Hadîs
âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Muhammed bin Hibbân, künyesi, Ebû Hâtem'dir.
354 (m. 965) senesinde vefât etti. Zamanının en büyük âlimlerindendir. Üçyüz
senesinin başında ilim tahsil etmek için, yolculuklara başladı. Şaş ile
İskenderiye arasını dolaştı. Buralarda zamanın tanınmış âlimlerinden istifâde
etti. Dolaştığı ilim merkezleri ve buralarda faydalandığı âlimlerden bir kısmı
şunlardır: Best'de; Ebû Ahmed, İshâk bin İbrâhim el-Kâdı'dan, Herat'da; Muhammed
bin Osman bin Sa'd ed-Dârîmî'den, Merv' de; Muhammed bin Yahyâ bin Hâlid
el-Medînî'den, Rey'de; Ali bin Hasen bin Müslim er-Râzî'den, Tüster'de; Muhammed
bin Muhammed bin Yahyâ bin Züheyr el-Hâfız'dan, Basra'da; Ebû Ya'la
Zekeriyyâ'dan, Bağdâd'da; Hâmid bin Muhammed bin Şuayb el-Belhî'den, Mekke-i
mükerremede; Mufaddal bin Muhammed bin İbrâhîm el-Cündî'den ilim almıştır.
Ondan da;
el-Hâkim, Mensûr bin Abdullah el-Hâlidî, Ebû Muâz Abdurrahmân bin Muhammed bin
Rızk es-Sahtiyânî, Muhammed bin Ahmed bin Mensûr en-Nevgânî rivâyette
bulunmuştur.
Âlimlerin
hakkında söyledikleri: Hâkim Ebû Abdullah: "Ebû Hâtem, fıkıh, hadîs ve lügat
ilimlerinde çok derin bir bilgiye sahipti, iyi bir vâ'iz idi. Parlak bir zekâsı
vardı. Eserler yazdı. Özellikle hadîs-i şerîf ile alâkalı yazmış olduğu eserleri
pek kıymetlidir. Semerkand ve daha başka yerlerde kadılık yapmıştır. 334 (m.
945) senesinde Nişâbûr'a geldi. Cum'a günü namazdan sonra yanına gittik. Ondan,
bize hadîs-i şerîf öğretmesini istedik. O da bize, hadîs-i şerîf yazdırdı. Ben
de yazdım. Bir müddet yanımızda kaldı. Horasan'daki seyahatleri, eser yazmaya
başlayıncaya kadar devam etti."
Abdullah bin
Muhammed: "Ebû Hâtem bin Hibbân el-Besti her tarafta bilinen, hadîs ilminde
hâfızlık derecesine yükselmiş bir âlimdir. O, fıkıh, tıb, astronomi ve çeşitti
ilim dallarında da söz sahibi bir zâttır. Zamanında mevcut bulunan her ilim
dalında kitap yazmıştır."
Onun meşhûr
eserlerinden ba'zıları şunlardır:
es-Sikât,
Ravadât-ül-ukalâ el-Cerh vet-ta'dîl, Şuab-ül-îmân ve Kitâb-üs-salât'dır. İbn-i
Hibbân'ın bildirdiği hadîs-i şerîfler:
İbn-i Hibbân'ın
ma'nâsı üzerinde durup, tedkik ettiğini söylediği ve Ebû Hüreyre'nin (r.a.)
rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîf şöyledir: Peygamber efendimiz (s.a.v.) buyurdu
ki: "İmân yetmiş küsur kısımdır. Utanmak
da, imândan bir kısımdır."
Buhârî şârihi
(Buhârî hadîs kitabının açıklamasını yapan) Bedrüddîn Aynî, îmânı ve i'tikâd
bilgilerini hülâsa ederek yazmıştır. Bunlardan bir kısmı şöyledir:
1. Allahü
teâlâya, zâtına, sıfatlarına ve birliğine inanmak. 2. Allahü teâlânın
meleklerine, 3. Kitaplarına, 4. Peygamberlerine, 5. Âhıret gününe îmân etmek.
Kabirde suâl sorulması, kabir azabı, mahşer yerine gitmek, hesap vermek,
amellerin tartılması ve sırat köprüsünden geçmek gibi hususlara inanmak bu kısma
dâhildir. 6. Kadere, hayrın ve şerrin de Allahü teâlâdan olduğuna inanmak. 7.
Allahü teâlânın Cennet va'dine ve oradaki ebedî hayata îmân. 8. Allahü teâlânın
Cehennem ateşiyle tehdidine, Cehennem azabına ve bu azabın kâfirler hakkında
sonsuz olduğuna inanmak. 9. Allahü teâlâyı sevmek. 10. Allah için sevmek, Allah
için buğz etmek. Peygamber efendimizi (s.a.v.), O'nun bütün akraba ve temiz
neslini, muhacirler ve Ensâr bütün Eshâb-ı kirâmı sevmek, Allah için sevmeye
dâhildir. 12. Peygamber efendimize salevât getirmek ve O'nun sünnetine tâbi
olmak. 13. İhlâslı ve samîmi olmak. Riya ve münafıklık olan şeyi terk etmek. 14.
Günahlarına pişman olup, tövbe etmek. 15. Allahü teâlâdan korkmak. 16. Allahü
teâlânın rahmetini ümid etmek. 17. Allahü teâlânın rahmetinden ümid kesmemek.
18. Allahü teâlâya şükretmek. 19. Sözünde sâdık olmak. 20. Belâlara karşı
sabretmek. 21. Mütevazı (alçak gönüllü) olmak. Büyüklere hürmet göstermek. 22.
Şefkatli ve merhametli olmak. 23. Allahü teâlânın kazasına râzı olmak. 24.
Allahü teâlâya tevekkül etmek. 25. Kendini beğenmemek. Kendisini övmemek de buna
dâhildir. 26. Kin ve garazı terk etmek. 27. Hasedi terk etmek. 28.
Gazaplanmamak. 29. Hıyânet etmemek. Hîle ve sû-i zannı terk etmek de buna
dâhildir. Kısaca, burada zikredilmeyen kalb ile alâkalı bir iş bulunursa, onlar
bu saydıklarımızdan birisine dâhildir.
Dil ile alâkalı
olanlar: 1. Kelime-i tevhidi "Lâ ilâhe illallah Muhammeden resûlullah: Allahü
teâlâdan başka ilâh yoktur. Hz. Muhammed (s.a.v.) Allahü teâlânın kulu ve
Peygamberidir" diliyle söylemek. 2. Kur'âna kerîmi okumak. 3. İlim öğrenmek. 4.
Duâ etmek. 5. Allahü teâlâyı anmak, istiğfârda bulunmak (Allahü teâlâdan af ve
mağfiretini dilemek) da buna dâhildir. 6. Bâtıl ve boş sözlerden sakınmak.
Bedenin
emelleriyle alâkalı olanlar. Bunlarda üç kısımdır. Birinci kısım: Belirli
hususlara aittir. Ba'zıları şöyledir: 1. Temizlenmek, abdest almak, cünüplükten,
hayız ve nifastan temizlenmek gibi Beden, elbise ve yer temizliği de buna
dâhildir. 2. Namazı, dosdoğru kılmak. Farz, nafile ve kaza namazları da buna
dâhildir. 3. Zekât vermek. Farz olan zekât, sadaka-i fıtr ve cömerttik de buna
dâhildir. 4. Farz olan Ramazan-ı şerîf orucunu ve nafile orucu tutmak. 2.
Haccetmek, Umre de buna dâhildir. 6. İ'tikafa girmek. 7. Nezri ya'nî adadığı
şeyi îfâ etmek. 8. Keffâretlerini vermek. 9. Namazda ve namaz dışında avret
mahallerini (açılması günah olan yerlerini) örtmek. 10. Kurban kesmeyi adamışsa,
bu kurbanı kesmek. 11. Cenâze işlerine bakmak. 12. Borcunu ödemek. 13.
Alış-verişinde doğru hareket ederek, faizden sakınmak. 14. Doğru şâhidlikte
bulunmak.
İkinci kısım:
Kendisine bağlı olanlarla ilgili hususlar 1. Nikâhlanmak suretiyle, iffet ve
namusunu korumak. 2. Çoluk çocuğuna karşı hakları yerine getirmek. Hizmetçiye
iyi muamele de buna dâhildir. 3. Ana-babaya iyi muamele etmek. Onlara karşı
gelmekten sakınmak buna dâhildir. 4. Çocuklarına dinî terbiye vermek. 5.
