ABDÜLHÂLIK GONCDÜVÂNÎ
Evliyânın
önderlerinden, İslâm âlimlerinin büyüklerindendir. Babası Abdülcemîl Malatyalı
idi. İmâm-ı Mâlik hazretlerinin neslinden olup âlim ve ârif idi. Zâhirî ve
bâtınî ilimlerde çok yüksekti. Hızır aleyhisselâm ile görüşüp sohbet ederlerdi.
Bir gün Hızır aleyhisselâm kendisine:
"Ey
Abdülcemîl! Senin sâlih bir erkek evlâdın olacak. İsmini Abdülhâlık koyarsın."
buyurdular.
Abdülcemîl
bu konuşmadan kısa bir zaman sonra Buhârâ'ya göçtü ve Goncdüvân kasabasına
yerleşti. Çok geçmeden Hızır aleyhisselâmın buyurduğu gibi bir erkek evlâda
sâhib oldu. İsmini Abdülhâlık koydu. Abdülhâlık çocukluğunu burada geçirdi.
Beş yaşına
geldiğinde ilim öğrenmesi için Buhârâ'ya gönderildi. Büyük âlim Hâce Sadreddîn
hazretlerinden Kur'ân-ı kerîm ve tefsîrini öğrenmeye başladı. Bir gün okuma
esnâsında;
"Rabbinize tazarrû' ederek (boyun büküp yalvararak) ve gizli duâ ediniz!"
(A'râf sûresi: 55) meâlindeki âyet-i kerîmeye gelince Abdülhâlık hocasına:
"Efendim! Bu
"gizli"den murâd edilen nedir? Kalb ile yapılan zikrin aslı nedir? Eğer zikir ve
duâ, âşikâr, sesli bir şekilde dil ile olursa riyâdan korkulur. Araya riyâ
girerse, lâyık olduğu şekilde zikredilmemiş olur. Şâyet kalb ile zikretsem;
"Şeytan
insanın damarlarında kan gibi dolaşır."
hâdis-i şerîfi gereğince, şeytan bu zikri duyar. Ne yapacağımı bilemiyorum, bu
müşkülümü halletmenizi istirhâm ederim, efendim!"diye arz etti.
Hocası,
büyük âlim Sadreddîn hazretleri, bu yaştaki bir çocuğun kendisinin bile
anlayamadığı böyle bir suâl sormasına hayran kaldı ve cevap olarak:
"Evlâdım! Bu
mesele, kalb ilimlerinin bir konusudur. Allahü teâlâ nasîb ederse, sana bu
ilimleri öğretebilecek bir üstâda kavuşturur. Kalb ile zikri ondan öğrenirsin,
böylece bu müşkülün halledilmiş olur." buyurdu. Abdülhâlık Goncdüvânî (rahmetullahi
aleyh) bu işâret üzerine, meselelerini halledecek o büyük zâtı beklemeye
başladı.
Bir gün
Hızır aleyhisselâm yanına geldi. Ona, Allahü teâlâyı gizli ve açık zikretme,
anma yollarını öğretti ve mânevî evlâtlığa kabûl edip; "Kalbinden Lâ ilâhe
illallah, Muhammedün Resûlullah kelime-i tayyibesini şöyle şöyle zikredersin!"
diye târif etti. Abdülhâlık hazretleri de, târif üzere, bu mübârek kelime-i
tevhîdi sessiz sessiz kalben söylemeğe başladı. Bunu, kendisi için ders kabûl
etti. Bu hâl mânevî makamlarda yükselmesine sebeb oldu.
Bu sıralarda
Yûsuf-ı Hemedânî hazretleri Buhârâ'ya geldi. Abdülhâlık Goncdüvânî onun
hizmetine girdi ve bu hizmette bir süre kaldı. Bu hususta kendileri şöyle
anlatırlar:
On iki
yaşında idim. Hızır aleyhisselâm bana Yûsuf-ı Hemedânî hazretlerinden ilim
öğrenmemi tavsiye buyurdular. Bu sırada onun Buhârâ'ya geldiğini işiterek derhâl
yanına gittim. Ondan pekçok istifâdelere kavuştum.
Böylece
Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerinin sohbette üstâdı Yûsuf-i Hemedânî, zikir
tâlim hocası da Hızır aleyhisselâm oldu.
Abdülhâlık
Goncdüvânî hazretleri hâlini insanlardan gizli tutardı. Nefsinin isteklerine
uymayıp, istemediği şeyleri yapmakta kendisini pek ağır imtihanlara tâbi tutar
fakat hiç kimseye bir şey sezdirmezdi. Hele onun Hızır aleyhisselâm ile ulaştığı
mânâda ilim tahsîline hiç kimse vâkıf olmazdı.
