Hanefî
mezhebinin meşhûr fıkıh âlimlerinden. İsmi, Ahmed bin Muhammed bin Selâme bin
Seleme bin Abdülmelik olup, künyesi Ebû Ca'fer'dir. Doğum târihi hakkında farklı
rivâyetler vardır. Ancak, 238 (m. 853) târihi tercih edilmektedir. Çünkü,
talebesi, İbn-i Yûnus bu târihi bizzat Tahâvî'den (r.a.) rivâyet etmektedir. Bu
târih hakkında daha başka deliller de mevcuttur. Vefâtı hakkında ise;
târihçiler, genelde 321 (m. 933) senesinde ittifak ediyorlar. Neseb âlimleri
(Bir kimsenin soyunun, baba ve dedelerinin kimler olduğu ve onların hâlleri ile
uğraşan âlimler) bir şahsı önce kabilesine, sonra o kabilenin hangi kolundan
olduğuna, sonra memleketine, sonra da doğduğu köye nisbet ederler, önce umûmî olandan başlanır, husûsî olana doğru gidilir. Bu bakımdan Tahâvî'ye (r.a.)
Ezdî, Hacerî, Mısrî, Tahâvî denir. Ba'zan buna Cîzî de ilâve edilir. Tahâvî, Ezd
kabilesinden olduğu için Ezdî denmiştir. Ezcî, Kahtânîlerden çok tanınmış bir
Arab kabîlesidir. Ezd bin Gaus bin Nebt bin Mâlîk'e nisbet edilir. Tahâvî, Ezd
kabilesinin Hacer kulundandır. Bu i'tibarla Hacerî denmiştir. Tahâvî'ye Mısır'da
doğup, burada vefât ettiği için de Mısrî denmiştir. Cîzî denmesi ise, orada
ikâmet ettiğinden dolayıdır. Tahâvî'ye Tahâvî denmesi, Tahâ denen yere
nisbetledir. Fakat Mısır'da bu isimle söylenen beş yer vardır. Ancak burada
bahsedilen Tahâ'nın Semâlut'un merkezine bağlı olan Tahâ el-A'mide olduğunu
tercih edenler vardır.
Tahâvî, soy
olarak baba tarafından Ezd kabilesine, anne tarafından Müzeyyine kabilesine
bağlıdır. Buradan anlaşılan; Tahâvî'nin aslen Arab olan bir aileye mensûb
olduğudur.
Âlimler
yetiştiren köklü bir aileye mensûb olan Tahâvî'nin dayım, İmâm-ı Şâfiî
hazretlerinin talebelerinden büyük âlim Müzenî'dir. İmâm-ı Süyûtî, annesinin
İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin ilim meclisine, kadınlar için ayrılan özel yerlerde
devam ettiğini bildirmektedir.
Babasını ve
büyük âlim dayısı Müzenî'yi 264 (m. 877) yılında kaybeden Tahâvî'nin, kardeşleri
olup olmadığı bilinmemektedir. Tahâvî, seyyide bir hanımefendiyle evlenmiş ve bu
evlilikten Ali isminde bir oğulları olmuştur.
Bu konuda bilgi
veren kitaplar, Tahâvî'nin oğlundan; (Ali bin Ahmed bin Muhammed Tahâvî, Mısır
âlimlerindendir; diye bahsetmektedirler. Babasının mezhebi üzeredir, ya'nî
Hanefî mezhebindedir. Kureşî tabakâtı da, onun hayata hakkında bilgi
vermektedir.
Tahâvî, soyca
asil ve köklü, ilmî hüviyyeti bulunan bir aileye mensûbtur. Bütün bunların,
Tahâvî'nin ilmi ve şahsî karakterini kazanmasında büyük te'sîri olmuştur.
