Evliyânın
büyüklerinden. İsmi Hüseyn bin Ali bin Yezdânyâr olup, lakabı Ebû Bekr'dir.
Urmiyelidir. Hadîs rivâyet ettiği zâtlardan dördüncü asırda yaşadığı
anlaşılmaktadır. Tasavvufta, kendisine has tâkibettiği bir yolu vardı.
Haramlardan ve şüphelilerden çok sakınır, devamlı mubahların fazlasını terk
ederdi. Zâhiri ilimlerde de âlimdi.
Kendisine "Haya
(utanmak) nedir?" diye sordular. Onlara şöyle buyurdu: "Hayanın çok yönleri
vardır. Bunlardan; meleklerin hayası ki, onlar, "Yâ Rabbî! Sübhânsın, sana lâyık
bir ibâdeti yapamadık" diyerek kusurlu olduklarını bildirirler. Buna "Kusur
hayası" denir.
İsrâfil
aleyhisselâmın hayası ki, Allahü teâlânın büyüklüğü karşısında utancından
kanatlarını sarkıtır. Buna "İclâl hayası" denir.
Birgün
müşriklerden Abine bin Hısn-ı Fezârî, Peygamber efendimizin huzuruna geldi. O
sırada Hz. Âişe validemiz de oradaydılar. Peygamber efendimiz (s.a.v.),
Fezârî'nin geldiğini görünce, Hz. Âişe'yi görmemesi için, Hz. Âişe'nin önüne
geçtiler. Peygamberimizin, bu yaptığına "Gayret hayası" denir.
Allahü teâlâ,
Kur'ân-ı kerîmde meâlen "... Peygamberin evinde yemeğinizi yedikten sonra
dağıtınız. Söz konuşmak, sohbet etmek için de izinsiz girmeyiniz. Çünkü bu,
Peygamberlere eziyet veriyor, (sonra "çıkın" veya "girmeyin" demeğe)
sizden utanıyor..." (Ahzab: 53) işte buna "Kerem hayası" denir.
Mûsâ
aleyhisselâm, dünyâlık işleri Allahü teâlâdan istemeye utanıp, "Yâ Rabbî! Ba'zı
dünyâlık ihtiyaçlarım oluyor, fakat istemekten haya ediyorum" deyince, cenâb-ı
Hak da "Yâ Mûsâ! Hamurun tuzundan, merkebin otuna kadar, ne ihtiyâcın varsa
benden iste..." buyurdu. Mûsâ aleyhisselâmın bu hayasına "İstihkâr" denir.
Eshâb-ı kirâm
(r.anhüm), "Yâ Resûlallah! Hz. Osman ile olunca, bizim yanımızda oturduğunuz
gibi oturmuyorsunuz. Hikmeti nedir?" diye sordular. Buyurdu ki: "Osman öyle
bir kimsedir ki, melekler dahi ondan haya eder, ben nasıl etmiyeyim?" işte
buna "Vekar hayası" denir.
Allahü teâlâ,
Îsâ aleyhisselâma, "Yâ Îsâ! Önce nefsine öğüt ver, sonra insanlara. Aksi hâlde
benden utan" buyurdu. Bu utanmaya "Murakabe hayası" denir.
Mi'râc'da namaz
elli vakit farz olduğunda, Hz. Mûsâ, Peygamber efendimize (s.a.v.), "Ümmetin
dayanamaz. Allahü teâlâdan azaltılmasını dile" deyince, Resûlullah efendimiz
(s.a.v.) de beş vakte kadar indirtmişti. Hz. Mûsâ, "Bu dahi çoktur" deyince
Peygamber efendimiz (s.a.v.), "Artık bunu da azaltmasını istemekten utanırım"
buyurdular. İşte buna "Müracaat hayası" denir.
Haramlardan
sakınanlar hakkında cenâb-ı Hak şöyle buyurdu: "Ben halkı hesaba çektiğim
zaman, onları hesaba çekmekten utanırım." Bunu Peygamber efendimiz (s.a.v.)
haber verdi. Buna da "İhsan hayası" denir.
Peygamber
efendimiz (s.a.v.), "Allahü teâlâ, (Ben azîmüşşân, İslâm'da ağaran saç ve
sakala azâb etmekten haya ederim) buyurdu." Bu hayaya "Rahmet hayası" denir.
Hz. Ebüdderdâ,
Humus halkına, "Siz Allahü teâlâdan utanmaz mısınız? Oturamıyacağınız binalar
yapıyorsunuz. Yiyeceğinizden çok mal biriktiriyorsunuz, ömrünüz boyunca
ulaşamayacağınız uzun e-meller peşinde koşuyorsunuz" buyurdu, işte bu utanmaya
da "Gurur hayası" denir.
Resûlullah
efendimiz "Haya îmândandır. Haya Cennettedir "buyurdular. Burada anlatılan
hayanın adı da, "îmân hayâsı"dır.
Bir de rinet
(süs) hayası vardır ki, kimde bulunursa onu süsler. Hadîs-i şerîfte: "Rıfk,
bulunduğu yere sâdece süs getirir" buyuruldu. Bu ruhu süsleyen bezeyen bir
hayadır."
Bir kimse
kendisinden nasîhat istediğinde ona, "İnsanlar arasında kalmak zorunda kalırsan,
kalb kırmaktan sakın. Çok sakın... Öyle dikkatli ol ki, Allahü teâlânın rahmet
nazarından düşürecek bir harekette bulunmayasın. Edeb dışı bir sözün ve
hareketin sebebiyle sana göz dikmesinler."
Buyurdu ki:
"Cenâb-ı Hakkın tövbe kapısı devamlı açıktır. Bir hatâ ve bir kusur meydana
çıkar, bir günaha duçar olursan, hemen Allaha yönel. Senden beklenen budur.
Şayet bu şekilde yaparsan, Rabbimiz fadlı ve keremiyle kabul buyurur."
"Melekler
semânın bekçileri, muhaddisler sünnetin bekçileri, evliyâ da Allahü teâlâya
giden yolun bekçileridir."
Allahü teâlâya
kavuşmak için ne yapmalıdır? diye soranlara "Allahü teâlânın rızâsından başka
birşey düşünmemeli, nefsinin isteklerini ve heveslerini bir daha hiç yapmamalı,
terk ettiği günahlara dönmemelidir" buyurdu.
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-10, sh-363
2) Tabakât-üs-sûfiyye sh-406
3) Nefehât-ül-üns sh-261
|