Akrabayı ziyâret etmek. 6. Büyüklere itâat etmek.
Üçüncü kısım:
Umûmu ilgilendiren şeylerdir ki, ba'zıları şunlardır: 1. Hükümdarlığı adaletle
yürütmek. 2. Cemâate devam etmek. 3. İnsanların arasını bulmak. 4. İyilik
hususunda başkasına yardım etmek. 5. Emr-i ma'rûf ve nehy-i münker yapmak. 6.
Emâneti eda etmek. 7. Komşuya ikrâm etmek ve iyi muamelede bulunmak. 8. Herkese
iyi muamelede bulunmak. Helâlinden mal toplamak buna dâhildir. 9. Malı yerinde
harcamak, israftan sakınmak buna dâhildir.
İbn-i Hibbân'ın
bildirdiği diğer hadîs-i şerîflerden ba'zıları: Huzeyfe(r.a.), Resûlullahtan
(s.a.v.) şöyle bildirmektedir: "Lâ ilâhe illallah söyleyip, bu kelime-i
tayyibe üzere vefât eden kimse, Cennete girer. Allah için bir gün oruç tutup, bu
minval üzere vefât ederse, Cennete girer. Allah için sadaka verip, ömrü bunun
üzerine biten Cennete girer." Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) mübârek
vücûdları çürümez. Bu hususta Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
"Bir mü'min bana salevât o-kursa, bir melek o
salevatı bana getirip, ümmetinden falan oğlu filân sana salevât ve selâm
söyledi, der."
Usâme bin Şerik
rivâyet etti: Biz, Resûlullahın (s.a.v.) yanında oturuyorduk. Sanki
başımızın
üzerinde bir kuş varmış da konuştuğumuz zaman uçacakmış gibi, kimseden çıt
çıkmıyordu. Bu
sırada bir kaç kişi geldi. "Allahü teâlâ en çok kimi sever?" diye sordular.
Resûlullah da (s.a.v.) "Ahlakı en güzel olanı" buyurdu.
Ebû Zer rivâyet
ediyor: Resûlullah (s.a.v.) bana "Cuayl'i nasıl bilirsin?" dedi.Ben de:
"Fakîr bir insandır" dedim. "Falan hakkında ne dersin?" buyurdu."Efendi
bir adamdır" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.): "Cuayl, o dediğin
gibi,"' yeryüzü dolusu efendiden daha üstündür" dedi. Ben, "Yâ Resûlallah!
Falan da öyle zayıf îmânlı, fakat sen ona ikrâmlarda bulunuyorsun" dedim. Bunun
üzerine Resûlullah (s.a.v.) "O, kavminin reisidir. Kavmini İslâm'a ısındırmak
için ona öyle davranıyorum" buyurdular.
Safvân bin
Assal el-Murâdî bildiriyor: Resûlullah (s.a.v.) mescidde, bürdesinin üzerine
yaslanmış duruyorlardı. Bu sırada huzurlarına vardım. "Ey Allahın Resûlü! Ben
ilim öğrenmeye geldim" dedim. Bana: "Hoş geldin, ilim öğrenmek istiyen!
Melekler, ilim öğrenene olan sevgilerinden dolayı kanatlarını açarak göğe kadar
yükselen bir halka meydana getirirler" buyurdu.
Ubeyd bin Umeyr
bildiriyor: Hz. Aişe'den, "Resûlullahın (s.a.v.) en hayret verici bir şeyini
bana anlatmasını istedim. Âişe (r.anhâ) bir müddet sustuktan sonra şunları
anlattı: "Bir gece Resûlullah (s.a.v.) bana: "Ey Âişe, bu gece beni yalnız
bırak. Rabbime ibâdet edeceğinim" dedi. Ben: "Vallahi, hem yanında olmak,
hem de istediğin şeyi yapmak isterim" dedim. Resûlullah (s.a.v.) kalkıp, abdest
aldı. Namaz kılmaya başladı. Sonra oturup çok ağladı. Göz yaşlarından mübârek
göğsü ve sakalı ıslandı. Göz yaşları toprağı ıslattı. Bu sırada, namaz vaktinin
geldiğini haber vermek için Hz. Bilâl geldi. Peygamber efendimizin ağladığını
gördü. "Ey Allahın Resûlü! Allahü teâlâ senin geçmiş ve gelecek bütün
günahlarını affetti. Sen de mi, ağlıyorsun?" dedi. Resûlullah (s.a.v.) "Çok
şükreden bir kul olmıyayım mı? Allahü teâlâ bana bu gece (Göklerin ve yerin
yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri peşinde gelişinde, insanlara fâide
soğlıyan gemilerin denizlerde süzülüşünde, semâdan yağmur yağdırılışında,
yağmurla ölen tabiatı diriltişinde, yeryüzü üzerinde her çeşit hayvan
bulunduru-luşunda, rüzgârların estirilişinde, yerle gök arasında emre amade
bulutların bulunmasında, aklı eren bir kavim için ibretler vardır) âyet-i
kerîmesini indirdi. (Bekara: 164) Bu âyet-i kerîmeyi okuyup da
düşünmiyenin vay hâline" buyurdu.
Ebû Hüreyre
(r.a.) rivâyet ediyor: Bir kerre Resûlullah (s.a.v.) bir yere müfreze
göndermişti. Müfreze, hem çabuk ve hem de bir hayli ganimetle döndü. Bunun
üzeride birisi "Ey Allahın Resûlü, doğrusu biz bu kadar sür'atli dönen ve
böylesine çok ganimet getiren hiçbir ordu görmedik" deyince, Resûlullah
(s.a.v.): "Size onlardan daha çabuk ve daha fazla ganimet getiren birisini
bildireyim mi? Bu, güzelce abdest aldıktan sonra mescide giden, orada sabah
namazını kıldıktan sonra, kuşluk namazını kılan kimsedir" buyurdu.
İbn-i Hibbân
(r.a.), Ubey bin Kâ'b'ın (r.a.) şöyle anlattığını bildiriyor. Bir kimse vardı
ki, evi mescide çok uzak olduğu hâlde, bir vakit cemâati kaçırmazdı. Onun bu
gayretini görenler kendisine: "Bir binek alsan da, karanlık veya şiddetli sıcak
olduğu zamanlarda, ona binerek gelip gitsen iyi olmaz mı?" dediler. O kimse,
"Evimin mescide yakın olmasını, mescide gelip gitmek için bineğimin olmasını
arzu etmem. Yürüyerek gelip gitmekle daha çok sevab kazanacağımı ümid ediyorum"
dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz (s.a.v.) o kimseye, "Allahü teâlâ bu
amelinin sevabını sana eksiksiz verecek" buyurdu.
Enes (r.a.)
şöyle anlatıyor: "Resûlullah (s.a.v.) ile beraber bir yerde oturuyorduk. Bir
kimse gelerek "Esselâmü aleyküm ve rahmetullahı ve berekâtühû" dedi. Resûlullah
(s.a.v.): "Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berekâtühû" diye selâmını
aldı. O kimse oturduktan sonra, "Elhamdülillahi hamden kesîran, tayyiben
mübâreken fihi kemâ yuhıbbü Rabbünâ en yuhmede ve yenbeği leh" dedi. Resûlullah
(s.a.v.): "Nasıl dedin?" diye sordu. Adam söylediklerini aynen tekrar
etti. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Kudret ve irâdesi ile yaşadığım Allahü teâlâya
yemin ederim ki, bunlar; on tane meleğin yazmak için birbirleriyle yarışa
girdiği, fakat nasıl yazacaklarını bilemeyip Allahü teâlâya ulaştırdıkları,
Allahü teâlânın da, "Kulumun söylediği gibi yazın" buyurduğu kelimelerdir."
Enes (r.a.)
şöyle anlatıyor: Resûlullah (s.a.v.), Zeyd bin Sâmit ez-Zurakî'nin (r.a.) yanına
gelmişti. O şöyle duâ ediyordu. "Allahım, sâdece sana hamd edildiği için senden
istiyorum. Senden başka ilâh yoktur. Ey merhametli ve lütufkâr Rabbim. Ey
gökleri ve yeri yoktan var eden Allahım. Ey yüceler yücesi ve kerem sahibi
Allahım!" Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) ona: "Duâ edildiği zaman kabul
edeceği ve bir şey istendiği gaman vereceği İsm-i a'zamı ile Allahü teâtâya duâ
ettin" buyurdu.
