Büyük hadîs ve
fıkıh âlimi. Künyesi, Ebû Abdurrahmân'dır. İsmi ise, Ahmed bin Şuayb bin Ali bin
Sinan bin Bahr bin Dinar'dır. İmâm-ı Nesâî diye meşhûrdur. Aslen Horasan'ın Nesâ
şehrindendir. 214 (m. 830) yılında orada doğdu. 303 (m. 915) yılında Filistin'de
Remle şehrinde vefât etti. Mekke'de vefât ettiği veya haricîler tarafından şehîd
edildiği de bildirilmektedir. Hadîs ilminde imâmdı. Ya'nî; üçyüzbinden fazla
hadîs-i şerîfi râvileriyle birlikte ezbere bilirdi. Yazdığı Sünen-i sagîr'i,
Kütüb-i sitte adı verilen altı büyük hadîs kitabından biridir. Hadîs ilminde
rumuzu sin (s)'dir.
İlim tahsiline
Horasan'da başlayan İmâm-ı Nesâî, Irak, Şam, Mısır, Hicaz (Mekke ve Medine) ve
Cezîre'deki (Mezopotamya, Fırat ve Dicle havzasının kuzeyi) âlimlerden ders
aldı. Mısır'da yerleşti Onbeş yaşında iken Kuteybe bin Sa'îd'e talebe olup, bir
sene iki ay yanında kaldı. İshâk bin Râhaveyh, Hişâm bin Ammâr, Îsâ bin Hammâd,
Hüseyn bin Mensûr Sülemî, Âmr bin Zürâre, Muhammed bin Nasr-i Mervezî, Süveyd
bin Nasr, Ebû Kureyb, Muhammed bin Râfiî, Ali bin Hucr, Ebû Yezîd Cermî, Ebû
Dâvûd Süleymân Eş'as, Yûnus bin Abdila'lâ, Muhammed bin Beşâr, Muhammed bin
Ceylân ve daha birçok âlimden ders aldı. Onların bir çoğundan hadîs-i şerîf
dinledi ve rivâyet etti.
Hadîs ilminde
zamanının bir tanesi olan İmâm-ı Nesâî, Mısır âlimlerinin en fakîhi idi.
Haramlardan sakınmada ve ibâdetlere düşkünlükte eşi yoktu. Her yaptığı iş, her
söylediği söz, Allahü teâlânın rzâsı içindi, İmâm-ı Nesâî'nin hadîs-i şerîf
rivâyetinde râvilere koyduğu şartlar, Buhârî ve Müslim'den daha sıkıydı. Cerh ve
ta'dîline (hadîs râvilerinin güvenilir olup olmamasındaki tesbitlerine) bütün
âlimler i'tibâr ederlerdi.
İmâm-ı Nesâî
hazretlerinden; Ebû Bişr Dûlâbî, Ebû Ali Nîşâbûrî, Hamza bin Muhammed Kesâsi,
Ebû Bekr Ahmed bin İshâk, Muhammed bin Abdullah bin Hayyûye, Ebül-Kâsım
Taberânî, Fakîh Ebû Ca'fer Tahâvî ve daha birçok âlim ilim tahsil edip, hadîs-i
şerîf rivâyet etti.
İmâm-ı Nesâî
hazretlerinin üstünlüğü hakkında birçok âlimin sözleri vardır. Bunlardan,
zamanında hâfız-ı Horasan diye meşhûr olan Ebû Ali Nişâbûrî, "Ebû Abdurrahmân
Nesâî'nin hadîste imâmlığına kimse itiraz etmez" derken, fakîh Mensûr ve Ebû
Ca'fer Tahâvî de; "Nesâî, müslümanların imâmların-dandır" dediler. Ebû Bekr İbni
Haddâd'ın İmâm-ı Nesâî'den başkasından hadîs-i şerîf rivâyet etmeyip, "Allahla
benim aramda delil olarak ondan razıyım" dediğini Ebü'l-Hasen Dâre Kutnî
nakletmekte ve "Nesâî asrının en âlimi idi" demektedir. Hâfız Muhammed bin
Muzaffer de hocalarından şöyle nakleder: "Zamanında Mısır'da, gece ve gündüz
Nesâî'nin ibâdetteki gayretlerinden bahsedilirdi. Emirle birlikte cihâda gider,
savaşlarda kahramanlıklar gösterirdi. Müslümanların canlarını allah için nasıl
fedâ ettiklerine dâir hâdiseleri de kitablarına yazardı."
