Tasavvuf
büyüklerinden. İsmi, İshâk bin Muhammed olup, künyesi Ebû Muhammed'dir. 330 (m.
944) senesinde Mekke-i mükerremede vefât etti. Irâk'da Ahvaz'ın yakınındaki
Nehrecûr denilen köyden olduğu için, Nehrecûrî diye bilinir. Hicaz'a gitti. Uzun
seneler Harem-i şerîfe komşu olarak kaldı. Cüneyd-i Bağdâdî, Ya'kûb es-Sûsî ve
Amr bin Osman el-Mekkî ve daha başka büyük zâtlarla görüşüp, sohbet elmiştir.
Fazîlet sahibi
bir zâttır. Tasavvufun yüksek makamlarına kavuşmuştur: Lütfü ve ikrâmı bol,
edebi pek çok idi. Arkadaşları kendisini çok severdi. Yeryüzünde herkesin fark
ettiği bir nûrânîlik vardı. Çok ibâdet ederdi. Gönlü bir gün bile rahat
olmamıştı. Nitekim "Ey Ya'kûb! Sen kulsun. Kul rahat olmaz" diye bir ses işitti.
Ebû Ya'kûb
Nehrecûrî buyurdular ki: "Doğruluk, açıkta ve gizlide hakka uymak ve uygun
olmaktır. Doğruluğun hakikati, darlık ve kıtlık zamanlarında da hakkı
söyliyebilmektir."
"Allahü teâlâyı
en iyi tanıyan, O'nun eserlerini, kâinatdaki eşsiz nizâm ve intizâmı, ondaki
ince ve yüksek san'atı görüp, Allahü teâlânın büyüklüğü ve yüceliği karşısında
hayran olup, hayrette kalan kimsedir."
Anlatılır ki,
birisi gelip Ebû Ya'kûb'a, "Benim kalbimde bir katılık var. Ba'zı zâtlarla
istişarede bulundum. Bana çeşitli tavsiyelerde bulundular. Fakat kalbimdeki bu
katılık, hiçbirisinin dediği ile gitmedi. Bunun üzerine Ebû Ya'kûb, "Onlar hatâ
etmişler. Sen şöyle yap, herkes uyuduğu zaman, Kâ'be-i muazzamadaki Mültezeme'ye
(Hacer-ül-esved ile Kâ'be-i muazzamanın kapısı arasındaki yere) git, orada namaz
kıl. Allahü teâlâya yalvarıp yakar. Yâ Rabbî, işimde şaşırıp kaldım. Bana
yardımını ihsan eyle diye duâ et." dedi. O şahıs da Ebû Ya'kûb'un dediği gibi
yaptı. Kalbindeki o katılık gitti."
Yine birisi ona
gelerek, "Namaz kılıyorum, fakat tadını içimde bulamıyorum" dedi. Ebû Ya'kûb o
zâta dedi ki, Allahü teâlâyı sâdece namazda hatırlarsan böyle olur. Allahü
teâlâyı her zaman hatırlamalıdır ki, yapılan ibâdetlerin tadı alınabilsin."
"Dünyâ bir derya, insanlar bu denizde yolcu, gemi takva, âhıret ise sahildir."
"Doyması
yemekle olan kimse, dâima açtır. Zenginliği mal ile olan fakîrdir. Çünkü o mal,
her zaman elde kalmaz. Allahü teâlâdan yardım istemiyen, başarısızlığa
mahkûmdur, ihtiyâcını insanlara arz eden mahrum kalır. Gerçekte bütün
ihtiyaçları gideren Allahü teâlâdır. Kullar birbirinin ihtiyaçlarını gidermekte
vasıtadır. Allahü teâlâ, insanlara, birbirinin ihtiyâcını gidermek için güç ve
kuvvet vermezse, kimsenin kimseye yardımcı olmaya gücü yetmezdi. Bu bakımdan
ihtiyaçları herşeyin sahibi ve mâliki Allahü teâlâya arz etmeli. Allahü teâlâ
bir işin olmasını dilerse, onun meydana gelmesini te'mîn edecek sebebleri de
yaratır."
"İnsan
kendisine verilen ni'mete şükrederse, Allahü teâlâ, o ni'meti insanın elinden
almaz. Eğer ni'mete şükretmeyip, kıymetini bilmezse, o ni'met devam etmez, elden
gider."
"Kul ma'nevî
yönden yüksek mertebelere erişip kemâle erişince, artık ona, belâ ve sıkıntılar
ni'met şeklinde görünür. Çünkü, onun Allahü teâlâya olan muhabbet ve sevgisi o
kadar fazladır ki, artık O'ndan gelen herşey, ona güzel ve tatlı gelir."
"İnsanın
kazançlı olmasının esâsı, az yemek, az uyumak, az konuşmak ve nefsin arzu ve
isteklerini terk etmektir."
"Kişi, kendi
benliğinden sıyrılıp, Hak ile beraber olursa, o zaman kulluk makamına kavuşur.
Kul o-labilmek pek yüksek bir makamdır."
"İnsanda huzur
ve sevinç, şu üç şeyle hâsıl olur Birincisi; kişi Allahü teâlâya ibâdet edip,
beğendiği işleri yaptığı zaman duyduğu sevinç ve rahatlık. İkincisi; kalbini
Allahü teâlâdan başka herşeyden sıyırıp, sadece Allahü teâlâ ile beraber kılmak.
Üçüncüsü; Allahü teâlâdan başka şeyler hakkında konuşmayı bırakıp, Allahü
teâlâyı anmaktan hâsıl olan tatlılık ve sevinç. Allahü teâlânın anılması
sebebiyle meydana gelen neş'e ve sevincin alâmeti üç şeydir: Birincisi; kulun
dâima, tâat (Allahü teâlânın beğendiği şeyler) üzere olması. İkincisi; dünyâdan
ve dünyâya düşkün olanlardan uzak kalmak. Üçüncüsü; yaptıkları ibâdet ve
tâatlerde, sâdece Allahü teâlânın rızâsını gözetmesi, İnsanların da görmesi ve
bilmesi düşüncesinden kurtulması."
"En fazîletli
ve üstün amel, bilerek yapılan ameldir." (Bilmeden amel yapan kimsenin, harâma
düşmesi ihtimâli vardır.)
"Gerçek
tevekkül sahibi, başkasına eziyet ve sıkıntı vermez. Başına gelen belâ ve
musîbetlerden dolayı kimseden şikâyetçi olmaz. Mahrum kaldığı şeylerden dolayı
da kimseyi kötülemez. Çünkü o, hayrın da, şerrin de, Allahü teâlâdan olduğuna
kâmil bir şekilde îmân etmiştir."
Ebû Ya'kûb
Nehrecûrî'ye Allahü teâlânın rızâsına nasıl kavuşulur diye sordular. O da
"Câhillerden uzak kalmak, âlimlerin sohbetinde bulunmak, ilmi ile amel edip,
Allahü teâlâyı anmaya devam etmek" diye buyurdu.
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-10, sh-356
2) Tabakât-üs-sûfiyye sh-378
3) Nefehât-ül-üns sh-180
4) Şezerât-üz-zeheb cild-2, sh-325
5) Tabakât-ül-kübrâ cild-1, sh-111
6) El-A'lâm cild-1, sh-296
|