Hadîs âlimi.
Künyesi Ebû Abdullah olup, adı Muhammed bin İshâk bin Muhammed bin Yahyâ bin
Mende bin Velîd el-Abdî'dir. Annesi Abdileyl kabilesinden olduğundan, dayılarına
nisbetle Abdî denilmiştir. Dedesi, Eshâb-ı kirâm zamanında İsfehân'ın fethinden
sonra Abd-i Kaysoğullarının kölesi iken müslüman oldu. Dedesi Mende, İsfehan'da
ba'zı zekât memurlarının vekili olup, halife Mu'tasım zamanında vefât etti. Az
hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Oğlu Yahyâ ve torunları ise büyük hadîs âlimi
olmuşlardır. İbn-i Mende 310 (m. 922) senesinde İsfehân'da doğmuştur. İsfehân ve
diğer beldelerde, sayısı binyediyüze ulaşan âlimden ilim tahsil etmiş ve hadîs-i
şerîf dinlemiştir. Hadîs-i şerîf öğrenmek için hiçbir sıkıntıdan kaçınmayan
İbn-i Mende; Nişâbûr, Semerkand, Mekke, Medine, Şam, Mısır ve daha pekçok İslâm
memleketlerini dolaştı. Kıymetli kitaplar te'lif eden ve târih alanında da derin
bir bilgiye sâhib olan İbn-i Mende 395 (m. 1005) yılında Safer ayında İsfehân'da
vefât etti.
Bütün
akrabâları hadîs âlimi olan İbn-i Mende; babasından, amcasının oğlu Abdurrahmân
bin Yahyâ Ebû Ali Hasen bin Ebî Hüreyre ve İsfehân'daki pek çok âlimden, ayrıca
Muhammed bin Hasen el-Kettân, Abdullah bin Ya'kûb el-Kirmânî, Ebû Ali
el-Meydanî'den; Nişâbûr'da, Ebû Hâmid bin Bilâl, Muhammed bin Hüseyn
el-Esâm'dan; Bağdâd'da İbnü'l-Buhtûri ve İsmâil es-Saffâr'dan; Şam'da, Hayseme
bin Süleymân'dan; Mekke'de Ebû Sa'îd İbnü'l-Arabî'den; Mısır'da Ebû Tâbir
el-Medinî'den; Semerkand'da, Heysem bin Kuleyb'den ve daha pek çok âlimden
hadîs-i şerîf öğrenmişdir. Hâfız ve büyük âlim Abdurrahmân bin Ebî Hatim gibi
birçok âlimden de icâzet (diploma) almıştır.
İbn-i Mende'den
ise; Ebû Abdullah el-Hâkim, Ebû Abdullah Gancâr, Ebû Sa'd el-İdrîsî, Temmâm
er-Râzi, Hamza es-Sehmî, Ebû Nuaym, Ahmed İbni Fadl el-Baturkânî, Ahmed bin
Mahmûd es-Sekafî, Ebü'l-Fâdl Abdurrahmân bin Ahmed İbni Bendar, Ebû Osman
Muhammed bin Ahmed bin Verka, oğulları Abdurrahmân, Abdülvehhâb, Ubeydullah ve
birçok âlim ilim öğrenmiş ve hadîs-i şerîf dinlemiştir. Hadîs-i şerîf için uzun
yolculuk yapanların sonuncusu olan İbn-i Mende, Muksirûn denilen; hıfzından
(ezbere) çok hadîs-i şerîf rivâyet eden âlimlerin de sonuncusudur. Sika (sağlam,
güvenilir) ve sadûk (rivâyet ettiği hadîs-i şerîflere itimad edilir) bir zât
idi.
İbn-i Mende
hakkında; Şeyh-ül-islâm Abdullah-ı Ensârî: "İbn-i Mende, İslâm âlimlerindendir.
Hadîs hâfızı ve imamıdır." İbn-i Hallikân: "Meşhûr hadîs hâfızı İbn-i Mende,
Târih-i İsfehân'ın sahibidir. Sika (güvenilir) hâfızlardan biridir." Ebû İshâk
bin Hamza el-Hâfız: "Onun benzerini görmedim." Ca'fer el-Müstagfirî: "Ondan daha
hadîs hâfızı olanı görmedim." Ebû Nuaym: "O, hadîs hâfızıdır" ve Umeyr es-Senâî,
"O dağ gibi büyük âlimdi." Beter-kânî; "Ebû Abdullah İbni Mende, hadîs ilminde
imâm idi." Ebû Ali el-Hâfız, "İbn-i Mende, hadîs ilminde hâfız olan önce ve
sonraki âlimlerin bayrağı idi. Onda herhangi bir kusur görülmüş müdür?" Ebû
Nuaym ise, "İbn-i Mende, hadîs ilminde bir dağ gibi sağlam ve kuvvetli idi"
demişlerdi. İbn-i Mende, hadîs ilminde hâfız (yüzbin hadîs-i şerîfi râvileriyle
birlikte ezberleyen) idi. Âlimler ittifakla "İbn-i Mende, işittiği hadîsler
işitilmemiş, topladığı hadîsler toplanılmamış hadîs hâfızlarından biridir"
demişlerdir.
