Meşhûr tefsîr,
hadîs ve fıkıh âlimlerinden. İsmi, Süleymân bin Ahmed bin Eyyûb bin Mutayr
eş-Şâmî el-Lahmî et-Taberânî olup, künyesi Ebü'l-Kâsım'dır. 260 (m. 873) senesi
Safer ayında Şam'ın Taberiyye kasabasında doğdu. İsfehân'a yerleşti. 360 (m.
970) senesi Zilka'de ayının sonlarına doğru 100 yaşlahnda vefât etti. İsfehan
şehrinin girişinde Resûlullahın (s.a.v.) Eshâbından olan Hammâd ed-Devrî'nin
kabri yanına defn edildi. Taberânî; Hâşim bin Mürsed et-Tâberânî, Ebû Zür'a
es-Sekafî, İshâk ed-Debri, İdrîs el-Attâr, Beşîr bin Mûsâ, Hafs bin Ömer,
Abdullah bin Mahmûd bin Sa'îd bin Ebî Meryem, Ali bin Abdülazîz el-Begâvî,
Mikdâm bin Dâvûd er-Re'yinî, Yahyâ bin Eyyûb el-Allât, Ebû Abdurrahmân en-Nesâî
ve daha pekçok âlimden ilim alıp, hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu. Kendisinden
de; Ebû Huleyfe el-Cemhî, İbn-i Ukde, Ebû Nuaym el-Hâfız, Ebû Hüseyn bin
Fâzişâh, Abdan, Ca'fer el-Feryâbî, Ebû Abdullah bin Merde el-Hâfız ve daha
birçok âlim ilim öğrendi ve hadîs-i şerîf rivâyet etti. Büyük hadîs âlimlerinden
olan Taberânî, güvenilir, sağlam, hadîste hüccet (üçyüzbinden fazla hadîs-i
şerîfi senetleriyle birlikte ezbere bilen) unvanına sahiptir. Onun ilmi ve
rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler, bütün İslâm â-lemine yayıldı. Kendisine; "Bu
kadar hadîs-i şerîfi ezberleme bahtiyarlığına nasıl kavuştun?" diye sorulduğunda
"Otuz sene kuru hasır üzerinde uyudum" buyurdu, ilim tahsili için rahatı terk
ederek sâde bir hayat yaşadı. Otuzüç sene ilim uğrunda seyahat yaptı. Bu yolda
fedâkârlıktan kaçınmadı. Her işini Allahü teâlânın rızâsı için yapar, O'nun
kullarını Cehennem ateşinden kurtarmak için çalışırdı. Talebelerinden Ebû Abbâs
Şirâzî, Taberânî'den üçyüzbin hadîs-i şerîf yazdığını, güvenilir, sağlam bir
muhaddis olduğunu bildirmekte ve hocasının ne derece ilim sahibi olduğunu
vesikalandırmaktadır.
İmâm-ı Ebû
Bekr-i Mukrî, bir gün İmâm-ı Taberânî ve Ebû Şeyh ile mescidi se'âdette
oturuyorlardı. Birkaç günden beri açlardı. Yatsı namazından sonra İmâm-ı Ebû
Bekr, dayanamıyarak, çok sıkılmış bir hâlde: "Açım yâ Resûlallah" dedikten
sonra, Bir köşeye çekildi, iki arkadaşı kitap okuyorlardı. Seyyidlerden bir zât,
iki hizmetçisi ile gelerek "Kardeşlerim! Dedem Resûlullahtan (s.a.v.); aç
olduğunuz için yardım istemişsiniz. Biraz uyumuştum. Sizi doyurmamı emir
buyurdu" dedi ve getirdiklerini beraber yediler. Artanı da bırakıp gitti.
Taberânî
buyurdu ki, "Âlimlerin çoğuna göre, bir kimsenin vücûdu sağlam olur, aklı
başında olur, bir yere borcu olmaz ve evli olmayıp malsızlığa sabır edebilirse
veya evli olup da, çoluk-çocuğu da sabır ederlerse, bu kimsenin bütün malını
sadaka vermesi caiz olur. Bu saydığımız şartlardan biri eksik olursa sadaka
vermesi mekruh ölür. Ba'zı âlimler, sadakası kabul olmaz buyurdu." Ömer (r.a.)
da böyle buyurdu.
Yalnız, Allahü
teâlânın rızâsını kazanmayı arzu eden İmâm-ı Taberânî, birçok kitap yazdı.
Eserleri, elden ele, sözleri dilden dile, nesilden nesile zamanımıza kadar
ulaştı. Bunlardan; Kitâb-ü Delâil-ün-Nübüvve, Kitâb-üs-Sünne, Tefsîr-ü kebîr,
Kitâb-üt-tivâlât, Tefsîr-ül-hasen, Kitâb-ül-menâsik, Kitâb-üd-duâ, Kitâb-ü
Müsned-i Süfyân, Kitâb-ü Müsned-i Şu'be, Kitâb-ün-nevâdir, Kitâb-ür-râmi,
Kitâb-ül-evâil, Kitâb-ü hadîs-i Şamiyyîn, Mu'cem (ikiyüz cüzdür),
Mu'cem-ül-evsât (üç cilttir), Ma'rifet-üs-Sahâbe, Reddü alel-Mu'tezile, Reddü
âlâ Cehmiyye, Makârim-ül-ahlâk-ıl-Izâî, Fedlul-ilm, Ez-Zührî an Enes, Hadîs-i
Mâlik bin Dînâr, Hadîs-ü Hamza ez-Ziyâd, Fedâilü'l-Erbaat-ir-Râşidîn,
Kitâb-üt-Takara ve daha birçok eser onun kitapları arasındadır.
Taberânî (r.a.)
anlatır: Resûlullah (s.a.v.) efendimizin amcasının oğlu İbn-i Abbâs şöyle
bildirdi: Sıcak bir günde Hz. Ömer öğleye doğru Mescid-i se'âdete geldi ve bir
köşeye yalnız başına oturdu. Bir müddet sonra Ebû Bekr (r.a.) geldi. Ömer (r.a.)
ona: "Senin bu saatte evinden çıkmana hangi şey sebeb oldu?" Ebû Bekr (r.a.):
"Açlığımın şiddetli olması" buyurdu. Bunun üzerine Ömer (r.a.): "Ben de aynı
sebeple dışarı çıktım" diye mukabele etti. O ikisi konuşmalarına devam ederken,
Resûlullah (s.a.v.) evinden çıkıp mescide geliyordu. Onları görünce selâm verip:
"İkinizi de bu sıcakta evden çıkaran şey nedir?" buyurdular. Onlar da:
"Şiddetli açlıktan hâsıl olan sıkıntı..." diye cevap verdiler. Resûlullah
(s.a.v.) tebessüm buyurup ve: "Vallahi beni de evden çıkaran şey aynı
sıkıntıdır" buyurup tesellide bulundular ve hep birlikte Ebû Eyyûb el-Ensârî
hazretlerinin evinin önüne geldiler. Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.) Resûlullah
efendimiz için hergün, hurma, süt ve benzeri şeyler hazırlardı. Bugün her
nedense geciktirmişti, daha doğrusu hazırlamış olduğu ilk yemeği çocuklarına
yedirmişti. Kendisine ait hurma bahçesinde işleri vardı. Oraya gitmişti.