Ekseri kanâate
göre, Tahâvî ilk derslerini aile ocağında aldı. Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Bu
asırda bir çocuğun öğrenmesi gereken, Arapça, fıkıh ve diğer ilimlerle alâkalı
kültürü aldı. Sonra o zaman mektep durumunda olan câmide verilen derslere devam
etti. Câmide çeşitli derslerin yanında âlet ilimlerinden olan Arapça dilbilgisi,
mantık, belâgat ve zamanın fen bilgileri ve yüksek dînî ilimleri de okumaya
devam etti. Bu arada, dayısı büyük âlim Müzenî'nin derslerinden çok istifâde
etti. Ondan Şâfiî fıkhını öğrendi. Tahâvî, Müzenî'nin vefâtından sonra, Hanefî
âlimlerinden Ebû Ca'fer Ahmed bin Ebî İmrân'dan ilim aldı. Ondan Hanefî fıkhını
öğrendi. Âlimlerin hayatlarını anlatan kitaplarda, Ebû Ca'fer Ahmed bin Ebî
İmrân için, Tahâvî'nin hocası diye geçer. Tahâvî, ondan çok rivâyette
bulunmuştur.
Ebû Ca'fer
Ahmed bin Ebî İmrân, 260 senesi civarında Mısır'a gelmişti. O zaman Mısır'da en
büyük Hanefî âlimi o idi. Bu büyük âlimin, henüz talebelik devrini yaşıyan
Tahâvî üzerinde te'sîri büyük oldu. Tahâvî'ye Hanefî mezhebinin inceliklerine
varıncaya kadar çok şeyler öğretti. Tahâvî, yirmi yaşından kırk yaşına kadar,
İbn-i Ebî İmrân'dan ayrılmadı. 20 ile 30 yaşları arasında, Ahmed bin Tülün ile
irtibatları oldu. Bu arada İbn-i Tûlûn'un takdirlerini kazandı.
İbn-i Tülün,
bimâristan (hastane) yaptırmıştı. Bu hastane ve orada bulunan eski bir mescid
için vakıf bir arazî vermek istedi. Vakıfnâme (vakıfla alâkalı belgeleri yazma)
işini, Şam kadısı Ebû Hazım üzerine aldı. Ebû Hazım bu belgeleri yazınca, İbn-i
Tûlûn'a gönderdi. İbn-i Tülün, Mısır'ın meşhûr âlimlerini çağırıp, Ebû Hâzım'ın
hazırladığı belgelerde herhangi bir hatâ olup olmadığını incelemelerini istedi.
Â-limler belgeleri inceledikten sonra, hiçbir eksik ve hatalı durum yok diye
rapor verdiler. Ebû Ca'fer Tahâvî de belgeleri inceledi. Belgelerde hatâ
bulunduğunu söyledi. Tahâvî bu sırada daha gençti. Âlimler ondan, hatalı olan
hususu açıklamasını istediler. Tahâvî, bunu kendisi açıklamak istemedi. Bu defa
Ahmed bin Tülün, Tahâvî'yi çağırdı. "Madem ki bu hatâyı sen başkalarına
açıklamadın, bari bana söyle" dedi. Tahâvî, "Söyleyemem" deyince, İbn-i Tülün
"Niçin söylemiyorsun" dedi. Bunun üzerine Tahâvî, "Ebû Hazım büyük bir âlimdir.
O, bu işin doğrusunu bilir. Bu iş bana kapalı, anlaşılması zor geldi" diye
bahanede bulundu. Ahmed bin Tülün onun bu düşüncesini beğendi. Ona izin verdi.
Git, Ebû Hazım'la mes'eleyi görüş dedi. Tahâvî Şam'a gitti. Onunla mes'eleyi
görüştüler. Ebû Hazım da Tahâvî'nin söylediği gibi hazırlanan vakıf
belgelerindeki hatâsını gördü. Tahâvî, Mısır'a dönünce İbn-i Tûlûn'un yanına
gitti. İbn-i Tülün, Tahâvî'ye mes'elenin nasıl olduğunu sordu. Tahâvî de, kendi
sözünün doğru çıktığını söylemekten kaçındı.
Bu hâdiseden
sonra. Tahâvî'nin İbn-i Tûlûn'un yanındaki kıymeti daha da arttı. Onun
terbiyesine ve tevazusuna hayran kaldı. Çünkü, Ebû Hâzım'ın yazdığı vakıfla
alâkalı belgelerdeki hatâ, Tahâvî'nin dediği gibi çıktı. Buna rağmen, edebinin
ve hayasının yüksekliğinden dolayı, bununla asla övünmeye kalkışmadığı gibi,
üstelik mes'elenin kendi dediği gibi çıktığını da gizlemeye çalıştı. Tahâvî,
Şam'a yapmış olduğu bu yolculuğu iyi değerlendirdi. Yolculuğu bir sene sürdü.
