AHMED BİN İDRÎS
İdrîsiyye
tarîkatının kurucusu. Evliyânın büyüklerindendir. İsmi Ahmed bin İdris Hasenî,
künyesi Ebü'l-Abbas'dır. Hazret-i Hasan soyundan yâni şerîflerdendir. 1758
(H.1172)'de Fas'ın Atlantik sâhilindeki Arâiş bölgesinde bulunan Meysûr'da
doğdu. 1837 (H. 1253)'de Yemen'in Subye köyünde vefât etti.
Ahmed bin
İdrîs; uzun boylu, beyaz yüzlü, ince yapılı, zarîf, iri gözlü bir zâttı. Fas'ta
pek çok hocadan ilim tahsîl etti. İlimde üstün bir dereceye yükseldi.
Hocalarının icâzet, yetki vermesi üzerine dersler vermeye başladı.
Ahmed bin
İdrîs'in, Şenkît âlimlerinden Allâme Müceydirî isminde bir hocası vardı. Bu zât
zaman zaman Fas'a gelirdi. Fas'ta ikâmeti esnâsında, Ahmed bin İdrîs onun yanına
gider, bâzı hadîs-i şerîf ve fıkıh kitaplarını mütâlaa ederdi. Bir gün Müceydirî
yine Fas'a geldi. Ders okuttu. Bâzı kitaplar tamamlanmadı. Şenkît'e döneceği
zaman Ahmed bin İdrîs ona; "Efendim! İzin verirseniz zât-ı âliniz ile birlikte
geleyim. Geri kalan okuyamadığım yerleri okumuş olurum." dedi. Müceydirî o
zaman; "Hocamdan senin için izin alıncaya kadar sabret. O zaman olur." buyurdu.
Ahmed bin İdrîs hayretle; "Efendim siz büyük bir âlimsiniz. Bu hâlinizle hocanız
mı var?" dedi. Müceydirî de; "Evet, hocam Abdülvehhâb Tâzî'dir." buyurdu. Ahmed
bin İdrîs, söylenen bu zâtın büyük bir âlimin hocası olabileceğine çok şaştı.
Çünkü onu kendi hâlinde, zikr ehli, yaşından dolayı hürmet gören bir zât
bilirdi. Aradan az bir zaman geçtikten sonra Müceydirî; "Hocam sizin benimle
Şenkît'e gitmenize izin vermedi. Onu bana getir, buyurdu." dedi.
Berâberce
Abdülvehhâb Tâzî'nin huzûruna gittiler. Ahmed bin İdrîs o zaman onun görünüş
vakar ve hallerinden velî bir zât olduğunu anladı. Huzûrunda edeble durdu.
Abdülvehhâb Tâzî ona; "Nerede o boşa geçen günlerin." buyurup, ders okuttuğu
zamanlarını hatırlattı. Daha sonra da kendisine tasavvuf yolunun edebini
öğretti. Ahmed bin İdrîs bundan sonra talebe olup her gün sohbetinde bulunmaya
başladı.
Bir süre
sonra, huzurundayken Abdülvehhâb Tâzî; "Şimdi hocan Müceydirî vefât etti."
buyurdu. Ahmed bin İdrîs; "Nereden anladınız efendim?" diye sorduğunda
Abdülvehhâb; "Falan zamanda Şenkît'den bir kâfile çıktı. O onun vefât haberini
getirir." buyurdu. Dediği gibi gelen kâfile Müceydirî'nin vefât haberini
getirdi.
Ahmed bin
İdrîs, Abdülvehhâb Tâzî hazretlerinin sohbetleri ve tasarrufları ile Magrib'de
yetişen âlim ve velîlerin en büyüklerinden oldu. Çok kerâmetleri görüldü. Onun
en büyük kerâmeti uyanık hâlde iken de Resûlullah efendimizi görmesi ve O'ndan
şifâhen salevât-ı şerîfeleri öğrenmesiydi. Kendisi şöyle anlatır:
Bir
defâsında Resûlullah efendimizi gördüm. Yanında Hızır aleyhisselâm da vardı.
