Ehl-i sünnet
âlimlerinin en büyüklerinden ve Hanefî mezhebi imâmlarından. İsmi, Nasr bin
Muhammed bin Ahmed bin İbrâhîm es-Semerkandî olup, künyesi Ebülleys'dir. Lakabı
İmâm-ül-hüdâ ve Fakîh'dir. Tefsîr, hadîs, kelâm, tasavvuf, ahlâk ve diğer
ilimlerde de âlim idi. Haram ve şüphelilerden sakınmakta ve dünyâya kıymet
vermemekte çok yüksek idi. 373 (m. 983) senesi Cemâzil-âhır ayında vefât etti.
Vefâtına dâir başka rivâyetler de vardır.
Ebülleys
hazretleri, Ebû Ca'fer Hinduvânî'nin talebesidir. İlim öğrenme silsilesi, hocası
yoluyla İ-mâm-ı Ebû Yûsuf hazretlerine ulaşır. Ebülleys-i Semerkandî
hazretlerinin, çeşitli ilimler hakkında yazdığı çok değerli eserleri vardır. En
meşhûr eseri Tenbih-ül-gâfilîn kitabıdır. Bu kitap va'z ve nasîhatle ilgili
olup, 94 bâbtan meydana gelmiştir. 1040 târihinde Kâtip Çelebi tarafından
Türkçeye tercümesi yapılmıştır. Bu eserin tamamı İslâm ahlâkını anlatmakta olup,
âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler ile beraber, na-sîhat ve hikmetli sözler
ihtiva eden mükemmel bir ahlâk kitabıdır.
Tenbîh-ül-gâfilîn kitabı, ihlâs konusuyla başlamaktadır. Daha sonra kabir azâbı
kıyâmet günü, tövbe, ana-baba hakkı, akraba ziyâreti, komşu hakkı, gıybet,
kibir, beş vakit namaz, mescidlere hürmet, Allah korkusu, duâ gibi birçok ahlâkî
ve fıkhî konuları bölümler hâlinde ihtiva etmektedir.
Ebülleys-i
Semerkandî hazretleri, bu eserinde buyuruyor ki:
"Allahü
teâlânın rızâsı için değil de başka niyetlerle amel işliyen kimsenin ameli,
yorgunluk ve sıkıntı çekmekten başka bir şey değildir. O kimsenin, âhırette
amelinin mükâfatı yoktur. Gideceği yer Cehennemdir. Amellerini Allahü teâlânın
rızâsı için işliyenlerin ise, bu niyetleri kendilerine kâfi gelir. Hadîs-i
şerîfte buyuruldu ki, "Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttuğu orucun kendisine
faydası; açlık ve susuzluktur. Nice ibadet edenlere de ibâdetlerinden yanlarına
kalan; uykusuzluk ve zahmettir." Allahü teâlânın rızâsı için değil de,
"gösteriş" için ve "desinler" için ibâdet yapanın hâli şu kimseye benzer ki,
kesesine çakıl taşlarını doldurup, çarşıya çıkar, insanlar, dışarıdan kesesini
dolu görünce, kendisi için "Ne zengin adam" derler. O kimseye, insanların böyle
söylemelerinden başka hiçbir fâide gelmez. Halbuki, o çakıl taşları ile bir şey
satın almak istese, kimse bir şey vermez. Riya (gösteriş) için amel e-denler,
âhırette hiçbir fâide göremezler. O halde, işlediği amelin sevabını âhırette
almak istiyen kimse, amelini, ihlâs ile, riyasız olarak yapmalı, sonra unutmalı,
hatırlamamalıdır ki, amelini düşünüp gurura kapılmasın. Bunun için, "Yapılan bir
iyiliği muhafaza etmek, onu yapmaktan daha zordur" denilmiştir, işlediği
amellerde riyaya düşmekten çok sakınmalı, Allahü teâlânın rızâ-i şerîfinden
başka niyet ve maksadların kalbine gelmemesi için, Allahü teâlâya
çokyalvarmalıdır."
"Ölüme imân
eden, onun mutlaka geleceğine inanan kimse, kötülükleri terk edip, iyi ameller
işliyerek ona hazırlanmalıdır. Bu yolda bir sıkıntı ile karşılaşılırsa
sabretmeli, dünyâ sıkıntılarının, ölüm acısı ve âhıret azapları yanında hiç
olduğunu düşünmelidir."
"Peygamber
efendimiz (s.a.v.), "İsrâiloğulları, içlerinde garib hâllerin meydana geldiği
bir kavimdir" buyurdu ve şöyle devam ettiler:
"Benî İsrâilde bir grup insan kabristan'a
gittiler. Orada birbirlerine dediler ki, "Şimdi namaz kılalım. Sonra Rabbimize,
bize ölümden haber vermesi için şurada bulunan ölülerden birini diriltmesi için
duâ edelim." Sonra namaz kılıp duâ ettiler. Bu hâlde iken, ölülerden biri
kabrinden başını kaldırdı. Yüzü simsiyah idi. Alaca bulaca bir hâli vardı.
