AHMED NECİBÎ
Endülüs'te
yetişen büyük velîlerden. İşbiliye'de doğdu. Doğum ve vefât târihi belli
değildir. İsmi Ahmed, babasının ismi Ebû Bekr'dir. Künyesi Ebü'l-Abbâs'dır. İpek
dokumacılığı yaptığı için Harrâr lakabı ile meşhûr oldu.
Ahmed
Necibî, tahsil çağı gelince İşbiliye'de İbn-i Âs isimli zâtın derslerini tâkib
etti. Ona hizmette çok îtinâ ve gayret gösterirdi. Bu zâtın yanında büyük âlim
ve velî Câfer Endülüsî'nin ismini duyuncaya kadar kaldı. Câfer Endülüsî'nin
yanına gitmek üzere bir grup ile yola çıktı. Endülüs'e vardıklarında
yanındakiler, Peygamberlik iddiasında bulunan İbn-ül-Mer'e ismindeki şahsı önce
ziyâret etmek istediler. Ahmed Necibî; "Ben, Ebû Ahmed Câfer için geldim. Oraya
gitmem." dedi. Bunun üzerine arkadaşları ona tâbi olup, o zâtın yanına gittiler.
Ebû Ahmed Câfer'in bulunduğu yer çok kalabalıktı. Ayrıca hizmet ile vazîfeli
bâzı kimseler vardı. Bir vazîfeli, Ahmed Necibî ve berâberindekileri Şeyh Câfer
Endülüsî'nin huzûruna götürdü. Ebû Ahmed Câfer onlara baktı ve; "Çocuk hocaya
defteri temiz olarak gelirse, hoca ona bir şey yazar. Fakat defteri yazılı ise
hoca onun için bir şey yazmak istese nereye yazsın. Onun için böyle gelen
defteri karalanmış geri döner." buyurduktan sonra tekrar onlara baktı ve; "Aynı
sudan içenin mizacı, tabiatı bozulmaktan, değişmekten kurtulur. Çeşitli sulardan
içenlerin mizacı ise bozulmaktan, değişmekten kurtulamaz." buyurdu. Bu sözü ile
memleketlerinden çıkarken, kendisini ziyâret niyetiyle çıktıkları hâlde, daha
sonra Endülüs'e geldiklerinde, peygamberlik iddiâsında bulunan o şahsı ziyâret
etmek istediklerine işâret etti.
Ahmed Necibî
bu sözler üzerine, onların durumuna düşmekten muhâfaza ettiği için Allahü
teâlâya şükretti. Sonra, Ebû Ahmed Câfer hizmet ile vazîfeli bir kişiyi
çağırarak, Ahmed Necibî'yi talebelerinin olduğu yere götürmesini, diğerlerini
ise geri göndermesini istedi. Ahmed Necibî'ye de; "Ey Ebü'l-Abbâs! Siz
memleketinizden çıktığınızdan îtibâren Allahü teâlâ bizi sizin durumunuzdan
haberdâr etti. Sizden her birinizin ne hâlde geldiğini biliyorduk." buyurdu.
Ebû Ahmed
Câfer'in talebeleri bir gün Ahmed Necibî'yi de aralarına alarak toplandılar.
Fakat bu toplantı hocalarının emrine muhalif bir şekilde olmuştu. Bir süre sonra
devletin güvenlik kuvvetleri onları yakalayıp götürmeye başladı. Şehirde onların
yakalanmalarını duymayan kalmamıştı. Her taraf bu haberle çalkalanıyordu. Bu
fitneye talebelerin emre aykırı şekilde toplanmaları sebeb olmuştu. Bu sırada
Ahmed Necibî'ye yeşil elbiseli bir zât; "Kendini kurtar." dedi. O da doğruca
şehrin câmisine gitti. Bu sırada arkadaşlarına yardım etmeden, kendisini
kurtardığı için büyük bir mahcûbiyet içerisinde iken, hocasının bir hizmetçisi
yanına gelip, onu Ebû Ahmed Câfer'in huzûruna götürdü. Diğer arkadaşları da
oradaydı. Hocaları, Ahmed Necibî'yi işâret ederek; "Niçin bunun gibi
yapmadınız." diye sordu. Sonra hocalarının huzurlarından ayrıldılar. İki gün
sonra hocası Ahmed Necibî'yi huzûruna çağırıp, ona teveccühle mânen yüksek
derecelere kavuşturduktan sonra icâzet, diploma verdi ve memleketine gönderdi.
Ahmed
Necibî, hocasının huzûrundan ayrılıp, memleketine döndü. Allahü teâlânın izni
ile mânâ âlemini görüyordu.
Ahmed
Necibî, İşbiliye'de bir müddet kaldıktan sonra, Mısır'a gitmek için yola çıktı.
Mısır'da iken büyük bir kıtlık ve vebâ olmuştu. Ahmed Necibî, yolda giderken
açlıktan süt çocuklarının öldüklerini gördü. "Yâ Rabbî! Bu hâl çok acı." diye
niyâzda bulundu. Bunun üzerine; "Ey kulum! Sana bir zarar verdim mi?" diye bir
ses işitti. "Hayır!" cevabını verince; "Bu hale îtirâz etme. Ölen çocuklar veled-i
zinâdır. Halktan ölenler ise, benim emirlerime uymayıp yasaklarımdan
sakınmayanlardır. Bunun için onları cezâlandırdım. Bu hususta kalbinde bir
sıkıntı keder olmasın." dedi ve ses kayboldu. Bunun üzerine halkın o hâli
sebebiyle üzüntüden kurtuldu.
Yine
Mısır'da bulunduğu sırada, ibâdet ve zikir ile meşgûl olurdu. Geceleri Cebcîne
denilen kabristâna giderdi. Bu sırada Allahü teâlâ ona, kabirdekilerin hâllerini
gösterirdi. Azap içerisinde olanlar ile, nîmet ve mükâfât içerisinde bulunanları
görürdü.
Ebü'l-Abbâs
hazretleri Mısır'da vefât etti. Birçok Sahâbe ve Tâbiîn kabirlerinin bulunduğu
Benî Kende kabristânına defnedildi.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
HENÜZ SENİN VAKTİN GELMEDİ
Ahmed Necibî
bir gün İşbiliye'de iken rahatsızlandı. Sırt üstü uzandığında, âniden yeşil,
beyaz ve kırmızı renkte büyük kuşlar gördü. Hepsinin kanatları bir anda inip
kalkıyordu. Yine bâzı şahıslar gördü. Ellerinde hediyelerle dolu tabaklar vardı.
O anda hâtırına tabaklardaki hediyelerin ölüm hediyeleri olduğu geldi. O
şahıslardan birisi ona; "Henüz senin vaktin gelmedi. Bunlar, vakti gelmiş
müminlere âit hediyelerdir." dedi. Kayboluncaya kadar onları seyretti.
KAYNAKLAR
1) Câmiu
Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.300
|