İbn-i Abbâs
(r.a.) şöyle anlatıyor: "Bir gün Hz. Ömer Resûlullahın (s.a.v.) yanına girdi.
Resûlullah (s.a.v.) bir hasır üzerinde uzanmış, istirahat ediyorlardı. Hasır,
Resûlullah efendimizin mübârek vücûdunda iz bırakmıştı. Hz. Ömer bu hâli görünce
çok üzülüp: "Yâ Resûlallah! Sizin için daha yumuşak bir yatak tedârik etsek"
diye arz edince, Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Dünyâdan bana ne. Ben bu
dünyâda, bir yaz günü yola çıkıp da, bir ağaç gölgesinde bir müddet istirahat
eden, sonra da çekip giden bir yolcu gibiyim" buyurdu.
İbn-i Hibbân'ın
çeşitli mevzulardaki kıymetli sözleri:
"Akıl, insanın
doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilmesini te'mîn eder."
"Akıldan daha
kıymetli bir sermâye yoktur. Kişinin dîninin kemâli (olgunluğu), aklının
kemâline göredir."
"Kişinin güzel
ahlâkı sevmesi, kötü ahlâkı terk etmesi, aklının bulunduğunun alâmetidir."
"Allahü teâlânın, insanlara ihsan ettiği ni'metlerin en büyüklerinden birisi
akıl ni'metidir."
"İbn-i
Mübârek'e, insana verilen şeylerin en üstünü hangisidir, diye soruldu, İbn-i
Mübârek hazretleri: "Kâmil akıl" cevâbını verdi. Sonra hangisidir, diye soruldu:
"Güzel edeb" dedi. Sonra hangisidir, diye sorulunca, "Susmaktır" cevâbını
verdi."
"Akıllı
kimsenin, dünyevi bir menfâati kaçırdığı için bunu kendine gam yapması uygun
değildir. Çünkü, üzülmekle ele birşey geçmez. Aynı zamanda, fazla üzüntü akla
zarar verir."
"Akıllı kimse,
hastalık ve tehlike gibi bir musîbet gelmeden önce tedbirini alandır."
"Akıllı kimse,
konuşması istenmeden konuşmaya başlamaz. Bir zaruret olmadan, cevapta acele
etmez."
"Akıllı olan,
hiç kimseyi küçük görmez. Çünkü sultânı hor gören, dünyâda rahatını bozar.
Sultân olmadan emniyet ve güven olmaz. Sâlih kimseleri hor gören, dîni hususunda
zarara uğrar. Çünkü, böyle kimseler, insana Allahü teâlâyı ve âhıreti
hatırlatır. Dostlarını ve arkadaşlarını küçümseyen, vekar ve asaletini kaybeder.
Diğer insanları beğenmeyip, onları aşağılayan, onların kötülüğünden emin olmaz."
"Akıllı insan,
önce kendi ayıplarını görür. Kendi ayıbını görmiyen kimse, başkasının
güzelliklerini göremez. Kişinin ayıbını görememesi, kötülük olarak ona yeter.
Çünkü ayıbını göremeyen kimse, bu ayıbından kurtulamaz."
"Bir işe yeni
başlayan bir kimse için, tecrübe ne kadar faydalıdır!" "Bir işe başlamadan önce,
tedbirini de almak aklın icâbıdır."
"Akıllı
kimsenin sözü mutedil ve düzgündür. Câhilin sözü ise, tenakuz (çelişki) ve
birbirine zıt şeylerle doludur."
"Aklın âfeti;
ucub, ya'nî kendini beğenmektir."
"Akıllı
kimseye, ahlâkı güzel, susması uzun olması yaraşır. Çünkü, bunlar,
Peygamberlerin (a.s.) anlakındandır. Fazla konuşup, kötü ahlâklı olmak,
eşkıyanın (kötü kimselerin) huylarındandır."
"Akıllı insan,
hazırlıksız dövüşmez. Delîli olmadan bir şeyi müdâfaaya kalkışmaz. Kuvvetli ve
mâhir değilse, güreş meydanına çıkmaz."
"Akıllı
kimselerle düşüp kalkan, ondan kendisine lâzım olan şeyleri öğrenir." Takvaya
yapışarak, kalbi düzeltmekle ilgili olarak buyurdukları:
"Sen, yanında
kimse olmadığı zaman, ben yalnızım deme. Beni gören var de! Allahü teâlânın
senden bir an olsun habersiz olduğunu, gizli olarak yaptığın şeylerin
kaybolduğunu sanma."
Mâlik bin Dînâr
dedi ki: "Allahü teâlâya tâati (Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yapmağı)
alış-veriş olmadan kazanç getiren bir ticâret olarak bil."
"Dünyâda
kişinin tâatlerinin başı, içini düzeltip, onu bozacak şeyleri terk etmektir."
"İyilerin kalbinde, iyi düşünceler, kötülerin kalbinde kötü düşünceler dolaşır."
"Akıllı kimse,
her zaman kalbini kontrol eder. Allahü teâlânın emrettiği şeyleri yapıp, yasak
ettiklerinden sakınır. Allahü teâlâdan gâfil olmaz ve emirlerini yapmakta
gevşeklik etmeyip, uyanık olur. Böyle olan kişi işlerinde tedbirli olur."
"Vera' ve
tefekkür, en fazîletli amellerdendir. (Tefekkür dört türlü olur, demişlerdir.
Allahü teâlânın mahlûklarındaki güzel san'atları, fâideleri düşünmek, O'na
inanmağa ve sevmeğe sebeb olur. O'nun va'd ettiği sevabları düşünmek, ibâdet
yapmağa sebeb olur. O'nun haber verdiği azapları düşünmek, O'ndan korkmağa ve
kimseye kötülük yapmamağa sebeb olur. O'nun n)'metlerine ihsanlarına karşılık
nefisine uyarak günah işlediğini, gaflet içinde yaşadığını düşünmek, Allahü
teâlâdan haya etmeğe, u-tanmağa sebeb olur.) Allahü teâlâ, yerlerde ve göklerde
bulunan mahlûkâtı düşünerek ibret alanları sever." İlmin lüzûmu ve ilim
tahsiline devam etmek hakkında buyurdukları:
Resûlullah
efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: "İlim
elde etmek için evinden çıkan bütün insanlara, melekler onun işinden râzı
olduklarından, yollara kanatlarını gererler."
"Denir ki, ilim
öğren. Çünkü, kişi âlim olarak doğmaz, ilim sahibi câhil gibi olmaz. İlim sahibi
olmayan bir topluluğun büyüğü yanında devamlı toplantılar olup, meclisler bile
kurulsa, o yine küçük sayılır."
"Talebe
olmadıkça, âlim olunmaz. İlim ile amel etmedikçe de, ilim faide vermez."
"Akıllı
kimsenin ilimle uğraşmasından maksadı, onunla amel etmektir. Çünkü, bundan başka
bir gaye için ilim öğrenen kişi, şöhretini ve kibrini arttırmış olur."
Fudayl bin İyâd
(r.a.) buyurdu ki: "Cehennemde âlimleri öğüten (ezen) değirmenler vardır. Onlar
kim? diye sorulur. İlim sahibi olup, ilimleriyle amel etmiyen âlimlerdir, cevâbı
verilir."
Hasen-i Basrî
hazretleri buyurdu ki: "Dünyâyı ve onun sevinç ve rahatlığını istiyen kimsenin
kalbinde, acaba âhırette durumum iyi mi olur, yoksa kötü mü? Korku ve endişesi
kaybolur."
"Büyüklerden
birisi, gizliden gelen şöyle bir ses işitti: Ey ilim talebesi! Vera'a sarıl,
(çok) uykuyu terk et, (fazla) doymayı bırak. Ey insanlar! Sizler ekin gibisiniz,
ölüm sizi keser, alır, götürür."
İbn-i Mes'ûd
(r.a.) buyurdu ki: "İlim, fazla rivâyet ve anlatmakla olmaz. İlim, ancak Allahü
teâlânın korkusu ve büyüklüğünü kazandırır. (Böyle olmayan ilim, insanın dünyâ
ve âhıretine fâide vermez.)"
Susmak ve dili
muhafaza etmek ile ilgili olarak buyurdukları:
Resûlullah
efendimiz (s.a.v.): "Allahü teâlâya ve âhıret gününe îmân eden kimse, hayır
söylesin yahut sussun" buyurdu.
