Şâfiî
mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden. İsmi, Hasen bin Ahmed bin Yezîd bin Îsâ bin
Fadl bin Bişâr bin Abdülhâmid bin Abdullah bin Hâni bin Kamîsa bin Amr bin
Âmir'dir. Künyesi, Ebû Sa'îd olup, "İstahrî" nisbetiyle meşhûr oldu. İstahra,
İran şehirlerinden birinin adıdır. 244 (m. 858) senesinde doğdu. Birçok âlimden
ilim aldı. Kum şehrinde kadılık yaptı. Elde ettiği yüksek ilimlerle, kıymetli
eserler yazdı. 328 (m. 940) senesi Cemâzil-âhır ayında, Cum'a günü vefât etti.
Vefât târihi olarak, başka târihler de rivâyet edilmektedir. Bâb-ı Harb denilen
yere defn edildi.
İlimde ve
vera'da yüksek derecelere kavuşan Ebû Sa'îd-i İstahri. Irak'ta Şafiî âlimlerinin
en büyüğü idi. O; Sa'dân bin Nasr, Hafs bin Amr er-Ribâlî, Ahmed bin Mensûr
er-Ramâdî, Îsâ bin Ca'fer el-Verrâk, Abbâs bin Muhammed ed-Dûrî, Ahmed bin Sa'd
ez-Zührî, Ahmed bin Hâzim, Cemil bin İshâk ve daha bir çok. âlimden ilim aldı.
Kendisinden de; Muhammed bin Muzaffer, Ebü'l-Hasen ed-Dâre Kutnî, Ebû Hafs bin
Şahin, Yûsuf bin Ömer el-Kavvâs, Ebü'l-Hasen bin Cündi, Ebü'l-Kâsım bin Sellâc
ve daha pekçok âlim ilim aldılar, rivâyette bulundular.
Fıkıh ilminde
büyük âlim olan Ebû Sa'îd-i İstahrî, zühd ve kanâat sahibiydi. Dünyâya düşkün
değildi. Eline geçen az birşey ile geçimini devam ettirirdi. Büyük âlim Esnevî
diyor ki, "O ve İbn-i Süreyc, Bağdâd'da Şâfiî âlimlerinin şeyhi, en büyüğü idi.
Birçok kitaplar yazdı. Bunlardan "Âdâb-ül-kazâ" meşhûrdur. Bütün âlimler, onun
bu eserini beğenmektedirler. Vera'ı (şüphelilerden sakınması) ve dinine
bağlılığı çoktu. Tavizsiz bir hayat yaşardı. Abbasî halifesi Muktedir-billah,
onu Sicistan kadılığına ta'yin etti. Sonra Bağdâd Muhtesibliğine getirildi." O,
Bağdâd'ın evlendirme işlerine bakardı. Nikâhta velîsinin izin vermesi şartını
arardı. Çünkü Hanbelî ve Mâlikî mezheblerinde nikahın farzlarından birisi de,
velînin izin vermesidir. Halbuki orada bulunan halkın çoğu bu şartı aramadan
nikâhlanıyordu. Çünkü Hanefî mezhebinde, bulûğ çağına giren kızın nikâhı için,
velînin izin vermesi şartı farz değildir. Hanefî mezhebinde de bâliga olmamış
kızı, velîsi izinsiz evlendirebilir.
Ebû İshâk-ı
Mervezî dedi ki, "Bağdâd'a geldiğim zaman kendisinden ders okumaya, Ebü'l-Abbâs
bin Süreyc'den ve Ebû Sa'îd-i İstahri'den daha lâyık olan kimseyi bulamadım."
Yine o şöyle anlattı: Birgün Ebû Sa'îd-i İstahrî'ye, "Kocası ölen hâmile bir
kadına, nafaka vermek icâb eder mi?" diye soruldu. O da, "Evet" diye cevap
verdi. Kendisine, bu hükmün Şâfiî mezhebinde olmadığı bildirildiğinde, onu
tas-dîk etmedi. Bu mes'eleyi daha önce yazdığı kitabında gösterdiler. Yine
ictihâdından rücû etmedi ve Şâfiî mezhebinde olmasa bile, Hz. Ali'nin ve İbn-i
Abbâs'ın mezhebinde böyledir" dedi.
Kâdı Ebû Tayyîb
ve İmâm-ı Taberî diyorlar ki, "O, vera' ve dîne bağlılıkta çok yüksek bir
makamdaydı. Onun elbisesi, tek bir parçadan ibaretti. Çok eser yazdı. "Kitâbü
edeb-ül-kazâ" bunlardan en meşhûrudur. Bu eserinin bir benzeri yoktu. Bağdâd
muhtesibliğine ta'yin edildiğinde oraya varınca, özel olarak oyun için
yaptırılan yeri derhal yıktırdı. Burada beldenin fesadına, ahlaken bozulmasına
sebep olan boş, faydasız oyunlar oynandığı için bu işi yaptırmıştı.