Yaptığı
seyahatlerden 40 deve yükü yazdığı notlarla dönmüştür. Bu durumu oğlu şöyle
açıklamaktadır: "Babam Ebû Sa'îd bin el-Arabî'den bin sahîfe, Hayseme'den bin
sâhife, el-Esâm'dan bin sahife, el-Haysem eş-Şâşî'den bin sahife not tutmuştur."
Basra'da iken
kendisine, ba'zı hadîs âlimlerini görmediği, istifâde edemediği söylenince,
cevâbında "Biz Basra'daki âlimlerin pek çoğunu işittik. Onlardan pek
kaçırdığımız olmadı" buyurdu. Birgün kendisine kaç muhaddisden hadîs-i şerîf
dinlediği sorulunca, "Beşbin büyük âlimden dinledim" cevâbını vermiştir. Hâfız
Ahmed bin Ca'fer "Binden fazla âlimden hadîs-i şerîf yazdım. İbn-i Mende'den
hıfzı daha kuvvetli olan yoktu" buyurmuştur. Hirat'ın büyük âlimi İsmâil
el-Ensârî; "İbn-i Mende, zamanının en önde gelen âlimidir" demiştir. İbn-i
Mende, "Hadîs-i şerîf dinlemek için, şark ve garbı iki defa dolaştım"
buyurmuştur.
İbn-i Mende,
Talha bin Ubeydullah'dan şöyle haber veriyor: "Ormanda idim. Akşam oldu.
Abdullah bin Âmir bin Hizâm'ın kabri yanına oturdum. Kabirde çok güzel sesle
Kur'ân-ı kerîm okunduğunu işittim. Gelip Resûlullaha (s.a.v.) haber verdim.
Resûlullah (s.a.v.) "O Abdullahtır,
Allahü teâlâ ruhları kabz edince, Cennetdeki yerlerinde muhafaza olunur. Her
gece sabaha kadar, kabirlerine bırakılır"
buyurdu.
İbn-i Mende
hazretlerinin rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerde Peygamber efendimiz (s.a.v.)
buyuruyorlar ki:
"Birinizin
kabına köpek ağzını soktuğu zaman, o kabı yedi sefer su ile ve bir sefer toprak
ile temizlesin."
"Yaptığınız
işler, kabirde olan yakınlarınıza ve tanıdıklarınıza bildirilir. İyi işlerinizi
görünce sevinirler. Böyle olmayan işleriniz için, yâ Rabbî! Bizi doğru yola
kavuşturduğun gibi, bu kardeşimizi de kavuştur. Ondan sonra, ruhunu al! derler."
"Ey
insanlar! Ben Ebû Bekr'den razıyım. Bunu ona bildirin. Ey insanlar! Ben, Ömer,
Ali, Osman, Talha, Zübeyr, Sa'd, Sa'îd, Abdurrahmân bin Avf dan râzıyım. Bunu
onlara bildirin. Ey insanlar! Eshâbım, bilhassa kayınpederlerim ve dâmâdlarım
hakkında bana riâyet ediniz. Hiç biriniz onlardan hak talep etmesin. Çünkü o
haklar öyle haklardır ki, yarın kıyâmet günü bağışlanmazlar."
İbni Mende
şöyle rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.), Eshâbını sadaka vermeye teşvik ettiği
zaman, herkes gücü yettiği kadar, sadaka olarak birşeyler getirdiler. Eshâb-ı
kirâmdan Utbe bin Zeyd "Allahım! Sadaka olarak vereceğim hiç malım yok. Ben de
sadaka olarak, kullarından şeref ve haysiyetime tecâvüzde bulunanları
affediyorum" dedi. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Eshâbına, "Kendisine yapılan
tecâvüzleri dün akşam bağışlayan nerede?" diye sordu. Bunun üzerine Utbe bin
Zeyd ayağa kalktı. Resûlullah efendimiz de (s.a.v.) "Sadakası kabul olundu"
buyurdu.