Lokman Hakîm
dedi ki: "Susmak hikmettendir. Fakat bunu yapan az."
Büyük âlim
Kerîzî şöyle der: "Az konuş. Sözün şerrinden Allahü teâlâya sığın. Çünkü belâ,
ağızdan çıkan sözle yanyanadır."
"Susmak, insana
sevgi ve vekar kazandırır. Diline sahip olup, onu muhafaza eden kimse, sıkıntıya
düşmez."
İbn-i Mübârek
dedi: "Bu dil, kalbin habercisidir. Söz kişinin aklının miktarını gösterir."
Fudayl bin İyâd (r.a.); iki şey kalbi katılaştırır "Çok konuşmak ve çok yemek"
buyurdu.
Ömer bin Hattâb
(r.a.), Ahnef bin Kays'a: "Ey Ahnef! Çok konuşan, çok hatâ yapar. Çok hatâ
yapanın hayası (utanması) az olur. Hayası az olanın vera'ı az olur. Vera'sı az
olanın, kalbi ölür" buyurdu. Muhammed bin Abdullah bin Zencî; "Susması fazla
olan kimse, birçok hatâ ve günahtan kendisini korumuş olur. Sözlerine dikkat et.
Yoksa sözü söyledikten sonra, keşke bu sözü söylemeseydim, demiyesin" buyurdu.
Müverrik
el-Iclî: "Bir şey vardır ki, yirmi senedir ve hâlâ onu elde etmek için
uğraşıyorum" dedi. O nedir, diye sorulunca, "Beni ilgilendirmeyen şeyi
konuşmamak" cevâbını verdi.
Doğruluk ve
yalandan sakınmakla ilgili olarak buyurdukları:
Resûlullah
efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular:
"Doğruluğa sarılınız. Çünkü doğruluk, hayra, hayır ise Cennete götürür.
Şüphesiz, kişi doğru söyler ve Allahü teâlânın katında sıddîk diye yazılır.
Yalandan sakınınız. Çünkü yalan, kötülüğe, kötülük ise Cehenneme götürür. Kişi
yalan söyler ve Allahü teâlânın katında çok yalancı diye yazılır."
"Allahü teâlâ
dili, bedenin diğer uzuvlarına üstün kıldı. Onun derecesini yükseltti. Çünkü,
Allahü teâlâ kendi birliğini, ortağı olmadığını, vücûdun diğer kısımları
arasından ona söyletti. Öyleyse, akıllı bir kimsenin, Allahü teâlânın kendi
birliğini ve büyüklüğünü konuşturmak için yarattığı böyle bir âleti, yalana
alıştırması asla yakışmaz. Bilakis, insana, dilini devamlı doğruyu söylemeye,
dünyâ ve âhırette kendisine fâide verecek şeylere alıştırması lâzımdır. Dil neye
alıştırılırsa, onu ister, onu konuşur. (Allahü teâlâyı zikre alıştırsa, devamlı
onu zikreder.) Yalana alıştırılırsa, yalan söylemeye başlar."
İsmâil bin
Abdülmelik şöyle anlatır: "Halife Abdülmelik bin Mervân, çocuklarına Kur'ân-ı
kerîm öğrettiğim gibi, doğruluğu öğretmemi, öldürücü bir zehir gibi olan
yalandan onları sakındırmamı, bu hususta onları terbiye etmemi bana
emretmiştir."
"Kişiye, her
duyduğunu söylemesi, ona yalan olarak yeter."
Abdullah bin
Amr buyurdu ki: "Seni ilgilendirmeyen şeyi konuşma. Nasıl dirhemlerini zayi
ettiğin zaman üzülüyorsun, (yalan söylediğin veya başka kötü bir şey konuştuğun
zaman) dilin için de üzül."
"İnsanların bir
kısmı dili sebebiyle ikrâm görür. Bir kısmı dili yüzünden hor görülür, sevilmez.
Akıllı kimse, dili sebebiyle sevilmiyenlerden olmaz. O, kendini diliyle herkese
sevdirir."
Hayaya yapışıp,
hayâsızlığı terk etmekle ilgili olarak buyurdukları:
Resûlullah
efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: "İlk
Peygamberlik sözünden insanların duydukları: Eğer utanmıyorsan istediğini yap."
"Şu dört
hasleti kendisinde bulunduranyan kimseye akıllı ve ilim sahibi denmez.
Birincisi; Allah korkusu. Bütün hayır ve fazîletlerin başı budur. İkincisi;
güzel bir haya (utanma duygusu). Asalet bununla anlaşılır. Üçüncüsü; hilm
(yumuşaklık). Dördüncüsü; emri altında bulunanlara cömertlik yapmak."
"Haya iki
kısımdır: Birincisi, kişinin Allahü teâlânın yasak ettiği bir işi yapmaya
yöneldiği zaman, Allahü teâlâdan hayası. İkincisi, insanların beğenmediği bir
işi yapacağı sırada insanlardan utanması. Bu iki haya çeşidi de iyidir. Ancak
birincisi farz, ikincisi nafile mesabesindedir."
"Haya, insan
ile kötü olan şeyler arasında bir perdedir. Haya, kötü ve beğenilmeyen şeylerin
en güzel ilâcıdır. Ancak, haya gidince, artık onların ilâca kalmaz."
Zeyd bin Sâbit
(r.a.) buyurdu: "İnsanlardan utanmıyan Allahü teâlâdan da utanmaz."
"Hayanın en
büyük faydasından birisi, Cehennemden kurtulmaktır. Haya, insanın Cehennemden
kurtulmasına vesîle olur."
Tevâzuya
yapışıp, kibirden uzaklaşmakla ilgili olarak buyurdukları:
"Allahü teâlâ,
kendi rızâsı için tevazu yapanın anlayışını arttırır. Böyle bir kimse, haddi
zâtında küçük bile olsa, Allahü teâlâ onu insanlar nazarında büyültür. Bir kimse
kendini büyük görür, hareket ve tavırlarıyla çevresindekilerden üstün olduğunu
göstermeye kalkışırsa, o, aslında makam ve mevki sahibi, çok fazla servet sahibi
de olsa, Allahü teâlâ onu küçültür."
"Allah için
olan tevazu iki kısımdır: Birincisi; Allahü teâlâya karşı olan tevazu. Bu, kulun
Allahü teâlâya ibâdet ederken ve O'nun beğendiği işleri yaparken, riya
(gösteriş) ve ucub (yaptıklarını beğenme) düşüncesinden uzak olarak yapmasıdır.
İkincisi; kişinin, ibâdet ve tâat hususunda kendisini herkesten aşağı, günahın
çokluğu hususunda ise, onlardan daha yukarıda görmesidir."
Büyük zâtlardan
birisi şöyle der: "Yeryüzünde, mütevâzi olarak yürü. Çünkü, şu yerin altında
nice kimseler vardır ki, onlar her yönden senden çok üstünlerdi. Eğer gücün,
kuvvetin, izzet ve şerefin var ve bundan dolayı kendini birşey zannediyorsan,
senden evvel gelip geçenler, daha güçlü ve daha kuvvetli idiler."
Muhammed bin
Ebî Ali der ki: "Bırak şu büyüklenmeyi ve insanlara asık yüzlü olmayı. Asık
yüzlü olmak ahmaklıktır."
"Akıllı insan,
kendisinden yaşlı birisini gördüğü zaman ona tevazu gösterir. Alçak gönüllü
davranır ve kendi kendine şöyle der: "Bu zât yaşça benden büyük. Bu yüzden, onun
yaptığı ibâdet, tâat ve iyi işleri benimkinden daha çoktur." Kendisinden küçük
birisini gördüğü zaman, "Onun yaşı daha küçük, günahı benimkinden daha azdır"
der. Kendisi gibi birisine rastladığı zaman, ona bir kardeşi olarak bakar, insan
kendisini kardeşinden nasıl büyük görür? Hiç kimseyi aşağı ve küçük
görmemelidir. Çünkü, atılmış bir dal parçası bile ba'zan insanın işine yarıyor."
İnsanlara iyi
muamele etmek hususunda buyurdukları:
Resûlullah
efendimiz (s.a.v.), "Cehennem, yumuşak ve nefret ettirici olmayan, iyi huylu
kimseye harâmdır" buyurmaktadır.