Alnında da secde izi görünüyordu. Orada bulunanlara "Ey buraya gelmiş olanlar!
Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ben doksan yıl önce öldüm, ama ölüm acısı hâlâ
üzerimden gitmedi. Aynen şimdi ölüyormuşum gibi ölüm acısı devam ediyor. Beni
eski hâlime getirmesi için Allahü teâlâya duâ edin" dedi."
"Peygamber
efendimiz (s.a.v.), vefât etmek üzere olan bir Sahâbînin başında bulunuyordu. Orada ölüm meleğini gördü. Ona: "Ey ölüm meleği! Arkadaşıma yumuşak davran.
Zira o mü'mindir" buyurdu. Bunun üzerine ölüm meleği dedi ki: "Yâ Muhammed!
(s.a.v.) Sana müjdeler olsun, Ben sadece buna değil, bütün mü'minlere yumuşak
davranırım. Bağırıp çağıran olursa onlara, "Ne bu bağırıp çağırrmak. Allahü
teâlâya yemin ederim ki, biz ona hiç zulüm yapmadık. Ecelini geriye de
bırakmadık, öne de almadık. Ruhunu almakta bizim bir kabahatimiz yoktur. Allahü
teâlânın takdirine râzı olursanız sevab alırsınız. Râzı olmaz; feryâd ederseniz
günahkâr olursunuz. Bizim size bir sıkıntımız yoktur. Bir alacağımız vardır. Onu
almaya geliriz. Bizi böyle karşılamaktan (bağırıp, çağırmakdan) çok sakınınız
derim. Yâ Muhammed! (s.a.v.) Vallahi, ben bir sivrisineğin canını kabzetmek
istesem, Allahü teâlânın emri olmayınca buna gücüm yetmez."
"Peygamber
efendimiz (s.a.v.) Ensârdan bir zâtın cenâzesinde bulunup, kabrine kadar gitti.
Kabrin başında oturdu. Eshâb-ı kirâm (r.anhüm) etrafında oturdular. Eshâb-ı
kirâm, Peygamber efendimizin huzurunda bulunurlarken, edebe riâyetle öyle
hareketsiz olurlardı ki, başlarına kuş konmuş gibi dururlardı. Kabrin başında
böyle hareketsiz beklerken, Resûlullah efendimiz mübârek başlarını kaldırıp iki
veya üç defa, "Kabir azabından Allahü teâlâya sığınınız" buyurdu ve sonra
şöyle devam etti: "Şüphesiz ki, mü'min bir kul, âhırete yönelmiş, dünyâdan
kesilmiş bir hâlde iken melekler gelirler. Yüzleri beyaz olup, güneş gibi
parlaktır. Yanlarında Cennet kefeni ve Cennet kokuları vardır» Hastanın yanına
otururlar. O kadar çok olurlar ki, gözün görebileceği yeri kaplarlar. Sonra ölüm
meleği gelip, hastanın başucuna oturur ve "Ey Allahü teâlânın emirlerinden
dışarı çıkmayan ruh! Allahü teâlânın mağfiretine, rızâsına çık" der.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) devam ederek buyurdu ki, "Ruh, su kabından suyun
damlaması misâli çıkar. Melekler onu alırlar, ona duâ ederler ve ellerinde hiç
bekletmeden, yanlarında getirdikleri Cennet kefenine sararlar, yanlarında
getirdikleri güzel Cennet kokularını üzerine serperler. Ondan, öyle bir koku
yayılır ki, yeryüzünde bulunan miskten daha güzeldir. Sonra o ruhu alıp
yükseklere götürürler. Yükselirlerken, yanlarına uğradıkları her melek kafilesi,
"Bu temiz, güzel kokulu ruh kimindir?" derler. Onu taşıyan melekler, "Bu filân
oğlu filânın ruhudur" deyip en güzel isimleri ile söylerler. Bu şekilde, dünyâ
semâsına kadar giderler, dünyâ semâsının kapısının açılmasını isterler. Dünyâ
semâsının kapısı açılır. Çok güzel bir şekilde karşılarlar, uğurlanırlar. Bu
karşılama ve uğurlama ile yedinci semâya kadar giderler. Orada Allahü teâlânın
şu fermanı gelir: "Onun sicilini ılliyyîn (Cennetlikler)
arasında tutunuz. Onu yeryüzüne iade ediniz.