Bahçeden çıkıp eve doğru geliyordu. Resûlullah (s.a.v.) ve iki Eshâbı kapıda
bekliyorlar, hizmetçisi de onlarla ilgileniyordu. Resûlullah (s.a.v.): "Ebû
Eyyûb nerede?" buyurdular. O cevâbını verâceği sırada Ebû Eyyûb (r.a.) geldi
ve Resûlullaha (s.a.v.) ve berâberindekilere selâm verdikten sonra merakla: "Yâ
Resûlallah her zamanki, geldiğiniz vakitte gelmediniz, nasıl olduda erken
çıktınız; bir emriniz mi var idi?" deyince, Resûlullah (s.a.v.): "Doğru
söyledin" buyurdular. Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.) durumu kavramakta
gecikmedi. Hemen hurma bahçesine gidip, henüz olgunlaşmamış taze hurmadan, olgun
taze hurmadan ve kurumaya yüz tutmuş hurmalardan toplayıp getirdi. Resûlullah
efendimiz: "Neden taze hurmaları kapardın? Bize sâdece kurumaya yüz
tutanından getirsen de yeterdi" buyurunca, Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.):
"Bahçemin bu üç çeşit hurmasından yemenizi istedim. Ayrıca sizler için bir
hayvan keseceğim" dedi. Resûlullah (s.a.v.) bunun süt veren bir dişi olmamasını
tenbih ettiler. Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.) süt vermeyen dişi bir keçi kesti.
Derisini yüzüp hanımına teslim etti ve etin yanında ekmek de pişirmesini tenbih
etti. Et ve ekmek pişirilip getirilince, Resûlullah (s.a.v.) bir ekmek alıp
içerisine bir miktar et koydular. Ebû Eyyûb'a (r.a.) uzatarak, "Bunu kızım
Fâtıma'ya ulaştır. Zîrâ onun bugünkü kadar aç kaldığı günü olmamıştır"
buyurdular. Sonra, hep birlikte oturup ikrâm edilen yemekleri yediler.
Resûlullah (s.a.v.): "Ekmek, et, taze hurma, kuru hurma ve yeni olgunlaşmaya
yüz tutmuş hurma!.." diye buyururlarken mübârek gözleri nemlendi ve
"Canımı kudret elinde tutan Allaha and olsun ki: Bu, kıyâmet günü sorulacağımız
ni'mettir?" buyurdular.
Resûhulahın
(s.a.v.) bu nasîhatları, yanlarındaki Eshâbının gözlerini de yaşarttı.. Bu hâl
üzerine Resûlullah (s.a.v.): "İşte buna benzer bir ni'mete kavuştuğunuzda,
elinizi o ni'mete uzatırken, Bismillah deyin. Doyunca da: "Bizi doyuran ve
üzerimize ni'meti indiren ve bunu fadı ve kereminden veren Allaha hamd olsun"
deyin, işte böyle demeniz, o ni'metten size sorulan soruya denk bir cevâp olur"
buyurdular.
Sonra
Resûlullah (s.a.v.) ayağa kalkarak Ebû Eyyûb'a (r.a.): "Yarın bize gelmeyi
unutma" buyurdular. Fakat Ebû Eyyûb (r.a.) bu tenbihi duymadı. Bunun üzerine
Ömer (r.a.) "Yâ Ebâ Eyyûb, Resûlullah (s.a.v.) yarın gelmeni emrediyor" dedi ve
ayrıldılar. Ertesi gün Ebû Eyyûb (r.a.) Regûlullahın (s.a.v.) huzuruna geldi.
Yanında cariyesini de getirmişti. Resûlullah (s.a.v.) Ebû Eyyûb'a (r.a.) "Bu
cariyene hayırlı tavsiyede bulun. Çünkü bunlar yanımızda bulundukları sürece
ancak hayır görüyoruz" buyurdular. Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.) eve dönünce kendi
kendine: "Resûlullahın (s.a.v.) cariyem için hayır tavsiyede bulunmamızı
emretmesinden maksat, cariyeyi serbest bırakmaktır. Çünkü en hayırlısı da budur"
deyip, cariyeyi âzâd etti.
Taberânî
hazretlerinin rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden ba'zıları şöyledir: Resûlullah
(s.a.v.) buyurdu ki:
"Ölüm meleği
bir adamın canını almağa gitti. Kalbini yokladı, kalbinde bir şey bulamadı.
Çenesini ayırdı baktı ki, dili bir kenarda Kelime-i tevhîd getiriyor. Bu
Kelime-i ihlâs sayesinde günahları mağfiret edildi."
"Ana ve
babasının veya bunlardan birinin mezarını her Cum'a günü ziyâret eden kimse,
mağfiret edilip iyilerden yazılır."
"Ölülerinizi
ancak iyilikle yâd ediniz. Şayet onlar Cennetlik ise, onlar hakkında kötü
söylemekle günahkâr olursunuz. Cehennemlik iseler, zâten bulundukları hâl
kendilerine yeter."
"Ben,
kıyâmet gününde yerdeki ağaç ve kum sayılarından daha çok şefâat ederim."
"Bir kişinin
kendi hanesi, ailesi, çocukları, hizmetçileri hususunda sarf ettiği şey, kendisi
için bir sadakadır."
"Eğer en aşağı
derecedeki bir Cennet ehlinin bezek, süs ve zînetleri, bütün dünyânın zînetleri
ile karşı l aştı rılsa, azîz ve celîl olan Allahü teâlânın mü'min kuluna
âhıretteki bu ihsanı, bütün dünyâ süs ve zînetterinden üstün gelirdi."
"Allahü teâlâ
kıyâmet günü, Âdem aleyhisselâmı bir milyar insana şefâatçi kılar."
"Günahın
keffâreti, pişmanlıktır."
"Günahların
öyleleri var ki, onları ancak geçim hususunda çekilen sıkıntılar yok eder."
"Üç haslet
vardır ki, müslüman olan kimsenin dünyâda se'âdeti cümlesindendir. Bunlar da:
Sâlih komşu, geniş ev, kolayca binilir hayvandır."
"Şüphe yok ki,
Allahü teâlâ, sâlih müslüman sebebiyle, komşularında olan yüz belâyı defeder."
Size bir şey
emrettiğimde onu yapınız, bir şeyden nehyettiğimde ise ondan elinizden geldiği
kadar kaçınınız.
"Her mü'min
günahı ile eskimiş ve tövbe ile yamanmıştır. Bunların hayırlısı, tövbe hâlinde
ölenidir."
Resûlullaha
(s.a.v.) îmândan soruldukta buyurdular ki,
"O, sabır ve
cömertliktir."
"Amellerin en
makbulü, yapmasına insanların zorlandığı amellerdir."
"Sabır bir
insan farz edilse, keremli bir adam olurdu. Allahü teâlâ sabredenleri sever."