İmâm-ı Nesâî
hazretleri, ilk önce yazmış olduğu Sünen-i kebîr'inde, hadîs-i şerîflerin
kaynakları ve toplanması hakkında bilgiler verip, şartlarına uyan hadîs-i
şerîfleri yazdı. Zamanın valilerinden birinin "Kitabındaki hadîs-i şerîflerin
hepsinin sıhhat derecesi aymmıdır?" sorusu üzerine, yeniden seçmeler yaparak
Sünen-i kebîr'i kısalttı. İsnâd edilen râvilerine, âlimlerin itiraz ettikleri
hiçbir hadîs-i şerîfi almadı. Bu eserine, kendisi "Müctenâ" adını vermesine
rağmen "Sünen-i sagîr" adıyla meşhûr oldu. Şimdi, daha çok Sünen-i Nesâî adıyla
bilinmektedir. Bu kıymetli eser, altı meşhûr hadîs kitabından biri olarak
müslümanlara baş tacı oldu. Daha sonraları baskısı yapılarak istifâdesi
kolaylaştırıldı.
İmâm-ı Nesâî
hazretleri, ömrünün sonuna doğru Şam'a gitti. Orada Hz. Ali'yi kötüleyen'
haricîlerden ba'zı kimseler gördü. Bunun üzerine Hz. Ali ve Ehl-i beyt-i
Nebevî'yi övdüğü kitabını yazdı. "Kitâb-ül-hasâis fî fadl-i Ali bin Ebî Tâlib ve
ehl-i beyt" adını verdiği bu eserinde hadîs-i şerîflerin çoğunu Ahmed bin Hanbel
hazretlerinin rivâyetlerinden aldı. Bu kitabını niçin yazdığını bilmeyen ba'zı
kimseler, "Şeyhayn"ın (Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer; üstünlüklerini niçin yazmadın?"
dediler. O mübârek zât da bunun üzerine "Fedâil-üs-Sahâbe" adlı Eshâb-ı kirâmın
(r.anhüm) üstünlük ve fazîletlerini anlatan kitabını yazdı. Müsned-i Ali,
Müsned-i Mâlik ve Duâfâ ve'l-metrûkîn onun pek kıymetli eserleri arasındadır.
Sonuncusu, basılmıştır.
İmâm-ı Nesâî
hazretlerinin Sünen-i sagîr'inde rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden ba'zıları:
"Besmele ile başlanmayan mühim işlerde,
hayır ve bereket bulunmaz."
"Size bir
hediye verildiğinde ona misliyle mukabele de bulun. Eğer buna gücünüz
yetmiyorsa, onu karşılayacak derecede kendisine duâ ediniz."
"Allahü
teâlâ bu dîni, âhıretten nasîbi olmayan kimselerle de kuvvetlendirir."
İmân yönünden
mü'minlerin en fazîletlisi kimdir? diye soruldu. Resûlullah (s.a.v.): "Ahâkı
güzel olandır" buyurdu.
"Aman! Aman!
Fâhiş
(müstehcen ve çirkin)
sözlerden kaçınınız, zira Allahü teâlâ çirkin
sözleri ve fahiş konuşmaları sevmez."
"Eshâbıma
ihsan edin, sonra onları ta'kib edenlere
(Tâbiîne)
hürmet edin. Sonra yalancılık yayılır.
Hattâ yemin teklif edilmeden adam yemin eder, şehâdeti istenmeden şehâdette
bulunur."
"Yırtıcı, aç
iki kurdun salıverildikleri bir koyun ağılına
(sürüsüne)
verdikleri zarar; şeref, mal ve mevki
sevgisinin, müslüman kişinin dinine verdiği zarardan daha fazla değildir."
"Allahü
teâlâ üç kişiye buğz eder. Bunlar yaşlandığı hâlde zina edenler, verdiğini başa
kakan cimriler ve kibirlenen fakîrlerdir."
"Cimrilikle
îmân bir kalbde toplanmaz."
"Üç şeyden uzak
olduğu hâlde ölen Cennete girer. Bunlar kibir, borç ve azgınlıktır."
"Mü'minlerin,
îmân yönünden en kâmili, ahlâkı en güzel ve ailesine karşı en çok lütüfkâr
davrananıdır."
"Arş-ı a'zamın
etrafında nurdan kürsüler vardır. Bu kürsülere öyle kimseler oturacak ki,
elbiseleri ve yüzleri nûr gibi parlayacaktır. Bunlar, Peygamber de değil,
şehîdler de değillerdir. Fakat, Peygamber ve şehîdler onlara gıbta edecektir."
Resûlullaha (s.a.v.): "Bunlar kimlerdir?" diye sorulunca, Resûl-i ekrem
(s.a.v.): "Onlar Allah için birbirini sevenler, Allah için buluşup oturanlar ve
Allah için birbirini ziyâret edenlerdir" buyurdu.
"Gördüğü
iyilikleri gizleyip, gördüğü kötülükleri teşhir eden kötü komşudan Allaha
sığının."
