Büyük hadîs
âlimlerinden. İsmi, Yûsuf bin Ömer bin Mesrur olup, künyesi Ebü'l-Feth'dir.
Ebü'l-Feth el-Kavvâs diye meşhûr olmuştur. Kendi sözlerinden de anlaşıldığı
üzere, 303 (m. 915) yılı Zilhicce ayında Bağdâd'da doğdu. Gayet zekî ve çalışkan
bir zât olup, hadîs öğrenmek için çok dolaştı ve pekçok sıkıntılara göğüs
gererdi. 385 (m. 995) yılında, Rabî-ül-âhır ayının son Cum'a günü, Bağdâd'da
vefât etti. Resâfe Câmisi'nde cenâze namazı kılınıp, Ahmed İbni Hanbel'in (r.a.)
yanına defn olundu.
Ebü'l-Feth
el-Kavvâs; Ebü'l-Kâsım el-Begâvî, Ebû Bekr bin Ebû Dâvûd, Yahyâ bin Sa'îd, Ahmed
bin İshâk bin Behlûl, Ca'fer bin Muhammed bin Mugalles, Hâşim bin Kâsım
el-Hâşimî, Ebû Ömer Muhammed bin Yûsuf el-Kâdî, Muhammed bin Hârûn el-Hadramî,
Sa'd bin Muhammed, Ya'kûb bin İbrâhîm (Cerrâb diye meşhûrdur), Muhammed bin
Abdullah bin Allân, el-Hazzâz, Muhammed bin Mansûr eş-Şeyî ve daha pekçok
âlimden hadîs-i şerîf öğrenmiştir.
Atîkî, Hallâl,
Tenûhî, Abdülazîz el-Ezcî, Muhammed bin Ali bin Feth, Temmâm bin Muhammed
el-HaÖb ve pekçok âlim de Ebü'l-Feth el-Kavvâs'dan hadîs-i şerîf rivâyet
etmişlerdir. Kendisinin haber verdiğine göre, ilk defa onüç yaşında büyük hadîs
âlimi Begâvî'ye talebe olup, ilim meclisine katıldı. Daha sonra başka ilim
meclislerine de gitti. Uzun müddet büyük âlimlerden ilim okuyup, genç yaşında
âlim oldu. Bir-gün çarşıda babasıyla beraber yürüyordu. Dükkânın birinde yaşlı
bir zât onu gördü ve "Ey genç buraya gel" diye çağırıp kendisine, hadîs âlimi
olup olmadığını sordu. Hadîs âlimi olduğunu anlayınca İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'in
buyurduğu şu sözü nakletti: "Yolda hızlı hızlı giden bir kimse görürseniz,
biliniz ki o ya mecnûndur veya hadîs âlimidir."
Ebü'l-Hasen bin
Cemî', 328 yılında kadı Mehâmilî'den daha sonra da yirmibeş yaşında bulunan
Yûsuf bin Amr el-Kavvâs'dan hadîs-i şerîf yazmıştır. Ezherî, onun adalet
sıfatını taşıyan, sika (sağlam, güvenilir) bir râvi olduğunu söylemiştir.
Ebü'l-Feth
el-Kavvâs şöyle anlatır: Kâdı Mehâmilî'nin ilim meclisinde, dört kişi onun
kâtipliğini yapıyor, buyurduklarını yazıyordu. Fakat ben ayakta bulunduğumdan,
muhaddis Mehâmilî'nin sözlerini pek işitemiyor, bunun için de tam yazamıyordum.
Ancak işitebildiğim şeyleri yazdım. Mehâmilî'nin sözünü işitemediğim bu uzak
yerden aniden kalktım. Meclisde bulunanlar, benim bu kalkışımı görünce, beni
rahatlatmak için yer açtılar ve Mehâmilî"nin yanına kadar ulaşmama izin
verdiler. Mehâmilî'nin yanına vardım ve edeble yanına oturdum. Ertesi gün bana
gelerek selâm verdi ve bana "Efendim! Sizden, bana hakkınızı helâl etmenizi rica
ediyorum" dedi. Ben de "Niçin?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: Dün mecliste
ayağa kalkdınız ve insanları yararak ileri geçtiniz. Ben de kendi kendime; bu
kimsenin insanları yararak ileri geçmesi hadîs-i şerîf dinlemek için değil, diye
düşündüm. Gece rü'yâmda Peygamberimizi (s.a.v.) gördüm. Bana; "Kim hadîs-i şerîf
dinlemek (öğrenmek) isterse, sanki benden dinlemek isteyen gibidir. Bunun için,
hadîs dinlemek (öğrenmek) isteyen kimse, Ebü'l-Feth el-Kavvâs gibi dinlesin"
buyurdu.
Ebü'l-Feth
el-Kavvâs gayet edebli, âlim, dünyâya kıymet vermeyen, Allahü teâlâdan ilminin
çokluğu nisbetinde çok korkan ve bu nisbette çok ibâdet eden bir zâttı. Ali bin
Muhammed bin Hasen haber veriyor ki: "Ne zaman Ebü'l-Feth el-Kavvâs'ın yanına
gelsem, onu hep namaz kılarken buldum" buyurmuştur. Bergânî ve Ezherî, onun
zamanının seçilmiş kimselerinden olduğunu söylemişlerdir. Yine Ezherî:
"Ebü'l-Feth el-Kavvâs, duâsı müstecâb olan, kabul olunan bir zâttır"
buyurmuştur. Mekke'de bulunan Ebû Zer Abd bin Ahmed Hirevî'ye yazmış olduğu
mektubunda, Ebü'l-Hasen Dâre Kutnî'nin, "Biz daha çocukken, Ebü'l-Feth el-Kavvâs
ile teberrûk ederdik (bereketlenirdik)" buyurduğunu yazmaktadır.
Ebü'l-Feth
el-Kavvâs (r.a.), Hz. Muâviye'nin (r.a.) fazîletlerini anlatan bir risâle yazdı.
Fakat bir fare, bu kitabın birçok yerlerini kemirdi. Ebü'l-Feth (r.a.) bu fareye
bedduâ etti. Fare tavandan düştü ve çırpınarak öldü.
Ebü'l-Feth
el-Kavvâs (r.a.), kerâmetler sahibi, çok ibâdet eden, gayet nâzik ve edebli,
âlim bir zât idi.
KAYNAKLAR
1) Târih-i Bağdâd cild-14, sh-325
2) Tezkiret-ül-huffâz cild-3, sh-980
|