"Vâ'iz olarak
ölüm yeter."
"Allahü teâlâ:
"Ey Cebrâil, iki gözü kör olanın mükâfatının ne olduğunu bilir misiniz?"
buyurdu. Cebrâil: "Allahım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Biz ancak
bize bildirdiğini bilebiliriz" dedi. Allahü teâlâ: "Onun mükâfatı, ebedi olarak
Cennette kalmak ve benim cemâlime bakmaktır" buyurdu."
Resûlullahın
(s.a.v.) oğlu İbrâhîm vefât ettiği zaman, mübârek gözleri yaşardı. Bu hâli gören
Sahâbe (r.anhüm): "Siz bize ağlamayı men etmediniz mi?" dediklerinde, Resûlullah
(s.a.v.): "Bu gözyaşı, bir merhamet ve acıma neticesidir. Allahü teâlâ
kullarından merhametli olanlara rahmet eder"
buyurdu.
Resûlullah
(s.a.v.) bir zâta, "Nasıl sabahladın?" buyurdular. O zât da: "Hayır üzereyim"
dedi. Resûlullah (s.a.v.) aynı suâli üç defa tekrarladılar ve üçüncü de o zât:
"Allaha hamd-ü senalar olsun" deyince, Resûlullah (s.a.v.): "İşte senden bu
cevâbı bekliyordum, bunun için bu soruyu tekrarladım" buyurdu.
"Kim ki din ve
dünyâsında rahat ve huzur içinde olmak isterse, vera' bakımından kendisinden
üstün ve servet bakımından kendisinden düşük olanlara baksın."
"Muhakkak
Kur'ân-ı kerîm bir zenginliktir ki, onun üstünde zenginlik olmadığı gibi, onunla
beraber de fakîrlik yoktur."
"Allahü teâlâ
bir kuluna hayır murâd ettiği vakit, onun günahının cezasını acele ile dünyâda
kendisine çektirir."
"Yedirip
şükreden, oruç tutup sabreden gibidir."
"Allah
korkusundan mü'minin kalbi ürperdiği vakit ağacın yaprakları düşer gibi
günahları dökülür."
"Herhangi bir
mü'min ki, Allah korkusundan sivri sineğin başı kadar da olsa gözünden bir damla
yaş çıkar, sonra sıcaklığı yüzüne değerse, Allahü teâlâ onu Cehenneme harâm
kılar."
"Fakîrlik,
mü'min için, atın yanağındaki dizgin ve alnındaki beyazdan daha süslüdür."
"Mü'minin dünyâdaki hediyesi yoksulluktur."
"Sizin her
biriniz şükreden dile, şükreden kalbe sâhib olsun. Bir de âhireti hususunda
kendisine yardımcı olacak bir kadın elde etsin."
"Azîz ve celîl
olan Rabbim, Mekke vadisini altın yapıp emrime verilmesini bana bildirdi. Ben
dedim ki: "Ey Rabbim, bunu istemem. Bir gün aç, bir gün tok olarak yaşayayım, bu
bana yeter. Acıktığım gün, sana tazarrû' ve niyazda bulunurum. Doyduğum gün de
sana hamd eder ve senada bulunurum."
"Dört şey
zorlukla elde edilir: Susmak ki, ibâdetin başlangıcıdır. Tevazu, çok zikir ve az
varlık ile yetinmektir."
"Allahü teâlâya
yönelen kimseye, Allahü teâlâ her hususta yeter ve ummadığı yerden onu
rızıklandırır. Fakat dünyâya yönelen kimseyi de, dünyâya havale eder."
"Benim
bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız."
"Kim ki
kalbinden sadakat ve ihlâs ile "Lâ ilâhe illallah" derse, ona Cennet vâcib
olur."
"Deveni bağla,
sonra tevekkül et."
"Her derdin bir
dermanı vardır. Bilen bildi, bilmeyen bilemedi. Yalnız ölümün çâren yoktur."
"Siz
altınlarınızı ateşle denediğiniz gibi, Allahü teâtâ da kullarını belâlarla
tecrübe eder. Kimisi, tam ayar hâlis altının aynı parlaklıkta ateşten çıktığı
gibi, parlak çıkar, denemeyi kazanır, kimisi biraz karışık bir kısmı da yanmış
ve kararmış olarak tecrübeden çıkar."
"Allahü teâlâ
kulunu sevdiği vakit onu ibtilâ eder, dert verir. Fazla sevdiği vakit onu iktinâ
eder, ya'nî mal ve evlâd diye kendisinde bir şey bırakmaz."
"Azîz ve celîl
olan Allahü teâlâ, rahatlık ve ferahlığı rızâ ve yakînde, gam, keder ve tasayı
da, şüphe ve kızgınlıkta kılmıştır."
"Bir kavmi
sevip onlarla dostluk kuran, kıyâmet günü onlarla haşr olacaktır." "Bid'at
sahibine hürmet eden kimse, İslâmiyeti yıkmağa yardım etmiş olur."
"Kul, ibâdeti
zayıf olduğu hâlde, güzel ahlâkı sayesinde, âhıretin yüksek derece ve şerefli
menzillerini kazanır."
"Kur'ân-ı
kerîmi hatim edenin duâsı kabul olunur."
"Kötü huy,
bağışlanmayacak bir günah, kötü zan ise kokan bir günahtır."
"Allaha gönül
hoşluğu ile ibâdet et. Şayet buna gücün yetmiyorsa, hoşlanmadığın şeyde sabret.
Zîrâ böyle yapmanda senin için çok hayır vardır."
"Müslümanın
müslümanı korkutması helâl olmaz." "İyiliklerine sevinen, kötülüklerine üzülen
kimse mü'mindir."
"Çölde yalnız
kalan kimse birşey gayb ederse, ey Allah'ın kulları, bana yardım ediniz desin!
Çünkü Allahü teâlânın sizin göremediğiniz kulları vardır."
"Allahü teâlâ,
herşeyi yoktan var etti. Herşey içinden insanları sevdi, kıymetlendirdi,
insanlar içinden de, seçtiklerini Arabistan'da yerleştirdi. Arabistan'daki
seçilmişler arasında da, beni seçti. Beni, her zamandaki insanların
seçilmişlerinde, en iyilerinde bulundurdu. O hâlde, Arabistan'da bana bağlı
olanları sevenler, benim için severler. Onlara düşmanlık edenler, bana düşmanak
etmiş olurlar."
"Bir kimse
namaz sonunda, üç defa sübhâne rabbike âyet-i kerîmesini okursa, ye4işir
miktarda sevaba kavuşur."
"Âdemoğlunun
hatâlarının çoğu dilindendir."
"Hayır olmayan
her sözden dilini çek, ancak bu sayede şeytana galebe çalarsın."
"İnsanlar üç
kısımdır; bir kısmı kârda, bir kısmı selâmette ve bir kısmı da helâktedir. Kârda
olanlar, Allahı zikredenlerdir. Selâmette olanlar, diline sahip olanlardır.