Onları topraktan yarattık ve oraya iade edeceğiz. Sonra yine topraktan
çıkaracağız." Sonra o ruh, cesedine iade olunur. Sonra ona iki melek gelip
derler ki, "Rabbin kimdir?" O, "Rabbim Allahtır" der. Melekler "Dînin nedir?"
derler. O, "Dînim İslâmdır" der. Melekler Hz. Peygamberi göstererek, "Bu zât
hakkında ne dersin?" derler. O, "O, Resûlullahtır (s.a.v.)" der. Melekler,
"Nereden biliyorsun?" derler. O, "Allahın kitabını okudum. Ona îmân ettim. Onu
tasdîk ettim" der. Sonra Allahü teâlâ tarafından bir nida gelir. "Kulum doğru
söyledi. Onun için Cennet yataklarından bir yatak düşeyin. Ona Cennet
elbiselerinden bir elbise giydirin. Onun için Cennetten bir kapı açın ki, o
kapıdan Cennetin hoş kokusu ve güzel rüzgârı gelsin," Sonra o kulun kabri, göz
görebildiği ölçüde genişler. Bundan sonra ona güzel yüzlü, hoş kokulu bir kimse
gelir, "Bugün sana, seni sevindirecek bir şeyi müjdelemek için geldim. O müjde,
Allahü teâlânın sana olan iyilik va'didir." O kimse, bu gelen kimseye "Sen
kimsin?" der. O da, "Ben senin sâlih amelinim" der. Sonra o kimse, "Yâ Rabbî!
Kıyâmeti çabuk oldur. Ehlime ve hizmetçilerime kavuşayım" diye duâ eder."
Resûlullah
(s.a.v.) bundan sonra, kâfir bir kimsenin durumunun nasıl olacağını şöyle
anlattı: "Kâfir olan bir kul, âhırete yönelmiş, dünyâdan kesilmiş hâlde iken,
gökten melekler gelirler. Yüzleri simsiyah olup, gözün görebildiği kadar
kalabalıktırlar, yanlarında bir çul parçası getirmişlerdir. Sonra melek-ül-mevt
gelip, o kâfirin başucunda oturur ve "Ey habîs ruh! Allahü teâlânın
hoşnutsuzluğuna, gadabına çık!" der. Bunun üzerine onun uzuvları parça parça
olur. Onun ruhu; kızgın bir demirin, ıslak bir koyunun derisine bastırılıp
çıkarılması gibi çıkar. Damarlar ve sinirler birlikte çekilir. Melekler, o çıkan
ruhu hiç bekletmeden beraberlerinde getirdikleri çul parçasına atarlar. Cifeden
daha kerih bir kokusu vardır. Bu haliyle onu alıp çıkarlar. Her uğradıkları
melâike taifesi, "Bu habîs ruh kimin?" diye sorarlar. Melekler, "Bu filân oğlu
filânın ruhudur" deyip en kabîh, çirkin isimleri ile tanıtırlar. Bu hâl ile
dünyâ semâsına varırlar. Birinci semânın kapısını çalarlar, kapı açılmaz."
Peygamberimiz burada, "Onlara gök kapıları açılmaz (ruhları göğe
yükselemez) ve deve, iğnenin deliğinden geçinceye kadar (hiç bir zaman)
Cennete giremezler." (A'râf-40) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve
anlatmaya devam etti "Allahü teâlâ tarafından bir nida gelir ki, "O-nun
sicilini Cehennemlikler arasında tutunuz. Bundan sonra o kâfirin ruhu fırlatılıp
atılır." Peygamber efendimiz (s.a.v.) burada, "Kim, Allahü teâlâya şirk
koşarsa, sanki o gökten düşüp kuşa yem olana, rüzgârın uzağa savurduğuna
benzer." (Hac-31) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudular. Ve anlatmaya devam
ettiler: "O kâfirin ruhu böylece yuvarlanır. Sonra gelip cesede girer. Bundan
sonra ona iki melek gelerek, yanına otururlar ve sorarlar. "Rabbin kimdir?" O
ise çok hayret edip, "Ha... Ben bilmem" der. Melekler, "Dînin nedir?" diye
sorarlar. O ise aynı şekilde "Ben bilmem" der. Melekler, Peygamber efendimizi
(s.a.v.) işaret ederek "Size gönderilen bu zât hakkında ne dersin?" derler. O
yine "Ben bilmem" der. Bundan sonra bir nida gelir. "Kulum yalan söyledi. Ona
ateşten bir yatak hazırlayın ve ateşten bir elbise giydirin ve ona Cehennemden
bir kapı a-çın." Böylece Cehennemin sıcaklığı ve zehirli havası onu sarar. Kabri
onu sıkar, kaburga kemikleri birbirine geçer. Bundan sonra bir kimse gelir ki,
kokusu pis, elbisesi çok çirkindir. O kâfire, "Sana va'd olunan kötü hâlleri
haber vermeye geldim" der. O ise "Sen kimsin?" der. O gelen "Ben senin kötü
amellerinim" deyince, kâfir, "Yâ Rabbi! Kıyâmeti vuku' buldurma! Yâ Rabbi!
Kıyâmeti vuku' buldurma!" der.
Diğer bir
haberde geldi ki: Mîzânda (terazide) günâhları ağır gelen müslümanlar Cehenneme
doğru yol alırlarken, "Yâ Muhammed (s.a.v.), imdadımıza yetiş!" derler. Fakat
Cehennem meleklerinin reîsi Mâlik'i görünce, onun heybetinden Muhammed
aleyhisselâmın ismini unuturlar. Mâlik onlara "Sizler kimlersiniz?" diye sorar.
