Allahü teâlâya isyân etme ve karşı gelme cezâsının çekileceği yer. Oraya kâfir ve münâfık olarak ölenle, günahı sevâbından çok olup, şefâate lâyık görülmeyen mü'minler girecektir. Cehennem’in azâbı ebedîdir, sonsuzdur. Bu, îmânsızlar yâni kâfir ve münâfıklar için böyledir. Mü'minler, îmânları olduğu için belirli bir zaman cezâlarını çektikten sonra çıkacaklar ve Cennet’e gideceklerdir.
Cehennem’deki azâb, bizim dünyâda bildiğimiz gibi değildir. Eksilmez, son derece acı verici olduğu gibi gittikçe artar. Ayrıca orada yananların derileri, yanmanın acısını duyabilmeleri için yandıkça değiştirilecektir.
Mü'minlere mükâfat ve nîmet için hazırlanmış Cennet ve kâfirlere azâb için hazırlanmış olan Cehennem (şimdi) vardır. Her ikisini de Allahü teâlâ yoktan var etmiştir. Kıyâmette her şey yok edilip, tekrar yaratıldıktan sonra, ebedî olarak varlıkta kalacaklar, hiç yok olmayacaklardır. Kâfirler Cehennem’e girince Cehennem’de ebedî olarak azâb çekeceklerdir. Allahü teâlâ buyuruyor ki: "Onların azâbları hafifletilmeyecek, onlara hiç yardım olunmayacaktır." (Bakara sûresi: 86)
Cehennem ehline çok şiddetli azâb vardır. Cehennem’dekiler, Cennet nîmetlerini ve Allahü teâlânın hüsn-i cemâlini göremedikleri, buna da kendileri sebep oldukları için büyük bir hasret ve nedâmet duyarlar. Bir yandan Cehennem ateşi vücûdlarını yakarken, bu hasret ve nedâmet de içlerini kasıp kavurur.
Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâmı, Cehennem meleklerinin (zebânîlerin) başı Hazret-i Mâlik'e göndererek, bir mikdar ateş alıp yemeğini pişirmesi için Âdem aleyhisselâma vermesini emretti. Cebrâil (aleyhisselâm) Allahü teâlânın emrini yerine getirmek için Hazret-i Mâlik'e gitti. Aralarında şöyle bir konuşma geçti: Mâlik; "Ey Cebrâil! Ne kadar ateş istiyorsun?" dedi. Cebrâil (aleyhisselâm); "Bir hurma tanesi kadar" dedi. Mâlik; "Sana istediğin bu mikdarı versem şüphesiz ki, o ateş gökte ve yerde neye dokunursa derhal eritir" dedi. Cebrâil (aleyhisselâm); "Öyleyse yarısını ver" deyince, Mâlik; "Ey Cebrâil! Sana bu kadarını versem, yeryüzündeki bitkilere dokunduğunda, hemen yakıp kavurur" dedi. Bu karşılıklı konuşmadan sonra Cebrâil (aleyhisselâm), Allahü teâlâya; "Allah’ım ne kadar ateş alayım?" diye sordu. Allahü teâlâ; "Bir zerre kadar al" buyurdu. Bunun üzerine Cebrâil (aleyhisselâm) Cehennem ateşinden bir zerrecik aldı. Cennet ırmaklarından yetmiş tanesinde ayrı ayrı batırarak onun harâretini hafifletti ve Âdem aleyhisselâma getirdi. Bu ateşi dağlardan birinin üzerine koyan Âdem aleyhisselâm, bakınca dağın birden bire eridiğini gördü.
Yezîd Rakkâşî, Enes ibni Mâlik'ten (radıyallahü anh) nakleder: Bir defâsında Cebrâil aleyhisselâm mûtâd (alışılmış, her vakitki) geliş zamanlarının birinde, rengi değişmiş olarak yine Resûl aleyhisselâma geldi. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ey Cebrâil! Rengini değişmiş olarak görüyorum. Bunun sebebi nedir?" diye sordu. Cebrâil aleyhisselâm; "Yâ Resûlallah! Sana, Allahü teâlânın Cehennem körüklerine üfürülmesini emrettiği bir zamanda geldim. Cehennem’in, Cehennem ve kabir azablarının hak olduğunu ve Allahü teâlânın azâbının her şeyden üstünlüğünü kabûl eden kişinin, ondan emîn olmadıkça sükûna kavuşması yaraşmaz" dedi. Bunun üzerine, Resûlullah efendimiz de (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Ey Cebrâil! Bize Cehennem’i anlat." Cebrâil aleyhisselâm; "Yâ Resûlallah (sallallahü aleyhi ve sellem)! Şânı yüce olan Allahü teâlâ Cehennem’i yarattığı zaman onun üzerinde bin sene ateş yakıldı, kıpkırmızı oldu. Sonra bin sene daha yakıldı, bembeyaz olup ak kor hâline geldi. Sonra, bir bin sene daha yakıldı, simsiyah oldu. Artık o kapkaradır. Alevleri ile közleri hiç sönmez. Seni hak olarak gönderen Allahü teâlâya yeminle söylerim ki, eğer Cehennem ehlinin elbiselerinden biri, yer ile gök arasına asılsa onun kokusundan ve harâretinden dünyâdaki canlıların hepsi ölür. Ve tekrar Allahü teâlâya yeminle söylerim ki, eğer şânı yüce olan Allah'ın, kitabı Kur'ân-ı kerîmde zikrettiği zincirlerden birinin bir arşını bir dağ üzerine konsa, bu dağ mutlaka erir ve bu erime, yerin yedi kat dibine ulaşır. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yeminle söylerim ki, eğer bir kişi magripte (batıda) azâbda olsa, onun gördüğü bu azâbın şiddetinden meşrıktaki (doğudaki) kişi de yanar. Cehennem’in harâreti gâyet şiddetli, dibi çok derin, zîneti demir; orada bulunanların içecekleri sıcak su ile irin, giyecekleri ateş parçalarıdır. Onun yedi kapısı ve bu kapılardan her birinin, kadınlardan ve erkeklerden birer nasîbi vardır" dedi. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) sordular "Cehennem, bizim bu evlerimiz gibi midir?" Cebrâil aleyhisselâm dedi ki: "Hayır. Fakat o, açıktır. Biri diğerinden daha aşağıdadır. Bir kapıdan diğer kapıya yetmiş senelik bir mesâfe vardır. Bu katlardan her biri, kendisinin önceki kattan yetmiş misli daha sıcaktır. Allahü teâlânın düşmanları oraya sevkedilir. Cehennem’in kapısına vardıklarında orada onları bukağılar ve zincirlerle Cehennem zebânîleri karşılar. Zinciri ağızlarından sokup gerilerinden çıkarırlar. Sol ellerini boyunlarına bağlarlar. Sağ ellerini yüreklerine sokarlar. İki omuzları arasını sökerler. Zincirlerle sıkıca bağlarlar. Her bir insan, bir şeytanla birlikte aynı bir zincire bağlanarak yüz üstü sürüklenir. Bir taraftan da zebânîler (Cehennem melekleri) topuzlarla vururlar. Sıkıntı sebebiyle çıkıp kaçmak isterlerse tekrar oraya iâde edilirler."
Bu dünyâda, gönderilen peygamberlere inanmayanlara, emredilenleri yapmayanlara cezâ olarak, Allahü teâlâ Cehennem’i hazırladı. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde İsrâ sûresinin 18. âyet-i kerîmesinde meâlen; "Görüşleri ve akılları, bu dünyâ çerçevesine sıkışmış olanlar, âhıreti bırakarak dünyânın çabuk geçici zevklerinin arkasında koşuyor. Gece gündüz düşündükleri ve sıkıntılara katlanarak özledikleri bu nîmetlerden dilediğimizi istediğimize kolaylıkla ve bol bol veririz. Fakat bunlara böylece iyilik etmiyoruz. Cehennem azâbını hazırlıyoruz. Bunlar âhırette rahmetten uzaklaştırılıp, kötü bir hâlde, Cehennem’e sürükleneceklerdir. Her biri çabuk biten ve arkasından sıkıntılar ve felâketler bırakan bu dünyâdaki haramların lezzetlerine bağlanmayıp da vâd ettiğim sonsuz ve hakîkî ve hiç değişmeyen âhıret nîmetlerini isteyerek, gösterdiğim ve beğendiğim iyilikleri yapanlara gelince, bunlar Kur'ân-ı kerîmde bildirdiğim yolda yürüdükleri için, bütün iyiliklerini beğeniriz, kimseyi umduğundan mahrûm bırakmayız. Nimetlerimizi hepsine serperiz. Senin Rabbinin nîmetlerinin yetişmediği kimse yoktur", Al-i İmrân sûresinin 85. âyetinde meâlen; "Muhammed aleyhisaelâmın getirdiği İslâm dîninden başka din istiyenlerin, dinlerini Allahü teâlâ sevmez ve kabûl etmez. İslâm dînine arka çeviren; âhırette ziyân edecek, Cehennem’e gidecektir", ayrıca Nisâ sûresinin 13. âyetinde meâlen; "Allahü teâlânın ve peygamberi Muhammed aleyhisselâmın emirlerine aldırış etmeyenler, beğenmeyenler, asra, fenne uygun değildir, modern ihtiyaçlara kâfi değildir diyenler, kıyâmette Cehennem ateşinden kurtulamıyacaklardır. Cehennem’de çok acı azâb vardır" buyurdu.