Helâka gidenler ise, bâtıl ve boş sözlere dalanlardır."
"İtirazı
terkedin, zîrâ onun hikmeti anlaşılmaz ve fitnesinden emin olunmaz." "Güzel söz
ve yemek yedirmek, Cennete girmenizi kolaylaştırır."
"Allahtan kork,
takvaya devam et, bir kimse senden bildiği bir kusurdan dolayı seni ayıplarsa,
sen de bildiğin bir kusurdan dolayı onu ayıplamağa kalkışma, günâhı onun, sevabı
ise senin olur. Ve kimseye kötü söz söyleme."
"Şeytanın,
insanın gözüne çekecek sürmesi, kötü söz söyletmek için ağzına koyup yalatacağı
şeyi, koklatmak için burnuna sürecek kokusu vardır. Ağzına süreceği; yalan,
burnuna çektireceği; gazap, gözüne süreceği; uykudur."
"Gıybeti
dinleyen de, gıybet edenlerden biridir."
"Kimin yanında
bir mü'min (aleyhinde konuşulmakla) zillete düşürülür de, ona, yardıma gücü
yettiği halde yardım etmez, onu zilletten kurtarmazsa, kıyâmet günü mahlûkât
arasında Allahü teâlâ onu zelîl eder."
"Fâciri
anmaktan çekiniyor musunuz? Onun her hâlini açıklayın ki, herkes onu bilsin.
Onda olan hâller ile onu anlatınız ki, insanlar ondan kendilerini korusunlar."
"Allah katında
en sevimliniz, ahlâkı en güzel olanınız ve halk ile güzel geçinip ülfet eden ve
ülfet olunanınızda: Allah katında en sevimsiz olanınız da, insanlar arasında lâf
götürüp getiren, dostların arasını açmak için çalışan ve temiz insanlara kusur
arayanınızdır."
"Ümmetimin
hayırlısı, dinde keskin ve titiz davranandır." "Kızdığın vakit, sükût et."
"Gadâbından
çekinen kimseden, Allahü teâlâ azabını men eder. Rabbinden özür dileyenin özrünü
Allahü teâlâ kabul eder. Dilini koruyan kimsenin kusurunu Allah gizler."
"İlim öğrenmek;
çalışmak ve sıkıntıya sabretmekle, hilm; ahlâkı güzelleştirmek ve bu yolda
gayret etmekle mümkündür. Hayır isteyene hayır verildiği gibi, kötülükten
sakınan da korunur."
"Müslüman,
yumuşaklığı ile, gündüz oruç tutan ve gece ibâdet edenler seviyesine yükselir.
Bunun aksine olarak gadabı sebebiyle, inatçı zorbalar seviyesine de düşebilir ve
sözü aile efradından başka kimseye geçmez olur."
"Allahü teâlâ,
yumuşak tabiatlı ve utangaç olanları, zengin olup iffet sahibi bulunanları,
nüfûsu kalabalık olduğu hâlde fakîr olup mütteki olanları sever. Çirkin söz
söyleyen, ağır tabiatlı, ısrarlı olarak dilenen ahmakları sevmez."
"Allahü teâlâ,
kıyâmet günü mahlûkâtı mahşer yerinde topladığı zaman, Arş'ın altındaki bir
dellâl üç defa "Ey îmân edenler, Allahü teâlâ sizi affetti. Siz de birbirinizde
olan hakkınızı bağışlayın" diye seslenir."
"Kıyâmet günü
insanlar Mevkifte toplandıkları zaman dellal, "İnsanları affedip, mükâfatları
Allah üzerinde olanlar kalksın ve Cennete girsinler" diye seslenir. Bunun
üzerine binlerce insan kalkar ve hesap görmeden Cennete girerler."
"Üç şey vardır
ki, mü'min olduğu hâlde bunları yapan ve bunlar ile gelen kimse, (kıyâmet günü)
hangi kapısından isterse Cennete girer ve istediği kadar hurilerden kendisine
verilir. Bunlar; bilinmeyen, şâhidi olmayan ve unutulmuş borcu ödeyenler, her
namazı müteâkib on İhlâs okuyanlar ve kâtilini affedenlerdir." Bunlardan birini
yapanlara da aynı mükâfat verilir mi? diye soruldukta: "Evet, birini yapanlara
da aynı mükâfat verilir" buyuruldu.
"Allahü teâlâ
sertliğe vermediklerini, yumuşaklığı verir. Bir kulunu sevdiği zaman, ona
yumuşakbğı nasîb eder. Yumuşaklıktan mahrum bir âile, Allah sevgisinden mahrum
demektir."
"Allahü
teâlânın verdiği ni'metlerin de düşmanları vardır. Bunlar da; Allahü teâlânın
kendi fadlından verdiği kimselere hased eden, onları çekemeyenlerdir."
"İnsanoğlunun
üç dostu vardır. Bunlardan biri, ölünceye kadar kendisine arkadaş olur;
ikincisi, mezara gidinceye kadar; üçüncüsü, mahşere kadar kendisinden ayrılmaz,
ölünceye kadar kendisine arkadaşlık eden servettir. Mezara kadar gelen aile
efradı ve diğer ahbablarıdır. Mahşere kadar kendisine arkadaşlık edecek olan,
amelidir."
"İktisâd eden
sıkıntı çekmez."
"Bol yemek
yedirmek, herkese selâm vermek ve güzel konuşmak, mağfireti gerektiren
sebeblerdendir."
"Allahü
teâlânın bir takım kulları vardır. Allah yolunda harcanmak üzere onlara servet
vermiştir. Bunlardan cimrilik edenler olursa, o serveti onlardan alır başkasına
verir."
"Dîninde ve
dünyâsında parmak ile gösterilmek, kötülük olarak kula yeter. Allahü teâlânın
korudukları müstesna! Allahü teâlâ suretlerinize bakmaz; niyetlerinize ve
amellerinize bakar."
"Şüphesiz
Cennet ehli, her saçı sakalı karışık, dağınık, üstü başı toz toprak içinde, eski
elbiseye bürünmüş, nazar-ı itibâre alınmayan kimselerdir ki, büyüklerin (makam
sahiplerinin) huzuruna girmek isteseler kabul edilmezler. Evlenmek isteseler
kimse kız vermez, konuşsalar kimse dinlemez. Her birinin ihtiyacı göğsünde
deprenip durur. İşte bunların nuru kıyâmet halkına taksim edilecek olsa hepsine
yeterdi."
"Riyanın azı da
şirktir. Allahü teâlâ, bilinmeyen, gizli kalan mûttekileri sever. Onlar ki,
yokluklarında aranmaz, varlıklarında bilinmezler. Onların kalbleri hidâyet nuru
saçar. Her karanlık, tozlu yollardan bu sayede kurtulurlar."
"Kendisinde
zerre kadar riya bulunan ameli, Allahü teâlâ kabul etmez."
"Âdil
hükümdarın bir günü, bir adamın kendi kendine altmış sene (nafile) ibâdet
etmesinden daha hayırlıdır."