"Akıllı insan,
herkese iyi muamelede bulunur. Onlara karşı kötü huylu olmaz. Varsa, böyle
huylarını bırakır. Çünkü güneş buzu erittiği gibi, iyi ahlâk da günahları yok
eder. Sirke balı bozduğu gibi, kötü ahlâk da, iyi amelleri bozar. Ba'zan bir
kimsenin, birçok güzel huyu bulunur. Fakat bir tane de kötü bir huyu bulunur. Bu
bir tane kötü huy, diğer bütün iyi huyları bozar."
Meymûn bin
Mihrân (r.a.) buyurdu ki: "İnsanlara iyi muamele etmek, aklın yarısı, suâli
güzel sormak ise, ilmin yarısıdır. Geçiminde aşırı harcama yapmayıp iktisâd
etmek, geçim darlığından kurtulmaya sebep olur."
"Güzel ahlâk,
başkalarının sevgisini kötü ahlâk ise, nefretini, kinini kazandırır."
"İnsanlarla
yakın alâka kurabilmenin yolları; Onlara iyi muamele edip, ikrâmda bulunmak,
onlardan gelen eziyet ve sıkıntılara katlanmaktır."
İbn-i Mübârek'e
"İyi ahlâk nedir?" diye soruldu. "Güler yüzlü olmak ve iyilik yapmaktır"
cevâbını verdi.
İmâm-ı Mücâhid
(r.a.) şöyle buyurdu: "Bir müslüman bir kardeşi ile karşılaşıp, güler yüzle onu
karşılar ve müsâfeha ederse, hurma ağacından hurmaların düşmesi gibi onun
günahları dökülür."
Müdârânın lâzım
olduğu ve müdâhenenin terki hususunda buyurdukları:
Resûlullah
efendimiz (s.a.v.): "İnsanlara müdârâ etmek sadakadır" buyurdular.
(Müdârâ, dîni korumak için dünyâlık vermektir.)
"Herkesin
rızâsını kazanmak istiyen kimse, ele geçmesi imkânsız şeyleri istemiş olur.
Fakat, akıllı kimse, kendileriyle beraber olmak zaruri olan kimselerin rızâsını
kazanmaya çalışır."
Ebû Sâib
bildirdi: "Kimseye hîle yapma Çünkü bu, bayağı ve düşük kimselerin huyudur.
Kardeşine iyi nasîhatte bulun. Her zaman ona yardımcı ol."
Selâm vermek ve
güleryüzlü olmak hususunda buyurdukları:
Peygamber
efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Selâm, Allahü teâlânın isimlerinden bir
işimdir. Onu yeryüzüne koydu. Öyleyse, onu aranızda yayınız. Müslüman bir kimse,
bir cemâate uğradığı zaman onlara selâm verir ve onlar da onun selâmına karşılık
verirlerse, önce selâm veren o kişinin, o cemâat üzerine bir derece daha
üstünlüğü vardır. Çünkü o, onlara selâmı hatırlattı. Eğer cemâat onun selâmına
cevâp vermezlerse, ona o cemâatten daha hayırlı ve iyi olan biri cevap verir
(melekler)."
"Selâm,
kalblerdeki kin, düşmanlık ve dargınlık gibi kötü düşünceleri giderir."
Zübeyd el-Yâmî
dedi ki: "İnsanların en cömerdi. Başkasına iyilik ve ihsanda bulunup, karşılık
beklemiyendir. İnsanların af bakımından en üstünü, hakkını almaya gücü yettiği
hâlde, affedenidir. İnsanların en iyisi, akraba ile alâkasını kesmiyendir. En
cimri kimse de, selâmda cimrilik yapandır."
Hişâm bin Urve,
babasının şu tavsiyesini bildirdi: "Oğlum! Güleryüzlü, güzel sözlü ol. O zaman,
insanlara, kendilerine mal ve servet vermişten daha sevimli olursun."
Latife ile
ilgili olarak buyurdukları:
"Akıllı kimse,
güzel ve fâideli latifeler yapmak ve asık yüzlü olmayı terk etmek suretiyle
insanların sevgisini kazanır."
"Latife (hoş ve
ince ma'nâlı söz) iki çeşittir. Birincisi; övülen latifedir. Buna, Allahü
teâlânın beğenmediği bir söz ve iş bulaşmaz. İkincisi; kötü latifedir. Bu
latife, insanlar arasında düşmanlık meydana getirir. Vekarı giderir. Dostluğu
bozar. Bayağı ve alçak kimseler ona karşı cesaret kazanır. Makam ve mevki
sahibinin kinini kazanır."
Abdullah bin
Hubeyk: "Makam ve mevki sahibi kimse ile latife yapma, sana kin besler. Alçak ve
bayağı kimselere de latife yapma, yoksa sana karşı cür'et gösterip, edebsizlik
yapar."
"Senin ile
beraber olana ikrâm et. Kırıcı şaka yapma. Çünkü bununla, onun kinini üzerine
çekersin."
"Nice samîmi
dost ve arkadaşlar arasında ayrılıklar olmuştur ki, bunun sebebi, uygunsuz
şakalar olmuştur."
Mis'ar bin
Kedâm, oğluna şöyle nasîhatte bulundu: "Oğlum! Sana nasîhat olarak şunu seçtim.
Şefkatli babanın bu sözünü iyi dinle münazarayı, söze muhalefet etmeyi, şaka ile
insanlara takılmayı terk et. Bunları, sevdiğim kimseler için hoş görmüyorum.
Çünkü ben münazarayı, söze muhalefet etmeyi, şaka ve insanların birbirine
takılmasını denedim. Bunları hiç kimseye tavsiye etmem."
"İnsanlara,
sözlerinde ve işlerinde dâima muhalefet edip karşı çıkmak, karşıdakinin
kızgınlık ve kin beslemesine sebeb olur. Bu, münâkaşa gibidir. Münâkaşa insana
düşmanlık kazandırır, insanların sözlerine ve işlerine devamlı muhalefet edip
karşı çıkmanın zararı, faydasından çoktur. Zaten insanların birbirine sövüp,
çirkin sözler söylemesi de bu gibi davranışlardan ileri gelmektedir, insanların
birbirine sövüp sayması daha ileri bir seviyeye varınca, öldürme hâdiseleri de
doğabilir. İki kişi arasında münazara ve birbirinin sözüne ve işine karşı çıkma
olunca, mutlaka ikisinin de kalbi birbirine karşı bozulup, aralarında bir
soğukluk hâsıl olduğu gibi, gizli bir düşmanlık da meydana gelir."
Ebû. Ahfeş
el-Kenânî buyurdu ki: "Ey oğul! Yaşadığın müddetçe birbirinizle münazara ve
birbirinize muhalefet edip, karşı çıkmaktan sakın. Hafifliği ve cehâleti terk
et. Çünkü bu, insana bir fâide getirmez. Akrabana kin ve intikam besleme. Çünkü
bu, akrabalık bağlarını koparır. Hilmi (Yumuşaklığı) zillet, alçak ve düşük bir
hâl olarak kabul etme. Şüphesiz hilm, en kıymetli ve insan için en salim ve
koruyucu bir yoldur."
Bilâl bin Sa'd
buyurdu: "Bir kimsenin münazara ve muhalefet yaptığını, sâdece kendi görüşünü
beğendiğini, ısrarlı bir tutum içerisinde olduğunu görürsen, hüsranının tamam
olduğunu bil.
Yine buyurdu:
"Latîfede günahı gerektiren bir durum varsa; yüzü karartır, kalbi yaralar,
kızgınlık ve kalbde kin meydana getirir. Eğer, latifede ma'siyet ve günahı
gerektirecek bir şey yoksa, kalbde bulunan keder ve gammı giderir, dostluğu
sağlamlaştırır. Gönlü rahatlatır. Öyleyse, akıllı kimse, eğer latife yapacaksa,
dostlar ve insanlar arasında tatlılık, sevgi ve muhabbet meydâna getirecek
latîfeler yapar. Yapılan latîfelerle, birisini sevindirirken, diğerini üzecek
bir duruma girmemelidir."
Muhammed bin
Münkedir (r.a.) buyurdu: "Ben küçük iken annem bana: Çocuklarla latife ve şaka
yapma. Sonra onların yanında küçülürsün ve sana edebsizlik yapmakta kendilerinde
cesaret bulurlar."
Abdülazîz bin
Hattâb anlattı: "Birgün Mâlik bin Dinar'ın yanında büyük bir köpek görüldü.