Halife Kâhir,
ondan Sâbi'î dînine tâbi olanlar hakkında nasıl hareket etmesi icâb ettiğini
sorduğunda, dedi ki: "Sâbi'îler, yıldızlara tapınmaktadırlar. Yahudilere ve
hıristiyanlara da muhalefet ediyorlar. İslâm ülkesinde zımmî (gayri müslim
vatandaş) olarak yaşayamazlar. Onların dinlerini terk edip müslüman olmaları
lâzımdır. Yoksa öldürülmeleri gerekir." Halife de, böyle yapmaya karar verdi.
Bütün Sâbi'îleri toplayıp, ellerinde bulunan bütün malları ganimet olarak
dağıttı."
Ebû İshâk-ı
Mervezî de, "İstahrînin huzurunda, onun izni olmadıkça fetva vermezdim" dedi.
"El-Kâfî fî
târih-i Harezm" kitabının sahibi, Muhammed bin Ebû Sa'îd el-Furâtî'nin şöyle
dediğini bildiriyor: "Ben Bağdâd'dan döndüğüm zaman Hemedan'da, Kum şehrinden
dönen Ebû Sa'îd-i İstahrî ile karşılaştım. Daha önce Kum'a kadı olarak ta'yin
edilmişti. Bana oradan ayrılışını şöyle anlattı: "Kâdılık yaptığım yerde bir
adam öldü. Buna vâris olarak bir kıza ile amcası kalmıştı. Mirası hususunda bana
gelip hüküm istediler. Ben de onun hakkında Allahü teâlânın hükmü olan, "Kız
için yarım hissedir. Gerisi amcanındır" hükmünü bildirdim. Kum şehrinin halkı:
"Biz bu hükme râzı olmayız, kıza hepsini vermelisin" dediler. Ben de: "Dinde bu
helâl değildir" diye cevap verdim. Bunun üzerine onlar bana yakınlık gösterip,
"Biz seni, kadılıktan (hâkimlikten) ayırmayız" dediler. Fakat gece olunca evimin
etrafını sardılar ve benden izin almadan hapisteki esirlerin yerlerini
değiştirmeye başladılar. Ben, bundan birşey anlıyamamıştım. Sabah olunca, bundan
dolayı şaşkınlığım çoğaldı. Dostlarımdan biri bana: "Onlar, kendilerinin bunu
yapabildikleri gibi, seni de öldürebileceklerini göstermek istiyorlar" dedi. Ben
de bu hâdise üzerine oradan ayrıldım. Kumluların inanışı, Gurabiyye mezhebi
i'tikâdı üzereydi. Onlarda, Eshâb-ı kirâma düşman olanların en şerlilerinden
olan bir kavimdi. Onlara göre, böyle bir mirasta malın hepsi kıza verilirdi.
Ebû Sa'îd-i
İstahrî, Semûd kavminin medeniyeti hakkında şunları bildiriyor:
Allahü teâlâ
Şuarâ sûresi 146-152.nci âyetlerinde, Sâlih aleyhısselâmın kavmine meâlen şöyle
nasîhatta bulunduğunu haber verdi:
"Ey kavmim!
Siz burada
(müşrik olduğunuz hâlde, ölümden, âfetten) emin
olarak bırakılır mısınız? Bu bahçeler, bostanlar, pınarlar, ırmaklar, ekinler,
meyvası hoş hurma ağaçları içinde (kalır mısınız?). Bir de ince san'atla,
dağlardan hayrete değer evler yontuyorsunuz (Bunların içinde şirk üzere
ebedî kalır mısınız?). Şu halde Allahtan korkunuz ve bana itâat ediniz! Ve
yeryüzünü fesada verip, ıslahına çalışmayan şu müşriklerin sözlerine
kapılmayınız!" Semûd kavmi zamanında, Medine ile Şam arasındaki Vâdi-ül-kurâ
havalisi, bir medeniyet beşiği idi. Dağların içinde oydukları meskenler, ince
birer san'at eseri halindeydi. İstahrî, taştan dizilmiş bu evleri gördüğünü
söyleyerek şöyle anlatıyor: "Semûd kavminin bu evleri bizim evlerimiz gibi tam
teşkilâtlı ve dağlar gibi yüksektir. Uzaktan bakıldığında, bu evler birbirine
bitişik sanılır. Fakat biraz ortalarına doğru varılınca, bunlardan her birinin
birbirinden ayrı birer kâşane (saray) olduğu görülür, etrafları dolaşılabilir.
Fakat yukarısına kadar çıkmakta çok güçlük çekilir."
KAYNAKLAR
1) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-3, sh-230, 235
2) Şezerât-üz-zeheb cild-2, sh-312
3) Târîh-i Bağdâd cild-7, sh-268
4) Vefeyât-ül-a'yân cild-2, sh-74
5) Mu'cem-ül-Büldân cild-3, sh-221
|