"Üç şey helâk
edicidir: İtâat edilen cimrilik, uyulan hevâ-i nefs, kulun kendini beğenip
böbürlenmesidir."
"Zillete
düşmeyecek şekilde tevazu gösteren, meşru kazancını meşru yola sarf eden,
düşkünlere acıyan, fakîh ve hikmet ehli ile düşüp kalkan kimseye müjdeler
olsun."
"Dört şey var
ki, Allahü teâlâ bunları ancak sevdiği kimselere verir: Sükût etmek; bu,
i-bâdetin başlangıçdır, Allaha tevekkül, tevazu ve dünyâdan meylini kesmektir."
"Kıyâtnet
gününde, en ağır azâbı görecek olan, Allahü teâlânın, ilminden kendisini
faydalandırmadığı âlimdir."
"Bir kabilenin
ölümü, bir âlimin ölümünden ehvendir."
"Siz din
âlimleri ve fukahâsı çok, okuyucu ve hatîbleri az, soranları az, cevap verenleri
çok bir diyar ve zamandasınız. Bu vaziyet karşısında amel, ilimden hayırlıdır.
Yakında bir zaman gelecek, âlimler ve fukahâ, azalacak, konuşmalar çoğalacak,
soranlar çok olacak, cevap verebilenler az bulunacak, işte o zaman ilim amelden
hayırlıdır."
"Allahü teâlâ
kıyâmet günü, bütün kullarını ve âlimleri diriltir. Sonra âlimlere: Ey âlimler,
ben hâlinizi bilerek, ilmi size verdim, bunu size azâb etmek için vermedim.
Kusurlarınızı bağışladım. Buyurun Cennete..."
"İlimden bir
mes'ele öğrenmek, bütün varağı ile dünyâdan hayırlıdır."
"Câhilin
cehâletine susması, (Öğrenmemesi) âlimin de ilmini saklaması doğru değildir."
"En güzel
hediye; hikmetli bir sözü iyice anlayıp, din kardeşine anlatmaktır. Bu, aynı
zamanda bir senelik ibâdete karşılıktır."
"İlim Çin'de
bile olsa öğreniniz."
"İnsanlar ilim
öğrenip ameli terke ettikleri, dil ile sevişip içten husûmet besledikleri ve
sı-lâ-i rahmi terk ettikleri vakit, Allah onlara la'net eder, kulaklarını sağır,
gözlerini de kör eder."
"Müslümanlar,
Peygamberlerinden sonra, onun bildirdiği dinde bir bid'at, herhangi bir yenilik
yaparsa, bunun benzeri olan bir sünnet, aralarından kalkar."
"Bid'at sahibi
bid'atinden vazgeçinceye kadar, Allahü teâlâ tövbesini kabul etmez."
"Yeryüzünde,
her zaman kırk kişi bulunur. Her biri, İbrâhîm (a.s.) gibi bereketlidir.
Bunların bereketi ile yağmur yağar. Biri ölünce, Allahü teâlâ onun yerine
başkasını getirir."
"Gençlerin en
hayırlısı, kendisini yaşlılara benzeten, ihtiyarların en fenası da kendisini
gençlere benzetendir."
"Namazını zayi
ettiği hâlde Allaha mülâki olan kimsenin, diğer iyiliklerine Allah değer
vermez."
"Kim ki,
abdestini güzel alır, namazını vaktinde kılar, rükû' ve sücûdunu tamamlar,
hu-şû'una riâyet ederse, beyaz ve parlak olduğu halde yükselir ve benim hakkıma
riâyet ettiğin gibi, Allah da seni korusun der. Kim ki abdestini güzel almaz,
namazını vaktinde kurnaz, rükû', sücût ve huşû'una riâyet etmezse, siyah ve
karanlık olduğu halde yükselir ve beni zayi ettiğin gibi, Allah da seni zayi
etsin der. Tâ ki Allahü teâlânın dilediği yere gittikten sonra bir paçavra gibi
durulur ve kişinin yüzüne çarpılır."
"Sizden
herhangi birisinin, yemek sofrası misafirinin önünde bulunduğu müddetçe,
melekler onun için istiğfâr ederler."
"Din kardeşinin
arzu ettiği yemeği kendisine yediren kimsenin günahları bağışlanır. Din
kardeşini sevindiren, Allahı sevindirmiş olur."
"Muhakkak ki
insan, güzel ahlâkı sayesinde, gündüz oruçlu, gece ibâdet edici olanların
derecesine yükselir."
"Evlenen kimse,
dîninin yarısını korumuş olur. Artık diğer yarısında da Allaha karşı gelmekten
sakınsın."
"İki çocuğu
ölen kimse, Cehennem ateşine karşı duvardan bir perde ile siperlenmiş o-lur."
"Kadını, sırf
malı ve güzelliği dolayısıyla alan kimse, malından da güzelliğinden de mahrum
olur. Fakat dindarlığı için bir kadın ile evlenen kimseye, Allahü teâlâ malı da
güzelliği de nasîb eder."
"Her kimin kız
çocuğu olur da onu terbiye eder ve terbiyesini güzel eder, gıda verir ve
gıdasını güzel verir ve Allahü teâlânın kendisine verdiği ni'metlerden ona da
bolluk gösterirse, o kız çocuğu onun için bereket ve Cehennemden kurtarıp
Cennete girmesi için bir kolaylık vesî-lesi olur."
"Lâ ilâhe
illallah söyleyip, bu Kelime-i tayyibe üzere vefât eden Cennete girer. Allah
için bir gün oruç tutup, bu minval üzere vefât ederse Cennete girer. Allah için
sadaka verip ömrü bunun üzerine biten Cennete girer."
"Ramazan-ı
şerîf ayında oruç tutup, ardından Şevval ayındanda altı gün oruç tutarsa, bir
yıl oruç tutmuş gibi olur" buyurunca, hadîs-i şerîfi rivâyet eden Ebû Eyyûb-i
Ensârî hazretleri, "Bir gününe on gün mü?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v.)
"Evet" buyurdu.
"Yaşadığımız
günlerde Rabbinizin nefhaları (rahmet dağıtması) vardır. Onlardan istifâde edin.
Cum'a günüde bu günlerden biridir."
"Gizli sadaka
Allahın gadabını söndürür." "Helâl (nafaka) taleb etmek, farz üzerine farzdır."
"Gıybet eden ve dinleyen, günahta ortaktırlar."
"Memleketler,
Allahü teâlânın yarattığı yerler, insanlar da Allahü teâlânın kullarıdır. Nerede
huzur, bulursan orada otur ve Allahü teâlâya hamd eyle."
Peygamberimiz
(s.a.v.) yola çıkmak isteyene şu duâyı okurlarda: "Allahü teâlâ seni rahmet ve
himayesine alsın, takvayı sana azık etsin, günahlarını bağışlasın ve nerede
olursan ol, yönünü hayra çevirsin."
"Vefâtımdan
sonra beni ziyâret eden, sağlığımda ziyâret etmiş gibidir."
"Yalnız beni
görmek maksadıyla ziyâretime gelenler, Allahü teâlânın izniyle şefâatimi hak
etmişlerdir."