Allahü teâlâ, Sebe' sûresi 52. âyet-i kerîmesinde meâlen; "(Ve azâbı gördükleri zaman); "Biz O'na (Hazret-i Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem)) îmân ettik" demektedirler. Kendilerinden çok uzakta bulunana (tevbe ve îmâna) kavuşmaları ne mümkün! (Halbuki onlar, dünyâda iken tevbeye ve îmâna yakındılar. Fırsatları vardı, fakat zayi ettiler.)"
Kâfirler âhırette Cehennem azâbını görünce; "Biz âhır zaman Nebîsine ve getirdiği dîne îmân ettik" derler ve lâkin bu sözlerin onlara faydası olmaz. Zîrâ îmân etme yeri, teklif mahalli dünyâ'dır. Dünyâ ise bunlara gâyet uzak kaldı. Bunların dünyâya dönmeleri mümkün değil ki îmâna kavuşsunlar. Hâlbuki onlar bundan evvel dünyâda Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) küfretmişlerdi. Îmân etme mahalli (yeri) olan dünyâda küfredince, âhırette îmân mümkün olmaz. Yâni âhırette îmânları kabûl olunmaz. Çünkü burada teklif yoktur ve teklif mahalli olan dünyâ da yok olmuştur. Kâfirlerin dünyâya dönmeleri mümkün değil ki, îmânları mümkün olsun.
Âhırette feryâd ederek îmân etmek isteyen kâfirler, dünyâda zan ve tahminleri üzerine Resûlullah'a; şâirdir, kâhindir gibi bir takım hezeyanda bulunurlar ve gayba taş atar gibi ağızlarına gelen sözü söylerler. Resûlullah'la bu sözlerin arasında hiç bir münâsebet yoktur. Elbette bu sözler, Resûlullah'dan (sallallahü aleyhi ve sellem) çok uzaktır. Kur'ân-ı kerîm hakkında dahi, "Evvel geçenlerin yalanları" diyerek yaptıkları iftirâlar, Kur’ân-ı kerîmin yüce şânından gâyet uzak olarak söyledikleri sözlerdir. Açık bir hakîkate karşı zan üzere delilsiz söylenen sözün hiç kıymeti yoktur. "Kıyâmet, hesap, Cennet ve Cehennem yok, hepsi yalandır" demekle, âhıreti tamâmen inkâr ederlerdi. Âhıret ise gaybdır, göz görür bir şey değildir derlerdi. Bu gibi sözler her zaman nefsine uymuş, şeytanın aldatmasına kapılmış, İslâmiyetin neden ibâret olduğunu bilmeyen câhillerden sâdır olmuş ve olmaktadır. Îmân etmeyenler ebedî hüsrânda kalmışlardır.
Fâtır sûresinin 36 ve 37. âyet-i kerîmelerinde meâlen; "Kâfir olanlara gelince, onlara Cehennem ateşi var. (İkinci defâ haklarında hüküm verilip) öldürülmezler ki, ölsünler (de rahata kavuşsunlar). Üzerlerinden Cehennem’in azâbı da hafifletilmez. İşte (Allah'ı ve nîmetlerini inkâr eden) her nankörü böyle cezâlandırırız. "O kâfirler Cehennem’de şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bizleri çıkar, (dünyâda şirk gibi) yapageldiklerimizden başka sâlih bir amel yapalım." (Allah onlara şöyle buyurur:) "Size düşünecek kimsenin düşüneceği kadar ömür vermedik mi? Hem size peygamber de geldi. O hâlde tadın (ateşin azâbını). Çünkü zâlimleri (Allah'ın azâbından) kurtaracak yoktur." buyuruldu.
Yâsîn sûresinin 59-64. âyet-i kerîmelerinde meâlen; "(Mü'minler bir araya toplanıp Cennet’e götürülürken, Allahü teâlâ mücrimlere); "Ey günahkârlar! Bugün mü'minlerden ayrılın; şeytana itâat etmeyin, o size açık bir düşmandır diye öğüt vermedim mi? Ey Âdemoğulları! Bir de bana ibâdet edin, doğru yol budur (diye emretmedim mi?) Böyle iken içinizden birçok kimseyi şeytan yoldan çıkardı. O vakit neye düşünür, akıl eder olmadınız? İşte bu, (dünyâda) korkutula geldiğiniz Cehennem’dir. Onu inkâr ettiğiniz için, bugün girin oraya." buyuruldu.
Sâffât sûresi 62-68. âyetlerinde meâlen; "Bu (Cennet nîmetlerine) konmak mı hayırlı, yoksa (kokusu kötü ve tadı acı olan Cehennem’deki) zakkum ağacı mı?" "Gerçekten biz zakkum ağacını kâfirler için (âhırette) bir azâb yaptık. O bir ağaçtır ki, Cehennem’in dibinden çıkar. Meyvaları, (çirkin) şeytanların başları gibidir. Muhakkak o kâfirler bundan yiyecekler de karınlarını bundan dolduracaklar. Ondan doyduktan sonra, onlar için kaynar bir içki var. Sonra da dönecekleri yer şüphesiz ki yine Cehennem’dir" buyurulmaktadır.
Zümer sûresi 71 ve 72. âyet-i kerîmelerinde meâlen; "Kâfir olanlar bölük bölük Cehennem’e sürülür. Nihâyet oraya vardıklarında kapıları açılır ve bekçileri onlara şöyle der: "Size içinizden peygamberler gelip de Rabbinizin âyetlerini okumadı mı? Sizi bu gününüze kavuşmakla korkutmadı mı?" Onlar; "Evet, geldi. Fakat (Allah'ın kâfirlere olan azâb vâdi), azâb sözü kâfirler üzerine gerçekleşti" derler. (Onlara melekler tarafından şöyle) denilir: "Girin Cehennem’in kapılarından, ebediyyen içinde kalmak üzere." İşte bak büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!.." buyuruldu.
Duhâ sûresi 43-50. âyetlerinde meâlen; "Gerçekten (Cehennem’deki) o zakkum ağacı, kâfir olanın yemeğidir. Maden tortusu gibi karınlarında kaynar. Kaynar suyun kaynaması gibi. (Allah, Cehennem’deki vazifeli meleklere o kâfir için şöyle buyurur): "Onu yakalayın da sürükleyip Cehennem’in ortasına atın. Sonra da başının üstüne o kaynar su azâbından dökün. (Sonra ona şöyle deyin): Tad bakalım, çünkü sen, (zannınca kavminin arasında) çok şerefli ve çok iyi bir kimse idin. İşte bu azâb, sizin (dünyâda) şüphe edip durduğunuz şeydir." buyuruldu.
Nebe' sûresi 21-30. âyet-i kerîmelerinde; "Muhakkak ki, Cehennem (melekler tarafından kâfirleri) bir gözetleme yeridir. Kâfirler için bir dönüş yeridir. Nice devirler boyunca içinde kalacaklar. Orada ne bir serinlik tadacaklar ne de içilecek bir şey! Bir kaynar su ve irin içecekler. Bir azâb ki, (işledikleri amellere) uygun. Çünkü onlar, hesâba çekileceklerini hiç ummuyorlardı. Ayetlerimizi de alabildiklerine yalanlamışlardı. Biz ise her şeyi (Levh-i mahfûz'da) yazıp tesbit ettik. (O kâfirlere şöyle denilir): "Şimdi tadın artık! Size azâb artırmaktan başka bir şey yapacak değiliz." buyuruldu.
Beyyine sûresi 6. âyetinde meâlen; "Muhakkak ki, ehl-i kitaptan ve müşriklerden (ibâret) o kâfirler Cehennem ateşindedirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. İşte bu kimseler, yaratıkların en kötüsü olanlardır." buyurulmaktadır.
Ebû Hüreyre'den (radıyallahü
anh) bildirilen hadîs-i şerîfde,
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Meydana
gelmesinde aslâ şüphe edilmeyen kıyâmet günü olunca, insanlar mahşer yerine
toplandıkları zaman, halkı bir karanlık kaplar. Karanlığın koyuluğundan
insanlar birbirlerine bakamaz. Birbirlerini göremezler. Ayakta dururlar.
İnsanlar bu hâlde iken, Allahü teâlâ meleklere tecellî eder.
İlâhî nûru ile mahşer yeri aydınlanır. Karanlık açılır. İnsanları, Rablerinin
nûru kaplar. Melekler ise arşın etrâfında tavâf etmekte, hamd edip cenâb-ı Hakk'ı tesbîh ve takdîs etmektedirler. İnsanlar saf saf
kıyamda, her ümmet ve cemâat bir tarafta bulunmakta iken, amel defterleri ve
mîzân getirilir. Amel defterleri konup, mîzân, meleklerden birinin eline
asılır. O melek mîzânı bir kere, yükseğe kaldırır. Sonra aşağı indirir. Bu
zaman Cennet’ten perde açılıp, Cennet rüzgârı gelmeğe, yayılmağa başlayınca,
müslümanlar kendi terlerini misk gibi bulurlar. Hâlbuki kendileri ile Cennet
arasında beşyüz yıllık mesâfe vardır. Sonra Cehennem’den de perde kaldırılır.