"Sizden biriniz
aksırdığı zaman "Elhamdülillah" desin. Yanında bulunan "Yerhamükellah" desin,
Aksıran da "Yağfirullahü lî ve leküm" desin.
"Yoksullara
verilen bir sadaka, mahremlere verilen ise, iki sadakadır." "Annene, babana,
kızkardeşine, kardeşine ve sırasıyla diğer yakınlarına iyilik et."
"Bir kavim
arasında isyan edenleri düzeltebilecek kimseler var iken, buna susarlarsa,
Allahü teâlânın azâbı hepsine birden göndermesi pek yakındır."
"Nice oruç
tutanlar var ki, tuttukları oruçtan, açlık ve susuzluktan başka kârları yoktur."
"Arş-ı a'zamın
altında ve Cennet hazinelerinden olan bir ameli sana Öğreteyim mi? O "Lâ havle
ve lâ kuvvete illâ-billah" sözüdür. Bir kul bunu söyleyince, Allahü teâlâ "Kulum
İslâm oldu ve teslim oldu" buyurur."
"Ezan ile
ikamet arasında yapılan duâ red olunmaz." "Cum'a günleri benim üzerime çok
salevât getirin."
"Tövbe ve
istigfâra' devam eden kimseye, Allahü teâlâ her sıkıntıdan bir kurtuluş ve her
darlıktan bir genişlik verir ve ummadığı yerden kendisini rızıklandırır."
"Gece kalkan ve
ailesini de kaldırarak beraberce namaz kılanlar, karı-koca zikredenlerden
sayılırlar."
"İpek ve altın,
ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına helâldir,
"Nice namaz
kılanlar var ki, onların namazdan nasîbi; yorgunluk ve zahmetten başka bir şey
değildir."
"Şüphesiz namaz
kılan sağa sola iltifat etmediği müddetçe, Allahü teâlâda ona iltifat e-der."
"Kıyâmet günü
küçük Çocuğa "Cennete gir" denir. Çocuk Cennet kapısı önünde durur ve "Ancak
anne ve babamla Cennete girerim" der ve ısrar eder. O zaman, "Anne ve babasını
da berâber Cennete koyun"denir."
"Kişiye,
bakmakla mükellef olduğu "kimseye bakmaması, günah olarak yetişir."
"Üç kişiye
acıyın: Cahiller arasında âlime, zengin iken fakîr düşene ve kabile arasında
hatırlı iken i'tibârını kaybedene."
"Allahü
teâlânın bu ümmete yardımı, ancak zayıfların duâ, ihlâs ve ibadetleri
sayesindedir."
"Ölülerinizi
ancak iyilikle yâd ediniz. Şayet onlar Cennetlik ise, onlar hakkında kötü
söylemekle günahkâr olursunuz. Cehennemlik iseler, zâten bulundukları hâl
kendilerine yeter."
"Allahü teâlâ,
amellerden yalnız hâlis niyetle ve rızâsı istenerek yapılanı kabul buyurur."
"Ben sizin
için, çocuğuna karşı bir baba gibiyim." Anne-baba çocuğunu dünyâ ateşinden
koruduğu gibi, Peygamberimiz (s.a.v.) de ümmetini âhıret ateşinden korur.
"Mü'minin
öldürülmesi, Allah katında dünyânın yok olmasından daha büyük bir iştir."
"Allahü teâlâ
yanında amellerin en sevimlisi, vaktinde kılınan namazlardır. Sonra ana-babaya
(ana-baba hakkına) riâyettir. Sonra Hak yolunda cihâd etmekdir."
"Dul kadının,
yoksul kimsenin işine koşan bir müslüman; Allah yolunda cihad eden veya geceleri
namaz kılıp, gündüzleri oruç tutan kimse gibidir."
"Biliniz ki,
sizden bir kimse yoktur ki, ona vârisinin malı, kendisinin malından daha sevimli
olmasın. Senin malın, takdim ettiğin, ya'nî hayatta iken meşru sûrette sarf
ettiğindir. Vârisinin malı da, sonraya bıraktığındır."
"Beş vakit
namuzı Allahü teâlâ kullarına farz etmiştir. Eksiksiz olarak erkân ve âdabına
riâyetle o namazları kılan kimseyi, Allahü teâlânın Cennete koyacağına va'di
vardır."
KAYNAKLAR
1) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-3, sh-14
2) Tezkiret-ül-huffâz cild-2, sh-698
3) Vefeyât-ül-a'yân cild-1, sh-77
4) Tehzîb-üt-tehzîb cild-1, sh-36
5) Şezerât-üz-zeheb cild-2, sh-239
6) Sünen-i Nesâî
|