Onlar, "Bizler üzerimize Kur'ân-ı kerîm indirilen kavimdeniz. Bizler Ramazan'da
oruç tutardık" derler. Mâlik "Kur'ân-ı kerîm, Muhammed aleyhisselâma indirildi"
der. Onlar Muhammed aleyhisselâmın ismini duyunca haykırırlar ve "İşte biz, Hz.
Muhammed'in (s.a.v.) ümmetindeniz" derler. Mâlik onlara, "Peki, Kur'ân-ı
kerîmde, Allahü teâlânın yasak ettiği şeyleri yapmaktan men eden bin ma'nâ yok
muydu?" der. Böyle konuşup giderlerken Cehenneme ve zebanî meleklerine yaklaşmış
olurlar. Cehenneme ve zebanîlere bakarlar ve derler ki "Yâ Mâlik! Bize izin ver
de hâlimize ağlıyalım." Kendilerine izin verilir. Gözlerinden yaş yerine kan
gelinceye kadar ağlarlar. Mâlik onlara, "Bu ağlama ne güzel. Keşke dünyâda iken
böyle Allah korkusundan ağlasaydınız, sizi ateşten korurdu. Fakat bugünkü
ağlamanızın fâidesi yoktur." Sonra Mâlik, orada vazifeli bulunan zebânî
meleklerine, "Onları ateşe ati" emrini verir. Onlar da Cehenneme atarlar.
Cehenneme atılan bu mü'minler hemen, "Lâ ilâhe illallah" derler. Bunun üzerine
ateş, onlardan uzaklaşır. Mâlik, "Yâ Nâr! Onları tut!" der. Ateş, "Onları nasıl
tutabilirim ki (Lâ ilâhe illallah) diyorlar" der. Mâlik tekrar tutması için emir
verir. Ateş yine aynı cevâbı verir. Bunun üzerine Mâlik, ateşe "Evet,
tutacaksın. Çünkü Allahü teâlâ öyle emrediyor" der. Sonra ateş onları tutar.
Ba'zılarının ayaklarına kadar, ba'zılarının diz kapaklarına kadar, ba'zılarının
bellerine kadar ve ba'zılarının da boğazlarına kadar ateş çıkar. Ateş yüzlerine
doğru yükselince, Mâlik ateşe emredip; "Yüzlerini yakma ki, dünyâda iken çok
secde ettiler. Kalblerini de yakma ki, çok Ramazan orucu tuttular, susadılar"
der. Sonra şöyle duâ ederler, "Ey merhametlilerin en merhametlisi! Ey iyilik
sahibi! Ey ihsan sahibi!" Allahü teâlâ, onlar için verdiği hükmü böylece infaz
ettikten sonra Cebrâil aleyhisselâma, "Yâ Cebrâil! Ümmet-i Muhammedin âsî
olanlarının hâli nasıldır?" buyurur. Hz. Cebrâil der ki, "Yâ Rabbî! Onları en
iyi bilen sensin" der. Allahü teâlâ "Git! Onların hâlini öğren" buyurur. Cebrâil
(a.s.) Mâlik'e gider. Mâlik'i, Cehennem ortasında ateşten bir minber üzerinde
oturur hâlde görür. Hz. Cebrâil'i görünce, "Yâ Cebrâil! Buraya gelmene sebep
nedir?" der. Hz. Cebrâil, "Ümmet-i Muhammedin âsîlerinin halleri nasıldır?" diye
sorar. Mâlik, "Hâlleri çok fena, yerleri çok dar. Ateş onların cisimlerini
yaktı. Etleri yandı. Kalbleri ve yüzleri kaldı. Oralarında da îmân parlar" der.
Cebrâil (a.s.) "Onlardan perdeyi kaldır da hâllerini bir göreyim!" Mâlik,
oradaki vazifeli meleklere emreder. Onlar da perdeyi kaldırırlar. Cehennem ehli,
Hz. Cebrâil'e bakarlar ve onun hüsn-i cemâlini görünce anlarlar, ki, o azâb
melâikelerinden değildir. "Bu zât kimdir ki, biz hiç kendisinden daha güzel
birini görmedik?" derler. Mâlik der ki; "Bu kerem sahibi Cebrâil aleyhisselâmdır
ki, Rabbinden Muhammed aleyhisselâma vahiy getirirdi. Onlar, Muhammed
aleyhisselâmın mübârek ismini duyunca, hep birden bağırırlar ve "Ey Cebrâil!
(a.s.) Hz. Muhammed'e (s.a.v.) bizden selâm söyle, O'na, bizim günâhlarımız,
seninle bizim bir araya gelmemize engel oldu de ve kötü hâlimizi anlat" derler.
