Evliyânın
büyüklerinden. Künyesi Ebü'l-Kâsım, Ebü'l-Hasen ve Ebû Bekr olup, ismi Semnûn
bin Abdullah (Hamza) Havvâs'tır. Allahü teâlâya âşık olması ve aşkına dâir
sözleri ve yaşayışının dilden dile dolaşması, kendisine "Muhib" (âşık;
denilmesine sebep oldu. Aslen Basralı olduğu için Basrî, Bağdâd'a yerleştiği
için Bağdâdî nisbet edildi. O ise, gerçek âşık olmadığını söyliyerek, kendisine
"Kezzâb" dedirtmeye gayret ederdi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin devrinde
yaşadı. Ondan sonra 320 (m. 932) yılında vefât etti.
Irak ulemâ ve
evliyâsının büyüklerinden olan Semnûn Muhib; Sırrî-yi Sekatî, Muhammed bin Ali
Kassâb, Ebû Ahmed Kalânisi ve Cüneyd-i Bağdâdî gibi zamanın büyükleriyle sohbet
etti. Onların ruhlara gıda, dertlere deva, dünyâ ve âhıret se'âdetine sebep olan
ders ve sohbetlerinden istifâde etti. Kendisi de insanlara nasîhat eder, onları
Cehennem ateşinden kurtarmaya gayret ederdi. Birçok talebe yetiştirdi. Zamanın
bütün âlim ve evliyâsı kendisine i'tibar ederdi. Evliyânın büyüklerinden Ca'fer
Huldî ve Abdullah Râzî, onun talebeleri arasındaydı.
Dünyâya hiç
ehemmiyet vermezdi. Günde beşyüz rek'at nafile namaz kılmayı âdet edinmişti.
Konuşmasının güzelliğiyle tanındı. Konuştuğu zaman kelimeleri çok ince bir
işleyişle cümlede yerlerine koyardı, ömrü, hep muhabbetten, sevgiden konuşmak,
Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya da'vet etmekle geçti. Sözlerinin tatlılığı
gönülleri alır, dinleyenlere ferahlık verir, hayran bırakırdı. Peygamberimizin
(s.a.v.) "Allahü teâlâ refîktir. Yumuşaklığı sever, sertlik edenlere
vermediği şeyleri ve başka hiçbir şeye vermediğini yumuşak davranana ihsan eder"
emrine uyup, öyle hareket ederek yaşadı.
İkinci binin
yenileyicisi, büyük âlim, İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Semnûn Muhib ve onun gibi
âşıkların hâlini şöyle açıklamaktadır. "Kalb, ruh ile nefs arasında bir köprü
gibidir. Ma'rifetler, feyzler, kalbe ruh vasıtası ile gelir. Hakîki kulluk, O'nu
sevmek ve O'ndan başka herşeyden vazgeçmektir. Kalbleri birbirine bağlayan bağ,
muhabbet bağıdır. Bir insan bir veliyi görüp, konuşarak veya kitaplarını
okuyarak, onun dinimize tam bağlı olduğunu anlayıp sever. Resûlullahı çok
sevdiği için, onun izinde bulunanları da sever. Sevince, hep onu düşünür.
Kalbini, onun kalbine bağlamış olur. Kalbini bağlayınca, oradan saçılmakta olan
nurları almaya başlar. Ne kadar çok severse, o kadar feyz alır."
Gençliğinde
evlenmedi, ileri yaşlarda, sünnete uymak için sâliha bir hanımla evlendi. Bir
kız çocuğu oldu. Üç yaşına gelince, ona çok büyük bir muhabbetle bağlandığını
gördü. Bir gece rü'yâda, kıyâmetin koptuğunu, her gruba bir başka bayrağın
dağıtıldığını gördü. Çok parlak, gözleri kamaştıran bir bayrak, bir grup
tarafından taşınıyordu. "Bu bayrağın sahipleri kimdir?" diye sordu. Cevaben;
"Bu, âşıkların bayrağıdır. Mâide sûresinin ellidördüncü âyetinde meâlen, "O,
onları sever, onlar da O'nu sever" buyurulmuş olan kavmin, O'nu çok seven
âşıklarının bayrağıdır" diye söylediler. Semnûn bu gruba karışmak için
yaklaşınca, içlerinden birisi onu itti. İsminin "Muhib" olduğunu belirtti.