Peygamber efendimiz Hızır aleyhisselâma, bana Şâziliyye yolunun dersini
(edebini) öğretmesini emrettiler. O da bana Resûlullah'ın huzûrunda nasıl
olunacağını öğrettiler. Daha sonra Peygamber efendimiz, Hızır aleyhisselâma
sevâbı daha çok olan zikir, salevât ve istigfârları öğretmesini buyurdu. O zaman
Hızır aleyhisselâm; "Onlar hangileridir yâ Resûlallah?" diye suâl etti.
Peygamber efendimiz; "Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah fî külli lemhatin
ve nefesin adede mâ vese'ahü ilmüllah..." diye üç defâ, sonra da; "Külillâhümme
innî es'elüke bi nûr-i vechillah-il-azîm." sonra da; "Estagfirullah el-azîm
el-kerîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyül kayyûm Gaffâr-üz-zünûb. Yâ zel-celâli
vel-ikrâm." diye buyurdular. Sonra da Peygamber efendimiz bana; "Ey Ahmed! Yer
ve göğün hazînelerini sana verdim. O da bu zikir, salevât ve istigfârdır."
buyurdular. Çok iltifât ve teveccühlere mazhar oldum.
İnsanlar her
taraftan gelip sohbetine katılıyorlardı. Âlimler ve fazîlet sâhipleri devamlı
olarak dersini tâkib ederlerdi. İlim ve irfandaki şöhreti her yere yayıldı. 1798
senesinde Mısır'a, oradan da Mekke-i mükerremeye gitti. Otuz sene kadar orada
ikâmet etti. Medîne-i münevvere ve Taif'te bulundu. Bulunduğu yerde, derslerine
devâm eden insanlara ilim ve edeb öğretti. Onlara dünyâ ve âhiret saâdetinin
yolunu gösterdi. Daha sonra Yemen'e gitti. Zebîd, Maha ve meşhûr bir köy olan
Subye'de ikâmet etti.
Ahmed bin
İdrîs, Yemen'in Zebîd şehrine geldiğinde, Zebîd müftüsü Seyyid Abdürrahmân ve
şehrin ileri gelen âlimleri, sabah akşam onun kurduğu ilim meclisine gidip
gelmeye başladılar. Sohbetini dinleyip, çeşitli meseleler sordular. Ahmed bin
İdrîs, sorulan sorulara, gönüllere ferahlık verecek şekilde cevaplar verdi.
Seyyid Abdürrahmân ile iki âlim arkadaşı, onu imtihan etmek üzere aralarında
anlaşıp, tefsîr ve hadîs ilminden zor sorular tesbit edip bir kâğıda yazdılar.
"Eğer suâllerimize cevap verirse, onun büyük olduğunu anlarız." dediler. Sonunda
Ahmed bin İdrîs'in ilim meclislerine gittiler. Ahmed bin İdrîs onları karşıladı
ve o daha bir şey söylemeden, Seyyid Abdürrahmân'a; "Yanındaki suâller yazılı
kâğıdı çıkar. Birinci suâl falanın, ikinci suâl senindir." buyurarak, herbirine
hiç zorlanmadan birbirinden güzel ve akılları hayrette bırakan cevaplar verdi.
Hepsi onun keşfine şaştılar. Sanki Ahmed bin İdrîs soruları hazırlarken
yanlarında bulunmuştu. O zaman onun fazîlet ehli, Allahü teâlânın velî bir kulu
olduğunu anladılar ve ona teslim oldular.
Bir gün
meclisine, başlarında reisleri Kâdı Hasan Ahmed olduğu hâlde bir kısım âlim
geldi. Ahmed bin İdrîs'e çeşitli ilimlerde çeşitli meseleler sordular. O da her
birine akla hayâle gelmeyen çok güzel cevaplar verdi. Daha sonra o âlimler
meclisten ayrıldılar ve Ahmed bin İdrîs'in sözlerini beğendiklerini ifâde
ettikten sonra; "Lâkin biz bu konuda falan âlimin sözünü tercih ediyorduk."
dediler. Reisleri Kâdı Hasan onlara; "Gelin hep birlikte duâ edelim ve Allahü
teâlâ Ahmed bin İdrîs'in söylediklerinin mi yoksa falan âlimin dediklerinin mi
hak olduğunu bize bildirsin." dedi. Hepsi kabûl edip, Allahü teâlâya duâ
ettiler. O gece içlerinden biri, rüyâsında Resûlullah efendimizi gördü. İhtilaf
ettikleri meseleleri arzedip; "Yâ Resûlallah! Falan âlimin sözlerine tâbi olayım
mı?" diye sordu. Resûlullah da; "Onun sözlerinden Kitâba ve sünnetime uyan
sözlerine tâbi ol." buyurup sözlerinden hangilerine uyacağını tek tek saydı.