Koyu bir duman ile Cehennem rüzgârı esmeğe başlayınca, mücrim ve müşrikler
terlerini pis ve kerih görürler. Hâlbuki onlar ile Cehennem arasında beşyüz
yıllık mesâfe vardır. Sonra Cehennem büyük bukağı ve zincirlerle bağlı olduğu
ve; "Üzerinde ondokuz melek vardır." âyet'i kerîmesinde bildirildiği
gibi, ondokuz hâzin ve her birinin emrinde yetmişbin melek olduğu hâlde
itilerek Arasat meydanına getirilir. Ondokuz melekten her biri, kendi
yardımcıları ile onu iterler, sağında, solunda ve arkasında yürürler. Her
meleğin elinde demirden gürzler vardır. Cehennem’e bağırıp, onu yürütürler.
Cehennem’in, merkeb anırması gibi, korkunç ve çirkin sesi, şiddet, karanlık ve
dumanı, ehline gazâbının şiddetinden meydana gelen alevi ve çok korkunç tasması
vardır. Bu hâl ile Cehennem’i getirirler. Onu Cennet ile insanların durduğu yer
arasına koyarlar. İnsanlara doğru bakıp, onları yutmak için, üzerlerine hamle
ve hücûm eder. Melekler bukağı ve zincirlerle ona mâni olurlar. Kendisinin
insanları yutmaktan men edildiğini görünce, şiddetle öyle bir feverân ve galeyâna
gelir ki, âyet-i kerîmede bildirildiği gibi; "Gayz ve gazâbından parça
parça olmak derecesine gelir." Sonra yine bir çeşit âvâz ile seslenir.
İnsanlar Cehennem’i böyle görünce, kendilerinde meydana gelen korkunç dehşet
ile, yürekleri boğazına gelip ne olduklarını şaşırırlar."
Bir kimse Resûlullah'a
(sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey
Allah'ın peygamberi! Bana Cehennem’i
anlatınız dediğinde; "Peki"
buyurup şöyle anlattı: "Cehennem şu dünyânın yetmiş büyüklüğündedir. Çok
karanlıktır. Yedi bölümü ve her bölümünde otuz kapısı ve her kapının üç gecelik
genişliği vardır. Onu yetmişbin melek tutar. Bu melekler çok kuvvetlidir.
Yüzleri ekşi, gözleri ateş, renkleri ateş alevi gibidir. Burunları deliğinden
büyük alevler, korkunç duman saçılır. Onlar Allahü teâlânın
emrini ve buyruğunu beklerler." Yine devamla; "Bu hâl ile
Cehennem, Allahü teâlâdan secde için izin ister. Secdesine izin verilince,
Cehennem Allahü teâlânın dilediği kadar secde eder. Allahü teâlâ secdeden kalk buyurur. "Hamd ve senâ o Allah'a
mahsustur ki, kendisine âsî olanlardan intikâm almak için beni yarattı. Ve
mahlûkâtından hiç bir şeyi benden intikâm almak için yaratmadı"
der." Hadîs-i şerîfde yine
buyuruldu ki: "Cehennem
bundan sonra açık ve fasîh bir dille; "Bundan bana hamd etmeyi nasîb eden Allahü teâlâ ya hamd olsun" der. Sonra büyük bir heybetle, şiddetli
bir ses ile kükreyince, mukarreb meleklerden, peygamberlerden ve mevkafta
bulunanlardan her biri bu sesten ürkerler. Sonra ikinci defâ kükrer.
Mahşerdekilerin gözlerinden yaşlar akar. Üçüncü defâsında, yüksek bir sesle
öyle bağırır ki, insan ve cinden ne kadar çok ameli olursa olsun düşmeyen
kalmaz. Dördüncü defâ kükreyip bağırınca, kimsenin konuşmağa mecâli kalmaz.
Ancak Cebrâil ve Mikâil ve İbrâhim Halîlullah arş-ı âlâya yapışıp, hepsi
nefsî, nefsî deyip cenâb-ı
Hakk'a yalvarırlar." Peygamber
efendimiz (sallallahü aleyhi ve
sellem) daha sonra şöyle buyurdu: "Bundan sonra sırat Cehennem’in üzerine kurulur. O sırat,
için yediyüz bölüm ve uzun müddet eğlenip kalacak yer vardır. Her bölümün
uzunluğu yetmiş yıllık yoldur."
Cehennem’in tabakaları yedidir. Birinci tabaka en
hafiftir. Fakat dünyâ ateşinden yetmiş kat daha şiddetlidir. Adı Cehennem’dir.
Burada müslümanlardan bir kısmı yanıp günahlarından temizleneceklerdir.
Cehennem’in ikinci tabakası daha şiddetlidir. Adı Saîr'dir. Burada Tevrât'ı
değiştirenler yanacaktır. Üçüncü tabakası daha şiddetli olup adı Sakar'dır.
Burada İncil'i değiştirenler azâb görecektir. Dördüncü tabakanın adı da Cahîm'dir.
Burada güneşe, yıldızlara tapanlar azâb görür. Hutame denilen beşincisinde, ateşe
ve öküze tapanlar azâb görürler. Budistler, Brehmenler burada yanacaktır.
Altıncı tabakasının adı Lazy olup burada, hiç dîni olmayanlar, müşrikler,
azâb görüp yanacaklardır. Cehennem’in yedinci tabakası, en dibi, en şiddetli
tabakası olup adı Hâviye'dir. Burada, inanmadıkları hâlde inanmış
görünenler ve İslâm dîninden ayrılıp mürted olanlar yanacaktır. Nisâ sûresi
145. âyetinde meâlen; "İslâm görünüp, içerden kâfir olanlar
(münafıklar),
bütün
tabakaların altında bulunan yedinci tabakada sonsuz azâb olunurlar. Aslâ
onların azâbını kaldıracak bir yardımcı bulamazsın." buyuruldu.
Birinci tabakada azâb görenler, günahları affedilmemiş
şefâat de edilmemiş olan mü’minlerdir. Günahlardan temizlenmek için orada azâb
olunup, sonra çıkar Cennet’e girerler. İntikâm azâbı ve sonsuz azâb, ancak
kâfirlere mahsustur. Mü'minlerden âsî olanların bir kısmına yapılan azâb,
intikâm için değildir. Günah, kir ve pisliklerinden temizlemek içindir. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: "Cehennem’de
ebedî kalanlar için ölüm ve rahat ile de yaşamak yoktur. Dâima üzüntü ve
azâbdadırlar. Fakat müslümanlardan bir kısmına günahları sebebi ile ateş isâbet
eder."
Cehennem ateşinde bir kere yanıp, yine tazelenip, kül
olup, yine tazelenmek ve tekrar yanmak ve bu şekilde azâb edilmek kâfirleredir.
Mü’minlere böyle azâb olmaz. Münâfıklar, küfürlerinin katılığından, belâ ve sıkıntılarının
çokluğundan ve imkân buldukça mü’minlere eziyet ettiklerinden dolayı, Hâviye
tabakası olan Cehennem’in en aşağı tabakasında yâni dibinde olacaklardır.
Hesapları görülen insanlar Allahü
teâlânın huzûruna çıkarılır. Bu durumda amel defterleri uçup gelerek
insanların eline düşer. Bâzısının amel defteri sağ tarafından, bâzısının sol
tarafından, bâzısının da arka tarafından verilir. Amel defteri sağından
verilenlere, nûr-i ilâhîden nûr verilir. Hâllerinin iyiliği için kendileri
tebrik edilir. Sıratı, Allahü teâlânın
rahmeti ile geçerek Cennet’e girerler. Cennet hazeneleri, melekleri onlara;
elbiseler, binekler, buraklar ve onlara lâyık şeyleri, girecekleri Cennetlerin
kapıları önünde verip, karşılarlar. Onlar gidecekleri yerlere ayrılırlar. Köşk
ve saraylarına sevinçle varırlar. Zevcelerinin yanlarına gidip, dillerin
anlatamadığı, gözlerinin görmediği, kalblerinden geçiremedikleri bu nîmete
bakarlar. Yerler, içerler ve süslerini takarlar. Kendilerine ayrılan zevceleri
ile sohbet ederler. Sonra üstlerinden hüzün ve kederi gideren, hesâblarını
kolaylaştıran yaratanlarına hamd ile Allahü teâlânın
kendilerine verdiği şeyler için; "Bize hidâyet veren Rabbimize hamd olsun. O hidâyet
etmeseydi, hidâyete eremezdik" (A'râf sûresi: 43) âyetini
okurlar ve şükrederler.
Dünyâda yakînleri, îmânları ve tasdikleri olduğundan, Allahü teâlâdan korkup, yine ondan ümid edenlerden
oldukları hâlde, âhıret için öncelik verdikleri sâlih amelleri sebebiyle
gözleri aydın olur. Bu durumda kurtulacaklar kurtulmuş, kâfirler veyl ve helâke
düçâr olmuş olurlar.