Sonra Cebrâil (a.s.) Allahü teâlânın huzuruna gelir. Allahü teâlâ "Ümmet-i
Muhammedi nasıl buldun?" buyurur. Hz. Cebrâil "Yâ Rabbî! Onların hâli çok kötü,
yerleri de pek dar" der. Allahü teâlâ, "Senden birşey istediler mi?" buyurur.
Cebrâil aleyhisselâm "Evet yâ Rabbî! Kendilerinden Peygamberlerine selâm
götürmemi ve kötü hâllerini kendisine haber vermemi istediler." Allahü teâlâ, "O
halde, selâmlanın ve haberlerini kendisine bildir" buyurur. Cebrâil (a.s.) Hz.
Muhammed'e (s.a.v.) gelir. O'nu inciden yapılmış beyaz bir köşkte bulur. Köşkün
tam dörtbin kapısı vardır. Her kapının çevresi iki sıra sırma altın ile
süslüdür. Cebrâil (a.s.), "Yâ Muhammed! (s.a.v.) Ümmetinden, Cehennemde azâb
gören âsilerin yanından geldim. Sana selâm söylediler ve hâllerinin çok kötü
olduğunu, yerlerinin pek dar olduğunu sana haber vermemi istediler" der.
Muhammed aleyhisselâm, Arş-ı a'lânın altına gidip, secdeye kapanır ve Allahü
teâlâyı öyle sena eder ki, o zamana kadar hiç kimse öyle sena etmemiştir. Bundan
sonra Allahü teâlâ, "Başını kaldır ve iste! İstediğin verilecek. Şefâat et!
Şefâatin kabul edilecek" buyurur. Hz. Muhammed (s.a.v.), "Yâ Rabbî! Ümmetimden
şakî olanlar hakkındaki hükmünü infaz ettin, onlar için şefâatimi kabul buyur"
diye duâ eder. Allahü teâlâ, "Onlar hakkında seni şefâatçi kıldım. Cehenneme
git. Lâ ilâhe illallah diyenleri oradan çıkar" buyurur. Muhammed aleyhisselâm
gider. Mâlik O'nu görünce ta'zîm ile karşılar. Ona "Ya Mâlik! Ümmetimin
Cehennemlik olanlarının hâli nicedir?" diye sorunca, Mâlik "Hâlleri çok kötü ve
yerleri de pek dardır" der, Muhammed aleyhisselâm, "Kapıyı aç ve perdeyi kaldır"
buyurur. Kapı açılır, perde kalkar. Cehennem ehli, Muhammed aleyhisselâmı
görünce hep birden feryâd ederek "Yâ Resûlallah! Ateş derilerimizi yakıp,
ciğerlerimize işledi" derler. Muhammed aleyhisselâm, onların hepsini oradan
çıkarır. Onlar ateşte yanmakla kömür olmuşlardır. Muhammed aleyhisselâm onları.
Cennetin kapısında bulunan ve hayat nehri diye isimlendirilen nehre getirir.
Onlar bu nehirde yıkanırlar. Nehirden çıktıklarında genç delikanlı olarak
çıkarlar ki, gözleri sürmeli, yüzleri çok güzeldir. Alınlarında "Bunlar,
Rahmanın ateşten âzâd ettiği Cehennemliklerdir" yazısı bulunur. Sonra bunlar
Cennete girerler. Cehennemde azâb görmekte olan kâfirler bu hâli görünce, "Keşke
biz de müslüman olaydık. Şimdi biz de Cehennemden çıkmış olurduk" derler.."
"Kıyâmet günü
dünyâ, saçları dağılarak birbirine karışmış, mosmor, sivri köpek dişleri
dışarıya kadar çıkık, kara, çirkin suratlı bir yaşlı kadın suretinde getirilir.
Bu haliyle orada olanlara gösterilir. Mahşer ehli ondan iğrenirler. Mahşer
enline denilir ki, "Siz bunu tanıyor musunuz?" Onlar, "Biz onu tanımaktan Allahü
teâlâya sığınırız" derler. Onlara "İşte bu, uğrunda birbirinize girip
dövüştüğünüz, ondan elde ettiklerinizle de birbirinize karşı övündüğünüz
dünyâdır" denilir. Sonra emredilir, dünyâ bu haliyle Cehenneme atılır. O zaman
der ki, "Yâ Rabbî! Hani benim dostlarım? Hani bana tâbi olanlar, gönül
verenler?" der. Sonra bu söyledikleri de Cehenneme atılır. Dünyâ Cehenneme
atılır, fakat ona azâb edilmez. Cehennemliklere dünyânın kötülüğü anlatılmak
için böyle gösterilir."
