Evliyânın
büyüklerinden. İsmi Yûsuf bin Hüseyn bin Ali er-Râzî olup, künyesi Ebû
Ya'kûb'dur. Haram ve şüphelilerden çok sakındığı gibi, dünyâya da hiç düşkün
olmayıp, zahir ve bâtın ilimlerinde âlim idi. Edîb idi. Çok güzel konuşur,
ma'rifet ve esrardan anlatırdı. Zamanında Cibâl ve Rey şehrinin âlimi idi. Çok
seyahat etti. Zünnûn-i Mısrî'nin talebesi olup, aynı zamanda; Ebû Türâb Nahşebî,
Yahyâ bin Mu'âz ve başka âlimlerle de görüşüp sohbet etti ve kendilerinden ilim
öğrendi. Ebû Sa'îd Harrâz ile yol arkadaşlığı ve Cüneyd-i Bağdâdî İle
mektûblaşmaları meşhûrdur. 304 (m. 915)'de vefât etti. Vefât ederken, "Yâ Rabbi!
Gücüm yettiği kadar insanları sana da'vet ettim. Kusurlarımı bağışla" dedi ve
vefât etti. Vefâtından sonra kendisini rü'yâda görüp, "Hâlin nasıldır?"
diyenlere, "Allahü teâlâ, vefât ederken söylediğim sözü tekrar söylememi
emretti. Ben de söyledim. Sonra bana "Seni sana bağışladım" buyurdu" dedi.
Şeyh-ül-islâm
Abdullah-ı Ensârî (r.a.), "Allahü teâlâ ona, niçin "Seni sana bağışladım"
buyurdu biliyor musunuz? Allahü teâlâ ile kendisi arasında vasıta, yine
kendisidir de ondan" buyurdu.
Ömrü uzun olup,
Allahü teâlânın dînine hizmet etmekle geçti, İnsanların İslâmiyeti doğru olarak
öğrenmeleri için çok gayret ederdi. Edebi çok fazla idi ve kendisinden dahi haya
ederdi. Nefsin kötü olan isteklerine tâbi olmamak ve ona muhalefet etmekte çok
ileri idi. Geceleri hiç uyumaz. Hep ibâdetle meşgul olurdu. Fazla uykusuzluk
sebebi ile gözlerinde hafif kırmızılık ve bitkinlik vardı. Kerâmetleri
meşhûrdur. İnsanların fazla teveccühünden sakınır, kendisini olduğundan aşağı
gösterirdi. Ebû Ya'lâ diyor ki, "Yûsuf bin Hüseyn, zamanında, kelâm ve tasavvuf
ilmini en iyi bilendi." İmâm-ı Şa'rânî diyor ki; "Kur'ân-ı kerîm okunduğu zaman,
gözyaşlarını tutamaz çok ağlardı."
Seyahatlerinden
birisinde, Arabistan'da bir kabileye uğradı. Kabile reisinin kızı, kendisini
görüp â-şık oldu. Bir yolunu bulup, Yûsuf bin Hüseyn (r.a.) yalnız iken yanına
geldi. Yûsuf bin Hüseyn (r.a.), hemen kaçarak başka bir yere gidip oturdu.
Başını dizlerine koydu. Çok yorulmuş olduğu için uyuyuverdi. Rü'yâsında,
benzerini hiç görmediği bir yerde, yeşiller giyinmiş kimseler gördü. Birisi de,
pâdişâh misâli taht üzerinde oturuyordu. Kendilerine yaklaşıp kim olduklarını
sordu. Onlar, kendisine çok saygı ve hürmet gösterip yol açtılar ve "Bizler
melekleriz. Taht üzerinde oturan da Yûsuf aleyhisselâmdır. Yûsuf bin Hüseyn'i
ziyârete geldi" dediler. Yûsuf bin Hüseyn (r.a.), çok hayret etti ve mahcûb
oldu. Ağlamaklı bir ses ile "Hasbünallah. Ben kim oluyorum ki, Allahü teâlânın
Peygamberlerinden birisi benim ziyâretime gelsin, olacak şey değil" dedi. Bu
sırada Hz. Yûsuf, tahttan inip kendisiyle müsâfeha etti ve kendisine sarıldı.
Yûsuf bin Hüseyn (r.a.) ona, "Ey Allah'ın Peygamberi, ben kim oluyorum ki, bana
bu kadar iltifat ediyorsunuz?" dedi. Hz. Yûsuf buyurdu ki, "O kabile reisinin
güzel kızı, sen yalnız iken yanına gelince, sen Allahü teâlâdan korkarak ve
Allahü teâlâya sığınarak oradan çıkınca, Allahü teâlâ, senin hâlini bana ve
meleklere gösterip buyurdu ki: "Ey Yûsuf! Bak, senin, Zelîha'dan kaçtığın gibi,
bu Yûsuf da kabile reisinin kızından nasıl kaçtı" buyurdu ve beni bu meleklerle
birlikte seni ziyârete gönderip sana söylememi emretti ki, "Her şeyin bir
nişânesi vardır. Bu zamanın nişanesi Zünnûn-i Mısrî'dir. İsm-i a'zam ona
verildi. Huzuruna git. Hem de sana şu müjdeyi vermemi emretti ki, (Sen, Allahü
teâlânın seçilmiş kulla-rındansın)" buyurdu.
