâtın büyüklüğünü anlayıp, huzûruna gitti ve hizmetine
girdi. Ölünceye kadar da, Ahmed Satîha hazretlerinin sohbet ve hizmetinden
ayrılmadı.
Bir gün
haddini bilmez bir kimse, bir yandan yaban turpuna benzer dikenli bir şey yiyor,
bir yandan da Ahmed Satîha hazretleri ile alay ediyordu. Sonunda boğazına bir
diken takıldı ve o şekilde öldü.
Ahmed Satîha
hazretleri, bir kızla evlenmek istedi. O kıza haber gönderilince, kız kabûl
etmediği gibi, güzelliğiyle öğünerek hakâretlerde bulundu. Daha bu uygunsuz
sözlerini bitirmemişti ki, o ânda felç oldu. Ne yaptılar ise tedâvî edemediler,
sonunda o şekilde öldü.
Kötürüm bir
kadının dört senedir devâm eden hastalığına bir çâre bulamadılar. Nihâyet gelip
durumu Ahmed Satîha hazretlerine arzettiler. O da, o kadının bulunduğu yere
gitti. Bir mikdâr zeytinyağı istedi. Getirdiler. Bu yağın içine ağız suyundan
bir mikdâr koyup, kadının bulunduğu tarafa gönderdi ve yağı vücûduna sürüp
oğmasını söyledi. Kadın, o yağı vücûduna sürdü ve Allahü teâlânın izni ile şifâ
buldu. Tamâmen iyileşti.
Bir gün
Ahmed Satîha hazretleri, Menf beldesinde bir valinin yanında idi. Bir suçlunun
affı için şefâatte bulundu. Vâli de o kimseyi affettiğini bildirip, serbest
bıraktı. Fakat Ahmed Satîha hazretleri gittikten sonra, vâli verdiği sözden
dönerek, o kimseyi tekrar hapsetti. Bu hâlinin cezâsı olarak, vâlinin boynunda
bir ur meydana geldi. O ur, vâlinin boğulmasına sebep oldu. Hiçbir çâre
bulamadılar, vâli o gün öldü.
Bir beldenin
ahâlisi, Ahmed Satîha hazretlerinin büyüklüğünü inkâr edip, ona karşı çıkardı. O
da buna çok üzülürdü. Bu bozuk düşüncelerinin cezâsı olarak, o beldenin ahâlisi
birbirine düştü. Aralarında, öldürme hâdiseleri ve nihâyet harb meydana geldi.
Bu hâl şiddetlendi ve sonunda o belde harâb bir hâle geldi. Talebesi Abdülvehhâb-ı
Şa'rânî, o beldenin bu durumuna çok üzülerek hocasına arzedip, bu beldeyi îmâr
etmesini, (aralarının düzelmesi için duâ etmesini) istirhâm etti. Ona; "Bunlar
münâfık kimselerdir. Birbirlerine düşmelerinde fayda vardır. Onlar öyle
olmazlarsa, hep birlikte müslümanlara zarar verirler." buyurdu.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
AÇILAN DELİK
Ahmed Satîha,
talebelerinden bir kısmıyla birlikte, Bulak şehrinden gemi ile bir yere
gidecekti. Gemici kendilerine hiç yüz vermedi. Bunun üzerine talebeleri ile
birlikte gemiden indi. Onlar iner inmez, geminin bir tarafı delinip, su almaya
ve gemi ağırlaşan tarafa doğru yatmaya başladı. Gemidekiler çok korkup, bu
hâlin, o zâta gerekli hürmeti göstermemeleri sebebiyle olduğunu anlayıp derhal
özür dilediler. Affetmesini isteyip, gönlünü alınca, talebeleri ile birlikte
gemiye döndü. Açılan delik kolayca kapatıldı ve gemi düzeldi. Rahatça yollarına
devâm ettiler.
KAYNAKLAR
1) Tabakât-ül-Kübrâ; c.2, s.136
2) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.326
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.217
|
|