Allahü teâlâdan
korkmanın yedi alâmeti vardır. Bunlardan birincisi; dili ile söylediklerinden
anlaşılır. Yalan söylemiyorsa, gıybet etmiyorsa ve fuzûlî sözlerden kaçınıyorsa,
cenâb-ı Haktan korkuyor demektir. İkincisi; mi'desine, ihtiyaç kadar helâl lokma
koymasından belli olur. Üçüncüsü; gözü ile, helâla ve gördüklerine ibret nazan
ile bakmasından belli olur. Dördüncüsü; kulaklarına dînin emirlerine uygun olan
sözleri işittirmeye çalışmasından belli olur. Beşincisi, elini harâma değil,
helâla uzatmasından belli olur. Altıncısı; kalbinden, din kardeşlerine karşı
düşmanlığı, kini, hasedi çıkarıp, yerine muhabbeti, şefkati ve nasîhati
yerleştirmesinden belli olur. Yedincisi; yaptığı işlerine riya karıştırmaksızın,
ihlâs ile, sırf Allah rızâsı için yapmasından belli olur."
Muhammed bin
Lebîd'in (r.a.) bildirdiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki;
"Sizin için en korktuğum şey, küçük şirktir." Eshâb-ı kirâm dediler ki,
"Yâ Resûlallah, küçük şirk nedir?" Resûlullah (s.a.v.) "Riyadır" buyurdu.
Yine hadîs-i
şerîfte buyuruldu ki, "Dünyâda riya ile
ibâdet edene, kıyâmet günü "Ey kötü insan! Bugün sana sevab yoktur. Dünyâda
kimler için ibâdet ettin ise, sevablarını onlardan iste!" denir."
Resûlullah
(s.a.v.) buyurdu ki, "Kim güzel bir iş (âdet) ortaya çıkarırsa, onun
sevabı ve kıyâmete kadar o güzel işle amel edenlerin sevabı, o kimseye aittir.
Kim de kötü bir iş (âdet) ihdas
ederse, ortaya çıkardığı bu kötü işin günahı ve kıyâmete kadar onunla amel
edenlerin günahı o kimseye aittir."
Resûlullah
(s.a.v.) buyurdu: "Âhıret günü, Allahü teâlâ yarattıklarını hesaba çeker. Her
sınıf insan orada toplanır. Hesap için ilk çağırılanlar; Kur'ân-ı kerîm
okuyanlar, Allah için harbte ölenler ve dünyâda iken malı mülkü olup zengin
olanlardır. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîm okuyana sorar, "Peygamberime
gönderdiğim esaslar sana bildirilmedi mi?" "Evet yâ Rabbî, bildirildi", der.
Allahü teâlâ sorar, "Peki sana bildirilenle, öğrendiğinle ne yaptın?" "Gece
gündüz okudum" der. Allahü teâlâ buyurur, "Yalan söyledin." Melekler der ki,
"Evet yalan söyledin. Sen, hakkında başkası (Ne güzel okuyor)
desinler diye okudun. Nitekim sana böyle
söylendi.."
Daha sonra,
harpte Allah yolunda ölen huzura getirilir. Allahü teâlâ ona, "Niçin
öldürüldün?" diye sorunca 'Senin yolunda harp ettim ve öldürüldüm" der. Allahü
teâlâ "Yalan söyledin" buyurur. Melekler de der ki, "Yalan söyledin. Sen Allah
için harp etmedin,
(Ne cesur adam)
desinler diye harp ettin. Herkes de sana böyle
dedi."
Allahü teâlâ
sonra zengin olana buyurur, "Sana verdiğim zenginlikle ne yaptın?" "Sıla-i rahm
yaptım ve o malla sadaka verdim, dağıttım" der. Allahü teâlâ buyurur, "Yalan
söyledin." Melekler der ki, "Yalan söyledin. Hakkında herkes;
(Ne cömert, ne
iyiliksever adam) desinler diye bunları yaptın. Herkes de böyle söyledi."
Sonra Resûlullah (s.a.v.), "Ey Ebû Hüreyre! Kıyâmet günü Allahü teâlânın
Cehenneme atacağı bu üçüdür" buyurdu.
Bu haber Hz.
Muâviye'ye ulaşınca çok ağladı ve "Allah ve Resûlü doğru söylemiştir" buyurdu,
sonra şu âyet-i kerîmeyi okudu. Meâlen: "Kim dünyâ hayatını ve onun
gösterişli zevklerini isterse biz onlara amellerinin karşılığını tamamen öderiz.
(Sıhhat, zenginlik ve zevkle yaşarlar.) Bu hususta, onlara noksanlık yapılmaz.
Bunlar, o kimselerdir ki, âhırette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur.
Yaptıkları ameller boşa gitmiştir. Zaten bütün yapmış oldukları şeyler boştur."
(Hûd sûresi 15-16).
Meymûn bin
Mihran'ın (r.a.) bildirdiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah (s.a.v.) birisine
buyurdu ki, "Beş şeyden önce, beş şeyin
kıymetini bil:
1.
İhtiyarlamadan önce gençliğin. 2. Hastalıktan önce sıhhatinin. 3. Meşguliyet
gelmeden önce boş vaktinin. 4. Fakîrlikten önce zenginliğinin. 5. Ölmeden önce
hayatının."
Ebû Hüreyre'nin
(r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki,
"Evlâdın, babası üzerinde üç hakkı vardır: Ona
güzel bir isim koyması, Kur'ân-ı kerîm öğretmesi, evlenme vakti gelince de
evlendirmesidir."