Daha sonra da; "Yâ Resûlallah Seyyid Ahmed İdrîs hakkında ne buyurursunuz? Onun
dediğine tâbi olayım mı?" dedi. O zaman Resûlullah efendimiz; "Sübhânallah. O
benim sünnetime uygun konuşur. Ona tâbi ol." buyurdu. O âlim sevinçle uyandı.
Gidip diğer arkadaşlarına rüyâsındakileri anlattı. Hep birlikte Ahmed bin
İdrîs'e gidip rüyâyı anlattılar. O zaman Ahmed bin İdrîs; "Sizin için hakîkatı
ortaya çıkaran Allahü teâlâya hamd ederim." buyurdu.
Ahmed bin
İdrîs hazretleri gittiği yerlerde yüzlerce talebe yetiştirdi. Bu talebelerini
dünyânın her tarafına göndererek asrının hidâyet güneşi oldu. Bir çok âlim onun
üstünlüğünü bildirdiler. Talebelerinin en büyüklerinden olan Şeyh İbrâhim Reşid,
hocası hakkında şöyle demektedir:
"Hocamın
ilim meclislerinde bulundum. Her gün, biri sabah namazından sonra öğleye kadar,
diğeri ikindiden sonra olmak üzere iki meclis teşekkül ederdi. Hocam âyet-i
kerîmelerdeki esrâr ve incelikleri anlatır, akılları hayrette bırakırdı.
Âlimler, müftüler, eşrâf ve pek çok kimse dersini dinlerdi. Bâzan kısa bir
âyet-i kerîmenin tefsîri günlerce sürerdi. Hocam; "Nûh aleyhisselâmın ömrü kadar
ömrüm olsa, bu âyet-i kerîmenin tefsîrini yine bitiremem." buyururdu."
İbrâhim
Reşid hazretleri hocası Ahmed bin İdrîs hazretlerinin pekçok kerâmetini de
anlatmıştır. Nakleder ki:
"Sudan'da
idim. Daha o zamanlar babam, Kâdı Sâlih Reşîdî'nin terbiye ve himâyesinde idi.
Büyük kardeşim benim yanıma gelip, gördüğü bir rüyâyı anlattı: "Vefât eden
hanımımı rüyâmda gördüm. Ona; Allahü teâlâ sana ne muâmele yaptı? diye sordum. O
da; Allahü teâlâ biz mevtâları bir yere topladı ve bize, siz sevdiğim bir zât
olan Ahmed bin İdrîs'in zamânında yaşadınız. Onun sebebi ile sizleri magfiret
ettim, buyurdu, dedi." Biz o zamanlar Sudan topraklarında, Ahmed bin İdrîs de
Yemen'deydi. Aramızda uzun mesâfeler vardı. Üstelik biz kendisini tanımıyor ve
ona talebe de olmuş değildik. Sâdece ismini duymuştuk. Çok sonraları kendilerini
tanımak ve talebesi olmakla şereflendik. O zaman bu rüyâyı kendilerine arzettim.
Mahcûbiyetle; doğrudur, buyurdu."
Talebeleri
anlatırlar: Hocam ve birkaç kişi, bir gün Magrib sokaklarından birinde yürürken,
sultânın adamlarının, bir mazlûmu yakalayıp, ellerini kollarını bağlayarak
götürdüğünü gördük. Mazlumun kurtulması mümkün değildi. Hocam Ahmed bin İdrîs
bize dönüp; "Sizde bunun kurtuluşu için bir yol var mıdır?" diye sordu. Biz de
olmadığını söyledik. O zaman; "Şimdi Allahü teâlâ bakalım ne gösterecek."
buyurdu ve sultânın adamlarına dönüp; "Bağlarını çözünüz." buyurdu. O esnâda o
adamcağızın ellerindeki ve boynundaki bağlar çözülüp yere düştü. Sultânın
adamları öteye beriye dağıldılar. Mazlum da böylece kurtulmuş oldu.