Ayaklarını kıvırmış oturuyordu. Ona: Yanındaki bu köpeği görmüyor musun?
dediklerinde, bu köpeğin yanımda bulunması, kötü bir kimsenin yanımda
bulunmasından daha iyidir" dedi.
İbrâhîm Buhârî
buyurdu: "Akşam namazından sonra Mescid-i harâma gittiğimde, orada Fudayl bin
İyâd hazretlerinin oturduğunu gördüm. Yanına gidip ben de oturdum. Bana: "Sen
kimsin?" dedi. "İbrâhîm Buhârîyim" dedim. "Ne durumdasın?" deyince, "Hiç, seni
yalnız gördüm onun için geldim" dedim. Bunun üzerine bana: "Sen gıybet etmeyi,
süslenmeyi veya riyâyı (gösterişi) sever misin?" deyince, ben "Hayır sevmem"
dedim. "O zaman gel yanıma otur" buyurdu.
"Akıllı
kimsenin, arkadaş ve dost edinmekten maksadın ne olduğunu iyi bilmesi gerekir.
Çünkü, arkadaşlık ve dostluk, bir arada olmak, beraber yiyip içmek değildir.
Dost edinebilmenin bir takım yolları vardır. "Vasati bir tavır içerisinde olup,
bu hususta ifrat ve tefrite varmamalıdır. Alçak sesle konuşmalı, kendini
beğenmişliği terk etmelidir. Mütevâzi olup, muhalefet ve her şeye karşı çıkmayı
bırakmalıdır."
"Dost ve kardeş
edinilen kimseleri, meşakkat ve sıkıntıya sokmamalı, onları bıktırıp,
usandırma-malı. Buna sebep olacak davranışlardan kaçınmalıdır. Çünkü bir anne
bile, emzirdiği çocuğunu, kendisine sıkıntı verince kucağında tutmayıp bir yere
bırakır."
"Akıllı kimse,
bayağı ve düşük kimselerle arkadaş olmaz. Onları dost edinmez. Böyle kimseler,
yılan gibidir. Onların, sokmak ve zehirden başka sermâyesi yoktur." "Vera'sız
ilimde fâide olmadığı gibi, vefâsız dostta da hayır yoktur."
Muhammed bin
İbrâhîm el-Basrî der ki: "Sen denemedikçe, görünüşüne aldanıp da bir kimseyi
arkadaş ve dost edinme. Nice kimseyi sâdece görünüşüne bakarak, durumunu
bilmeden dost edindim. Bana güler yüzlü tatlı sözlü idi. Daha sonra araştırınca,
bunu içten gelen bir sevgi ile yapmadığını gördüm. Böyle kimseleri dost edinme,
içten sevenleri kendine dost edin. Böyle bir dost bulabilirsen, kendine büyük
ni'met bil."
Lokman Hakim
oğluna şöyle nasîhatte bulundu: "Ey oğul! Bir kimseyi dost ve arkadaş edinmek
istiyorsan, önce onu kızdır. Eğer kızgınlık zamanında adalet ve insaftan
ayrılmıyorsa, onu dost edin, yoksa bırak."
Sâlih bin
Abdülkuddûs dedi ki: "Bir kimsenin sevgisi merhaba, hoş geldin, nasılsın veya
ben seni seviyorumdan öteye geçmiyorsa, hareketleri ve yaptığı muameleleri, onun
bu sözlerinde samimî olup olmadığını gösterir."
Abdullah İbni
Mes'ûd (r.a.) arkadaşlarının yanına gittiği zaman; "Sizler benim hüznümün
cilâsısınız (Ya'nî, benim üzüntümü gideriyorsunuz)" buyururdu.
Süfyân-ı
Sevrî'ye, "Hayat suyu nedir?" diye soruldu. O da: "Dostlarla karşılaşmak"
cevâbını verdi.
Mehdî bin
Sabık: "Mümkün olduğu kadar dostunu çoğalt. Çünkü senin düştüğün ve yardıma
muhtaç olduğun gün, onlar sana yardımcıdırlar" dedi.
"Bin dost, bir
kişi için fazla değildir. Fakat bir kimsenin bir düşmanı olsa, o, onun için çok
fazladır." "Kim düşmanı küçük görürse, aldanır. Aldanan kimse tehlikeden
kurtulamaz."
"Akıllı kimse,
adımı atmadan önce basacağı yeri iyice görür, sonra oraya adımını atar. Düşmanı
ile tamamen irtibatı kesmez, ihtiyâcını gidermek için kısmen de olsa ona
yaklaşır. Fakat tam olarak yaklaşmaz. Çünkü, düşman bundan cesaret alıp,
aleyhine bir iş yapabilir. Akıllı kimse, mutlaka lâzım olan kimselere,
üstesinden gelinmiyen şiddetli düşmana da (açıkça) düşmanlık yapmaz. Çünkü böyle
bir düşmana güç yetmez. Ona düşmanlık ise fayda getirmez. Bilakis zarar verir."
"Akıllı kimse,
hiçbir zaman düşmanından emin olmamalı, ona güvenmemelidir."
"Dostluktan
sonra düşmanlık, çok kötü bir iştir. Bu, akıllı kişinin yapacağı iş değildir.
Fakat insanlık icâbı böyle bir duruma düşürülürse, yine de anlaşabilecek,
birbirlerine yaklaşabilecek açık bir kapı bırakmak lâzımdır."
Resûlullah
efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: "Sâlih
kimse ile beraber olan kimsenin hâli, misk satan kimse ile bulunan gibidir. Eğer
o, ondan bir şey satın almasa bile, onun kokusundan istifade eder. Kötü kimseyle
oturanın hâli ise, körük çeken demircinin hâline benzer. Onun yaktığı ateş ona
isabet etmese de, bir kıvılcım isabet edip, bir yerini yakabilir."
"Akıllı
kimseye, sâlih ve iyi insanlarla beraber olup, kötü ve fâcir kimselerden, uzak
kalması yaraşır, iyi ve sâlih kişilerle sevgi köprüsü, çok çabuk kurulup, bu
sevginin kesilmesi çok geç olur. Kötü kimselerle ise, sevgi bağı zor kurulup,
çabuk çözülür. Kötü kimselerle beraber olmak, iyi ve sâlih kimseler hakkında
kötü zanda bulunmayı doğurur. Kötü kimselerle dost olan, onların cemaatine
girmekten kurtulamaz."
Süfyân bin
Uyeyne (r.a.) buyurdu: "Kim sâlih bir kimseyi severse, Allahü teâlâyı sevmiş
olur. (Çünkü sâlih kimseler, insanları Allahü teâlânın râzı olduğu şeylere
da'vet ederler."
Mâlik bin Dînâr
(r.a.) buyurdu; "Takva ehli, sâlih kimselerle taş taşımak, kötü kimselerle helva
yemekten daha hayırlıdır."
"Kötü
kimselerle beraber bulunmak, Cehennemden bir ateş parçasıdır. Onlarla beraber
olmak, insanda kin meydana getirir. Onlar sevgiye lâyık değildirler."
"Şu dört şey,
kişiye se'âdet ve huzur verir. Münâsip bir hanım, hayırlı evlât, sâlih ve takvâ
sâhibi arkadaş, yiyecek-içecek ihtiyâcını bulunduğu yerden karşılayabilmek."
Abdülvâhid bin
Zeyd dedi ki: "Dîni bütün ve vekar sahibi kimselerle düşüp kalkınız. "Çünkü
onlar meclislerinde, toplantılarında, kötü, çirkin, ahlâka ve vekara sığmayan
şeylerden bahsetmezler."
"Akıllı kimse,
sevdiğini söyledikten sonra, artık iki renkli ve iki kalbli olmaz. O, içi
dışına, sözü, işine uygun bir kimsedir."
İbrâhîm bin
Sıkle (r.a.) dedi ki: "Bir kimsede sevdiğin veya sevmediğin şeyleri görürsen,
onun kalbi ile dilinin birbirine uyup uymadığını, onun sözüne ne derecede sâdık
olduğunu ölçebilirsin. Sen kimsenin kalbinde gizlediği şeyi bilemezsin. Ancak
sen, insanlar hakkında dillerinden çıkana ve zahirlerine göre muamele yap."
"Dili söylemese
de, seven kimsenin hâlinde sevdiğinin alâmetleri görülür."
"İki ruh
birbiriyle tanışırlarsa, aralarında yakınlık ve dostluk görüp, birbiriyle
anlaşırlar. Eğer birbirini tanımazlarsa, birbirinden ayrılırlar."
