Şâfiî
âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Muhammed bin Ali bin İsmâil olup, künyesi Ebû
Bekr'dir. 291 (m. 903) senesinde Semerkand'a bağlı bir yer olan Şâş'da doğup,
365 (m. 975) senesinde yine burada vefât etmiştir. Başka bir Kaffâl daha vardır.
Bu da Şâfiîlerin büyük âlimlerindendir. İmâm-ı Haremeyn'in pederi Ebû Muhammed
el-Cüveynî'nin hocasıdır. 417 (m. 1026)'de 90 yaşında Sicistan'da vefât
etmiştir. İsmi, Ebû Bekr Abdullah bin Ahmed el-Marvezî'dir. Buna Keffâl-i sagîr
denir. Keffâl-i kebîr, fıkıh, tefsîr, hadîs kelâm, usûl ve furû', lügat ve
şiirde derin bir âlim idi. Zamanında, Mâverâünnehr'de, Şâfiî âlimleri arasında
bir benzeri yoktu. İlminin yüksekliği kadar, zühd ve takvası da pek fazla idi.
Ebû Bekr bin Huzeyme, Muhammed bin Cerîr, Ebû Kâsım Begâvî, Ebû Arûbe el-Harrânî
ve daha birçok âlimden ilim almıştır. Kendisinden de, Hâkim, İbn-i Mende, Ebû
Abdurrahmân es-Sülemî ve daha başkaları ilim almıştır. Ebû İshâk, onun İbn-i
Süreyc'den ders aldığını söylemiş ise de, İbn-i Salâh: "En açık olanı Kaffâl'in,
Süreyc'e yetişmemiş olduğudur. Çünkü, İbn-i Süreyc'in, Kaffâlin Bağdâd'a
girmesinden önce vefât ettiği bildirilmektedir. Kaffâl, ilim için bir çok
yolculuklar yapmış, Horasan, Irak ve Şam'ı dolaşmış, ismi her tarafa yayılmış,
sözü her yerde edilir olmuştur. Tefsîr, fıkıh ve hadîs ilimlerinde eserleri
vardır. Eserlerinden ba'zısı, Tefsîr-u Kur'ân-ı kerîm, Mehâsin-üş-Şerîa ve
Edeb-ül-kazâ ve Şerh-ur-Risâ'dir.
Alimlerin
hakkında söyledikleri: İmâm-ı Nevevî (r.a.) "Kaffâl; tefsîr, hadîs, usûl-i fıkıh
ve kelâm ilimlerinde ismi geçen büyük bir âlimdir."
Hâfız Ebû Kâsım
bin Asâkir (r.a.): "Onun önce doğru yoldan ayrılıp, sapık olan mu'tezile
i'tikâdına kaydığı, fakat sonra (Ehl-i sünnetten olan) Eş'arî mezhebine döndüğü
bana ulaştı."
Subkî der ki:
"İbn-i Asâkir'in bu rivâyetini gördükten sonra çok rahatladım. Fakat Kaffâl'in,
bir ara mu'tezile i'tikâdına meyletmesi, Ehl-i sünnet akîdesine doğru giderken
yaptığı bir sürçmedir. Fakat, bid'at ve dalâletten döndükten sonra artık onu
kınamak olmaz."
Hâkim Ebû
Abdullah: "Kaffâl, fakîh (fıkıh âlimi), edîb (edebiyatçı), Mâverâünnehr'de,
Şâfiîlerin en büyük âlimi, usûl-i fıkhı en iyi bilen, hadîs-i şerîf ilmi tahsil
etmek için en çok yolculuk yapan bir âlimdir."
Büyük âlim Ebû
Muhammed, "Şerh-ur-Risâle" kitabında şöyle anlatır: "Kaffâl, kelâm ilmini İmâm-ı
Eş'arî hazretlerinden aldı. İmâm-ı Eş'arî hazretleri de ondan fıkıh ilminde
istifâde etti."
Subkî (r.a.)
der ki: "Ebû Muhammed'in bu sözü, Kaffâl'in kelâm ilmini bildiğine delâlet
ettiği gibi, aynı zamanda onun i'tikâdda İmâm-ı Eş'arî'ye tâbi olduğunu
gösterir. Sanki Kaffâl, Mu'tezile'nin yanlış i'tikâdından dönüp, İmâm-ı
Eş'arî'den (r.a.) kelâm ilmi dersi almaya başladığı zaman, İmâm-ı Eş'arî (r.a.)
bir hayli yaşlı idi. Aynı zamanda İmâm-ı Eş'arî (r.a.) kelâm ilminde imâm
derecesinde idi. Eş'arî hazretlerinin Kaffâl'den, fıkıh ilminden okuması,
Kaffâl'in de fıkıh ilminde mertebesinin çok yüksek ve kendisinden ilim
alınabilecek derecede âlim olduğunu gösterir."
Kaffâl'in bir
şiirinin tercümesi ve açıklaması şöyledir:
"Benim evim,
gelen herkese açıktır. Benim azığımdan herkes yiyebilir. Yanımızda ne varsa onu
misafirimize ikrâm ederiz, isterse bu, sirke ve bakla olsun. Fakat asil olan
kişi bundan memnun kalır. Bayağı kişi ise bunu az görür."