Talebelerinden biri şöyle anlatır: Mekke-i mükerremede hac farîzasını edâ
ettikten sonra, şiddetli bir hastalığa tutuldum. İhtiyâcımı görecek kadar bile
ayağa kalkamıyordum. Bu hâl üzere öleceğimden çok korktum. O hâlde Allahü
teâlâya duâ edip, Ahmed bin İdrîs'in rûhâniyetinden yardım istedim. O anda
uyudum. Karşımda Ahmed bin İdrîs'i gördüm. Ben bir divanda sırt üstü yatıyordum.
O yanımda durdu. Bana; "Senin ilâcın Zemzem suyu ve ameliyat." buyurdu. Tâkatim
hiç yoktu. Beni ameliyat etti. Çok terledim. Hattâ divandan yerlere terler
damladı. O esnâda uyandım. Kendimi yokladığımda bir dinçlik hissettim. Ayağa
kalkıp yürümeye başladım. Hocamın bereketiyle şifâ buldum.
Günler sonra
tekrar hastalandım. Tekrar hocamı vesîle ederek yardım istedim. Rüyâmda onu
yüksek bir mekânda, büyük bir çadır içinde tek başına oturur gördüm. Selâm
verdim. Bana; "Otur." buyurdu. Huzûrunda oturunca: "Sen ölümden korkuyorsun
değil mi?" buyurdu. "Evet efendim." dedim. Bir kâğıt alıp üzerine iki satır
hâlinde, birinci satıra, ömrün seksen seneye ulaşmadan ölmezsin, ikinci satıra
da inşâallah âriflerden bir zât olursun, diye yazdı. Sonra o kâğıdı bana verdi
ve; "Oku." buyurdu. Ben de okudum. Bu hususta Allahü teâlâya şükrettim. Sonra da
Resûlullah efendimizi göremediğimi hatırlayıp, görmekle şereflenmek istediğimi
arzettim. O zaman; "Otur, görmene yardımcı olayım." buyurdu. O esnâda karşımda
sırasıyla; hazret-i Ali, hazret-i Osman, hazret-i Ömer, hazret-i Ebû Bekr ile
Peygamber efendimizi gördüm. Sonra uyandım. Gördüğüm rüyâ sebebiyle çok
sevinçliydim. Sonra Mekke-i mükerremeden Yemen'e gittim. Subye şehrinde hocam
Ahmed bin İdrîs'e kavuştum. Birinci günün gecesi, rüyâmda nûrlara gark olduğumu
gördüm. Nûrun çokluğu sebebiyle kendimden geçtim. Uyandığımda vücûdum
titriyordu. Daha sonra hocamdan İdrîsiyye yolunun edebini öğrendim. Bana: "Bizim
yolumuza giren, yüce maksada kavuşur. Allahü teâlâyı tanır." buyurdu.
Ahmed bin
İdrîs bir kısım talebelerine bir yere gitmelerini emretti. İçlerinden birini de,
sünnet üzere, emîr, başkan yaptı. Onlar da yola çıktılar. Cidde'ye
yaklaştıklarında azıksız ve parasız kaldılar. Onların emîri gece rüyâsında Ahmed
bin İdrîs'i gördü. Ahmed bin İdrîs kendisine bir mektup verip; "Bunu al, Allahü
teâlânın izniyle yoluna devâm et." buyurdu. O da alıp cebine koydu. Sabahleyin
emîr olan kişi rüyâsını hatırlayıp arkadaşlarına anlattı. Elini de cebine soktu.
Oradan bir mektup çıkardı. Mektubun üzerinde zorluk ve sıkıntı zamanlarında
okunup da faydası görülen "Rabbi yessir velâ tüassir Rabbi temmim bilhayr. Yâ
Kerîm" duâsı yazılıydı. Hepsi buna çok sevindiler. Sonra okuyup yollarına devâm
ettiler. Hiçbir sıkıntı görmeyip arzu ettikleri her şeye kavuştular.
Talebelerinden biri anlatır: Birgün Medîne-i münevverede bir yerde oturmuştuk. O
esnâda başımızın üzerinde bir grup kuş uçmaya başladı. Hâl sâhibi bir arkadaş;
"Bu kuşları hocamızın ismini söyleyerek çağırsak, hepsi yanımıza gelirler."
dedi. Öyle söylediler. Kuşların tamâmı orada bulunanların ellerine kondular.