İbn-i Mende,
Ebû Raşid bin Abdurrahmân'ın (r.a.) şöyle anlattığını, naklediyor: Kabilemiz
adına yüz kişi, Peygamber efendimiz (s.a.v.) ile görüşmek için gittik. Beraber
geldiğimiz arkadaşlarım "Ebû Muâviye, önce sen Peygamberin yanına git. Eğer ilgi
görürsen bize haber ver, biz de yanına gidelim. Eğer ilgi görmezsen, hep beraber
geri dönelim diyerek, önce beni gönderdiler. Peygamber efendimizin (s.a.v.)
huzuruna çıkınca: "İyi sabahlar yâ Muhammed" dedim. Peygamber efendimiz (s.a.v.)
"Bu müslümanların selamı değildir" buyurdu. Ben de "Müslümanların selâmı
nasıldır, yâ Resûlallah?" diye sordum. Peygamber efendimiz (s.a.v.) "Müslüman
bir müslümanla karşılaştığı zaman, esselâmü aleyküm ve rahmetullah desin"
buyurdu. Ben de "Esselâmü aleyke yâ Resûlallah ve rahmetullahi ve berekâtüh"
dedim, Peygamber efendimiz (s.a.v.): "Ve aleykümselâm ve rahmetullahi ve
berekûtühû" diyerek selâmımı aldıktan sonra "İsmin nedir? Kimsin?"
buyurdu. "Lat ve Uzza'nın kulunun oğlu Ebû Muâviye'yim" diye cevap verdim.
Resûlullah (s.a.v.) bana, "Sen Rahman olan Allahü teâlânın kulunun oğlu Ebû
Râşid'sin" buyurdu. Büyük izzet ve ikrâmda bulundu. Beni yanıbaşında
oturttu. Cübbesini bana giydirdi. Ayakkabıları ile asasını bana hediye etti.
Bunun üzerine ben de müslüman oldum. Yanımdakiler Peygamber efendimize (s.a.v.)
"Yâ Resûlallah, bu zâta ne kadar ikrâmda bulundun?" diyerek hayretlerini
belirttiler. Resûlullah (s.a.v.) "Bu, kavminin ileri gelenidir. Size bir
kavmin büyüğü gelirse, ona izzet ve ikrâmda bulunun." buyurdu.
Abdurrahmân bin
Ebî Ukayl'den şöyle naklediyor: Sakîf heyetiyle birlikte Peygamber efendimizin
(s.a.v.) huzuruna geldim. Develerimizi kapının önünde çöktürdük. İçeri girerken
herkese kızgın kızgın bakıyorduk. Fakat dışarı çıkarken sevmediğimiz kimse
kalmadı. İçimizden birisi, "Ey Allah'ın Peygamberi! Rabbinden kendin için Hz.
Süleymân'ın (a.s.) saltanatı gibi bir saltanat isteseydin ya!" deyince,
Peygamber efendimiz (s.a.v.) bu soruya gülerek şöyle cevap verdi:
"Bana verilen, Allah katında Süleymân'ın
saltanatından daha üstündür. Zîrâ, Allahü teâlâ gönderdiği her peygambere bir
duâ hakkı tanımıştır. Onlardan ba'zıları dünyâyı istemişler. Bunlara dünyâ
verilmiştir. Bir kısmı, isyan etmeleri sebebiyle kavmine bedduâ etmiş. Kavmi de
bu yüzden helâk edilmiştir. Ben ise, Allahü teâlânın bana verdiği bu hakkı,
kıyâmet günü ümmetime şefâat etmek için kullanacağım"
Muhammed bin
İbrâhîm et-Teymî'den, İbn-i Mes'ûd'un kendisine şöyle anlattığını nakletti:
Tebük savaşı esnasında bir gece kalktım. Karargâhın bir tarafında bir ateş
yandığını gördüm. Hemen o tarafa doğru yürüdüm. Gördüm ki, Peygamber efendimiz
(s.a.v.), Ebû Bekr (r.a.) ve Ömer (r.a.) oradaydılar. Zülbicadeyn Abdullah vefât
etmiş, onun için mezar kazmışlardı. Resûlullah efendimiz (s.a.v.) kabre inerek
onu yerleştirdi. Üzerine toprak attıktan sonra, "Allahım! Ben, bu akşama
kadar ondan memnundum. Sen de ondan hoşnut ol!" diye duâ etti.