Kaffâl,
muharebe meydanlarında kılıcı ile çarpıştığı gibi, ilmiyle ve kalemiyle de İslâm
düşmanlarına gereken cevâbı vermiştir. Anlatılır ki Müslümanlarla Bizanslılar
arasında bir muharebe olmuş, bu muharebeye Horasan ve Mâverâünnehr müslümanları
da katılmıştır. Büyük âlim Kaffâl de bunlar arasında bulunuyordu. Bu sırada,
Bizanslıların kumandanı bir kasîde yazdırıp, İslâm memleketlerine gönderdi. Bu
kasîdede, müslümanlar ayıplanıp, kınanıyor, bir takım tehdîdler yer alıyor,
müslümanların birçok yerleri ellerinden çıkardıktan anlatılıyordu. O şiire iyi
bir cevap vermek lâzımdı. Orduda Horasan, Medâin ve Şamlı edebiyatçı ve şâirler
de bulunuyordu. Yazılan cevabî şiirler arasında en beğenileni Kaffâl'inki oldu.
Bir müslüman
âlim, bu harbde Bizanslılara esir düşmüştü. Kaffâl'in cevap olarak yazdığı
şiirin, Bizanslıların eline geçmesinden sonraki durumu şöyle anlatır: Bu kasîde,
İstanbul'a gelince, şehrin ilim adamları toplanmışlar kasîdenin yüksek bir
edebiyatla yazıldığını görerek hayrette kalmışlar, onun nereli olduğunu
sormuşlar, müslümanlar arasında, böyle kimselerin bulunduğunu bilmiyorduk,
demişlerdir.
Kaffâl'in
yazmış olduğu şiirin açıklamasının bir kısmı şöyledir:
"Bana münazara
usûllerinden haberi olmayan birinin sözü ulaştı. Kendisine, lâyık olmadığı
vasıfları vererek yalan söylemiş. Kendisini temiz kral diye anlatıyor. Halbuki
kalbi şirk kiri, elbiseleri de görünen kirlerle kirlenmiş bir kimse, nasıl temiz
olur? O, ben mesîhîyim diyor. Halbuki o dediği gibi değildir. Kalbi kaskatı
olmuş, çoluk çocuk demeden öldüren bir kimse, Hz. Îsâ gibi mübârek ve merhametli
bir Peygamberin yoluna nasıl tâbi olur. Temiz ve Hz. Îsâ'ya (a.s.) tâbi olduğunu
söyliyen bir kimsenin, zâlim, fâcir olması, haksızlıklara meyletmesi mümkün
müdür? Eğer hakkı bulmak istiyorsan, yavaş hareket et, zulüm yapma, Allahü teâlâ
sana hidâyet (doğru yol) ihsan eder. Aslı olmayan elbiseyi giyen gibi, kendinde
olmayan şeyle kibirlenme. Biz, sizin bizden aldığınız yerleri fazlasıyla aldık.
Sizi geldiğiniz gibi kovduk. Biz, bizde olan (müslümanlık; ni'metinden dolayı
sizden çok üstünüz. Sen, fethedeceğinizi söylediğin birçok yerler saydın.
Halbuki, bunlar rü'yâ gören kimsenin gördüğü şeylerdir. Kim ki, putperestliği
yaymak için şarkı ve garbı fethetmeği dilerse, o kötü ve habîs insandır. Allahü
teâlâ, Îsâ'nın da (a.s.) yaratıcısıdır. Allahü teâlâ, Îsâ'ya (a.s.) ölüleri
diriltme mu'cizan vermiştir. Hz. Îsâ'ya (a.s.) inen İncil de bu sözümüzü
bildirmekte, bütün Peygamberlerden sonra son Peygamberin geleceği
müjdelenmektedir. Hz. Muhammed Mustafâ (s.a.v.) ve diğer Peygamberler, hepsi
vefât etti. Ancak, onun vefâtı geciktirilmiştir. O zaman gelince, o da diğer
peygamberler gibi vefât edecektir. Halbuki siz Hıristiyanlar, Hz. Îsâ'nın ö-lümü
tattığını söylüyorsunuz. Yahyâ, Zekeriyyâ ve diğer peygamberler Allahü teâlânın
indinde kıymetli kullarıdır. Hakkın doğrunun Arabdan ve Acemden yardımcıları
vardır. Allahü teâlâ, Seyfuddevle'ye hayırlar versin. Ona lütuf ve ihsanlarda
bulunsun. Mensûr bin Nûh'a devamlı selâmet versin.
Bu ikisi,
İslâmı ve müslümanları her türlü tehlikeye karşı muhafaza ettiler. Kim
Bizanslıların kumandanına benim nasîhatimi iletir? Onun üzerine genç ihtiyar
bütün Horasanlılar geliyor, gâzîler, şehîd olmak için koşuyor. Eğer haktan yüz
çevirilirse, hak her zaman açık ve ortadadır. Geliniz ey Bizanslılar! Aramızda
kılıcına hâkim yapalım. Çünkü o, en âdil bir hâkimdir. Allahü teâlâ bize
mükâfatlar versin. O, bizim için kâfi ve bizi koruyucudur. Allahü teâlâdan lütuf
ve ihsâniyle, feth-i Kos'tantiniyye'yi nasîb etmesini diliyoruz."
KAYNAKLAR
1) Tabakât-ül-müfessirîn cild-2, sh-196
2) Tehzîb-ül-esmâ vel-lüga cild-2, sh-282
3) Şezerât-üz-zeheb cild-3, sh-51
4) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-3, sh-200
5) Tabakât-üş-Şirâzî sh-91
6) Tabakât-ül-müfessirîn (Süyûtî) sh-36
7) Vefeyât-ül-a'yân cild-4, sh-200
|