Abdülhâlık
Goncdüvânî gerek Hızır aleyhisselâm ve gerekse büyük İslâm âlimlerinin tahsil ve
terbiyesi altında zamânının bir tânesi oldu. İnsanlar dünyânın dört bir yanından
kâfileler hâlinde ondan istifâde etmek için gelmeye başladılar.
Abdülhâlık
Goncdüvânî hazretleri beş vakit namazını Kâbe-i muazzamada kılar, tekrar
Buhârâ'ya dönerdi. Bir Aşûre günü talebelerine derste velîlik hâllerini
anlatıyordu. Müslüman kıyâfetinde olan bir genç içeri girip, talebelerin arasına
oturdu. Bir müddet sohbetini dinledikten sonra söz isteyerek:
Efendim!
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; "Mü'minin firâsetinden korkunuz.
Çünkü o, Allah'ın nûru ile bakar." buyuruyor. Bu hadîs-i şerîfin sırrı
nedir? diye sordu.
Abdülhâlık
Goncdüvânî hazretleri gence heybetle nazar ettikten sonra; "Öyleyse belindeki
zünnârı, hıristiyanların ibâdette bellerine bağladıkları ve ucunda haç asılı
olan parmak kalınlığındaki yuvarlak ipi kes de îmâna gel." dedi.
Hocanın bu
sözleri oradakiler üzerinde şok etkisi yaptı. Genç, telaşla; "Hâşâ! Yemîn ederim
bende böyle bir şey yok." diye söylendi.
O zaman
Abdülhâlık hazretleri talebelerinden birine gencin hırkasını çıkarmasını işâret
etti. Talebe o gencin üzerindeki hırkasını çıkarınca, belinde düğüm düğüm zünnâr
bağlı olduğu görüldü. Bu hâdise karşısında genç, çok mahcûb oldu. Ne yapacağını
şaşırdı. Kalbinde İslâmiyete karşı bir sevgi meydana geldi. Abdülhâlık
Goncdüvânî hazretlerine muhabbet, sevgi duymaya başladı. Böylece evliyânın,
Allahü teâlânın nûruyla baktığının ne demek olduğunu çok iyi anladı. Kelime-i
şehâdet getirip müslüman olmakla şereflendi. Sâdık talebelerinden oldu.
Büyük mürşid
bundan sonra etrafındakilere dönerek:
"Ey dostlar!
Gelin biz de ahde uyalım, zünnârımızı keselim. Îmân edelim. Şöyle ki, bu genç
maddî zünnârı kesti, biz de kalbe âid zünnârı keselim. O da, kibr ve gururdur.
Bu genç, af dileyenlerden oldu; biz de affa kavuşalım." buyurdu.
Talebeleri
bir anda hazret-i Hâce'nin gönül yaralarına sunulan şifâ şerbetini içtiler,
tövbelerini yenilediler. Böylece kalblerinin Allahü teâlâdan başka bir şeye
bağlılıkları kalmadı.
Bir gün
huzûruna gelen bir kimse; "Eğer Allahü teâlâ beni Cennet ile Cehennem arasında
muhayyer kılsa, ben Cehennemi seçerim. Zîrâ bütün ömrümde nefsimin arzusu
üzerine amel etmedim. O halde Cennet nefsin murâdıdır. Cehennem ise, Allahü
teâlânın murâdıdır." dedi. Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri bu sözü red ederek:
Kulun seçme
hakkı yoktur. Her nereye git derlerse oraya gideriz. Nerede kalın derlerse orada
kalırız. Kulluk budur. Senin dediğin kulluk değildir. buyurdu. O kimse bu sefer;
"Efendim! Tasavvuf yolunda bulunan kimseye şeytan yaklaşabilir mi?" diye sordu.
"Tasavvuf
yoluna yeni gelmiş bir talebe, nefsini emmâre olmaktan kurtaramamış ise, bir
şeye öfkelendiği zaman şeytan ona yaklaşabilir. Şâyet nefsi mutmainne derecesine
çıkmış ise, o kimsede öfkelenmek yerine, gayret hâsıl olur. Her ne zaman gayret
etse, şeytan ondan kaçar. Bu kadar sıfat o kimseye kâfidir. Yeter ki, Hakk'a
yönelsin. Allahü teâlânın Kitâbına ve Resûlünün sünnetine sarılsın. Bu iki nûr
arasında tasavvuf yolunda yürüsün." buyurdu.
Abdülhâlık
Goncdüvânî hazretleri, Allahü teâlânın indinde duâsı makbûl kimselerden idi.