"Ehl-i tâatın,
sâlih kimselerin kalbleri, bulundukları memleketler uzak da olsa, beraberdir.
Kötü kimselerin kalbleri de aynı yerde bile bulunsalar, birbirinden ayrı ve
uzaktırlar."
"Bir kimseyi
tanıtan en büyük alâmet, onun oturup konuştuğu ve sevdiği kimselerdir. Çünkü
kişi, arkadaşının, samîmi dostunun dîni ve inancı üzeredir."
"İnsanlara,
arkadaşlarına göre itibar et."
Resûlullah
efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: "Birisi,
başka bir köyde bulunan bir din kardeşini ziyâret etmek için giderken, Allahü
teâlâ bu şahsın yolunu gözetlemek için bir meleği görevlendirdi. O şahıs, o
meleğin yanına gelince melek ona nereye gittiğini sorar. O da: "Şu köyde bir
kardeşim var. Ona gidiyorum" cevâbını verir. Melek: "O zâtın sana daha önce
yapmış olduğu bir iyiliği var da onu devam ettirmek için mi gidiyorsun?"
deyince, o zât: "Hayır, ben o zâtı sırf Allahü teâlânın rızâsı için severim"
dedi. Bunun üzerine Melek: "Ben Allahü teâlânın sana gönderdiği elçisiyim. Sen o
zâta nasıl seviyorsan, Allahü teâlâ da seni öylece seviyor."
"Bir müslümanın
diğer müslüman kardeşini ziyâret etmesinin iki sebebi vardır: Birincisi;
müslüman kardeşini ziyâret etme sevabına kavuşmak. Büyük zâtlardan birisi şöyle
der: Birisi, sırf Allahü teâlânın rızâsını düşünerek bir kardeşini ziyâret
ederse, gökte bir melek kalmaz, hepsi o şahsı selâmlar. İkinci sebeb; ziyâret
edilen şahıs ile beraber olmaktan alınan tad ve lezzet."
Abdullah bin
Recâ el-Gıdânî anlattı: "Utbe-tül-Gülâm, insanlardan uzaklaşır, kabristanlıklara
ve insanların bulunmadığı yerlere gider, sonra, deniz sahiline iner oralarda
kalırdı. Aneak Cum'a günü olunca, Basra'ya gelir, hem Cum'a namazını kılar ve
hem de yakınları ve dostları ile görüşür, onlara selâm verip, hâl ve hatırlarını
sorar, tekrar geldiği yerlere dönerdi."
Büyük âlim
Feryâbî anlatıyor: "Bana, Vekî' bin Cerrâh, Beyt-i Makdis'ten doğru gelmişti.
"Gerçi yolum bu taraflara düşmüyordu. Fakat, sırf seni ziyâret edip, görüşmek
için geldim" dedi ve bir gece kalıp, gitti. Bir kerre de İbn-i Mübârek gelmişti.
Yanımda üç gün kaldı. Ben, on gün kalmasını istedim. Kabul etmedi. "Misafirlik
üç gündür" buyurdu."
Ziyâret iki
çeşittir. Birincisi, çok samimi iki taraf arasında olur. İkisinin de
birbirinden, belki bıktırırım, usandırırım, rahatsız ederim endişesi yoktur. Bu
durumda, birbirlerini ne kadar çok ziyâret etseler, bu onların birbirine olan
sevgisini arttırır. İkincisi, taraflar arasında birincisi kadar samimiyet ve
dostluk yoktur. Bu durumda, ziyaret için fazla gidip gelmek bıkkınlığa ve
rahatsız etmeye kadar gidebilir. Bu durumda, ziyâreti az yapmak daha iyidir."
Kerizi der ki:
"Dostuna ziyâreti az yap, Çünkü, onun seni devamlı yanında görmesi usanmaya
sebeb olabilir."
"Ahmak kimsenin
alâmetleri: Sür'atli cevap vermek. Tedbiri terk etmek. Çok gülmek. Çok iltifat
etmek, iyi ve seçilmiş kimselere çirkin sözler söylemek. Şerli kötü kimselerle
düşüp kalkmaktır."
"Ahmak kimse,
sen ondan yüz çevirirsen, üzülür. Ona gidersen, fırsat kollar. Yumuşak
davranır-san, kabalık yapar, kaba davranırsan sana yumuşaklık gösterir. Kötülük
yap'arsan iyilik yapar, iyilik yaparsan, kötülükle mukabele eder. Ona haksızlık
yapılırsa, istenildiği kadar elindeki alınabilir. Adaletle muamele edilirse,
haksızlık yapmaya kalkışır."
"Kötü arkadaş
edinme. Çünkü o, Cehennem ateşinden bir parçadır. Ne sevgisi doğrudur, ne de
sözünde sâdıktır."
"Ahmaka
verilecek cevap sükûttur." Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
"Zandan
sakınınız. Şüphesiz zan, sözlerin en kötüsüdür. Tecessüs etmeyiniz. Birbirinize
buğz etmeyiniz. Ey Allahın kulları! Kardeşler olunuz."
"Kardeşinin
iyi ve kötü amelini araştırma. Çünkü bu tecessüsdür."
"Akıllı
kimseye lâzım olan, kendi ayıplarıyla meşgul olmakla beraber, insanların
ayıplarını araştırmamasıdır. Kendi ayıplarını görüp, başkasının ayıplarıyla
uğraşmayan kimsenin kalbi rahat olur. Kendi ayıbını gören kimseye, başkasının
ayıbı büyük gelmez. Başkasının ayıplarıyla uğraşacağım diye, kendi ayıp ve
kusurlarını unutan kimsenin kalbi körelir, bedeni yorulur, ayıplarını terk etmek
ona zor gelir."
Resûlullah
efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: "Âdemoğlu ihtiyarlar, fakat onda iki şey
genç kalır. Hırs ve hased (çekememezlik)."
"Hırs, insanın
rızkına bir şey ilâve etmez. Hırslı kişinin hırsı sebebiyle gördüğü zararın en
hafifi; yanında bulunan kazandığı şeylerden faydalanamaması, elde edilemeyecek
şeylerin peşinde yorulması. Fakat ona kavuşacak mı yoksa ona kavuşmadan ölecek
mi belli değil."
"Hırsına tâbi
olan kimsenin, rahatlıkta nasîbi yoktur. Çünkü hırs, insanı belâya sürükler.
Akıllı kimse, dünyâya düşkün olmaz. Eğer insanın hırslı oluşu Allahü teâlânın
emirlerini yapmak için olursa, bu güzeldir."
Resûlullah
efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
"Birbirinize buğz etmeyiniz. Birbirinize hased etmeyiniz. Birbirinize sırt
çevirmeyiniz. Ey Allahü teâlânın kulları, kardeşler olunuz."
"Akıllı kimseye
lâyık olan, her zaman hasedden kaçmasıdır. (Hased, Allahü teâlânın bir kuluna
ihsan ettiği ni'metin, ondan çıkmasını istemektir. Fâideli olmıyan, zararlı olan
bir şeyin ondan çıkmasını, uzaklaşmasını istemek, hased olmaz (gayret olur.)."
"Hased, kazaya
râzı olmamak, Allahü teâlânın kulları hakkında hükmettiğinden başkasını istemek,
müslümanın elindeki ni'metin yok olmasını arzu etmektir. Hasedcinin canı rahat
olmaz. Bedeni rahata kavuşmaz. O, ancak kıskandığı kişinin elindeki ni'met yok
olunca rahatlar."
İbn-i Sîrîn
(r.a.) buyurur ki: "Hiç bir kimseyi hased etmedim. Çünkü, eğer o Cennetlik
birisi ise, onu nasıl hased edebilirim. Çünkü o Cennete gidecektir. Cehennem
ehlinden ise, onu hased etmem mümkün değil, çünkü o Cehenneme gidecektir."
"Hased, kötü tabiatlı kimselerin huyundandır. Bunu terk etmek ise, asil ve
şerefli kimselerin işidir."
"Bir kimse,
müslüman kardeşinde iyi bir durum görür, aynısının kendisinde de, olmasını da
ister, fakat o iyi durumun müslüman kardeşinden gitmesini istemez. Böyle bir
istek, yasaklanan ve kınanan hasedden sayılmaz. (O, gıbta olur.)"