Cevaben "Fakat senin kalbin başkalarına meyledince, ismini âşıklar grubundan
çıkardık" dedi. Bunun üzerine inlemeye ve sızlanmaya başladı." Allahım! Senin
sevgine ortak olacak, muhabbet yolunda engel olabilecek herşeyden beni kurtar!"
diye duâ etti. Ertesi gün uyandığında, çocuğunun damdan düşüp öldüğünü belirten
bir feryadın koptuğunu duydu.
Bağdâd'da bir
kadın Semnûn'u gördü. Ona âşık oldu. Gelip, Semnûn'dan kendisiyle evlenmesini
istedi. Reddedilince, Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine gitti. "Semnûn'a söyle,
benimle evlensin" dedi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri kadını huzurundan çıkarttı.
O sırada Bağdâd'da Gulam Halil adında fitneci bir adam vardı. Tasavvuf ehli
olan, Allahü teâlânın sevgili kullarıyla uğraşmakla meşguldü. Semnûn Muhib'in de
halk tarafından çok sevilmesini hiç hazmedemiyordu. Kadın, Gulam Halil'e gitti.
Allahtan korkmadan iftira ederek, "Semnûn benimle zina etti" dedi. O da bunu
fırsat bilip, doğru halifenin yanına gitti. Semnûn'u şikâyet etti. Halife de
Semnûn'u yakalatıp, idama mahkûm etti. Cellât gelip, idam için izin
istendiğinde, halifenin dili tutulup birşey söyleyemedi. Semnûn hazretlerinin
idamı tehir edildi. Halifeye o gece rü'yâsında bir adam: "Senin saltanatın,
Semnûn'un hayatına bağlıdır. Onun ölümü, senin de sonun olur" dedi. Halife
ertesi gün Semnûn'u serbest bırakıp özür diledi. Yaptığı hatâya pişman oldu. Çok
ikrâmlarda bulundu.
İbn-i Mesrûk
anlatır. Semnûn Muhib, hac dönüşü bir şehre uğradı. Halk va'zını dinlemek
istediklerini söylediler. Câmide va'za başladı. Kimsenin dinlemediğini görünce,
yüzünü kandillere dönüp; "Size hitap ediyorum" dedi. Bütün kandiller yere
döküldü.
Birgün Semnûn:
"Sırrımın
keşfini bilirken, dilersin cümle ahvâlim,
Sen nasıl
istersin, benim başka» ile yok hâlim."
beytini
okuyunca; talebelerinden biri arkadaşına, "Dün gece köydeydim. Rü'yâmda hocamın
çektiği hastalık için Allahü teâlâdan şifâ isteyen sesini işittim" dedi. Diğer
talebelerden de buna benzer rü'yâ görenler anlattılar. Bu sözler, idrar
tutulmasından sıkıntı çeken ve hastalığını kimseye söylemeyen Semnûn'a
iletilince; sabrını gizleyip, hastalığını açığa vurdu. Mekteblerin önlerine
gider çocuklara, "O'nun her emrine rızâ göstereceğine söz verip de, isyan eden
bu yalancı amcanız için duâ edin" diye yalvarırdı.
Semnûn Muhib
bir gün sohbette, sırtını bir ağaca dayayarak etrafında yarım çember yapmış
dinleyenlere, muhabbetten bahsederken, küçük bir kuşun ondan uzak olmayan bir
yere konduğunu gördü. Kuşa doğru yönelerek konuşmasını devam ettirirken, birden
kuş gagasıyla toprağa vurmaya başladı. Hareket o kadar içten ve devamlıydı ki,
gagasından kan geliyordu. Muhabbetten kendini kaybeden kuşun, tatlı bir
ürpermeyle bayılıp yere düştüğünü ve öldüğünü gördüler.