Yol güzergâhında bulunan Askalan, Gazze ve Şam'da bir çok âlim ile görüştü. Bu
yolculuk, bir bakıma onun için ilmî bir yolculuk oldu.
Tahâvî henüz
otuzuna varmadan, ilminin çokluğu her tarafa yayıldı. Mühim mes'elelerde onun
görüşüne müracaat ediliyor, çeşitli mevzularda fetvalar isteniyordu. Halbuki
kendilerinden ilim aldığı hocaları ve asrın seçkin âlimleri de daha hayatta idi.
Tahâvî'nin
fazîleti: Tahâvî (r.a.), hakkın yerini bulması hususunda hiç müsamaha
göstermezdi. Yumuşak huylu olup, herkese güzel muamelede bulunurdu. İnsanlar
hakkında insafla muamele ederdi. Tahâvî ile İbn-i Harbuveyh arasında ilmî bir
münazara olmuştur. Bir mes'elede her birisi ayrı bir hususu savunuyordu. Bu
durum onların birbirlerine olan saygı ve sevgisini zedelememişti. İbn-i
Harbuveyh kadılık makamında bulunuyordu. Kâdılıktan alınınca, Tahâvî'nin oğlu
Ali bin Ahmed, babasına müjde vermek için geldi. Bunun üzerine Tahâvî oğluna:
"Yazık sana! Bu müjde değil, vallahi ta'ziyedir. Ben ondan sonra mes'eleler
üzerinde kiminle müzâkere ederim?" dedi. Bu, Tahâvî'nin yüksek ahlâkına, vekar
ve şahsiyetine güzel bir örnektir. Aralarında ilmî bir mes'elede ihtilâf
olmasına rağmen, bunu şahsî bir mes'ele yapmamış, bilakis ilmî bir hakikat
olarak kabul etmiştir.
Tahâvî, zühd
(dünyâya düşkün olmamak), takva (haramlardan sakınmak) sahibi, güzel huyları
kendisinde toplıyan mübârek ve fazîletli bir zâttır.
Âlimlerin
hakkında buyurdukları:
Sem'ânî (r.a.):
"Tahâvî, büyük bir fıkıh âlimi, sika (güvenilir) ve yeri doldurulmıyacak bir
zâttır."
İbn-i Esîr
"Hanefî fıkıh âlim ve imâmlarındandır."
Süyûtî:
"Tahâvî, hadîs hâfızlarından olup eşsiz eserlerin sahibidir."
İbn-i Nedîm:
"Zamanının ilim ve zühd bakımından bir tanesi idi" demektedirler.
Tahâvî birçok
ilimde söz sahibi idi. Lügat, nahiv (Arabca dil bilgisi) şiir ve mantıkın
yanında; tefsîr, hadîs, fıkıh, kelâm, târih, neseb ilminde eserler vermiştir.
Tahâvî'nin,
Ehl-i sünnet vel-cemâat kitabının baş kısmında, i'tikad ile alâkalı
söyledikleri:
"Bu kitap fıkıh
âlimlerinden İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe, İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed
hazretlerinin i'tikad edip (inanıp bildirdikleri) Ehl-i sünnet vel-cemâat.
İ'tikâdının açıklamasıdır.
Allahü teâlânın
birliğine kısaca şöyle inanırız: Allahü teâlâ birdir. O'nun ortağı ve benzeri
yoktur. O, her şeye kadirdir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Başlangıcı ve
nihayeti (sonu) yoktur. Sâdece O'nun dilediği olur. Yarattığı şeylere ihtiyaç
duymadan yaratan ve yarattıklarının rızkını güçlüğe düşmeden verendir. Allahü
teâlânın, yaratıcı ve terbiye edici sıfatı vardır. O, mahlûkâtı ilm-i ezelîsine
muvaffik olarak yaratmıştır. Mahlûkâtın kaderini ta'yin etmiş, onlar için belli
ölçüler koymuştur ve ecellerini de ta'yin etmiştir. Her şey O'nun kudreti ve
dilemesi ile meydana gelir. Olup bitenler hakkında, ancak Allahü teâlânın
dilemesi geçerlidir. O'nun dilediğinden başka, kulların hiçbir irâdesi yoktur.
Allahü teâlânın, insanlar için dilediği olur, dilemediği ise olmaz.