İnsanlar ve cinler duâsına kavuşmak için, uzak yerlerden gelirlerdi.
Bir gün
Abdülhâlık Goncdüvânî'nin huzûruna uzak yerden bir misâfir, biraz sonra da
yanlarına, güzel sûretli, temiz giyimli bir genç geldi. Abdülhâlık
hazretlerinden duâ isteyip hemen ayrıldı. Misâfir; "Efendim! Bu gelen genç kimdi
acaba? Gelmesi ile gitmesi bir oldu." dedi. O da; "Bizi ziyârete gelip duâ
isteyen bir melek idi." buyurdu. Misâfir hayret etti ve; "Efendim! Son nefeste
îmân selâmeti ile gidebilmemiz için bize de duâ buyurur musunuz?" diye niyâzda
bulundu. Bunun üzerine Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri:
"Her kim
farzları eda ettikten sonra duâ ederse, duâsı kabûl olur. Sen, farz olan ibâdeti
yaptıktan sonra duâ ederken bizi hatırlarsan, biz de seni hatırlarız. Bu durum
hem senin, hem de bizim için duânın kabûl olmasına vesîle olur." buyurdu.
Abdülhâlık
Goncdüvânî hazretlerinin âhiret âlemine göç etmesi yaklaşmıştı. Kendisine bağlı
talebelerinin terbiyesini Ahmed Sıddık, Evliyâ Kebir, Şeyh Süleymân Germinî ve
Ârif-i Rivegerî adlarındaki dört büyük halîfesine bıraktı. Onlara nasîhatlerde
bulundu.
1180 (H.575)
yılında Goncdüvân'da vefât etti.
Goncdüvânî
hazretleri bugün Nakşibendiliğin prensipleri diye bilinen on bir temel düstûru
da ortaya koydu. Bu prensiplerin esası "kalbe gelip onu meşgul eden her şeyi
oradan çıkarıp atmak ve onu dâimâ Allahü teâlâ ile meşgûl hâle getirmek"tir.
Vefâtından sonra da kerâmetleri görülmüştür.
Şöyle ki:
Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerinin vefât etmesinin üzerinden 332 sene geçmişti.
1512 (H.918) yılında Eshâb-ı kirâm düşmanı Safevîler yüz bin kişilik tâlimli
asker ile Ceyhun Nehrini geçerek Mâverâünnehr vilâyetlerine hücûm ettiler. Çok
kan döküp büyük tahrîbât yaptılar. Oradan Buhârâ'ya yöneldiler. Pekçok kaleyi
zaptettiler. Girdikleri yerlerde Ehl-i sünnet âlimlerinin kabirlerini ve
türbelerini yıkıp hakâret yapıyorlardı. Nihâyet Goncdüvân kalesini de abluka
altına aldılar. Niyetleri burada bulunan ve Ehl-i sünnet müslümanlarının
ziyâretgâhı olan Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerinin kabirlerini yakmak idi.
Ancak şehre karşı hücuma geçtikleri sırada kaleden çıkan beş bin Özbek askerinin
etrafında bulunup kendilerine saldıran beyaz atlı beyaz elbiseli ve yeşil
sarıklı askerleri gördüler. Başlarında heybetli ve nûrânî, mübârek bir zât
elinde iki ağızlı kılıç ile Safevîleri işâret edip hücûma geçtiklerinde ekin
tarlasına giren orakçılar gibi düşmanları biçmeye başladılar. Ehl-i sünnet
düşmanları kısa sürede bozguna uğrayıp geri dönmemek üzere kaçtılar.
Abdülhâlık
Goncdüvânî hazretlerinin daha vefâtından evvel söylediği:
Dosta
mübârekim ve düşmana musîbetim
Cenkte
demir gibi ve sulhta mum gibiyim
Nûr
çeşmesinin başı Goncdüvân, menzilimizdir
Rum
kapısına kadar iki ağızlı kılıç vururum
şeklindeki
sözleri de onun 332 yıl sonra ortaya çıkan kerâmetiydi.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
EVİN MESCİT OLSUN
Abdülhâlık
Goncdüvânî hazretlerinin mânevî oğulları Şeyh Evliyâ Kebir'e yaptığı
nasîhatlerinden her biri bütün müslümanlar için birer kıymetli inci değerinde
düsturlardır. Bir tânesi şöyledir:
Yavrucuğum,
sana ilim tahsili ile edeb öğrenmeyi tavsiye ederim. Hemen her zaman Allahü
teâlânın huzurunda olduğunu bil ve dikkat et. Geçtiğimiz asırlardaki büyük
âlimlerin izini bırakma. Resûlullah efendimizin sünnetine uygun davran. O
sünnetin hakîkî uygulayıcısı olan eshâbın davranışını da gözünden ırak etme.