"Cennet
bahçelerinde eğlenmek isteyenler, Allahı çok zikretsinler."
Resûlullaha
(s.a.v.) "Hangi amel daha fazîletlidir?" diye sorduklarında şöyle buyurdular
"Dînin, Allah Allah derken ölmendir."
"Lâ ilâhe
illallah diyenler için mezarlarında vahşet (yalnızlık), mahşer meydanında dehşet
yoktur. Sûr'un üflenmesi ânında, başlarındaki toprakları nasıl silkeleyerek
kalktıklarını sanki görür gibiyim. Hüznü bizden gideren Allaha hamd ederiz.
Muhakkak ki, bizim Rabbimiz, son derece mağfiret edici (gafûr) ve şekûrdur
(iyiliklerin mükâfatını verendir)."
"Kim herhangi
bir kitapta benim üzerime salevât-ı şerîfe getirirse, ya'nî salevât-ı şerîfeyi
kitaba yazarsa, ismim orada kaldığı müddetçe, melekler o kişi için istiğfâr
ederler."
"Abdestli
olarak uyuyan kişinin ruhu Arş'a yükselir."
"İmân,
üçyüzotuzüç yoldur. Bu yollardan birine girip şehâdet ile Allaha ulaşan kimse,
Cennete girer."
"Allah katında
en fazîletli namaz, akşam namazıdır. Misafir ve mukîm hakkında aynıdır,
değişmez. Onunla gündüz namazı sona erer ve gece namazı başlar. Kim akşamın
farzını kıldıktan sonra iki rek'at sünnet kılarsa, Allahü teâlâ ona Cennette iki
köşk inşâ ettirir. Dört rek'at kılan kimsenin ise, yirmi veyahut kırk senelik
günahı bağışlanır."
"Gece
kıyamına
(namazına)
devam edin; zîrâ bu sizden önceki sâlihlerin
ibâdeti, Allaha yakınlık ve günahlara keffâret olup, insanı bedenî
hastalıklardan korur ve günahlardan uzaklaştırır."
"Yemekten
evvel elleri yıkamak yoksulluğu, yemekten sonra yıkamak ise, günahları giderir."
"Üç haslet
kendisinde bulunmadıkça kişinin imânı kemâl bulmaz: Kızdığı vakit hiddeti
kendisini haktan ayırmamak, memnuniyeti vaktinde bâtıla girmemek, gücü yettiği
vakit hakkı olmayan şeyi almamaktır."
"Kim ki, bir
iyiliği niyet eder de, sonra herhangi bir mâni sebebiyle onu yapamazsa, ona tam
bir sevab yazılır."
"Riyânın en
küçüğü dahi şirktir."
"Çok
yaşayıp, ameli güzel olan kimseye müjdeler olsun."
"Allah'ın
yarattıkları üzerinde düşünün, zâtı hakkında düşünmeyin. Zirâ siz O'nun kadrini
takdir edemez, O'nu anlamağa güç yetiremezsiniz."
"Mü'minin
hediyesi ölümdür."
Taberânî'nin
eserlerinden seçmeler:
Üsâme bin Zeyd
anlatır: Resûlullah (s.a.v.) Benî Mustalak kabilesi üzerine yapılan seferden
döndüğünde, Abdullah bin Übey'in oğlu, münafıkların başı olan babasına karşı
kılıcını çekip "Muhammed (s.a.v.) insanların en şereflisi, en üstünü, ben ise en
adîsi, en alçağıyım demedikçe, vallahi bu kılıcı kınına koymam" dedi. Bunun
üzerine Abdullah bin Übey: "Vay Allah'ın belâsı vay! Muhammed (s.a.v.)
insanların en şereflisi, en yükseği, ben ise, en âdisi, en alçağıyım" dedi.
Resûlullah (s.a.v.) bu hâdiseyi duyunca tebessüm edip, onun hareketini takdir
buyurdular.
"Abdullah İbni
Abbâs (r.a.) anlatır: Peygambere (s.a.v.) mübârek Eshâbından (r.anhüm) biri
gelerek "Ya Resûlallah! Seni o kadar çok seviyorum ki, aklıma gelince sizi hemen
gelip görmezsem, canım çıkacak gibi oluyor. Gelip seni görüyorum. Fakat ben
âhırette ne yapacağım. Eğer Cennete girersem, muhakkak senden aşağı mertebelerde
olacağım. Senden ayrılmak ise, bana çok zor gelecek Ben Cennette de seninle
olmak istiyorum" dedi. Resûlullah (s.a.v.) hiçbir cevap vermedi. Daha sonra bu
hususta Allahü teâlâ Nisâ sûresi altauşdokuzuncu âyet-i kerîmesini nâzil edip
meâlen şöyle buyurdu: "Kim Allahü teâlâ ve Peygamberine (s.a.v.) itâat
ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine ni'metler verdiği peygamberlerle,
sıddîklarla, şehîdlerle, iyilerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştır"
buyurdu. Resûlullah (s.a.v.) hemen o zâtı çağırarak, bu âyet-i kerîmeyi okuyarak
müjdeledi.
Üsâme bin Şerik
anlatır: Birgün Resûlullahın (s.a.v.) yanında oturuyorduk. Herkesin sessizce
oturduğu sırada birkaç kişi gelip, Resûlullaha (s.a.v.) "Allahü teâlâ en çok
kimi sever?" diye sordular. Resûlullah da (s.a.v.), "Ahlâkı en güzel olanı"
buyurdu.
Abdurrahmân bin
Hâris Sülemî (r.a.) anlatır: Resûlullahın (s.a.v.) yanındaydık Abdest almak için
su istediler. Kapta su gelince, eliyle kaptan su alarak abdest aldı. Resûlullah
(s.a.v.) işini bitirince kabı alıp içindeki suyu içtik. Resûlullah (s.a.v.) bunu
görünce: "Niçin böyle yapıyorsunuz?" diye sorduğunda, "Allah ve Resûlünün
sevgisi için" diye cevap verdik Resûlullah da (s.a.v.), "Allah ve Resûlünün
sizden râzı olmasını istiyorsanız, size verilen emânetleri hakkıyle muhafaza
edin. Konuştuğunuzda doğru söyleyin. Komşularınıza iyi muamele edin"
buyurdu.
Enes bin Mâlik
(r.a.) anlatır: Uhud savaşında "Muhammed (s.a.v.) öldü" şayiası Medine'ye
ulaşınca, Ensârdan (r.anhüm) ihrâmlı bir kadın Uhud'da savaş meydanına geldi.
Babası, kocası, kardeşi ve evladının cesediyle karşılaştı. "Kim bunlar?" diye
sorunca: "Baban, kardeşin, kocan ve çocuğun" dediler. Kadın: "Bana Resûlullahı
(s.a.v.) gösterin" dedi. Resûlullahın (s.a.v.) yerini öğrenince, koşup yanlarına
vardı. Elbisesinin ucundan tutarak "Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah,
sen sağ olduktan sonra, gerisi ne olursa olsun. Benim için hiç mühim değil"
dedi.