Kur'ân-ı kerîm
hakkında ise: Kur'ân-ı kerîm Allahü teâlânın kelâmıdır. Allahü teâlâ, onu vahiy
suretiyle Peygamberimize (s.a.v.) inzal etti (indirdi). Kur'ân-ı kerîm mahlûk
değildir. Allah kelâmıdır. Kim Kur'ân-ı kerîmi dinler ve dinlediği Kur'ânın
insan sözü olduğunu iddia ederse, küfre girmiş olur.
Muhammed
aleyhisselâm hakkında: Muhammed aleyhisselâm, Allahü teâlânın seçkin kulu, üstün
nebîsi ve kendisinin râzı olduğu resûlüdür. Hz. Muhammed (s.a.v.),
Peygamberlerin sonuncusu, müttekîlerin imâmı, peygamberlerin önderi ve âlemlerin
Rabbi olan Allah'ın sevgilisidir. O'nun Peygamberliğinden sonra ortaya atılacak
olan her çeşit peygamberlik da'vâsı, sapıklık ve nefsin arzusuna uymaktan
ibarettir.
İmân hakkında:
İmân; dil ile ikrâr, kalb ile tasdîkten ibarettir, îmân tektir, îmân sahipleri
eşittirler. Gerçekte mü'minlerin arasındaki üstünlük ise; takva, Allahü teâlâya
karşı gelmekten korkmak, nefsâni arzulara uymamak ve daha lâyık olana sımsıkı
bağlanmak suretiyle elde edilir. Mü'minlerin hepsi, Allahü teâlânın dostudur.
Allah katında en değerlileri ise; daha itâatkâr olanları ve Kur'ân-ı kerîme en
çok uyanlarıdır.
îmân konuları,
Allahü teâlâya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhıret gününe îmân
etmek, öldükten sonra dirilmeye, kader ya'nî hayır ve şer, acı ve tatlı herşeyin
Allahtan geldiğine inanmaktan ibarettir.
Kader hakkında
da: "Kaza ve kader bilgisi, Allahü teâlânın kullarından sakladığı sırlardan
birisidir. Allahü teâlâ bu bilgiyi, en yakın meleklerine ve şeriat sahibi
Peygamberlerine (aleyhimüsselâm) bile açmadı. Bu bilgi, hüyük bir deryadır.
Kimsenin bu denize dalması, kaderden konuşması caiz değildir. Kaza ve kaderden
konuşmaktan ve bu hususta düşünmekten çok sakınınız. Allahü teâlâ, ondan
konuşmayı yasakladı. Kur'ân-ı kerîmde meâlen: "Allah, yaptığından sorumlu
olmaz; kullar ise sorumlu olurlar" (Enbiyâ-23) buyuruldu.
Kitabın son
kısmında ise: Allahü teâlâ bizi doğru îmân üzere sabit kılsın, bu îmânla can
vermeyi nasîb eylesin. Bizi, bid'at ve dalâlet ehli olanların inandığı bozuk
i'tikaddan muhafaza buyursun" demektedir.
Bu risâlenin,
dört mezhebe mensûb Ehl-i sünnet vel-cemâat i'tikâdında olanlar arasında seçkin
bir yeri vardır. Tâcüddîn Subkî der ki: "Elhamdülillah, dört mezheb i'tikad
hususunda birdir. Mücessimeye ve mu'tezileye kaymış olan ba'zılarının dışında,
cumhur (ekseriyet) hak üzeredir. Önce ve sonra gelenler, Tahâvî'nin akîdeye dâir
yazdığı bu eseri kabul etmektedirler."
Bu risâle
üzerine birçok şerhler (açıklamalar) yapılmıştır. Açıklama yapanlardan birisi;
Hanefî âlimlerinden Ömer bin İshâk bin Ahmed'dir (v. 773).
Beyân-ı
müşkil-il âsâr adlı kitabının mukaddimesinde İmâm-ı Tahâvî buyuruyor ki: "Allahü
teâlâ, Muhammed aleyhisselâmı Peygamberlerinin sonuncusu olarak gönderdi. O'na
vahyetmiş olduğu kitapların sonuncusunu indirdi. Bu kitabında, Resûlüne
inananları, O'nun sesinden daha yüksek sesle konuşmaktan, O'nun önünde
yürümekten men etti. Yine Kur'ân-ı kerîmde meâlen "O kendi nefsinden
söylemiyor. Kur'ân, sâde bir vahiydir, ancak vahiy olunur" (Necm: 3-4)
buyurularak, Muhammed aleyhisselâmın kendinden konuşmadığı bildirildi.
