Fıkıh ve hadîs
âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. İsmi, İbrâhîm bin Muhammed bin Ahmed
en-Nasrabâdî en-Nişâbûrî olup, künyesi Ebü'l-Kâsım'dır. Aslen Nişâbûrlu
olduğundan, doğumu ve yetişmesi orada oldu. İlim öğrenmek için Bağdâd, Mısır,
Şam ve başka yerlere gitti. Ebû Bekr Şiblî, Ebû Ali Rodbârî, Ebû Muhammed
Mürteiş, Abdullah bin Muhammed bin Hasen, Yahyâ bin Bilâl, Abdullah bin
Abdüsselâm, İbn-i Sa'îd, İbn-i Cevsâ, Ahmed et Assai, İbn-i Huzeyme ve daha
birçok büyük âlimlerle görüşüp, kendilerinden ilim öğrendi. Ebû Ali Dekkâk ve
Ebû Nasr-ı Sûfi'nin üstadıdır, ömrünün sonuna doğru hacca gitti. Hacdan sonra,
memleketine dönmeyip, Harem-i şerîfte bir sene kaldı ve 367 (m. 977) yılı
Zilhicce ayında orada vefât edip, Hz. Fudayl bin İyâd'ın türbesi yanında
defnolundu. Çok ibâdet etmekte, harâm ve şüphelilerden sakınmakta, nefsin kötü
olan isteklerine muhalefet etmekte, çek ileri derecede olup, zamanında
bulunanlar onun büyüklüğünü kabul ederlerdi. Hayatı boyunca memleketinin üstadı
olarak bilinmiştir. Tasavvuf ve diğer ilimlerdeki, bilhassa fıkıh ve hadîsdeki
derecesi çok yüksek idi. Fıkıh, hadîs ve târih ilminde, tasavvuf yolunda
ilerlemek hususunda, Peygamber efendimizin sünnetlerine dâir mes'elelerde,
onları toplama, yazma ve yayma işinde ve başka konularda müşkülleri olanlar,
kendisine müracaat ederlerdi. Çok hadîs-i şerîf yazdı ve rivâyet etti. Sika
(güvenilir) bir zât olduğu için, yazdıklarına ve sözlü olarak rivâyet
ettiklerine, kendisinden sonra gelen âlimler i'timâd etmişlerdir. Güzel
menkıbeleri ve şaşılacak hâlleri çoktur.
Kendisi
anlatıyor: "Birgün, Mekke-i mükerremede yolda yürürken, bir kimsenin yol
ortasında can çekişmekte, şiddetli bir ızdırap ile kıvranmakta olduğunu gördüm.
O anda kalbime, şu zavallının bu sıkıntılı hâlden kurtulması için bir Fatiha
okuyup üzerine üfliyeyim, düşüncesi geldi. O sırada, o kimsenin karnından bir
ses geldi ki: Gayet anlaşılır bir şekilde: "Bırak bu alçağı! Çünkü bu, Hz. Ebû
Bekr'e düşmandır" diyordu. Demek ki, bozuk i'tikâdının ve düşmanlığının cezasını
çekiyor deyip oradan ayrıldım."
Birgün
kendisine "Ba'zıları yabancı kadınlarla beraber oturuyorlar ve "Böyle yapmak
bize zarar vermez. Biz, onları görmekle günaha girmekten korunmuş kimseleriz"
diyorlar. Bunlar hakkında ne dersiniz?" diye soruldu. Cevâbında buyurdu ki; "Can
bedende bulundukça, Allahü teâlânın emir ve nehiyleri devam etmektedir. Ya'nî,
kul yaşadıkça helâle, harâma riâyet etmeğe mecburdur. Nasıl olursa olsun bir
erkek, kendisine yabancı olan bir kadın ile uygunsuz olarak görüşemez,
konuşamaz, halvet hâlinde (kapalı bir yerde yalnız olarak) bulunamaz. Allahü
teâlânın yasak ettiklerine dalmış olanlar, elbette şüpheli olan şeyleri yapmakta
daha çok cesaretli olurlar."
Ebü'l-Kâsım
Nasrabâdî (r.a.) buyurdu ki:
"Recâ (Allahü
teâlânın rahmetinden ümidli olmak) hâli, insanı ibâdet ve tâat yapmaya sevk
eder. Havf (Allahü teâlânın azabından korkmak) hâli de, insanı günah işlemekten
uzaklaştırır."
"Allahü
teâlânın ni'metlerine şükredenin, hem ni'meti artar, hem de muhabbet ve
ma'rifeti çoğalır."
"Tasavvufun
esâsı; İslâmın emir ve yasaklarına dört elle sarılıp, nefsin kötü arzularından
ve bid'atlerden ya'nî dinde olmadığı hâlde ibâdet olarak uydurulan, sonradan
meydana çıkarılan şeylerden uzak durmaktır. Ayrıca, dînini doğru olarak
kendisinden öğrendiği İslâm âlimini çok sevmek, verilen vazifeyi en güzel
şekilde yerine getirmek, insanlardan gelen sıkıntılara sabretmektir."
"Rızâ
derecesine kavuşmak istiyen kimse, Allahü teâlânın rızâsı bulunan hâllerden
kesinlikle ayrılmasın."
"Kabahatlerinin
af ve mağfiretini istemek niyetiyle yapılan ibâdet, iyiliklerine mükâfat istemek
niyetiyle yapılan ibâdetten daha makbuldür."
"Ma'rifet ve
Allahü teâlâya yakın olma hâli farzları eda etmekle ve Sünnet-i seniyyeye tâbi
olmakla ele geçer."
KAYNAKLAR
1) Târîh-i Bağdâd cild-6, sh-169
2) Tabakât-ül-kübrâ cild-1, sh-122
3) Tabakât-üs-sûfiyye sh-484
4) Risâle-i Kuşeyrî sh-181
5) Nefehât-ül-üns sh-274
6) Tezkiret-ül-evliyâ cild-2, sh-261
7) Şezerât-üz-zeheb cild-3, sh-58
|