CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

1.   2.   3.   4.   5.   6.   7.   8.   9.   10.   11.   12.
     
 

ABDÜLMU'TÎ EFENDİ

On beşinci asırda Mekke-i mükerremede yetişen evliyânın meşhurlarından. Aslen Kuzey Afrikalı olup Kuzey Afrika memleketlerinden birinde doğdu, doğum ve vefât târihi bilinmemektedir. Gençliğinde zamânın âlimlerinden ilim öğrendi. Kırâat hocası İbn-i Cezerî'ydi. Mâlikî mezhebi fıkıh bilgilerinde âlim oldu. Zamânın büyüklerinden Zeynüddîn Hâfî hazretleriyle tanışıp, onun talebeleri arasına katıldı. Yanında kalıp, yıllarca hizmet etti. Maddî ve mânevî, zâhirî ve bâtınî ilimleri tahsil etti. Nefsi, dünyâ sevgisinden kurtulup, Allahü teâlânın emrine itâat eder hâle geldi, mutmeinne oldu. Resûl-i ekremin güzel ahlâkı ile ahlâklandı. Selef-i sâlihînin yolunda, Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için gayret eder hâle geldi.Sevgi ve muhabbetini yaratılmışlardan kurtarıp, bir ve tek olan yaratana bağladı. Zeynüddîn Hâfî'den icâzet alıp, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını, Resûl-i ekremin güzel ahlâkını, Selef-i sâlihînin yolunu insanlara anlatıp yaymak vazîfesiyle, Mekke-i mükerremeye gönderildi. Zeynüddîn Hâfî hazretlerinin iki halîfesi daha vardı. Bunlardan biri Âşıkpaşazâde Ahmed'in hocası Kudüslü Şeyh Abdüllatîf Kudsî, diğeri de Anadolu'da Merzifon'a yerleşen ve Anadolu'ya aşk ateşini salan, Abdürrahîm-i Merzifonî Rûmî idi.

Abdülmu'tî Efendi, Mekke-i mükerreme büyükleri arasında Şeyh-ül-Harem lakabıyla, kerâmet ve hâlleriyle de müslümanlar arasında meşhûr oldu. Mekke-i mükerremede hac ve umre için gelen müslümanlara nasîhatlerde bulunup, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlattı. Cömertliği, insanlara karşı şefkat ve merhameti çok fazla, ahlâkı pek güzeldi. Uzun zaman kendisini gizledi. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin bir kerâmetini haber vermesi üzerine, bütün hâlleri ortaya çıktı. Şânı her tarafa yayıldı. Pekçok talebe yetiştirip, âleme feyz saçtı. Taceddîn Efendi'nin talebesi olup talebelerinden, İkinci Bâyezîd ve Yavuz devri evliyâsından olan Seyyid-i Velâyet meşhûrdur. Abdülmu'tî Efendi, on beşinci asrın sonlarında vefât etti.

Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr, Seyyid Kâsım Enverî, Şeyh Zeynüddîn Hâfî ve Abdülmu'tî Efendi gibi büyüklerin sohbetlerinde bulunmakla şereflenen ve 120 seneden fazla yaşayan, Mahmûd Hindî hazretleri şöyle anlatmıştır:

Bir sene, Hac için Mekke-i mükerremeye gittim. Abdülmu'tî Efendi ile karşılaştım. Yaratılmışlardan alâkayı kesmiş, Rabbi ile meşgûl idi. Görür görmez, kalbimde ona karşı bir muhabbet peydâ oldu. Âdetâ beni kendisine çekti. Aramızda kuvvetli bir kardeşlik ve samîmî bir dostluk meydana geldi.

Mübârek sohbetleriyle bereketlendiğim birgünde bana; "Senin için Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr'ı gördü derler, doğru mudur? Şimdi onu görsen tanıyabilir misin?" buyurdu. Ben de; "Evet, onu görmekle şereflendim. Onu görünce de tanırım." dedim. Bunun üzerine; "Ubeydullah-ı Ahrâr, işte burada, şu kalabalık arasındadır" dedi. Ben yerimden kalkıp, Kâbe-i muazzamayı tavâf edenler arasına katıldım. Tavâf edenler arasında, Ubeydullah-i Ahrâr hazretlerini arayıp buldum. Yanında ben de tavâf etmeye başladım. Hâce Ubeydullah, benden önce Makâm-ı İbrâhim'e varıp namaza durdu. Ben de tavâfı bitirdiğimde Makâm-ı İbrâhim'de namaza başladım. Hâce hazretleri, ben henüz merâmımı anlatamadan kalabalığa karışıp gözden kayboldu.

Bu hâdiseden sonra Şeyh Abdülmu'tî'nin yanına vardım. Bana; "Senin Hâce Ubeydullah'ı gördüğünde şüphemiz kalmadı." buyurdular. Aradan yıllar geçti. Semerkand'a uğradım. Ubeydullah-ı Ahrâr'la tekrar görüşmek şerefine eriştim. Bana; "Mekke-i mükerremedeki mâcerâyı açıklama!" diye tenbihte bulundu. Bir zaman sonra tekrar Mekke-i mükerremeye vardığımda Abdülmu'tî hazretlerinin şöhretinin her tarafa yayılmış olduğunu gördüm. Ziyâret edip, sohbetleriyle şereflendim. Bir mikdâr sohbet buyurduktan sonra, bana; "Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr'ın yüzünü sana gösterdik, onlar da şöhretimizin yayılmasına sebeb oldular." buyurdu.

 

KAYNAKLAR

1) Şakayik-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.90

2) Tâc'üt-Tevârîh; c.5, s.61

3) Sicilli Osmânî; c.3, s.401

4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.225