Yjne Kur'ân-ı
kerîmde meâlen "Allahın Peygamberi size ne verdi ise alın. Size neyi yasak
etti ise onu yapmayın. Allahtan korkun; çünkü Allah çok şiddetli azâb sahibidir"
(Haşr-7) diye emretmektedir. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde; Resûlullahın
yanında, alelade kimselerin yanında durulur gibi durulmamasını emretmektedir.
Bunu şu âyet-i kerîmelerde meâlen şöyle emretmektedir: "Ey îmân edenler!
Seslerinizi Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın ve birbirinize bağırır gibi
O'na bağırmayın, haberiniz olmadan'amelleriniz boşa çıkıverir" (Hucurât-2)
ve "Peygamberimizin çağırışını, aranızda birbirinizi çağırış gibi tutmayın
(da’vetine hemen koşun ve izinsiz ayrılmayın). İçinizden birbirini siper
ederek (savaştan veya hutbeden) sıvışıp kaytaranları Allah muhakkak
biliyor. Bunun için, Peygamberin emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir
belâ inmekten, yahud kendilerine acıklı bir azâb isabet etmekten sakınsınlar"
(Nur-63)
İmâm-ı
Tahâvî'nin bu kitabı 1333 hicri senesinde Hindistan'da dört cüz hâlinde
basılmıştır. Ancak İmâm-ı Kevserî, Hâvi adlı eserinde bu matbu olan eserin, asıl
kitabının yarısı bile olmadığını beyân, etmekte ve kitabın aslının İstanbul'daki
Feyzullah Efendi Kütübhanesi'nde 273-279 numara ile kayıtlı bulunduğunu
bildirmektedir. (Havî sh. 34)
Muhtasar-ı
Tahâvî: İmâm-ı Tahâvî, bu kitabının mukaddimesinde buyuruyor ki: "Bu kitabımı,
bilinmemesi özür olmayan ve yapılmamasında ihtilâf bulunmayan fıkıh
mes'elelerine göre yazdım. Buradaki mes'eleleri İmâm-ı a'zam, İmâm-ı Ebû Yûsuf,
İmâm-ı Muhammed hazretlerinin bildirdikleri bilgiler üzerine bina ettim. Bu
eserimle Allahü teâlânın inayetine ve fadlına kavuşmayı ümid ettim." Bu kitab
1370 hicrî yılında Kâhire'de Dâr-il-kütüb-il-Arabî basılmıştır. Bu baskının
önsözünde diyor ki; "Bu kitab! Hanefî mezhebinde, fıkıhta muhtasar olarak
yazılan ana mes'eleleri ve kaynakları, muteber olan rivâyetleri
(za-hir-ür-rivâyeyi) ihtiva eden bir kitaptır"
Tahâvî'nin
diğer eserleri:
1. Sünen-üş-Şâfiî
2. Sahîh-ül-Asâr.
3. Şerh-ül-Câmi'-il-Kebîr.
4. İhtilâf-ül-ulemâ
5. El-Vesâ'ya
vel-ferâiz
6. En-nevâdir-ül-fıkhıyye
7. Kitâb-ül-eşribe
Tahâvî'nin
bunlardan başka, daha pek çok eseri vardır.
KAYNAKLAR
1) Mu'cem-ül-müellifîn cild-2, sh-107
2) Tam
İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye sh-232, 272, 1075
3) Şezerât-üz-zeheb cild-2, sh-306
4) El-A'lâm cild-1, sh-206
5) Vefeyât-ül-a'yân cild-1, sh-71
6) Fâideli
Bilgiler sh-41, 36
7) Keşf-üz-zünûn cild-1, sh-298, 568, 674, cild-2, sh-1046, 1147, 1250, 1326,
1609, 1627, 1728, 1732,1980
8) Fevâid-ül-behiyye sh-31
9) Vefeyât-ül-a'yân (Rodosî-zâde) sh-32
10) Brockelman Gal-1, sh-170 Sup-1, sh-293
11) Ebû
Ca'fer Tahâvî (Abdülmecid Mahmûd)
|