Endülüsün
meşhûr fıkıh, hadîs ve târih âlimi. Künyesi, Ebû Abdullah'dır. Huşenî diye
tanının Ü-çüncü asrın ortalarında Kayravan'da doğup, takriben 366 (m. 976)
târihinde vefât etmiştir. Kayravan'da, Ahmed bin Nasr, Ahmed bin Ziyâd, Ahmed
bin Yûsuf ve daha başka âlimlerin (r.aleyhim) yanında ilim sahibi oldu. Birçok
defa Afrika âlimlerinin derslerini dinledi. Gençken Endülüs'e geldi. O zaman
oniki yaşında idi. Burada da İbn-i Eym'ûn'den, Kâsım bin Esbağ, Ahmed bin Ubâde,
Muhammed bin Yahyâ bin Lûbâbe gibi Kurtubalı âlimlerin derslerini dinledi. Ahmed
bin Ubâde: "Huşenî'yi, Ahmed bin Nasr'ın meclisinde gördüm. Çok başardı bir
talebe idi" demektedir. Endülüs'e geldikten sonra Kurtuba'da yerleşti.
Üçyüzyirmi senesinden önce Sebte'ye gelince, Septeliler, Onu bırakmadılar.
Orada, yanında birçok âlim yetiştirdi. Huşenî, Sebte Câmii'nin kıblesini
inceledi Batıya doğru kaydığını gördü. Sebteliler, onun bu görüşünü kabul
ettiler. Kıbleyi doğuya kaydırdılar. Sonra, Endülüs'e gitti. Nihayet Kurtuba'da
dâimi olarak yerleşti. Huşenî, parlak bir zekâya sahipti. Fıkıh ilminde
mütehassıs idi. Kurtuba'da fetvalar verdi. Müsteşar olarak vazife yaptı. Kurtuba
veliahdı Hakem bin Abdurrahmân el-Mustansır'ın yanında kadr-u kıymeti pek fazla
idi. Hakem için birçok eserler yazdı. Huşenî kimya ilmiyle de uğraştı. Muhtelif
maddeler üzerinde tecrübeler yapmıştır. Huşenî'den, Ebû Bekr bin Hanbel ve daha
başkaları rivâyetlerde bulunmuşlardır.
Kudât-ı Kurtuba
kitabından seçmeler Büyük âlim kadı Mehdî bin Müslim, zamanın emîri Ukbe bin
Haccâc es-Salâlî adına yazdığı, bir kadıya (hâkime) yapılabilecek tavsiyeleri
ihtiva eden nasîhatnâmesi özetle şöyledir: "Allahü teâlâdan korkmayı, O'na tâati
(beğendiği şeyleri yapmayı), gizlide ve açıkta O'nun rızâsına tâbi olmayı, O'nun
rızâsını gözetmeyi, kalbde O'nun korkusunu hissetmeyi, sağlam bir ip, en
güvenilir bir kulp olan O'nun yüce dinine sarılmayı, tavsiye ederim.
Kâdılık
(hâkimlik) yapanın, şunu iyi bilmesi gerekir. Kâdılık, Allahü teâlâ katında
fazîletli ve pek kıymetli bir iştir. Hak sahibi hâkime müracaat etmek suretiyle
hakkını elde eder. Bu bakımdan hâkimin dikkatli olması, yüklendiği vazifenin
ağırlığının idrâkinde olması gerekir. Hergün, yaptıklarından kendisini hesaba
çekmelidir. Bu vazife yüzünden, Yarın huzuru ilâhide azâba da ve sevaba da
uğrayabilir.
Kadı, bir
haksızlığa meydan vermemek için taraflar arasındaki da'vânın en iyi bir şekilde
ortaya konmasını te'mîn etmelidir. Bunun için tarafları iyi dinlemeli, onlara
bildiklerinin aksini söyletecek şekilde, sertlik göstermemeli. Mevzûyu iyi
anlamak, zaman zaman onlara suâller sormalıdır. Her birinin getirdiği deliller
bilinmelidir. Ba'zıları, düşündüğünü ifâde etmekten âciz olup, maksadını iyi
anlatamayabilir. Bir kısmı ise, zekîdir; kısa, açık ve edebi bir ifâde ile,
haksız da olsa kendisini haklı göstermeye kalkışabilir. Kâdılık yapanın, bütün
bunlara dikkat etmesi lâzımdır. Kâdı bunlara dikkat etmekle, hakkı ayakta
tutmuş, haksızlığa meydan vermemiş olur. Eğer böyle yapmazsa, kuvvetli za'îfe
hayat hakkı tanımaz ve ona zulm eder.
Kâdılık yapanın
yanında, kendileriyle istişare edebileceği (danışabileceği), hakka hukuka
riâyetkâr, dîni bütün, ilim sahibi yardımcıları olması lâzımdır. Allahü teâlâ
Kur'ân-ı kerîmde meâlen: "İş hususunda, fikirlerini al (müşavere et).
Müşavereden sonra bir şey yapmaya karar verdin mi, artık Allahü teâlâya güvenip
dayan" (Al-i İmrân-159) buyurmaktadır.
Kâdılık
yapanın, vazife zamanında, dâima yerinde bulunması gerekir. Belki birisi iş için
gelebilir. Da'vâsini halletmek için gelenlere bıkkınlık göstermemelidir. Bütün
aklı, fikri ve anlayışı ile onlara yönelmeli ve onları dinlemelidir.