Ahmed bin
İdrîs bir gün katırına binerken, üzengi demiri kırılıverdi. Hizmetçisine
emredip, onu tâmir için demirciye gönderdi. Demirci o parçayı yumuşaması için
ateşe attı. Bir müddet ateşte kaldıktan sonra demiri çıkardı. Demire, ateşin hiç
tesir etmediğini gördü. Ne yaptı ise de bir fayda etmedi. Hizmetçi gidip durumu
Ahmed bin İdrîs'e anlattı. O da; "Ben, Allahü teâlânın zaîf bir kuluyum. Allahü
teâlâ bana komşu olandan ateşin yakıcılığını kaldırdı. Şu mübârek beldelerdeki
komşularım elbette kurtulurlar." buyurdu. O mecliste onun yakınında olanların
bir fayda görmeyeceğine inanan biri vardı. Bu hâdiseden ibret alıp, ona yakın
olanların kurtulacağını anladı ve komşu hukûkunu öğrenmiş oldu.
İbrâhim
Reşîd, bir arkadaşından şöyle anlattı: Seyahate çıkmıştım. Bir çölde mahsur
kaldım. Hava çok sıcaktı. Güneş her tarafı kavuruyordu. Açlık ve susuzluktan
öleceğimi anladım. Çâresizlikle yol kenarındaki bir ağaca yaslandım. Orada
kendim için bir yer hazırladım ve; "Herhâlde burası kabrim olacak." dedim. Sonra
Hocam Ahmed bin İdrîs'in şu sözünü hatırladım:
"Bizim bir
talebemiz garbta olsa, biz de şarkta olsak ve bizden yardım istese, yardımına
koşarız."
Bu hâlimle
ona sığınıp yardım istedim. Ağaç kenarında sırt üstü yatmış ve yüzümü elbisemin
bir parçasıyla örtmüştüm. O esnâda bir ses duydum. Yüzümü açtım. Ağacın bir
dalında, bir torbada iki çörek ve bir karpuz gördüm. Kendi kendime hayâl
görüyorum deyip, örtüyü yüzüme çektim. Bu yerde bana kim ekmek ve karpuz
verecekti. Ölüme iyice yaklaştığımı anladım. O zaman içimden; "Gördüğüm hakîkat
olmasın?" diye geçti. Tekrar örtüyü açtım. Karpuz ve çörekler olduğu gibi
duruyordu. Derhal kalkıp torbayı aldım. Çörekler fırından yeni çıkmış gibiydi.
Karpuz serin ve tatlıydı. Çörekleri ve karpuzu yedim. Doydum ve karpuzun
suyuyla, suya kandım. Yeniden güç kuvvet bularak yoluma devâm edip memleketime
vardım.
Ahmed bin
İdrîs'in talebelerinden biri, Mekke-i mükerremede vefât etti. Onu Muallâ
kabristanlığına defnettiler. Defin esnâsında orada bulunan keşf sâhibi bir
talebe, Azrâil aleyhisselâmın Cennet'ten bir yaygı ve büyük kandiller
getirdiğini ve kabri göz alabildiğine genişlettiğini gördü. Bu hâle gıpta edip;
"Keşke, öldüğümde benim için de Rabbim böyle bir ikrâmda bulunsa." dedi. O zaman
Azrâil aleyhisselâm; "Sizden herbiriniz, Allahü teâlânın sevgili kulu olan
hocanız Ahmed bin İdrîs'in devamlı okumuş olduğu salevât-ı şerîfeler bereketiyle
böyle ikrâm ve ihsânlara kavuşacaksınız." buyurdu. O büyük salevât da şöyledir:
"Allahümme innî es'elüke bi nûri vechillahil azîm. Ellezî melee erkân'el azîm bi
kadri azameti zâtillahil azîm fî külli lemhatin ve nefesin adede mâfî ilmillahil
azîm salâten dâimeten bi devâmillahil azîm, Ta'zîmen li hakkıke yâ Mevlânâ yâ
Muhammed yâ zel hulukil azîm ve sellim aleyhi ve alâ âlihî mislü zâlike vecma'
beynî ve beynehû kemâ Cema'te beyner'rûh-ı ven-nefsi zâhiren ve bâtınen
yakazaten ve menâmen. Vec'alhü yâ Rabbi rûhan lezzâtî min cemî'il vücûhi fid-dünyâ
kablel âhira yâ Azîm."