Amel defterleri sol tarafından ve arkalarından
verilenlerin yüzleri siyah, gözleri gök ve mavi olur. Burunlarına dağ (damga)
vurulur. Cesedleri büyür, derileri kalınlaşır. Amel defterine bakıp, Kehf
sûresi. 49. âyet-i kerîmede meâlen bildirildiği üzere: "Küçük ve büyük günahlardan bir teki bile
terkedilmeyip, hepsi sayılmış, yazılmış" gördüklerinde
korkarlar ve kendilerine esef ederek; "Eyvah helâk olduk" derler. Hâl
ve şanları kötü, zanları bozuk, ümidleri kesilmiş, korku ve dehşetleri
kuvvetli, gam ve gussaları haddinden fazla olur. Onlar; kalbleri sarsan,
gözleri ağlatan büyük olaylar gördüklerinden, dehşetin çokluğundan başları
eğilmiş, gözlerini zül ve hakâret kaplamış, belleri bükülmüş oldukları hâlde
gözlerini Cehennem’e dikerler. Kendilerine bakamazlar. Bu durumda Rablerinin
kulu olduklarını söylerler, günahlarını îtirâf ederler. Onların bu ikrâr ve
îtirâfları, Mülk sûresinin 11. âyetinde bildirildiği gibi, ebedî Cehennem’de
kalmalarına hüküm verilmiş olmaktan başka hiç bir fayda vermez.
Bu husûsta Resûlullah
efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)
şöyle buyurdu: "İnsanlar
Allahü teâlânın huzûrunda dizleri üzerine çökerler. Günah ve kusurlarını
îtirâf ederler. Hayretlerinin çokluğundan ve dehşete kapılmalarından ötürü,
gözleri bulanıp göremezler. Kalbleri anlıyamaz olur. Âzâ ve organları rahatsız
ve kudretsiz olup, konuşamazlar. Âyet-i kerîmede bildirildiği şekilde,
kendileri ile yakınları ve akrabâları arasında, yaklaşma ve birleşme
kesildiğinden, birbirleriyle görüşmeğe, birbirlerinin hâlinden konuşmağa,
onlara sormağa güçleri olmaz. Dünyâda iken inkâr ettikleri, inanmadıkları
âhıret hâllerini, elem ve kederleri ve çeşit çeşit azâbları yakînen
gördüklerinde, Secde sûresi 12. âyet-i kerîmesinde bildirildiği gibi; "Yâ
Rabbî! Gördük ve işittik. Şimdi bizi dünyâya gönder de, sâlih ameller
işleyelim" derlerse de, istekleri kabûl olmaz. Cehennem’de susuz kalırlar.
Kendilerine su verilmez. Açtırlar, doyurulmazlar. Çıplaktırlar, giydirilmezler.
Mağlûbdurlar, yardım olunmazlar. Mahzûndurlar, sevindirilmezler. Nefslerinde,
çoluk-çocuk, mal ve kazançlarında zarar ve ziyândadırlar."
"İnsanlar
bu hâlde iken Allahü teâlâ Cehennem hazînedârlarına,
bukağı, zincir ve gürzler alarak yardımcıları ile Cehennem’den çıkmalarını
emreder. Hemen Cehennem’den çıkıp Allahü teâlânın emrini gözetirler.
Şakîler onlara bakıp, ellerindeki bukağı ve zincirleri ve elbiselerini
gördüklerinde, parmaklarını ısırıp yerler. Kendilerine, eyvâh helâk olduk
deyip, gözyaşlarını yerlere akıtırlar. Ayakları titrer. Her iyilikten me'yûs ve
ümidsiz olurlar. Bu anda Allahü teâlâ Cehennem meleklerine,
Elhâkka sûresinin 31. âyetinde olduğu gibi; "Onları tutunuz, zincir ve
bukağılarla bağlayınız, sonra Cehennem’e atınız" buyurur."
"Allahü teâlâ, Cehennem’in hangi tabakasına atmak dilerse, o tabakada görevli
zebânîleri çağırıp, onlara; "Bunları alınız" diye emredince, her
birine yetmiş melek yapışıp bağlarlar. Ağır bukağıları boyunlarına, zincirleri,
kızgınlık ve gadabla burunlarına takıp başları ile ayakları arasını arkaları
tarafından bir araya getirirler. Bu durumda bel kemikleri kırılır."
"Bu
durumda onlar gözlerini dikip, kapaklarını yummadan dururlar. Şah damarları
şişer. Boyunlarındaki etler yanıp soyulur. Bukağıların kızgınlığı beyinlerine
işleyip, beyinleri kaynar. Ayaklarına kadar derilerine tesir eder.
Vücutlarından derileri dökülüp, etleri yeşil olup, etlerinden sarı sular akar.
Bukağılar boyunlarına konduğu zaman, omuzları ile kulakları arasını doldurur,
etlerini yakar. Dudakları yanıp dişleri meydana çıkar. Dilleri korkunç seslerle
feryâd eder. Cehennem’in yüksek alevleri onların damar ve sinirlerine kan gibi
akar, her parçasına işler. Boyunlarındaki bukağılar, bağlar ve demirlerin
kızgınlıklarının çokluğu kalblerine işler. Yürekleri boğazına gelip boğazları
şişer. Şişkinlikleri artar. Sesleri kesilir, derileri yanıp mahvolur. Bu
durumda Allahü teâlâ Cehennem zebânîlerine,
onlara elbise giydirmelerini emreder. Zebânîler İbrâhim sûresi, 51. âyetinde
bildirildiği gibi, onlara siyah ve kokusu pis ve gâyet kalın katrandan elbise
ve don giydirirler. Bunların harâretinden öyle alevli ateş çıkar ki, bu ateş
dağların üzerine konsaydı, büyüklük ve sertliklerine rağmen, erirlerdi."
"Sonra
Allahü
teâlâ Cehennem zebânîlerine, onları kalacakları
yere ve herkesi kendi yerine götürünüz buyurur. Cehennem zebânîleri önce onlara
vurdukları, taktıkları zincir ve bukağıların daha sert ve uzunları ile gelip,
her bir melek o zincirlerden birini alıp bir grubu, âyet-i kerîmede
bildirildiği gibi birbirlerine yaklaşık olarak o zincire dizer, zincirin bir
ucunu boynuna alır, onlara arkasını dönerek, yüzleri üzerine sürüyerek, o
grubun arkasında yetmişbin melek onları demirden gürzlerle döverek gider.
Onları, elleri boyunlarına, alınları ayaklarına bağlı, sertlik, şiddet ve
gazâbla Cehennem kapısına iletip, orada durdururlar."
"Sonra
melekler Tûr sûresi, 14. âyet-i kerîmesi olan; "İşte bu, sizin dünyâda inanmadığınız
ateştir. Bu gördüğünüz azâb büyük müdür? Yâhud siz onu görmez misiniz? Çünkü
siz, dünyâda iken ona inanmaz, vahiy ve Kur’ân-ı kerîme büyü,
azâba yalan derdiniz. Siz şu ateşe girin, ister o azâba sabredin, ister etmeyip
feryâd ve figân edin. İkisi de eşittir. Orada sonsuz kalırsınız. O, dünyâda
işlediğiniz şirk ve yalanın cezâsıdır" derler."
"Cehennem
kapısında durdurulduklarında, Cehennem kapıları, onlar için açılır. Şiddetli
alev ve dumanlar çıkıp, gökteki yıldızlar kadar kıvılcımlar saçılıp, binlerce
yıllık yol mikdarı yukarı çıkar. O yüksekten Cehennem ehlinin başlarına düşer.
Saçlarını yakıp beyinlerini sarsarlar."
"Sonra
Cehennem yüksek sesle; "Ey Cehennemlikler! Bana geliniz. Yakînen biliniz.
Rabbimin izzet ve celâline yemîn ederim ki, elbette sizden intikâm alırız"
diye bağırır. Sonra Cehennem; "Allahü zülcelâl hazretlerine hamd ederim
ki, buğz ve gadabı için beni insanlara gazâb edici kıldı. Beni, düşmanlarından
intikâm alıcı kıldı. Yâ Rabbî! Harâretim üzerine harâret ekle. Kuvvetime kuvvet
ilâve et" diye senâ ve duâ eder."
"Bu
hâlde Cehennem’den başka melekler çıkıp, Cehennemliklerden her grubu
karşılayıp, onları elleri ile kaldırıp, hor ve zelîl olarak yüzleri üzerlerine
atarlar. Yetmişbin yılda Cehennem’deki dağların başına varırlar. Oraya varmadan
ve dağ başlarında kalmadan her birinin yetmiş kere derisi yanıp değişir."
"Onların
Cehennem dağlarının başında ilk önce yedikleri, dışı çok sıcak, çok acı ve çok
dikenli zakkumdur."
"Onlar
o zakkumu çiğnemekte iken, melekler gelip onlara gürzler ile vururlar.
Kemiklerini kırarlar. Sonra ayaklarından tutup başları aşağı Cehennem’e
atarlar. Onlar Cehennem’in vâdi ve derelerine doğru yetmişbin yıl bu hâl üzere
giderler. Oraya varmadan her birinin yetmiş kere derisi yanıp değişir."
"O
zakkum, ağızlarında durur. Yutamazlar. O zakkum ile yürekleri boğazlarına
gelip, boğazları, tıkanıp kalınca, her biri su isterler. Bu hâlde Cehennem’e
akmakta olan vâdileri görürler."