Katâde bin
Nu'mân (r.a.) anlatır: "Resûlullaha (s.a.v.) bir yay hediye edildi. O da Uhud
savaşında bana verdi. Savaşta, Resûlullahın (s.a.v.) önüne dikilip, hem
müşriklere yayın ipi kopuncaya kadar ok attım. Hem de Resûlullaha (s.a.v.)
gelebilecek oklara siper oldum. Yayımın ipi kırılınca ok atamaz olmuştum. Bizim
tarafa ne zaman bir ok atılsa, hemen göğsümü Resûlullahın (s.a.v.) önüne gerer,
okun hedefine ulaşmasına mani olurdum."
Muâz bin Cebel
(r.a.) anlatır: Resûlullaha (s.a.v.) gittim. Namaz kılıyordu. Sabaha kadar
ayakta durdu, secdeye gitti. Orada ruhunun kabzedildiğini zannettim. Daha sonra
bana: "Niçin böyle yaptım, biliyor musunuz?" buyurdu. "Allah ve Resûlü
daha iyi bilir" dedim. Üç veya dört defa aynı soruyu tekrarladı ve şöyle
buyurdu: "Ben, Allah'ın farz kıldığı namazı kıldım. Sonunda Rabbimin elçisi
gelerek: "Ümmetin için ne yapayım?" dedi. "Rabbim daha iyi bilir" deyince, aynı
soruyu üç veya dört defa tekrarlayarak "Ümmetin için ne yapayım?" dedi. Ben
yine: "Rabbim daha iyi bitir" dedim. Bunun üzerine "Ümmetinden dolayı seni hiç
üzmeyeceğim" buyurunca, ben de hemen Rabbime secde ettim. Rabbim, şükredenlere
karşılığını verir ve onları sever" buyurdu.
Ubâde bin Sâmit
(r.a.) anlatır: Birgün Resûlullah (s.a.v.) Eshâbı ile birlikte yola çıktı.
Resûlullah (s.a.v.) bir deveye binmişti. Eshâbından (r.anhüm) hiçbiri
Resûlullahın (s.a.v.) önüne geçmiyordu. Muâz bin Cebel (r.a.): "Yâ Resûlallah!
Allahü teâlâ bizim canımızı senden önce alsın. Allah göstermesin! Sen önce vefât
edersen, senden sonra biz hangi ibâdeti yapalım? Ya Resûlallah! Allah yolunda
cihad mı yapalım?" diye suâl etti. Ben de: "Anam-babam sana fedâ olsun yâ
Resûlallah!" dedim. Resûlullah (s.a.v.): "Allah yolunda cihad güzel şey!
Fakat, insanlar için bundan daha üstünü var" buyurdu. Muâz bin Cebel (r.a.)
"Oruç ve sadaka mı?" diye suâl eyledi. Resûlullah (s.a.v.): "Oruç ve zekât da
güzel şey! Fakat, insanlar için bunlardan daha üstünü var" buyurdu. Bunun
üzerine Muâz bin Cebel (r.a.), bildiği bütün hayırları saydı. Hepsine de
Resûlullah (s.a.v.) "İnsanlar için bundan daha hayırlısı var" buyurdu.
Muâz (r.a.): "Yâ Resûlallah! İnsanlar için bundan daha hayırlı olan nedir?" diye
suâl eyledi. Resûlullah (s.a.v.) ağzını işaret ederek: "Susmak, konuşunca da
hayır konuşmaktır" buyurdu. Muâz (r.a.): "Dillerimizle söylediklerimizden
hesap sorulacak mı?" deyince Resûlullah (s.a.v.), Muâz'ın (r.a.) dizine vurdu.
Sonra da: "Annen yokluğuna yansın!" buyurup, daha başka şeyler de
söyledi. Daha sonra, "İnsanları
Cehenneme yüzüstü düşürecek olan şey, dillerinden başkası değildir. Kim Allaha
ve âhıret gününe inanırsa, ya hayır söylesin, ya da sussun. Hayır konuşun
istifâde edin. Şer konuşmayın ki, selâmette olasınız."
Muâz bin Cebel
(r.a.) anlatır: Abdullah bin Amr'ın (r.a.) evine uğradım, kapının önüne çıkmış
kendi kendine konuşur gibi hareketler yaparken görünce, böyle yapmasının
sebebini sordum: "Allah'ın düşmanı olan şeytan, neden beni Resûlullahın
buyurduklarını tatbik etmekten alıkoyuyor? Bana "Evinde sıkılıyorsun, İnsanların
arasına çıkmıyor musun?" diyor. Halbuki ben, Resûlullahın (s.a.v.) "Allah,
yolunda cihad edeni korur. Hastaları ziyâret edeni korur. Sabah namazına câmiye
gideni korur. Yardım etmek düşüncesi ile idarecilerinin yanlarına gideni korur.
Hiç kimsenin gıybetini yapmadan evinde oturanı da Allah korur" buyurduğunu
duymuştum. Buna rağmen Allahın düşmanı, beni evimden meclise çıkarmak istiyor"
dedi.
Mus'ab bin
Umeyr'in kardeşi Ebû Azîz bin Umeyr anlatır. Bedir Savaşında müşriklerin
yanındaydım. Savaş neticesinde Resûlullahın (s.a.v.) Eshâbı tarafından esir
edildim. Ben, Medîneli Ensârdan bir grubun muhafazasındaydım. Onlar, sabah ve
akşam yemeklerinde Resûlullahın emrine uyarak, kendileri yalnız hurmayla
yetinirler, bana ise kendi ihtiyaçları olan ekmeği verirlerdi. Çünkü Resûlullah
(s.a.v.): "Esîrlere iyi muamele edin" buyurmuştu.
İbn-i Abbâs
(r.a.) anlatır: Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Ey Abdülmuttaliboğulları, sizin için Allahü
teâlâdan üç şey diledim. Doğru yolda olanları, o yoldan ayırmamasını, bilgisi
olmayanları, bilgili kılmasını da diledim. Bir kimse Hacer-i Esved'le Makâm-ı
İbrâhîm arasında durup namaz kılsa ve oruç tutsa; eğer, Muhammed'in (s.a.v.)
Ehl-i Beytine düşmanlık ediyorsa, ölünce Cehenneme, girer."
Nu'mân bin
Beşîr (r.a.) anlatır: Biz, Resûlullah ile beraber seferde iken, içimizden biri
hayvanının üzerinde uyukluyordu. Bir başkası şaka niyetiyle, sadağından okunu
aldı. Birden korkarak uyandı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.): "Hiç
kimseye, müslüman bir kardeşini korkutmak helâl değildir" buyurdu.
Ebû Hüreyre
(r.a.) anlatır: Hz. Ebû Bekr, Resûlullah ile (s.a.v.) oturuyorlardı. Bir adam
gelip, Hz. Ebû Bekr'e kötü sözler söylemeye başladı. Resûlullah da (s.a.v.)
hayret ve tebessümle onları seyrediyordu. Adam biraz ileri gidince, Hz. Ebû
Bekr, onun sözlerinden bir kısmına karşılık verdi. Resûlullah (s.a.v.) üzülerek
oradan ayrıldı. Ebû Bekr de (r.a.) arkasından koşup yetişti. "Yâ Resûlallah!