"Hasedcinin
(kıskancın) kıskançlığı, umumiyetle Allahü teâlânın fazla ihsanda bulunduğu
kimselere olur. Allahü teâlâ, o kimseye ni'metlerini arttırdıkça, hased eden
kimsenin de kin ve intikam dolu kıskançlığı artar."
Muhammed bin
Hüseyn el-Ammi: "Allahü teâlânın bir kimseye ni'meti arttığı zaman, hasedciler
(kıskananlar), onu kıskanmaya başlarlar. Aleyhinde sözler söylerler. Fakat,
Allahü teâlâ bir kuluna bir ni'met lütfederse, artık kıskananın kıskanması, o
ni'mete zarar vermez."
Hammâd bin
Humeyd, Hasen-i Basrî hazretlerine "Efendim! Mü'min hased eder mi?" diye sordu.
Hasen-i Basrî (r.a.); "Hz. Ya'kûb'un oğullarını ne zaman unuttun. Onlar,
kardeşleri Yûsufu (a.s.) hased etmişlerdi. Fakat hased, insanoğlunun kalbinde
gizli ve üzeri kapak olarak durur, insan diliyle ve eliyle, hasedini ortaya
çıkarmadığı müddetçe hasedi ona zarar vermez."
"Akıllı kimse
odur ki, müslüman kardeşini kıskanma duygusu içine doğduğu zaman, bütün gücüyle
onu gizlemeye, hatırına gelen bu kötü düşünceyi yenmeye çalışır."
"Hased edilenin
tek suçu, Allahü teâlânın lütfettiği ni'metin onda bulunmasıdır. (Bu itibarla,
hasedcinin hasedinde Allahü teâlânın taksimine ve hikmetlerle dolu işini
beğenmeme ve buna karşı gelme ma'nâsı bulunmaktadır.)"
"Hasedci, bir
kimsede bir iyilik ve ona ihsan olunmuş bir ni'met görürse, hemen şaşırır. Onun
başına bir belâ geldiğini görünce şemâtet eder. (Şemâtet: Başkasına gelen
belâya, zarara sevinmektir.) Hadîs-i şerîfte "Din kardeşinize şemâtet
etmeyiniz. Şemâtet ederseniz, Allahü teâlâ belâyı ondan alır, size verir"
buyuruldu."
"Hased,
sahibini çok kötü durumlara sokar, iblis, Âdem'e (a.s.) hased ettiği için, çok
yüksek bir dereceye sahip iken, daha sonra mel'ûn (la'netlenmiş) oldu."
"İnsan, dünyâda
kendisine kızan herkesi râzı edebilir. Fakat, hased eden kimseyi râzı etmek
imkânsızdır. Çünkü, onu bir şey râzı eder. O da hased ettiği kimseden o iyi
durumun yok olmasıdır."
Câbir (r.a.)
buyurdu ki: "Resûlullah efendimize (s.a.v.) birisi gelip: "Yâ Resûlallah! Bana
bir şey öğret de, onu yapmak suretiyle Cennete gireyim. Fakat fazla bir şey
olmasın. Banan üzerine Peygamber efendimiz: "Kızma" buyurdular."
"Çabuk kızmak,
ahmaklıktır. Çünkü kızmanın sonu pişmanlıktır."
"Kızma
neticesinde meydana gelecek zararı, kızmadan önce düzeltmek daha kolay ve
mümkündür."
Avn bin
Abdullah (r.aleyh): "Hizmetçisine kızdığı zaman, "Sen bana ne kadar da çok
benziyorsun. Ben de Allahü teâlâya karşı pek günahkârım" derdi. Kızgınlığı daha
da şiddetlenince, köle olan hizmetçisine, "Allah için sen hürsün der" onu
serbest bırakırdı."
"İnsanlar,
gadap (kızmak) ve hilm (yumuşaklık) üzere yaratılmışlardır. Bir kimse kızar ve
sonra yumuşaklık gösterirse, kızması, onu istenmiyen bir söze ve işe düşürmediği
müddetçe mezmûm değildir (kınanmaz). Buna rağmen, kızmayı her zaman terk etmek,
ondan uzak olmak daha iyidir."
Abdülmelik bin
Mervân dedi ki: "Bir kimsenin halîm (yumuşak) olduğu, ancak kızdığı zaman
bilinir. Bir kimse kızıp da, yumuşaklık gösterirse, halim olduğu anlaşılır."
Sehl bin Sa'd
(r.a.) rivâyet etti: "Resûlullah efendimize (s.a.v.) birisi gelerek: "Yâ
Resûlallah! Bana bir amel öğret de, onu yaptığım zaman, Allahü teâlâ ve insanlar
beni sevsin" dedi. Resûlullah efendimiz (s.a.v.) "Dünyâya kıymet verme. O
zaman Allahü teâlâ seni sever, insanların elindekine düşkün olma. O zaman da
seni insanlar sever" buyurdu.
Resûlullah
(s.a.v.) buyurdular ki: "Sizden
birinizin, bir ip alıp bir demet odun getirmesi ve onu satması, insanlardan
istemesinden onun için daha hayırlıdır."
"Akıllı insan,
her hâl-ü kârda başkasından bir şey istemekten uzak durur. Çünkü başkasından bir
şey istemeye yönelmek, insanın içinde, aşağılık duygusunu doğurur."
Mutarrif bin
Abdullah bin eş-Şıhhîr, kardeşinin oğluna dedi ki: "Oğlum! Senin için bir
ihtiyâç olduğu zaman bana yaz. Çünkü ben, senin yüzünü isteme zilletinden
korurum."
Ve şu şiiri
okudu: "Ey başkasından isteme zilletiyle yorulmuş kişi' Sen sâdece başa gelen
belâ ile insan ölür sanma, insanlardan bir şey istemek de ölümdür. Fakat bu
diğer ölümden daha büyüktür."
"En sabırlı
insan, sırrını başkasından gizleyendir." "İşlerinde bir bilene danışan, pişman
olmaz."
Süfyân-ı Sevrî
anlattı: Mis'ar bin Kedâm'a: "Bir kimsenin gelip, senin ayıp ve kusurlarını sana
söylemesini ister misin?" dedi. O da, "Eğer onlarla beni ayıplarsa, bunu
istemem. Fakat bana nasîhat ederse, bunu isterim."
"Akıllı insan,
her işinde yumuşak olur. Aceleyi ve hafifliği terk eder. Allahü teâlâ,
yumuşaklığı sever. Yumuşaklıktan nasîbi olmıyanın ise, hayırdan nasîbi yoktur."
"Aceleciliğin
sonu pişmanlıktır."
"Aceleci
kimsenin övüldüğü, sinirli kimsenin sevinçli olduğu, asil kimsenin hasedci
(kıskanç) olduğu, aç gözlü kimsenin zengin olduğu, dilsiz kimsenin dostu
bulunduğu görülmemiştir."
"İnsana lâyık
olan, kendisine hediye verildiği zaman onu kabul etmesi, geri çevirmemesi,
teşekkür etmesi, karşılığında gücünün yettiği kadar bir şeyle mukabelede
bulunmasıdır."
"Hediye, sevgi
meydana getirip, kin ve düşmanlığı giderir."
"Müslümanın
müslümana nasîhat edip, onun sıkıntı ve kederlerini gidermesi gerekir."
"Kim bir
müslümanın dünyâda bir sıkıntısını giderirse, Allahü teâlâ da âhırette onun bir
sıkıntısını giderir."
"Akıllı kimse,
başkası için baki (devamlı,) olmayan şeyin, kendisi için baki olmadığını bilir."
"Akıllı kimse
odur ki, dünyâya ve onun süsüne ve güzelliğine aldanmaz. Dünyâ ile meşgul
olması, âhıretine mâni olmaz."
Resûlullah
efendimiz (s.a.v.) "Lezzetleri yok eden ölümü çok hatırlayınız" buyurdu.
"Her ruh sahibi ölüm şerbetini içecek, ölümü tadacaktır.”İ
KAYNAKLAR
1) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-3, sh-131
2) Mîzân-ül-i'tidâl cild-3, sh-507
3) Şezerât-üz-zeheb cild-3, sh-16
4) Lisân-ül-mîzân cild-5, sh-112
5) Tezkiret-ül-huffâz cild-3, sh-920
6) El-Vâfî
bil-vefeyât cild-2, sh-327
7) Nücûm-üz-zâhire cild-3, sh-342
8) Mu'cem-ül-müellifîn cild-9, sh-173
9) Ravdat-ül-ukalâ
|