Subye'de
dokuz sene Allahü teâlânın emir ve yasaklarını insanlara öğretmekle meşgul olan
Ahmed bin İdris hazretleri 1837 senesinde vefât etti. Aynı yerde defnedilmiş
olup kabri ziyâret mahallidir.
Ahmed bin
İdrîs hazretleri yüzlerce talebe yetiştirdi. İçlerinden birçoğu zamânın büyük
âlimlerinden oldular. Yetiştirdiği âlimlerden bâzıları: Zebîd müftüsü Seyyid
Abdürrahmân bin Süleymân Ehdel, Medîne-i münevverede zamânının büyük hadîs âlimi
Şeyh Muhammed Âbid Sindî, din ve fen âlimi Muhammed Senûsî, Magrib evliyâsından
Şeyh Arabî Derkâvî, Seyyid Ebi'l-Abbâs Ahmed Tîcânî, Şeyh Muhammed Meczûb
Sevâskinî, Şeyh İbrâhim Reşîd'dir.
Ahmed bin
İdrîs'in yazdığı eserlerin bâzıları şunlardır: 1) Risâlet-ül-Esâs, 2) Risâlet-ül-Kavâ'id,
3) Rûh-üs-Sünne, 4) El-Ikd-ün-nefîs fî Nazm-i Cevâhir-it-Tedrîs, 5) Es-Sülûk, 6)
Kitâb-ül-Ahzâb, 7) Kimyâ-ül-Yakîn.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
CESÛR BİRİNİ BANA GETİRİN!
Bir gün
Ahmed bin İdrîs, Fas şehrinin kapısına gelmişti. O esnâda sultânın adamlarının,
gelen geçen fakirlerin sebze ve meyvelerinden, haksız yere vergi aldıklarını
gördü. Fakir fukarâ çâresizlikle; "İnşâallah Allahü teâlâ bize bir yardımcı
gönderir." diyorlardı. O zaman Ahmed bin İdrîs, hiçbir menfaat gözetmeden,
sâdece Allahü teâlânın rızâsı için duruma müdâhale edip, yanlarına vardı ve;
"İçinizden cesur birisini bana getirin." buyurdular. Ortaya birisi çıktı. Ona;
"Şimdi sen sultânın yanına git. Ona müslüman fakirlere yapılan bu zulmü
kaldırmasını söyle ve; bunda senin için hayır vardır. Eğer böyle yapmaz isen
başına geleceklere râzı ol! de. Yalnız benim ismimi söyleme diye tembih etti. O
kişi de sultana gidip onun söylediklerinin aynısını iletti. Sultan bunları
duyunca başını öne eğip bir müddet düşündü. Daha sonra başını kaldırıp; "Seni
kim gönderdi?" diye sordu. O haberci de; "Bunu söyleyemem zîrâ bana ismini gizli
tutmamı söyledi." dedi. Sultan; "İsmini söyle, istediğin her şeyi vereceğim ve
malları alınan fakirlerin mallarını iâde edeceğim. Yalnız benim de bir isteğim
var. Bâzı kabîleler bana isyân ettiler. Onları itâat altına almak için bir ordu
hazırladım. Onların ıslâhı ancak itâatim altına girmeleriyledir." dedi. Haberci
gidip durumu Ahmed bin İdrîs'e anlattı. O, haberciyi tekrar gönderdi ve sultâna;
"İstediğin olacak duâ ediyoruz." dediğini bildirmesini söyledi. Çok geçmeden,
âsîler Ahmed bin İdrîs hazretlerinin duâsıyla sultâna itâat ettiler. Her taraf
huzûra kavuştu.
KAYNAKLAR
1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.1, s.158
2) El-A'lâm; c.1, s.95
3) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.341
4) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.186
5) Îzâh-ul-Meknûn; c.2, s.111,263,396
6) Sefînetü'l-Evliyâ; c.1, s.249
7) Sufi Orders in İslâm; s.117-121
8) Tıbyânu Vesâili'l-Hakâyık; c.1, s.66 |