Yûsuf bin
Hüseyn (r.a.) uykudan uyandığında aşk-ı ilâhi her tarafını kaplamıştı. Kendisine
verilen işaret üzerine Mısır'a doğru yola çıktı. Bir an önce Zünnûn-i Mısrî'ye
kavuşmak arzusunda idi. Nihayet Zünnûn-i Mısrî'nin (r.a.) meclisine gelip
oturdu. Beş sene, bu sohbet meclisine devam etti. Beşinci yıl sonunda hocası
kendisini çağırıp, "Artık memleketine git. Allah rızâsı için insanlara nasîhat
et, ama arada halkı görme. Allah için konuş" buyurdu. "Peki efendim" deyip
ayrıldı. Memleketi olan Rey şehrine gelince bir meclis kurup, insanlara nasîhat
etmeye başladı. Birgün meclisine geldiğinde, hiç kimse yoktu. Geri dönüp
gidecekti. Yaşlı bir kadıncağız kendisine "Zünnûn (r.a.) sana "Arada halkı
görme" dememiş miydi? Sen Allah için konuş" dedi. Bu söz karşısında şaştı kaldı.
Kimse olsun olmasın konuştu. Bu hâl elli sene böyle devam etti. İbrâhîm-i Havvâs
(r.a.) Yûsuf bin Hüseyn'in talebesi olup, bunun sohbeti bereketi ile çok yüksek
hâllere ve makamlara kavuştu.
Abdülvâhid bin
Zeyd çok içki içer, devamlı sarhoş hâlde bulunurdu. Birgün yolu, Yûsuf bin
Hüseyn'in va'z verdiği meclise uğradı. Yûsuf bin Hüseyn'in bereketli sözlerini
işitip, kalbinde öyle bir hâl oldu ki, kendinden geçmiş olarak yere yığılıverdi.
Kendine geldikten sonra, kalkıp kabristana gitti. Yaptıklarına çok pişman olup,
devamlı ağlıyordu. Üç gün sonra, Yûsuf bin Hüseyn gidip kendisini getirdi. O, bu
hâlden sonra sâdık talebelerden oldu.
Nişâbûrlu bir
tüccarın, bin altına satın aldığı çok güzel bir cariyesi vardı. Bu tüccarın
acele olarak başka bir şehre gitmesi icâb etti. Cariyeyi güvendiği bir kimsenin
evine emânet olarak bırakıp gitti. Bu ev sahibi, bir aralık cariyeyi gördü.
Kendisine âşık oldu. Hemen Ebû Hafs Haddâd'ın (r.a.) yanına gidip hâlini anlattı
ve "Ben ne yapayım?" dedi. O da, "Senin, Rey şehrinde bulunan Yûsuf bin
Hüseyn'in yanına gitmen lâzımdır" buyurdu. O kimse hemen yola çıkıp Irak'da
bulunan Rey şehrine geldi. Yûsuf bin Hüseyn'in yerini sordu. Sorduğu kimseler,
uygunsuz sözler söyleyip, yanına gitmesine mâni oldular. Hattâ çok ileri gidip,
öyle şeyler söylediler ki, gelen kimse bunlara aldanıp, geldiğine pişman oldu ve
geri döndü. Ebû Hafs'ın yanına geldiğinde, "Niçin onu görmeden geri geldin?"
buyurdu. O da, "Onun için şöyle şöyle söylediler. Ben de yanına gitmekten vaz
geçip geri döndüm" dedi. Ebû Hafs, "Sen tekrar git ve kendisini gör" buyurdu. O
kimse tekrar dönüp Rey şehrine geldi. Yûsuf bin Hüseyn'in (r.a.) bulunduğu yeri
sordu. Bu sefer, önceki söylediklerini daha fazlasıyla söylediler. Fakat ısrar
edince evini gösterdiler, izin alıp içeri girdiğinde gördü ki, yaşlı bir zât
oturmuş, karşısında bir genç, önünde bir sürahi ve kâse bulunuyor. Gelen kimse
selâm verip oturdu. Yûsuf bin Hüseyn, yüzünden nûr akan çok sevimli bir zât
olup, öyle güzel şeyler anlatıyor, öyle tatlı konuşuyordu ki, gelen kimse
hayretler içinde kaldı. "Efendim. Lütfen söyleyiniz. Bu nûrânî yüz, bu tatlı
sözler, şu sürahi ve kâse ve dışarıdakilerin söyledikleri ne demek oluyor?"
dedi. Yûsuf er-Râzî (r.a.), "Şu gördüğün genç, benim oğlumdur. Kendisine
Kur'ân-ı kerîm okutuyorum. Şarap kabı gibi zannedilen şu kırmızı sürahi içinde
su var. Bu bardakla, gelenlere su ikrâm ediyorum. Su testisi bulunmadığı için,
bunu kullanıyorum" buyurdu. Gelen kimse' "Peki, böyle hareket edip, insanların
hakkınızda uygunsuz sözler söylemelerine imkân vermenize sebeb nedir?" diye
sorunca, "İnsanlar bana güvenmesinler ve birşey emânet etmesinler diye" buyurdu.