Fıkıh ve hadîs öğren. Câhil tarîkatçilerden sakın. Şöhret peşinde koşma, şöhret
âfettir, tehlikelidir. Hemen her hâlinle insanlardan biri gibi yaşa. Namazını
her zaman cemâatle kılmaya gayret et. Bid'at sâhibi sapıklar ile ve dünyâya
düşkün kimselerle arkadaşlık etme. Kâdılık ve müftülük gibi övülen bir makam da
olsa herhangi bir makâma meyletme. Devlet idarecileri ve onların adamları ile
dostluk kurma. Din dışı hareketleri ile meşhur, sözünü bilmeyen bayağı
kimselerle de arkadaşlık etme. Az konuş, az ye, az uyu. Oturmak için daha çok
ıssız yerleri tercih et. Helâl yemeye çok gayret eyle. Şüpheli şeyleri terket.
Çok kere dünyâlık isteği sana ağır basar. Ağır basan bu taleb için yola
düşersen, dînin elden gider. Çok gülme. Kahkaha ile gülmek kalbi öldürür.
Kimseyi hakîr görme. Kimse ile münâkaşa etme. Kimseden bir şey isteme. Hiç
kimseye sana hizmet etmesi için emir verme. Tasavvuf büyüklerine dil uzatma.
Onları inkâr eden felâkete düşer. Gözlerin yaşlı, amelin temiz olsun. Yenisinin
gereği olmadığı zamanlarda eski elbise giy. Sermâyen fıkıh, din bilgisi, evin
mescid olsun.
BEYİTLER
MÜMİNİN FİRÂSETİ
Abdülhâlık Goncdüvânî, namazları ekserî,
Kâbede edâ edip, dönerdi tekrar geri.
Bir aşûre gününde, hazret-i Abdülhâlık,
O gün talebesiyle, sohbette, bir aralık,
Müslüman kıyâfetli, bir genç girdi içeri,
Talebe arasında, oturdu diz üzeri.
O hazret, bir taraftan, hem sohbet ediyordu,
Yine bir taraftan da o genci süzüyordu.
Sohbeti dikkatlice, dinleyen o genç adam,
Dedi ki: "Ey efendim, Resûl aleyhisselâm,
"Müminin firâsetinden, sakının ey insanlar,
Çünkü onlar, Allah'ın nûru ile bakarlar."
Diye buyurmuşlardır, sahâbeye bir kere,
Bu hadîsin sırrını, anlatınız bizlere."
Buyurdu: "Sırrı şu ki, belindeki zünnârı,
Çıkar at, müslüman ol, kandırma insanları!"
Genç îtirâz etti ve dedi ki: "Yok zünnârım,
Ve onu kuşanmaktan, Allah'ımdan korkarım."
Buyurdu: "Öyle ise, çıkar da kaftanını,
Öğrenelim içinde, zünnar olmadığını."
Çıkardı kaftanını o genç, istemeyerek,
Belindeki zünnârı, çıkınca, üzüldü pek.
Bu durum karşısında, utandı, mahcup oldu,
O an İslâma karşı, kalbine sevgi doldu.
Anladı, müminlerin, firâseti nasılmış,
Ve Allah'ın nûruyla, mümin nasıl bakarmış.
Kalbinde ona karşı, hâsıl oldu muhabbet,
Getirip bin şevk ile, kelime-i şehâdet.
Müslüman olmak ile, şereflendi o anda,
Sâdık bir talebesi, oldu hem de sonunda.
Hazret-i Abdülhâlık, buyurdu sonra hemen:
"Bu genç, maddî zünnârı, kesip attı belinden,
Biz dahi şu mânevî, zünnârı atalım,
Bunlar, gurûr, kibirdir, bunlardan kurtulalım."
Talebeler topluca, o gün tövbe ettiler,
Ağlayıp gözlerinden, sel gibi yaş döktüler.
KAYNAKLAR
1) Menâkıb-ı Hâce Abdülhâlık Goncdüvânî (Süleymâniye
Kütüphânesi, Yahya Tevfik Kısmı, No. 190)
2) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.50
3) Hadâik-ul-Verdiyye; s.110
4) Reşehât Tercümesi; s.25
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.5, s.343
6) Nefehât-ül-Üns; s.377
7) Makâmât-ı Nakşibendiyye; s.22,43
8) İrgâm-ül-Merîd; s.51
9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.972
10) Kâmûs-ül-A'lâm; c.4, s.3066 |