"O
vâdilere varıp, yüzleri üzere düşüp ondan içmek istediklerinde o anda,
yüzlerinin derileri soyulup o vâdilerin içine düşer. O ateş pınarlı vadide,
yüzleri üzere düşmüş oldukları hâlde, melekler gelip döverler. Kemiklerini
kırarlar. Sonra ayaklarından tutup, yüzkırk yıllık aşağıda bulunan ateş ve
duman içine yüzükoyun atarlar. O vâdilerde durmadan her birisinin yetmiş kere
derisi yanıp değişir. Onlar o vâdilerdeki sıcak ve kaynar sudan içerler. O
kaynar su, onların karınlarında kalmaksızın, derileri yanıp yedi kere
değişir."
"O
kaynar su, onların karınlarında karar kıldığında, bağırsaklarını doğrayıp
arkalarından çıkar. Sinir ve damarlarına tesir eder. Etleri erir, kemikleri
yarılır. Bu hâlde melekler gelip, yüzlerine, arkalarına ve başlarına demirden
öyle gürzlerle vururlar ki, bu gürzlerin her birinin üçyüz altmış ağzı vardır.
Başlarına vurunca, beyinlerini keser. Bellerini kırar. Onları ateş içinde
yüzükoyun sürüklerler."
"Cehennem’in
şiddetli harâretinden, gamından, çeşit çeşit azâb ve yer darlığından,
Cehennem'dekilerin etleri yeşil olur. Kemikleri parça parça olur. Beyinleri
kaynayıp, derileri üzerine akar. Derileri yanar. Âzâları kesilir. Onlardan sarı
su ve irinler akar. Bedenleri kurtlanıp, kurtlar kendisini yiyip kemirirler.
Her biri yabânî eşek gibi olur. O kurtların kartal ve atmaca gibi pençeleri
vardır. Onların derileri ile etleri arasını yolup ısırırlar, koparırlar.
Etlerini yiyip, kanlarını içerler. O kurtların onlardan başka yiyip içeçekleri
yoktur. Sonra melekler onları alıp yüzleri üzerine ateş ve taş üstünde sürükleyerek
binlerce yıllık mesâfe olan Cehennem denizine çekerler. Cehennem denizine
varmadan her gün birçok defâ organları yanar, yeniden deri verilir. Cehennem
denizine vardıklarında, Cehennem zebânîleri gelip, ayaklarından tutup Cehennem
denizine atarlar. Cehennem denizinin derinliğini ve enginliğini, onu yaratandan
başka bilen yoktur. Onlar bu denize atılıp, kendilerine ateş dokunduğunda, Cehennemliklerden
bir kısmı bir kısmına; "Bundan önce azâb olunduğumuz ateş, buna göre çok
az ve sanki rüyâ gibi idi" derler."
"Onları
o Cehennem denizine bir kere daldırıp sonra yükseğe kaldırırlar. Yüz metre
kadar batırıp çıkarırlar. Sonra melekler, onları gürzleri ile sürer ve
döverler. Onları Cehennem denizinin yetmiş yıllık mesâfede olan dibine
indirirler. Onlardan birisi onun dibinden yukarıya çıkıp, nefes almak ister. Bu
durumda melekler, gürzleri ile karşısına çıkıp, onu dövmeğe başlarlar.
Gürzlerle başına vurarak, onu Cehennem denizinin dibine atarlar. Allahü teâlânın dilediği kadar orada kalır. Hattâ orada onların etleri ve
kemikleri yanıp rûhları kalır. Cehennem denizinin dalgası yetmiş yıl rûhları
döver, sonra da onları sâhile atar. O sâhilde yetmişbin mağara, her mağarada da
yetmişbin çukur vardır. Her çukurun genişliği ise gâyet büyüktür. İçerisinde
boyları otuz metre olan ve ağzında yetmiş dişi bulunan yetmişbin yılan
vardır."
"Onların
rûhları Cehennem denizinden o mağaraya çıkar. Orada onların cesed ve derileri
yenilenip, zincir ve bukağılara vurulur. Bu hâlde, üzerlerine yılan ve akrepler
çıkıp, her birine binlerce yapışır. Dizlerine, göğüslerine, boğazlarına
çıkarlar, onlar hep sabrederler. Burunlarına, dudaklarına, kulaklarına ve
dillerine asıldıkları zaman feryâd ederler. Fakat onların, yardım isteyecekleri
bir yer de yoktur. Böylece Cehennem’e atılırlar. O yılanlar, etlerini yer,
kanlarını içerler. Akrepler ise sokup ısırır, etlerini düşürür, uzuvlarını
keserler. Cehennem’e düştüklerinde yılan ve akreplerin zehirinden ötürü ateş
durup yetmiş yıl onları yakmaz."
"Sonra
ateş, yetmiş yıl onları yakar, derileri değişir. Acıkırlar ve yemek isterler.
Melekler onlara velîme denilen ve demirden sert olan yiyecek götürürler.
Ağızlarına atıp çiğnerler fakat yiyemezler ve atarlar. Dayanılmaz derecede çok
acıktıklarından parmaklarını yerler. Doymayınca dirseklerine ve omuzlarına
kadar yerler. Mümkün olsa bedenlerinin her yerini yiyecek duruma gelirler.
Sonra demir zincirlerle ökçelerinden zakkum ağacına asılırlar."
"Yetmişbini,
zakkum ağacının bir dalına başları üzerine asılırlar. Altlarında Cehennem
yanar, ateşin şiddet ve harâreti yüzlerine çarpar. Hattâ bedenleri tamâmen
eriyip, yalnız rûhları kalır. Sonra yeniden beden verilir."
"Cehennemliklerin,
amellerine göre, Cehennem içinde yerleri vardır. Bâzısına başkasının girmediği
eni ve boyu bir aylık yol olan ateşle kızdırılmış kendisine mahsus yer verilir.
Bâzısına da eni ve boyu yirmidokuz gecelik mesâfe olan yer verilir. Bunların
yerleri gittikçe azaltılır. Hattâ bunlardan birisine eni ve boyu bir gün bir
gecelik yer verilir. Böyle yerlerde azâb olunurlar. Bunlardan bâzısı sırt üstü
yatar, bâzısı oturur, bâzısı dizleri üzerine çökmüş, bâzısı da ayakta, bâzısı
yüzü ve karnı üzerine yatmış oldukları hâlde azâb olunurlar. Bu yerlerin hepsi,
içinde bulunanlara süngü demirinden daha dardır. Ateş; bunlardan bâzısının topuklarına,
bâzısının dizlerine, bâzısının beline, bâzısının göbeğine, bâzısının boynuna
kadar olur. Bâzısının ateşi de, kendisini yutar!..."
"Cehennem’dekilerin,
Cehennem dibinde toplandıkları bir gün vardır. Sonra onlar için bir daha bir
araya gelme yoktur. O gün gelip, toplanmalarına izin verildiğinde Cehennem’in
dibinden birisi öyle seslenir ki, sesi en yükseğinden en aşağısına, en yakınından
en uzağına kadar olanlara ulaşır. Bu duruma haşr denir. Bağırmasında; "Ey Cehennemlik
olanlar! Toplanınız" der. Hepsi toplanırlar. Zebânîler de yanlarında
bulunurlar."
"Onlar
aralarında meşveret edip dertleşirler. Zayıfları büyüklerine ve başkanlarına, dünyâda
size uyduk. Size uyup şirk koştuk. Bugün Allahü teâlânın
azâbından bir parçasını bizden uzaklaştırabilir misiniz derler. O gururlu
başkanlar, emirlerinde olanlara; "Hepimiz Cehennem’deyiz. Biz sizden azâbı
nasıl giderebiliriz. Gücümüz olsa, kendi azâbımızı gideririz. Allahü teâlâ kulları arasında hükmetti. Herkesi lâyık olan yere gönderdi"
derler. Yine onların başkanları kendilerine uyan zayıflara; "Rahat yüzü
görmiyeceksiniz ki, bizden yardım istersiniz" derler. Bu hâlde kendilerine
uyanlar da, âyet-i kerîmede bildirildiği gibi; "Bilakis o bedduâ size
olsun. Siz küfürde bizden önce idiniz. Sizin aldatmanızla biz de Cehennemliklerden
olduk, burası ne korkunç yerdir" derler. Sâd sûresi 61. âyet-i kerîmesinde bildirildiği gibi; "Ey bizim Rabbimiz!
Bizi aldatarak Cehennem’e takdim olunmamıza sebep olanların azâbını Cehennem’de
kat kat arttır" derler. Tekrar büyükleri onlara İbrâhim sûresi 21.
âyetinde olduğu gibi; "Eğer Allahü teâlâ bize îmân, hidâyet etmiş
olsaydı, biz de size o yolu gösterirdik. Kurtuluş yolu kapandığından, feryâd da
etsek, sabır da etsek aynıdır. Bizim için bu azâbdan kaçıp kurtulmağa çâre
yoktur" derler. Yine zayıfları büyüklerine ve başkanlarına Sebe' sûresi
33. âyetinde bildirildiği gibi; "Belki sizin gece-gündüz hîleniz,
oyunlarınızla bizim kâfir olmamızı, O'na şirk koşmamızı emrederdiniz. Biz
sizden, dünyâda bizi kendilerine, ibâdete çağırdığınız şeylerden
sakınırız" derler."