Birgün
Bağdâd'da, hayırsever birinin dörtbin altın sadaka dağıttığını gördü. Arkadaşı
Ebû Muhammed Megazilî'ye "Görüyor musun, bu zât ne kadar sevab işledi. Bizim
elimizde para yok. Eğer bu dağıtılan para kadar sevab kazanmak istiyorsak, biz
de gidip her bir altın için, bir rek'at namaz kılalım" buyurdu. Arkadaşıyla
beraber dörtbin rek'at namaz kıldılar.
Semnûn
hazretleri; "Muhabbet; Allahü teâlâya giden yolun aslı ve esâsıdır" buyururdu.
Nitekim, Allahü teâlâ Peygamberi için (s.a.v.) "Sen olmasaydın, âlemleri
yaratmazdım" buyurarak, Resûlullah'ın "Habîbullah" olduğunu beyân
etmektedir. Muhammed Resûlullah (s.a.v.) mahbûb-i Rabbilâlemîn'dir. Ya'ni Allahü
teâlânın sevgilisidir. Her şeyin en iyisi sevgiliye verilir. Allahü teâlâ da
herşeyin en iyisini, Muhammed aleyhisselâma ihsan etti. Meselâ, Allahü teâlânın
kulları arasında ondan daha fasîh ve tatlı sözlü kimse görülmedi. Mübârek
sözleri gayet kolay anlaşılır, gönülleri alırdı ve ruhları cezbederdi. Söz
söylediği zaman, kelimeleri inci gibi dizilirdi. Semnûn Muhib de diğer Allah
dostları gibi, hayatı boyunca Peygamberimize (s.a.v.) uymaya çalıştı. O'nun gibi
konuşmaya, sevgi ve muhabbetde de O'na benzemeye çok gayret ederdi.
Buyurdu ki:
"Tasavvuf; hiç
bir şeye sâhip olmaman ve hiçbir şeyin de sana sahip olmamasıdır."
"Allahü teâlâyı
sevenler, dünyâ ve âhıret şerefine kavuşarak gittiler. Çünkü Resûlullah
(s.a.v.), "Kişi sevdiği ile beraberdir" buyurdu."
"Muhabbet,
sevenle sevileni birbirine celb ettiği zaman kemâle erer."
Âhırette en çok
mes'ûd olanlar, Allahı en çok sevenlerdir. Çünkü âhıret demek, O'na yönelmek ve
O'na kavuşmak se'âdetine ermek demektir. Tövbe, sabr, zühd, korku gibi makamlar,
muhabbetin kollarından birini elde edebilmek için bir takım yollardır. Esas olan
ise, Allahtan başkasına kalbde yer vermemek, temizlemektir. Bunun da başlangıcı;
Allaha, âhırete, Cennet ve Cehenneme inanmaktır. Bu îmândan korku ve ümid
doğar."
"Hayatta
olduğumu hatırlatıp, sevgiliden ayrı olduğumun alâmeti olduğu için, âlemde
gördüğüm her şeyden nefret etmeyince, muhabbetimin saflığına inanmam."
"Kulun Hakka
ulaşmasının başlangıcı, vücûdunun ihtiyaçlarını gidermekle uğraşmaktan
vazgeçmesidir. Haktan uzaklaşmasının başlangıcı da, nefsine uyup onunla
haşır-nesir olmasıdır."
"Birşey,
kendinden daha ince birşeyla ifâde edilebilir. Muhabbet, o kadar incedir ki, onu
açıklamak için ondan ince birşey bulmak mümkün olmadığına göre; muhabbet, dil
ile ifâde edilip anlatılamaz."
KAYNAKLAR
1) Târîh-i Bağdâd cild-9, sh-234
2) Hilyet-ül-evliyâ cild-10, sh-309
3) Tabakât-üs-sûfiyye sh-195
4) Vies
des Saints Musulman sh-265
5) Kashf-ül-Mahjub sh-136
6) Risâle-i Kuşeyrî cild-1, sh-122, cild-2, sh-616
7) Nefehât-ül-üns trc. sh-153
|