Mekke'de yaşamış, Allahü teâlânın sevgili kullarından. Künyesi, Ebü'l-Hayr olup,
Tâvûs-ul-Haremeyn de lakabıdır. Kendisine Habeşî nisbet edilmiş, Ebü'l-Hayr
Habeşî diye meşhûr olmuştur. Gençliğinde, Gürcan'ın ileri gelenlerinden birinin
kölesi idi. Efendisi onu âzâd edince, oradan ayrıldı. Ziyâretine gittiği bir
büyüğün işareti üzerine Mekke'ye göçtü. Orada yerleşip, altmış sene Mekke-i
mükerreme ve Medîne-i münevverede ikâmet etti. 383 (m. 993) yılında Güney
İran'da Horasan ile Fâris bölgeleri arasında bulunan, zamanın ilim
merkezlerinden Ebrikûh'ta vefât edip, oraya defn edildi.
Bir kula köle iken, asıl efendisini hiçbir zaman unutmayan Ebü'l-Hayr Habeşî
hazretleri, devamlı Allahü teâlâya kulluk ile meşgul olurdu. Efendisi her zaman
bir arzusu olup olmadığını sorar, kendisinden birşeyler istemesini arzu ederdi.
Âmâ o, hiç birşey istemezdi. Birgün ille de istemesi için sıkıştırınca, "Eğer
istersen, beni Allahü teâlânın rızâsı için âzâd eyle" buyurdu. Efendisi,
"Yıllardır, efendi sen, köle benim. Seni ben çok önceden âzâd etmiştim" dedi.
Bunun üzerine oradan ayrılıp Bağdâd'a vardı. Büyüklerden birini ziyâret
arzusuyla gittiğinde, onun son nefesini vermek üzere olduğunu gördü. Selâmını
alan o büyük zât, "Ey Ebü'l-Hayr! Sana hasret kalmıştık. Senin Hicaz'da müşerref
olacağın bir lakabın vardır, aradığını orada bulursun" buyurdu. Bunun üzerine
Mekke'ye gidip, yıllarca orada kaldı. Mekke'de bulunduğu zaman zarfında, oranın
büyüklerinden istifâde etti. İnsanların Allaha karşı vazifelerini yapmalarını
ister, onlara tatlı dille nasîhatlerde bulunurdu. Cömertlikte eşi yoktu. Kendisi
kimseden birşey istemez, hacetini Allahü teâlâdan beklerdi. Şeyh Ammû ve Şeyh
Abbâs, onu görmekle şereflendikleri için övünürlerdi.
Biri Mescid-i harâma gelip, "Cömert dedikleri kimseler nerededir?" dedi.
Sofileri işaret edip, "Cömert denen kişiler bunlar mıdır?" diye sordu. Bir
müddet sonra Ebü'l-Hayr Habeşî hazretleri kapıdan girdi. Kızgınlığı yüzünden
belli oluyordu. "Civanmertleri soran kimdir? Cömert olan cömertleri görür"
buyurdu.
Dostları anlatır: Resûlullahın (s.a.v.) kabr-i şerîfine gittiğinde, "Esselâmü
aleyküm, yâ Resûlessekâleyn" derdi. Peygamberimiz (s.a.v.) her zaman "Ve
aleykesselâm, yâ Tâvûs-ul-Haremeyn" diye cevap buyururlardı.
Kendisi anlatır: "Altmış sene Mekke ve Medine'de oturdum. Çok sıkıntılar çektim.
Ne zaman bir kimseden birşey istemeyi düşünsem, gâibten bir ses: "Bize secde
ettiğin yüzü, başkalarının önünde küçük düşürmekten utanmaz mısın?" der ve beni
vaz geçirirdi.
"Kendisini dünyâdan âzâd etmiş olanlara hizmet etmeye nefsini mecbur hisseden
kimse, azat olmuştur. Yiğit, kendi nefsi için alçalmayan ve başkalarını küçük
görmeyendir, iyilik, âzâd olanların ticâretidir. Tevazu da onun faydasıdır"
buyururdu.
KAYNAKLAR
1) Nefehât-ül-üns sh-260
|