"Sonra
onların başkanları, itâatlıları ve Cehennemliklerin hepsi, şeytanlardan
arkadaşları tarafına yüzlerini çevirip, bizleri doğru yoldan saptıran, hak
yoldan ayıran siz idiniz diyerek üzerlerine yürürler. Kavga ve mücâdele,
ayıblama ve kötülemelerinin sonunda şeytan yüksek sesle Cehennemliklere ve şakîlere
hitâben, âyet-i kerîmede bildirildiği gibi; "Allahü teâlâ sîze, haşr ve cezâyı hak olarak vâd eyledi. Sizi doğru yola dâvet
eyledi. Siz ise o dâvete kulak vermediniz, onu kabûl ve tasdik etmediniz"
ve "Ben size hilâf olarak, kıyâmet ve haşr yoktur diye vâd eyledim. Benim
sizi zorla yenmem ve böyle bir hüccetim yok idi. Ancak vesvese ile dâvet
eyledim. Siz kabûl ettiniz. Siz beni kötülemeyin, ben düşmanlığımı yerine
getirdim diye beni ayıblamayın. Belki kendinizi ayıplayın ki Rabbinizi bırakıp,
benim sözümü tuttunuz. Ne ben size yardım edebilirim, ne de siz bana yardımcı
olabilirsiniz. Bundan önce bana uyarak beni ortak tuttuğunuzu ve bana
ibâdetinizi ben bugün kötü görür, ondan teberri ederim der."
"Bu
durumda, A'râf sûresi 44. âyet-i kerîmesinde bildirildiği gibi;
"Aralarında yüksek sesle, Allahü teâlânın lâneti, başkalarına
ibâdet ile kendilerine zulmedenlere olsun" diyerek bir münâdî
bağırır."
"Bu
anda onlara uyanlar başkanlarına, başkanlar da kendilerine uyanlara lânet eder.
Bunların hepsi de, şeytandan olan arkadaşlarına lânet eder. Şeytanları da
onlara lânet eder. Sonra hepsi, şeytanlardan olan arkadaşlarına; "Ne
olaydı, bizimle sizin aranız, doğu ile batı kadar uzak olsaydı. Siz bugün bize,
ne çirkin ve kötü arkadaş oldunuz. Siz dünyâda bizim için ne kötü yardımcı
oldunuz" derler. Bu hâlde birbirlerine bakıp bir kısmı diğerine;
"Geliniz Cehennem zebânîlerine yalvaralım. Belki Rableri katında bize
şefâat ederler. Bir gün kadar olsun azâbımız hafifletilir" derler."
"Bunlar
bu sıkıntılı hâlde iken, Cehennem meleklerine başvurmaları yetmiş sene sürer.
Sonra meleğe başvururlar. Cehennem melekleri onlara; "Size dünyâda açık
beyânlar ile peygamberler gelmedi mi? Sizlere, hakkı ve bu hâlleri haber
vermediler mi?" derler. Cehennemliklerin hepsi birden; "Evet"
deyip, kendilerine dünyâda açık beyânlarla peygamberler gelip, hakkı ve düçâr
oldukları korkunç hâlleri haber verdiklerini söylerler. Cehennem melekleri
onlara; "Siz duâ edin. Kâfirlerin duâsı kabûl olunmaz. Kâfirlerin duâsı
dalâletten başka bir şey değildir" derler. Bu zaman Cehennemlikler,
Cehennem melekleri tarafından kendilerine iyi cevap verilmediğini
gördüklerinde, Cehennem meleklerinin başı olan Mâlik'e; "Ey Mâlik, Rabbine
bizim için duâ eyle. Hakkımızda ölümle hükmetsin" derler. Bunun üzerine
dünyâ ömrü mikdârınca durup onlara cevap vermez. Bir söz söylemez. Tekrar
Mâlik'e başvururlar. Mâlik onlara; "Siz ölümle hüküm olunmayıp sonsuz
olarak Cehennem’de kalırsınız" cevâbını verir. Mâlik'den de hayırlı cevap
alamadıklarını gördükte, Rablerine yalvarıp; "Yâ Rabbî! Bizi Cehennem’den
çıkar. Bir daha günah işlemeğe dönersek zâlimlerdeniz" derler. Mâlik-i
Cebbâr tarafından onlara yetmiş sene cevap verilmez. Sonra onları köpek
seviyesine indirerek; "Sonsuz olarak Cehennem’de kalacaksınız. Susunuz!
Bana bir daha bir şey söylemeyiniz. Sizin için oradan çıkmak ve azâbın
kaldırılması yoktur" buyurur."
"Cehennem’dekiler
Allahü
teâlânın kendilerine rahmet etmeyeceğini,
haklarında hayır ile cevap vermiyeceğini anladıklarında, birbirlerine;
"Bize şefâat edici, dost, arkadaş ve şefkât edici yoktur. Ne olurdu bir
kere daha dünyâya dönseydik ve mü'minlerden olsaydık" derler."
"Bundan
sonra zebânî melekleri onları, yerlerine dönderir. Hüccetleri bozulur. Diyecek
sözleri kalmadığından Hakk'ın rahmetinden ümidsiz olurlar. Kendilerine büyük
elem ve üzüntü gelip, dünyâda yaptıkları günah, kusur ve eksikleri için büyük
zarar ve pişmanlıkla çağrışıp bağrışırlar. Kendilerinin ve kendilerine
uyanların azâblarından hiç bir şey eksilmeden günah ve kusurlarını yüklenirler.
İşleri çabuk, sözleri ağır, cesedleri büyük, yüzleri şimşek, gözleri ateş,
renkleri alev gibi, dişleri sığır boynuzu gibi ağır ve uzun olur. Ellerinde
gürzler bulunan zebânîler yanlarında olur. Eğer o gürzler ile dağlara vursalar,
dağlar ufalanıp, toprak olurdu. O gürzler ile, Allahü teâlâya âsî olanlara vururlar. Onların, gözlerinden kanlı yaş akıtırlar.
Zîrâ Cehennemlikler onlara, ne kadar yalvarsa, kabûl etmezler. Ağlasalar onlara
rahmet etmezler. Su isteseler, içecek su vermezler. Ancak onlara erimiş bakır
gibi su verilir. Ağızlarına götürürken, yüzlerini kebap gibi kızartır" buyurdu. Âyet-i kerîmede buyurulduğu
gibi; "Ne
çirkin su ve ne kötü yerdir" derler.
"Cehennemliklerin
her gün üzerlerine öyle büyük bulut gelir ki, onda, gözleri kamaştırır şimşek
ve yıldırımlar, belleri büken korkunç sesler, gürlemeler, göz gözü görmez
karanlık ve onunla beraber zebânî melekleri vardır. Bu büyük bulut, açık bir
ses ile Cehennemliklere hitâb edip; "Size yağmur yağdırmamı ister
misiniz?" dediğinde, Cehennemlikler hep bir ağızdan bize serin yağmur
yağdır derler. Bu hâlde bu bulut, onlara bir saat taş yağdırıp, o taş onların
baş ve beyinlerini yarar. Sonra bir saat kaynar sular, ateş, alev ve demir
çengeller yağdırır. Sonra bir saat yılan, akrep, kan ve irin yağdırır."
Bunlar
Cehennem’e yağdırıldığında Cehennem denizi coşup gadaba gelir, dalgalanır. Bu
anda Cehennem içinde dağ kalmaz. Dalgalar hepsini aşar. Cehennem’dekilerin
hepsi ölmeden denize gömülür."
"Cehennem,
içinde olan âsîlere Allahü teâlâ tarafından azâb ve elem
olmak üzere gayz ve gadabını, alev ve dumanını ve zulmetini arttırır."
"Eğer
Cehennem’in en aşağı bir kapısı batıda açılmış olsaydı, tesirinden doğuda
bulunan dağlar katran erir gibi erirdi. Eğer Cehennem kıvılcımlarından bir
kıvılcım uçup batıya düşse idi, doğuda bulunan bir kimsenin beyni kaynardı.
Cehennem’dekilerin azâb bakımından en hafifi, bir kısım insanlardır ki,
ayaklarına ateşten iki ayakkabı giydirilip, onun ateşi onların kulak ve
burunlarından çıkar. O ateşli ayakkabılardan başlarında beyinleri kaynar.
Onlara yakın olan bir kısımları da Cehennem’in büyük taşlarından bir taş
üzerine indirilir. O taş üzerinde, içinde kızartma yapılan kızgın tavada,
içinde, tâne sıçradığı gibi sıçrarlar. Bir taştan atlayınca diğer büyük bir
taşın üzerine düşerler. Cehennem’de olanların hepsi, amellerine göre azâb
olunurlar."
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde Tahrîm sûresi 6. âyetinde meâlen; "Ey îmân edenler! Nefslerinizi ve âilenizi; yakacağı, insanlarla taşlar olan ateşten koruyunuz" buyurdu.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ey Rabbimiz! Dünyâ ve âhırette bizlere güzellikler ve iyilikler ihsân et. Ateş azâbından bizleri koru" diye duâ buyurdu. Şeyhayn hazretleri (Hazret-i Ebû Bekr ve Hazret-i Ömer (radıyallahü anhümâ)) buyurdular ki: "Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) insanları ateş azâbından uyaracağı vakit, öyle bir şekil ve ifâde ile bu mevzûyu anlatırlardı ki, dinleyenler efendimizin o ateşi görüyor olduğunu zannederlerdi."