Ebza
el-Hezaî'den (r.a.) şöyle rivâyet ediyor: "Birgün Resûlullah efendimiz (s.a.v.)
halka nasîhat veriyordu. Müslümanlardan bir grubu meth-ü sena ettikten sonra
şöyle buyurdu: "Komşularına dîni öğretmeyenlere, anlatmayanlara, Allahü
teâlânın emirlerini bildirip yasaklarından sakındırma-yanlara komşularından
dinlerini öğrenmeyenlere, anlayıp muhakeme etmeyenlere ne oluyor? Her kavim
komşularına dîni anlatsın ve öğretsin. Onlara Allahü teâlânın emirlerini
bildirip, yasaklarından sakındırsın. Dîni bilmeyen kavimler de, komşularından
öğrensinler. Derin bir anlayışa kavuşsunlar, öğrendiklerini muhakeme etsinler.
Eğer böyle yapmazlarsa, dünyâda onlara gereken cezayı veririm" buyurdu ve
minberden indi. Bunun üzerine orada bulunanlardan bir kısmı, "Peygamber
efendimizin bu sözüyle kasdettiği hangi kabiledir acaba?" dediler. Diğer bir
kısmı ise, "Bunlar, Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin mensûb olduğu kabiledir. Çünkü onlar
fakîhdirler. Onların vahalarda ve çöllerde yaşayan câhil komşuları vardır"
dediler. Bu kabileye mensûb olanlar bu sözleri işitince, Peygamber efendimizin
(s.a.v.) yanına gelerek, "Yâ Resûlallah! Başkalarını hayırla anarken, bizi kötü
olarak anmış-sınız. Biz ne yaptık?" dediler. Peygamber efendimiz (s.a.v.)
"Bir kavim, komşularına öğretmeli, onlara İslâmı anlatmalı, ikaz etmeli, onlara
iyi şeyleri emredip kötü şeylerden de uzaklaştırmalı-dır. Dîni bilmeyen kavim de
öğrenmeli, anlamak ve muhakeme etmelidir. Aksi halde dünyâda onlara gereken
cezayı veririm" buyurdu. Onlar, "Başkalarına dîni biz mi öğreteceğiz"
dediler. Peygamber efendimiz (s.a.v.) sözlerini aynen tekrar etti. Onlar da yine
aynı şekilde sordular. Peygamber efendimiz (s.a.v.) sözlerini yine tekrar
edince, bu defa "O zaman bize bir yıl süre ver" dediler. Peygamber efendimiz
(s.a.v.) onlara, komşularına dinin emir ve yasaklarını öğretmeleri için bir yıl
süre tanıdı. Sonra Kur'ân-ı kerîmden meâlen şu âyet-i kerîmeyi okudu:
"İsrâiloğullarından kâfir olanlara, hem Dâvûd'un, hem de Meryemoğlu Îsâ'nın dili
ile la'net olundu. Bunun sebebi, isyan etmeleri ve hakkın sınırını aşmış
olmalarıydı. Onlar, birbirlerini yaptıkları fenalıktan alıkoymazlardı. Gerçekten
ne kötü iş yapıyorlardı!" (Mâide sûresi: 78-79).
Pekçok kıymetli
eser yazan İbn-i Mende'nin en meşhûr eseri Târih-i İsfehân'dır. Ayrıca tasavvuf
hâllerini ve edeblerini anlattığı Sıfât-ut-tasavvuf, nesebler hakkında ma'lûmat
verdiği el-Müttefîk vel-müfterik, el-Hucce âlâ târih-il-mihce ve
Mu'cem-ül-Buldân, Musannef fî tabakât-is-Sahâbe vet-Tâbiîn, Esmâ-üs-Sahâbe,
en-Nâsih ve'l-mensûh, Fet'h-ül-bâb fil-kûnye vel-elkâb, el-İmân âlâ
resm-il-ittifâk vet-tefrîk adlı eserleri vardır..
KAYNAKLAR
1) Lisân-ül-mîzân cild-5, sh-70
2) El-Vâfi
cild-2, sh-190
3) El-Kâmil fit-târih cild-9, sh-66
4) El-Muntazam cild-7, sh-232
5) Şezerât-üz-zeheb cild-3, sh-146, cild-2, sh-234
6) Nücûm-uz-zâhire cild-4, sh-213
7) Tezkiret-ül-huffâz cild-3, sh-220
8) Mızân-ül-i'tidâl cild-3, sh-26
9) Tabakât-ı Hanâbile cild-1, sh-328
10) El-A'lâm cild-6, sh-29
11) Mu'cem-üz-müellifîn cild-9, sh-42
12) Vefeyât-ül-a'yân cild-4, sh-289
13) El-Muhtasar fî ahbâr-il beşer cild-2, sh-71
14) Tam
İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye sh-932, 1019
15) Kıyâmet
ve Âhıret sh-21
16) Vehhâbîye Nasîhat sh-107
|