Gelen kimse onun ayaklarına kapanıp af diledi.
Birgün
kendisine "Peygamber efendimizin, "Yâ Bilâl! Bizi ferahlandır" hadîs-i
şerîfi hakkında ne dersiniz?" dediler. Cevâbında buyurdu ki, "Bunun ma'nâsı "Yâ
Bilâl! Ezan okumakla, bizi dünyâ meşgalelerinden ve sözlerinden rahatlandır"
demektir. Çünkü, Peygamber efendimiz (s.a.v.) namazda rahatlardı. Namaz gözünün
nuru idi."
Yûsuf bin
Hüseyn'in (r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden ikisi şunlardır:
"Sizden
biriniz, kendisi için istediği bir şeyi müslüman kardeşi için de istemedikçe,
kâmil mü'min olamaz."
"Bir kimse
âşık olsa, gizlese, iffetini muhafaza etse ve ölse, şehîddir."
Yûsuf bin
Hüseyn (r.a.) buyurdu ki:
"Yapmacık
olarak, riya ile yapılmış çok az bir amelle Allahü teâlânın huzuruna çıkacağıma,
günâh yükü ile çıkmayı tercih ederim,"
"Allah yolunda
yürümek arzusunda bulunan bir tâlib, azimeti bırakıp ruhsatla amel ederse, artık
ondan hayır gelmez, ilerliyemez."
"Nefsin
aldatmasına, dünyânın yalancı ve geçici tadına kapılan, hayrın tadını alamaz.
Yabancılarla beraber olmak, bu yolda yürüyenler için felâkettir." "Allahü
teâlânın kendilerini her an görmekte olduğunu bilen insanlar, O'nun kendilerini
görmekte olduğunu düşünerek, O'ndan ve emirlerinden başka şeye iltifat etmekten
haya ederler."
"Kim, Allahü
teâlâyı hakkıyla zikrederse, O'ndan başka her şeyi unutur. O'nun zikri ile
O'ndan başka her şeyi unutan kimseyi, Allahü teâlâ her şeyden muhafaza eder."
"Dünyâda en
kıymetli şey, ihlâstır."
"Allah yolunda
yürümek isteyen bir kimse için, en büyük tehlike; bu yolda olmayan kimselerle
beraber olmaktır."
"Se'âdete
kavuşmak istersen, edeble ilim öğren, edeble ilim öğrenen onunla iyi amel eder.
İyi amel eden, hikmet sahibi olur. Hikmet elde edilince, insan zühd sahibi olur.
Zühd sahibi olunca, kalbinde, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylerin
sevgisi kaybolur. Bu sevgi kaybolunca, insan âhirete rağbet eder. Hep âhıreti
düşünen ve ona hazırlanmakla uğraşan kimse, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmuş
demektir."
"Bütün
hayırların hepsi, bir ev gibidir. Anahtarı da tevâzudur. Bütün kötülüklerin
hepsi de, bir ev gibidir. Onun anahtarı da kibirlenmektir. Nitekim, Âdem
aleyhisselâmın zellesinden dolayı tevazu etmesi ile affa ve ikrâma kavuşması ve
İblis'in kibirlenmesi, kendisine hiçbir şeyin fayda vermeyip zelîl olması buna
delildir."
"Alklın zâhiri,
sevgili Peygamberimize tam tâbi olmaktır. Aklın bâtınî, hâlini gizlemek ve aklın
aslı ise, sükût etmektir."
"Dünyâda iki
türlü taşkınlık ve azgınlık vardır. Bunlardan biri ilim sebebiyle yapılan
azgınlık, diğeri de mal sebebiyle yapılandır, ilim sebebiyle olan taşkınlıktan
kurtulmak, ancak ibâdetle olur. Mal sebebiyle olan taşkınlıktan kurtulmak ise,
ona ehemmiyet vermeyip uzaklaşmakla mümkün olur."
KAYNAKLAR
1) Tabakât-üs-sûfiyye sh-185
2) Hilyet-ül-evliyâ cild-10, sh-238
3) Sıfât-üs-safve cild-4, sh-84
4) Tabakât-ül-kübrâ cild-1, sh-105
5) Târih-i Bağdâd cild-14, sh-314
6) El-Bidâye ven-nihâye cild-11, sh-126
7) Şezerât-üz-zeheb cild-2, sh-245
8) Risâle-i Kuşeyrî sh-158
9) Nefehât-ül-üns sh-238
10) Keşf-ül-mahcûb sh-238
11) GAS
cild-1, sh-650
12) Tezkiret-ül-evliyâ cild-1, sh-280
|