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Bir hurma dânesi ile de olsa, kendinizi ateşten koruyun. Bunu bulamayanlar, güzel sözle korusunlar." buyururlardı. Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) rivâyet edilen hadîs-i şerîfde, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem); "Sen (ilkin) en yakın hısımlarını korkut, uyar" âyet-i kerîmesi indiği vakit, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün Kureyş halkını dâvet etti. Bâzan orada bulunanların hepsine bâzan da husûsî olarak (boy adları vererek) "Ey Lüheyoğlu Ka'b oğulları, nefslerinizi ateşten kurtarınız. Ey Ka'b oğullarının Mürre kolu, nefslerinizi ateşten koruyunuz. Ey Hâşim oğulları nefslerinizi ateşten koruyunuz. Ey kızım Fâtıma nefsini ateşten kurtar. Çünkü sizleri kurtarmak için Allah'tan sizler için hiç bir şeye mâlik değilim." buyururdu.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbesinde; "Sizleri ateşle korkuttum" diye öyle yüksek bir sesle seslenmişti ki, uzakta bulunanlar dahî bu sesi duymuşlardı, hattâ mübârek omuzlarındaki örtü, iki ayaklarının arasına düşmüştü.
Resûlullah buyurdu ki; "Benimle ümmetimin durumu şu misâle benzer: Adamın biri, bir ateş yakar, çevresi aydınlanınca, pervâneler ve benzer hayvanlar kendilerini bu ateşe atmaya başlarlar. Ben sizleri ateşten korumaya çalışıyorum, sizler ise ona pervâneler gibi koşmaktasınız."
"Bütün gücünüzle ateşten kaçınız, Cennet’e yöneliniz, Cennet’i isteyenleri uyku tutmaz, ateşten kaçanı da uyku tutmaz."
"Ey müslümanlar topluluğu! Allahü teâlânın sizi teşvik ettiği şeye rağbet ediniz ve O'nun yasak ettiklerinden kaçınınız. Allahü teâlânın korkuttuğu şeylerden korkunuz. O'nun cezâsından, azâbından, Cehennem’inden korkunuz. Şu bulunduğunuz dünyâda O'nun ateşinden bir damla kıvılcım bulunmuş olsa, bu dünyâyı sizler için yaşanmaz hâle getirir."
"Cebrâil ile birlikte göklere yükseldiğimiz vakit, başları kayalara vurularak ezilen bir toplumla karşılaştık. Her ezilişten sonra, başları eski hâline dönüyordu. Kardeşim Cebrâil'e dönerek; "Bunlar kimlerdir?" diye sordum, Cebrâil; "Bunlar namaza karşı ağır davranan kimselerdir" dedi. Sonra diğer bir topluluğa uğradık. Bunların önleri ve arkaları yamalı idi. Koyunların ve develerin otladığı gibi dikenin kurusunu, zakkum ağaçlarını yer gibi ortalığa dağılmışlardı. Cebrâil'e bunların kim olduklarını sordum; "Bunlar mallarının zekâtlarını vermeyen kimselerdir. Allahü teâlâ onlara zulümde bulunmuyor. Allahü teâlâ zâlim değildir" dedi. Sonra bir adama rastladık, öyle büyük bir odun ve çalı demeti hazırlamıştı ki bir türlü taşıyamıyordu, üstelik demeti çoğaltmaya ve büyütmeye uğraşıyordu. Cebrâil'e bunun kim olduğunu sordum; "Bu, ümmetinden biridir. Kendisine bir emânet verilmiş, o emânete hıyânet ettiği hâlde yine de emânet almaya devam etmiştir" dedi ve yine göklere yükselirken, dudak ve dilleri demirden makaslarla kesilen ve kesildikten sonra, tekrar eski hâline dönen bir topluluğa uğradık. Cebrâil; "Bunlar, fitne ve fesad yayan hatiplerdir. Bunlar söyleyen, fakat söyledikleriyle amel etmeyen kimselerdir. İnsanlara nasîhatte bulunurlar, fakat kendileri nasîhat dinlemezler" dedi. Sonra kardeşim Cebrâil ile bir vadiden geçtik. Oradan gelen çok çirkin bir ses duydum. "Bu ses de nedir?" diye sordum: "Bu, Cehennem’in sesidir" dedi ve şöyle devam etti: "Cehennem; "Ey Allah’ım! Bana söz ve vâdde bulunduğun ateş ehlini yâni insanları getir, bana ver. Çünkü zincirlerim, kilit ve kelepçelerim, şiddetli ateş ve sıcaklarım ve diğer şeylerim, gittikçe kızmakta, harâretim gittikçe artmakta, gittikçe derinleşmekteyim, durmadan yanan ateşim fazlaca arttı. Söz verdiğin kimseleri bana ver" demektedir. Hak teâlâ Cehennem’e; "İşte, her müşrik kimse, kadın olsun, erkek olsun senindir. Hesap gününe inanmayan azgın ve zâlim kişiler senindir" buyurunca, Cehennem, Rabbine; "Ey Rabbim! Razı oldum, bunları isterim" diye cevap verir."
"Müslim"deki hadîs-i şerîfde Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Allahü teâlâya yemîn ederim ki, sizler benim gördüğümü görmüş olsaydınız, az güler, çok ağlardınız." Bunu dinleyenler, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ey Allah'ın Resûlü neler gördünüz?" diye sordular. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) "Cennet ve Cehennem’i gördüm" buyurdu.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gülen ve eğlenen bir grubun yanına uğradı ve; "Cennet ve Cehennem’i aranızda hatırlamanız gerekirken bakıyorum sizler gülmektesiniz." buyurdular. Zübeyr’in oğlu dedi ki: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) söyledikleri bu sözlerden sonra, bu gruptan hiçbirinin vefât ettiği güne kadar güldüğü görülmemiştir."
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbesinde; "Cennet ve Cehennem gibi iki âzametli şeyi unutmayınız." buyurduktan sonra ağlamaya başladı. Mübârek gözlerinden akan yaşlar mübârek sakal-ı şerîfini ıslattı. Sonra da; "Allahü teâlâya yemîn ederim ki, âhıret hakkında benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız, yükseklere çıkar, başlarınıza toprak saçardınız." buyurdu.
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrâil'e aleyhisselâm; "Ey Cebrâil! Mikâil'in güldüğünü hiç görmedim, bunun sebebi nedir?" diye sorduğunda, Cebrâil de (aleyhisselâm); "Cehennem ateşinin tutuşturulduğu günden bu güne dek, Mikâil (aleyhisselâm) gülmemiştir." diye cevap verdi.
Hadîs-i şerîfde; "Allahü teâlâ Cehennem’i yarattığı zaman, korkularından meleklerin kalpleri uçup gitti. Sonra Âdem aleyhisselâm yaratılınca meleklerin hissettiği korku kendilerinden giderek sükûnet buldular." buyuruldu. Meymûn bin Mihrân (radıyallahü anh) dedi ki: "Hak teâlâ Cehennem’i yarattığı zaman, ona homurdanıp kükremesini emretti. Bunun üzerine Cehennem bir kükreyip gürleyince, yedi kat gökyüzündeki meleklerden, yüzü üzerine secdeye kapanmadık hiçbiri kalmadı. Bunun üzerine yüce, münezzeh ve cebbâr olan Allahü teâlâ, meleklere; "Başınızı secdeden kaldırınız. Sizler bilmediniz mi ki muhakkak ben sizleri sırf bana ibâdet ve itâat etmeniz için yarattım. Cehennem’i de kullarımdan âsî, günahkârlar için yarattım" buyurdu. Bunun üzerine melekler; "Ey Rabbimiz! Sen bize Cehennemlikleri gösterinceye kadar bizler Cehennem’den emîn olamayız" dediler. Bu husûs Kur'ân-ı kerîmde Enbiyâ sûresi 28. âyet-i kerîmesinde buyurulan; "Melekler, Allah'ın korkusundan titrerler." kelâmının mânâsıdır.
Ensârdan (Medîneli ilk müslümanlar) bir delikanlıya Cehennem korkusu ağır gelerek, bu korku onu evinden dışarı çıkmakdan alıkoymuştu. Bu husûsu Resûl-i ekreme (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattılar da, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) (ziyâret için) yanına girince, delikanlı Resûl-i ekremin boynuna sarıldı ve ölü olarak yere düştü. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Arkadaşınızın teçhiz ve tekfinini hazırlayınız. Çünkü Cehennem korkusu onun ciğerini parçalamıştır" buyurdu.