Adam bana kötü söylerken siz orada oturuyordunuz. Adama ben karşılık verince
oradan ayrıldınız. Acaba hatâ mı eyledim, sebebini söyleyin de rahatlayayım?"
dedi. Resûlullah (s.a.v.): "Sen, o adamın karşısında susarken, senin yerine
ona bir melek karşılık veriyordu. Sen ona cevap vermeye başlayınca, araya şeytan
girdi. Ben, ise şeytanla beraber bir arada bulunmam" buyurup, şöyle devam
etti:
"Yâ Ebâ
Bekr! Üç şey vardır ki, Allahü teâlâ asla onları karşılıksız bırakmaz. Kim zulme
uğrar da, Allah'ın rızâsını kazanmak için mukabelede bulunmazsa, Allahü teâlâ o
kimseye yardım ederek yükseltir Her kim Allahü teâlâya yaklaşmak için herkese
ihsanda bulunursa, Genâfr-ı Allah o kimsenin zenginliğini arttırır. Her kim de
zengin olmak için dilencilik yaparsa, Allahü teâlâ, o kimseyi fakîrleştirir"
Cerîr (r.a.)
anlattı. Resûlullah'ın (s.a.v.) huzuruna bir adam geldi. Dizlerinin titrediğini
gördüm. Resûlullah (s.a.v.) bu zâta: "Titremene hacet yok. Ben kral değilim.
Kureyşli, kuru et yiyen bir kadının oğluyum" buyurdu.
Yahudilerin
Medine'de ileri gelen âlimlerinden ilen, müslüman olmakla şereflenen Abdullah
bin Selâm, Medine çarşısında sırtında odun taşımaktaydı. Kendisine: "Allah seni
sırtında odun taşımaya muhtac etmediği hâlde, bu şekilde dolaşmanın sebebi
nedir, diye sorulunca: "Kibrimden kurtulmak istedim. Çünkü Resûlullah (s.a.v.),
"Kalbinde bir hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse, Cennete
giremeyecektir" buyurdu" dedi.
Zeyd bin Erkâm
(r.a.) anlatır: Resûlullah (s.a.v.) bir hastalığımda evime teşrif etti ve "Bu
hastalığından sana bir şey olmaz. Fakat, benden sonra yaşadığın takdirde a'mâ
olursan ne yaparsın?" buyurdu. "'O zaman sabreder ve sevabını Allahü
teâlâdan beklerim’’ diye cevap verdim. Resûlullah da (s.a.v.): "Bu
takdirde sorgusuz sualsiz Cennete girersin" buyurdu. Resûlullahın vefâtından
sonra gözlerim görmez oldu. Bir diğer rivâyette, Zeyd bin Erkâm'ın (r.a.)
gözlerinin, vefâtına yakın tekrar açıldığı bildirilmektedir.
Hazret-i Ömer
anlatır: Resûlullahın (s.a.v.) yeni bir elbise giyerken, elbise göğsüne kadar
gelince: "Mahrem yerlerimi örten ve dünyâda beni güzelleştiren elbiseyi bana
giydiren Allaha hamd olsun. Kuvvet ve irâdesi ile yaşadığım Allaha yemin ederim
ki, yeni bir elbise giyip de, benim söylediğim gibi söyleyen ve sonra da
eskilerini Allah rızâsı için bir fakîre giydiren her müslüman, giydirdiği o
elbisenin bir ipliği dahi fakîrin üzerinde bulunduğu müddetçe, kendisi hayatta
olsun, ölmüş olsun, Allah'ın himayesinde olur" buyurdu.
Taberânî'nin
Eshâb-ı kirâmdan (r.anhüm) ba'zı rivâyetleri:
Bir adam,
Abdullah İbni Abbâs'ın huzuruna gelerek, "Bana nasîhat eyle" dedi. İbn-i Abbâs
(r.a.) da, "Allahü teâlâya hakkıyla kulluk et ve Resûlullahın (s.a.v.) Eshâbı
(r.anhüm) hakkında kötü söz söylemekten sakın. Çünkü sen, onların ne kadar
yüksek derecelerde olduğunu bilmiyorsun" buyurdu.
Abdullah bin
Mes'ûd (r.a.) "Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allaha yemin ederim ki,
yeryüzünde dilden başka uzun zaman hapsedilmeye lâyık bir şey yoktur" buyurdu.
Abdullah bin
Mes'ûd (r.a.): "İnsanlar üç sınıfa ayrılır. Bunlardan birincisi; Allah yolunda
cihâd edenlere, malı ve canı ile yardım edenler, ikincisi; iyilikleri emredip,
kötülüklerden nehyederek dilleri ile cihâd edenler. Üçüncüsü de; kalbi ile
hakikati tasdîk edip, kötülüğe buğz edenlerdir" buyurdu.
İkrime bin Ebî
Cehl (r.a.) ile birlikte Yemen'de mürtedlere karşı savaşan, Eshâb-ı kirâmdan
(r.anhüm) Garafe bin Hâris (r.a.) anlatır: Mısır'da Mendukûn adında bir
hıristiyanı İslâmiyete da'vet ettim. Fakat adam, Resûlullah (s.a.v.) hakkında
kötü sözler söyledi. Ben de onu bir güzel dövdüm. Vali Amr bin Âs (r.a.)
hâdiseyi duyunca beni çağırıp: "Biz onlarla andlaşma yapıp, emniyette
olduklarını bildirmedik mi?" dedi. Ben de "Onlara, herhalde Resûlullah (s.a.v.)
hakkında kötü sözler söylesinler diye eman verilmedi. Benim bildiğim,
kiliselerine dokunmayacağımıza, ibâdetlerine karışmayacağımıza altından
kalkamayacakları mükellefiyetler yüklemiyeceğimize, onlara düşman saldırdığında
koruyacağımıza, kendi aralarında diledikleri gibi karar verebileceklerine, bizim
kanunlarımıza uymak isteyenler hakkında Allah ve Resûlünün (s.a.v.) emrettiği
gibi hüküm vereceğimize, arzu etmezlerse mecbur etmeyeceğimize söz verdik"
dedim. Amr İbni Âs (r.a.) da "Evet doğru söyledin" dedi.
KAYNAKLAR
1) Tam
İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye sh-344, 349, 404, 423, 591, 929, 1075
2) Tezkiret-ül-huffâz cild-3, sh-912
3) El-A'lâm cild-3, sh-121
4) Vefeyâtmül-a'yân cild-2, sh-407
5) Mu'cem-ül-müellifîn cild-4 sh-253
6) Tabakât-ı Hanâbile cild-2, sh-49
7) Şezerât-üz-zeheb cild-3, sh-30
8) Kıyâmet
ve Âhıret sh-115, 134, 161
9) Brockelman. Târîh-ül-edeb-il-Arabiyye cild-3, sh-224
|