Resûlullah
(s.a.v.) buyurdu: "Gıybet nedir biliyor musunuz?" Eshâb-ı kirâm, "Allahü
teâlâ ve Resûlü daha iyi bilir" dediler. Resûlullah buyurdu ki, "Müslüman
kardeşinizin arkasından, onun hoşlanmıyacağı bir şeyi konuştuğunuzda, onu gıybet
etmiş, çekiştirmiş olursunuz." Eshâb-ı kirâm (r.anhüm), "Eğer, söylediğimiz
şeyler o kardeşimizde varsa yine böyle midir?" dediler. Resûlullah (s.a.v.)
"Eğer söylemiş olduklarınız onda varsa; gıybet olur, yoksa; iftira olur"
buyurdu.
Bir defasında
Peygamberimize kısa boylu bir kadıncağız gelmişti. O çıkıp gittikten sonra Hz.
Âişe validemiz şöyle dedi: "Ne kısa boyu var." Resûlullah (s.a.v.) buyurdular
ki; "Gıybet ettin, ey Âişe!" Hz. Âişe (r.anhâ), "Ben onda olanı söyledim"
deyince, Resûlullah buyurdu ki,
"Kendisinin en çok üzüleceği bir şeyi söyledin."
Resûlullah
(s.a.v.) buyurdular; "Mi'râc gecesi
göklere çıkarıldığım zaman, bir grup insan gördüm. Böğürlerinden etleri
koparılarak lokma lokma ağızlarına veriliyor ve kendilerine; "Kardeşlerinizin
etlerinden yemekte olduklarınızı yiyin" deniyordu. Ben bu hâli görünce, "Ey
Cebrâil, bunlar kimdir?" diye sordum. "Bunlar ümmetinin gıybet edenleridir"
cevâbını verdi."
Abdullah bin
Amr bin Âs anlatır: "Babam sık sık şöyle derdi: "Ölmek üzere olan, fakat aklı
başında bulunan kişi, yanındakilere ölümü niçin anlatmaz, şaşarım!" Nihayet
babama da ölüm vakti geldi. Aklı başında olup konuşabiliyordu. Dedim ki,
"Babacığım sen, "Ölmek üzere olan, fakat aklı başında bulunan, yanındakilere
ölümü niçin anlatmaz?" derdin. O, cevâbında buyurdu ki, "Oğlum! Ölüm,
anlatılamıyacak kadar dehşet bir şey. Fakat sana biraz anlatayım. Yeminle
söylüyorum. Şu anda, iki omuzumda sanki birer dağ var. Ruhum sanki bir iğne
deliğinden çıkıyor ve içimde bir dikenli çalı var. Sanki gökler çökmüş ve ben
yerle arasında kalmışım." Sonra ilâve ederek buyurdu ki, "Yavrum! Benim hayatım
üç devreye ayrılır: Önceleri ben, Resûlullahı (s.a.v.) katletmek isteyenlerin
önde gelenlerinden idi. Eğer bu hâlde ölseydim, hâlim nice olurdu? Sonra Allahü
teâlânın hidâyetiyle müslüman olup, Muhammed aleyhisselâmı her şeyden çok
sevdiğim ve iltifatlarına mazhâr olmakla şereflendiğim devremdir. Eğer bu zaman
vefât etseydim, Resûlullahın (s.a.v.) duâsına kavuşur, se'âdete ererdim.
Üçüncüsü de, Resûlullahın vefâtından sonraki hayatımdır ki, çeşitli dünyâ
işlerine daldık. Allahü teâlânın huzurunda hâlimin nasıl olacağını bilemiyorum"
diyerek, çok geçmeden vefât etti.
Kıyâmet günü
Arş'ın gölgesi altında gölgelenecek olanları, Ebû Hüreyre'nin (r.a.) bildirdiği
hadîs-i şerîfte Resûlullah (s.a.v.) şöyle bildirmektedir:
"Allahü teâlâ, kıyâmet günü hiçbir gölgenin
bulunmadığı bir zamanda, şu yedi sınıf insanı, Arş'ın gölgesinde gölgelendirir:
Birincisi; âdil devlet reisi, ikincisi; Allahü teâlâya ibâdet ile ömrünü geçiren
genç, üçüncüsü; câmiden çıktıktan sonra, tekrar câmiye girinceye kadar kalbini
oraya bağlamış kişi, dördüncüsü; birbirini Allah için sevenler, Allah için bir
araya gelip, Allah için ayrılanlar, beşincisi; tenhada Allahü teâlâyı
hatırlayıp, gözyaşı dökenler, altıncısı; sağ elinin verdiğini sol eli bilmiyecek
şekilde gizli sadaka verenler, yedincisi; yabancı ve güzel bir kadın kendisine
yaklaşmayı teklif ettiği zaman, "Ben Allahtan korkarım" deyip, günah işlemekten
sakınan kimselerdir."