Selmân-ı Fârisî (radıyallahü anh), Allahü teâlânın Hicr sûresi 43. âyet-i kerîmesinde buyurulan; "Hiç şüphe yok ki onların hepsine vâd olunan yer Cehennem’dir" kelâmını işittiği zaman, Cehennem korkusunun şiddetinden şaşkın bir hâlde dışarı çıktı ve hiç bir şeyi düşünüp akıl edemiyecek vaziyette koşmaya başladı. Sonra Resûl-i ekremin (sallallahü aleyhi ve sellem) huzûruna getirilerek kendisine bu hâlinin sebebi sorulunca, Selmân (radıyallahü anh); "Yâ Resûlallah (sallallahü aleyhi ve sellem)! Muhakkak ki bu âyet-i kerîme kalbimi parçaladı, kopardı" dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ Hicr sûresinin; "Takvâ sâhipleri muhakkak Cennetlerde ve pınar başlarındadır." meâlindeki 45. âyet-i kerîmesini inzâl buyurdu.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Her kim Allah'tan üç defâ Cennet isterse, Cennet; "Allah’ım o zâtı Cennet’e koy" diye duâ eder. Her kim de Cehennem’den kurtarmasını (Allahü teâlâdan) isterse, Cehennem de; "Ey Allah’ım! Onu ateşten kurtar" diye niyâz eder. "Sıcak bir gün olunca, Allahü teâlâ gök ile yeryüzü ahâlisine nazar eder. Kul; "Lâ ilâhe illallah" Kelime-i tevhidini okuyarak; "Bu günün sıcağı ne kadar şiddetlidir. Allah'ım, beni Cehennem ateşinin harâretinden kurtar, muhâfaza eyle!" diye duâ ettiği zaman, Azîz ve Celîl olan Allah, Cehennem’e hitâb ederek; "Kullarımdan bir kul benden kendisini, senden kurtarmamı istedi. Muhakkak ki ben onu kurtarmış olmama seni kat’îyetle şâhid tutuyorum" buyurur."
"Çok şiddetli soğuk bir gün olunca da, yine Allahü teâlâ gökyüzü ile yeryüzü halkına nazar eder. Kul; "Lâ ilâhe illallah!" Bugünün soğuğu ne kadar şiddetli, Allah'ım! Cehennem’in çok çetin soğuğundan beni halâs eyle (kurtar)" diye duâ ettiği zaman, Allahü teâlâ da Cehennem’e hitâben; "Kullarımdan bir kul benden kendisini, senin şiddetli soğuğundan muhâfaza etmemi istedi. Şüphesiz ki kulumu kurtarmış, halâs etmiş olduğuma seni şâhid tutuyorum" buyurur". Eshâb-ı kirâm; "Yâ Resûlallah! Cehennem’in zemherîri nedir?" diye sordular. Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem); "İçerisine kâfirlerin atıldığı bir kuyudur ki onun soğuğunun şiddetinden (vücûdunun) bâzı kısımları diğer kısımlarından ayrılıp dağılır." buyurdu. Cehennem’deki azâblar çeşit çeşittir. Ateş ile olduğu gibi zemherîr denilen yerlerinde de şiddetli soğuklarla olacaktır. Bâzı kimselere, bir ateşe bir soğuğa daldırılarak azâb yapılacaktır.
Bâzıları İslâmiyete, yalan ve iftirâ ile saldırırken; "Peygamberler, hep sıcak memleketlerde geldiği için, Cehennem azâbının ateş olduğunu söylemişler, hep ateşle korkutmuşlar. Kutblarda, şimal, soğuk memleketlerde gelselerdi, buz ile azâb yapılacağını söylerlerdi" diyor. Bunlar ilmi olmıyan inançsız insanlardır. Zâten Kur'ân-ı kerîmden haberleri olsaydı ve İslâm büyüklerinin sözlerini duysalardı ve biraz akılları olsaydı, hemen müslüman olurlardı. Hiç olmazsa, böyle ulu orta, yalanları yazmaktan, belki sıkılırlardı. Dînimiz, hem Cehennem’de, soğuk azâblar olduğunu bildiriyor. Hem de peygamberlerin (aleyhimüsselâm) yalnız sıcak memleketlere değil, yeryüzünde, sıcak ve soğuk, her memlekete gönderildiğini haber veriyor. Kur'ân-ı kerîm, Peygamberimize sorulan suâllere, soranların bilgilerine ve anlayışlarına göre cevap vermektedir. Âhıretteki bilinmeyen varlıkları da, dünyâda gördüklerine, bildiklerine benzeterek anlatmaktadır. Peygamber efendimizin, kutupları, buz memleketlerini Cehennem’in soğuk azâblarını duymayan Mekkelilere, bildirmesi fâidesiz olurdu. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde bu inceliğe uygun haberlerin bulunması; inanmıyanların daha çok sapıtmasına sebep olmaktadır.
Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Her kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa Allahü teâlâ onun yüzünü Cehennem’den yetmiş senelik mesâfeye uzaklaştırır."
"Sizlerden her kim, bir hurmanın yarısıyla da olsa kendisini ateşten perdelemeye gücü yeterse bunu yapsın."
"Her kim abdest uzuvlarını güzel yıkayarak abdest alır ve müslüman kardeşini ziyâret ederse, Cehennem’den yetmiş senelik mesâfeye uzaklaştırılır."
"Her kim (müslüman) kardeşine, onu doyuruncaya kadar yemek yedirir, onu kandırıncaya kadar da su içirirse, Allahü teâlâ bu cömert zâtı Cehennem’den yedi hendek uzaklaştırır ki her hendek arası yüz senelik mesâfedir."
Abdülazîz bin Ebû Revvâd anlatıyor: "Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, meâlen; "Ey îmân edenler! Yakıtı, insanlarla taşlar olan Cehennem’den, kendinizi ve âilenizi koruyun." buyurulan Tahrîm sûresinin 6. âyet-i kerîmesini okuyunca; orada bulunan bir ihtiyâr; "Ey Allah'ın Resûlü! Cehennem’deki taşlar, dünyâdaki taşlar gibi midir?" diye sordu. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; "Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah'a yemîn ederim ki, Cehennem’in bir taşı, dünyâdaki bütün dağlardan daha büyüktür." buyurması üzerine, ihtiyâr bayılarak yere düştü. Resûlullah efendimiz elini, onun kalbi üzerine koydu. Sağ olduğunu görünce; "Lâ ilâhe illallah" söyle" buyurdu. İhtiyâr da; "Lâ ilâhe illallah" dedi. Resûlullah onu Cennetle müjdeledi. Bunun üzerine Eshâb-ı kirâmdan birisi; "Ey Allah'ın Resûlü! Bizim aramızda da Cennetlik var mı?" diye sorunca, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; "Evet" buyurarak meâlen; "Cennet, âzametimden ve azâbımdan korkanlar içindir" buyurulan İbrâhim sûresinin 14. âyet-i kerîmesini okudu.
Şeddâd bin Evs, gece yatağında bir o yana bir bu yana döner ve; "Allah’ım; Cehennem korkusu uykumu kaçırdı" diyerek kalkıp sabaha kadar namaz kılardı.
Abdullah bin Revâha (radıyallahü anh), Mûte savaşı sırasında ağladı ve şöyle dedi; "Vallahi ne dünyâ sevgisi ne de sizin dostluğunuz beni ilgilendirir. Ben, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem); "Sizden Cehennem’e uğramayacak yoktur. Bu, Rabbimin yapacağını vâdettiği kesin bir hükmüdür." meâlindeki Meryem sûresinin 71. âyetini okuduğunu işitmiştim. Cehennem’e vardıktan sonra, oradan çıkıp çıkmayacağımı bilmiyorum."
Yezîd oğlu Mürsid'in göz yaşları dinmeyip, hep ağlardı. Kendisine sebebi sorulunca; "Eğer şânı yüce olan Allah, beni, günah işlediğim takdirde ebediyyen bir hamama hapsetmekle tehdid etseydi, gözyaşlarımın dinmemesi bana vâcib olurdu. Şimdi nasıl dinsin ki, o, beni üçbin sene kızdırılmış bir Cehennem’e koymakla korkutmaktadır" diye cevap verdi.
--------------------------------------------------------
1) Tefsîr-i Taberî
2) Şihâb Hâşiyesi
3) Tefsîr-i Kurtubî
4) Tefsîr-i Hâzin
5) Tefsîr-i Mazharî
6) Rûh-ül-Beyân
7) Keşşâf tefsîri
8) Zâd-ül mesîr
9) Râmûz-ül Ehâdîs şerhi (Levâmi-ul-ukûl 1294 İstanbul, Hâfız Ömer Dağıstanî); cild-2, sh. 175, 176, cild-3, sh. 699
10) Sahîh-i Buhârî
12) Sahîh-i Müslim
12) Gunyet-üt-tâlibîn (Abdülkâdir-i Geylânî, 3. Baskı, H. 1375 M. 1956 Mısır); sh. 151, 160
13) İhyâu ulûmiddîn
14) Künh-ül-ahbâr; sh. 70
15) Şerh-i Mevâkıf; cild-3, sh. 230, 231
16) Feth-ul Bârî; cild-6, sh. 235
17) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 22, 25, 26, 29, 31, 33, 34, 37, 39, 42, 53, 56, 57, 64, 66, 85, 88, 90, 99, 106, 153, 243, 248, 290, 434, 473, 647, 659, 704, 712, 766, 959
18) Rehber Ansiklopedisi; cild-3, sh. 191, 192
19) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-9, sh. 111, 124, 125, 126, 212, 213, cild-6, sh. 323, cild-7, sh. 231, 232, 240, cild-8, sh. 34, 328, cild-16, sh. 289, 352