Tarafların
şâhidlerini çok iyi dinlemelidir. Bundan başka, dinlenebilecek, sözüne güvenilir
kimselere sormalıdır.
Hâkimin,
karşılaştığı müşkil olan şeyler için kitapları mütâlaa etmesi (okuması ve
üzerinde düşünmesi), bunların çârelerini, benzerlerini araştırıp bulması
gerekir. Onlardan istifâde ederek bir çözüm yolu bulabilir.
Bu benim sana
ve kadılık yapacak olan kimseye tavsiyelerimdir. Eğer bu nasîhati lafıma
uyarsan, senin için iyi bir delil olur. Aksini yaparsan, aleyhine bir delîl
olur.
Sana, Allahü
teâlânın yardımını, doğru yola iletmesini seni işlerinde ve hükümlerinde
muvaffak kılmasını dilerim. Allahü teâlâ, en iyi yardımcı ve en iyi muvaffak
kılıcıdır."
Kâdı Muhammed
bin Beşîr-el-Meâfirî ile alakalı olarak da şöyle bir haber anlatılır:
Kurtuba kadısı
(hâkimi) Mus'ab bin İmrân vefât edince, Emîr-ül-mü'minin Hakem, Abbâs bin
Abdülmelik el-Mervânî ile, Kurtuba kadılığına kimin ta'yin edileceği hakkında
istişare etti. Abbâs bin Abdülmelik o zaman, büyük âlim Muhammed bin Beşîr'i
tavsiye etti. Daha önce kardeşi İbrâhîm'e yazı dersi vermişti. Onu oradan
tanıyordu. Emir bunu kabul etti. Muhammed bin Beşîr'i çağırttı. Emîr'in
habercisi gelince, Muhammed bin Beşîr hazırlanıp yola çıktı. Fakat niçin
çağırıldığını bilmiyordu. Sehlet-ül-müdevver denilen yere gelince, orada,
tanıdıklarından âbid (çok ibâdet eden) bir zâta uğradı. Ona durumunu anlattı.
"Yine yazı öğretmesi için çağırıldığını tahmin ettiğini söyledi. Bunun üzerine
âbid olan arkadaşı: "Zannederim seni kadı yapmak için çağırıyorlar. Çünkü
Kurtuba kadısı vefât etti. Şimdi orası kadısız kaldı" dedi. Muhammed bin Beşîr
bunu duyunca, böyle bir iş için çağırılmış olabileceğine Kalbi yattı. Âbid
arkadaşına: "O zaman seninle bu mevzuda istişare edeyim. Bana bu hususta ne
tavsiye e-dersin? Bana, sence doğru olan nedir söyle?" dedi. Âbid: "Öyleyse, ben
sana ba'zı suâller sorayım. Ama bana doğru cevap ver ki, sana işin doğrusunu
bildireyim" dedi. Muhammed bin Beşîr. "Nedir? o soracağın şeyler?" diye sorunca,
o âbid zât, "Senin, tatlı ve lezzetli yiyecekleri yemek, yumuşak ve güzel
elbiseler giymek, yaya olarak gitmekle aran nasıl?" diye sordu. Muhammed bin
Beşîr ona cevaben: "Bunlara hiç önem vermem" deyince, o âbid olan zât, birinci
suâl bu dedi. Sonra "Mal, mülk sahibi ve şehvet celbedici kimselerden faydalanma
temayülün var mıdır?" diye sordu. O da böyle şeylere tenezzül etmeyip,
hatırından bile geçirmediğim söyledi. Âbid arkadaşı, bu suâllerimin ikincisi
idi, dedi. Üçüncü olarak "İnsanların seni medhetmesini ve övmesini istiyor
musun? Onlar seni yalnız bırakıp, iltifat etmemelerinden dolayı üzülüyor musun?
Makam ve mevki sahibi olmayı seviyor musun?" diye sordu. Onun bu suâle cevâbı:
"Vallahi hak mevzubahis olunca, ne kınayanın kınamasına, ne de medih eden
kimsenin medih ve övmesine aldırırım. Bunlara hiç itibar etmem, makam ve mevki
düşkünü değilim, insanlar, hak üzere olduğum için benden yüz çevirirlerse,
bundan hiç mahzûn olmam (üzüntü duymam)." Bu cevapları dinliyen âbid zât: "Madem
ki böylesin, kadılığı kabul edebilirsin. Bunda hiç bir mahzur görmüyorum" dedi.
Eserlerinden
ba'zıları:
1. Kudât-u
Kurtuba, 2. Ahbâr-ul-fukahâ vel-muhaddisîn, 3. El-İttifâk vel-ihtilâf fî
mezheb-i Mâlik, 4. El-Fütyâ 5. En-Neseb, 6. Târih-ül-ulemâ-il-Endülüs, 7.
Târih-ül-Afrikiyyîn, 8. Tabakât-ü fukahâ-il-Mâlikiyye 9. El-mevlid vel-vefât
KAYNAKLAR
1) El-A'lâm cild-5, sh-75
2) Tezkiret-ül-hüffâz cild-3, sh-1001
3) Kudât-u
Kurtuba
|