Ebû Hüreyre'nin
(r.a.) bildirdiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:
"Ümmetimden müflis kime denir biliyor musunuz?" Eshâb-ı kirâm (r.anhüm),
"Malı, parası olmayan olsa gerek" dediler. Resûlullah (s.a.v.) buyurdular:
"Ümmetimden müflis şu kimselerdir ki;
kıyâmet günü namazıyla, orucuyla ve diğer ibâdetleriyle gelirler. Fakat, kimine
sövmüş, kimine iftira etmiş, kiminin malını yemiş, kiminin kanını akıtmış,
canını yakmışlardır. Bunun için, dünyâda iken hakkına tecâvüz ettiği kişilere,
bunların sevabları taksim edilir. Sevaplarından birşey kalmazsa ve daha
alacaklılar varsa, alacaklıların günahları da bu kişilere yükletilir. Sonra da
Cehenneme atılırlar."
Ebülleys-i
Semerkandî hazretleri buyurdu ki:
Kabir azabından
kurtulmak isteyen, şu dört şeye sarılmalı ve dört şeyden de kaçınmalıdır.
Sarılması gereken dört şey: 1. Namazları doğru kılmalı, 2. Zekâtı vermeli, 3.
Kur'ân-ı kerîm okumalı, 4. Allahü teâlâyı unutmayıp, O'nu çok anmalıdır.
Kaçınması icâb
eden dört şey: 1. Yalan, 2. Hıyânet, 3. Koğuculuk (söz taşımak), 4. Üzerine
idrar sıçratmaktır. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "İdrardan sakınınız. Zira
kabir azabının çoğu ondandır." Ebülleys-i Semerkandî hazretleri, yukarıda
bir parçası alınan Tenbîh-ül-gâfilîn kitabında ve diğer eserlerinde, insanlara
dînimizin yüceliğini, ebedî se'âdete ulaşma yollarını, Cehennemin ebedî ve
azaplarının çok şiddetli olduğunu anlatmaktadır. Ebülleys-i Semerkandî
hazretlerinin yazdığı diğer eserleri şunlardır: 1. Tefsîr-ül-Kur'ân: Bu eserin
yazma nüshaları çoktur. İstanbul'da bulunan ve eski eserlerin bulunduğu
kütüphanelerin hemen hepsinde mevcuttur. Bu tefsîr 1310 yılında Kâhire'de
basılmıştır. 2. Hizânat-ül-fıkıh: Hanefî mezhebinin fıkıh hükümlerini anlatan
bir eserdir. Yeni Câmi, Murâd Molla, Köprülü, Atıf Efendi, Dâmâd İbrâhîm Paşa,
Bursa Ulu Câmi ve Kastamonu kütüphanelerinde yazmaları mevcuttur. 3. Uyun
el-mesâil fî'l-fürû': Fıkıh ilmine dâir bir kitaptır. Dâmâd İbrâhîm Paşa ve
Lâleli kütüphanelerinde yazmaları vardır. Bu eserin şerhleri Kahire ve Mekke'de
basılmıştır. 4. Esrar el-Vahy: Mi'râcla ilgili bir eserdir. 5. Kurret-ül-uyûn ve
müferrih el-kalb el-mahzûn: Büyük günahları anlatan bir eserdir. Basılmıştır. 6.
Şerh-ül-fıkıh el-ekber: İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin yazmış olduğu
eserin şerhidir. 7. Tuhfet-ül-enâm fî menâkıb el-eimme el-erba'zı el-a'lâm:
Ehl-i sünnet mezhebinin dört büyük imâmı anlatılmaktadır. 8. Dekâik-ül-ahbâr fî
zikr-il-Cenne ven-Nâr: Cennet ve Cehennemi anlatan bir eserdir. 9. el-Fetâvâ,
10. Muhtelif-ür-rivâye, 11. en-Nevâzil fil fürû', 12. el-Mukaddime fis-salât,
13. Beyânu akîdet-ül-usûl: Temel îmân bilgilerine dâirdir. 14. Te'sîs-ül-fıkh,
15. Şer'ül-İslâm, 16. el-Me'ârif fî şerh-is-sehâif, 17. Te'sis-ün-nazâr, 18.
Risâle-ül-ma'rife vel-imâm, 19. Risâle fil-hikem 20. Kût-ün-nefs fî ma'rifet
il-erkân-il-hams, 21. El-Letâif-il-müstahrace min Sahîh-il-Buhârî, 22. Risâle-i
fil-fıkh.
KAYNAKLAR
1) Tezkiret-ül-huffâz cild-4, sh-1382
2) El-A'lâm cild-8, sh-27
3) Mu'cem-ül-müellifîn cild-13, sh-91
4) Fevâid-ül-behiyye sh-220
5) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh-490
6) Miftâh-üs-seâde cild-2, sh-179, 277, 279, 282, 601
7) Tam
İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye sh-1001
8) Brockelman Sup. sh-347
9) Geschichte des Arabischen Schriftums cild-1, sh-445
|