Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ebü'l-Hayr el-Aktâ Tinâtî'dir. Aslen Magribli
olup, Tinat'da ikâmet ederdi. Riyâzet sahibi, Allahü teâlâya tevekkül etmede
emsalsiz, kemâl yolunun rehberi olan bir âlim idi. İbn-i Cellâ'nın talebesi
olup, Cüneyd-i Bağdâdî ve birçok âlimin sohbetinde bulunmuştur. Yabanî ve
yırtıcı hayvanlarla arkadaşlık ederdi. 340 (m. 952) senesinde Mısır'da vefât
etti. Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin yanına defn edildi. Kabri küçük Kurâfe'de
Deylemî minaresi yanındadır. Kerâmetleri menkıbeleri ve kıymetli sözleri çok
olan bir âlimdir.
Şöyle anlatılır: Ebü'l-Hayr Akta Medine'de beş gün aç kalmıştı. Hücre-i
se'âdetin yanına gelip, Resûlullaha selâm verdi. Aç olduğunu bildirdi. Bir yana
çekilip uyudu. Rü'yâda, Resûlullahın (s.a.v.) geldiğini gördü. Sağında Ebû Bekr
Sıddîk, solunda Ömer Fârûk ve önünde Aliyyül-Mürtezâ vardı. Hz. Ali gelip, "Yâ
Ebel Hayr! Kalk, ne yatıyorsun? Resûlullah geliyor" dedi. Hemen kalktım.
Resûlullah (s.a.v.) gelip, büyük bir ekmek verdi. Ebü'l-Hayr diyor ki, "Çok aç
olduğum için, hemen yemeğe başladım. Yarısı bitince uyandım. Kalan yarısını
elimde buldum."
Elinin kesilmesini kendisi şöyle anlatır: Allahü teâlâya, meyve ve sebzelerden
hiçbirini iştah ile alıp yemiyeceğime dâir söz vermiştim. Birgün meyvaları olmuş
bir ağaç gördüm. Üzerine çiğ düştüğü için parıldıyordu. Bu meyvalar bana ettiğim
yemini unutturdu. Bu meyvalardan topladım ve bir kısmı elimde, bir kısmını
yerken yeminimi hatırladım. Hemen elimdekileri atıp, ağzımdakileri çıkardım.
Kendi kendime, mihnet ve belâ vakti yaklaştı dedim. Bir yere oturup düşünmeye
başladığım sırada, bir bölük asker gelip benim etrafımı çevirdiler. Sonra beni
alarak İskenderiye sahiline kadar götürdüler. Komutanları bir at üzerinde
duruyordu. Önünde bir çok yol kesen eşkıyalar vardı. Beni de onların içine
katmışlardı. Komutanları bana, "Sen kimsin necisin?" deyince "Allahü teâlânın
kullarından bir kulum" dedim. Komutan ora-dakilere, "Bunu tanıyor musunuz?" diye
sorunca, onlar tanımadıklarını söylediler. Komutan, "Bu sizin büyüğünüzdür.
Kendinizi buna fedâ ediyorsunuz" dedi ve kararını verdi. Eşkıyaların hepsinin el
ve ayaklarını kestiler. Sıra bana gelince "İleri gel ve elini uzat!" dediler.
Elimi uzattım. Kestiler. Ay ağımı da u-zatmamı söylediler. Ayağımı uzatıp semâya
yüzümü kaldırarak, "Yâ Rabbî! Elim günah işlemiştir. Ayağımın ne günahı var?"
dedim. Bu sırada askerlerden birisi atından inerek, "Siz ne yapıyorsunuz?
Göklerin üzerimize yıkılmasını mı istiyorsunuz? Bu sâlih bir kimsedir. İsmi
Ebü'l-Hayr Tinâtîdir" dedi. Komutan derhal atından inip, kesilmiş olan eli
yerden alıp öptü. Bana, "Hakkını helâl et" dedi. Ben de üzülmemesi için orta,
"Sana hakkımı helâl ettim. Elimi kestiğin için senden hak talep etmiyeceğim. Bu
günah işleyen el, elbette kesilir" dedim.
Şöyle anlatılır: "Ebü'l-Hayr hazretlerini çekemeyenler, "Onun yeri kilisedir"
dediler. Bunun üzerine bu sözleri söyliyenleri yalancı çıkarmamak için kiliseye
gitti. Kilisenin duvarlarında Îsâ aleyhisselâm ve Hz. Meryem'in resimleri diye
yapılmış tablolar vardı. Hıristiyanlar kendisini kilisede görünce sevinerek
hürmet gösterip, etrafını çevirdiler. Ebü'l-Hayr hazretleri duvardaki resimlere
bakıp, "Allahtan başka,
beni ve annemi iki ma'bûd edinin sözünü insanlara sen mi söyledin?"
meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu. Sonra "Eğer
Muhammed aleyhisselâmın dîni hak ise, şu anda şu iki resim secde etsinler" dedi.
O anda, duvardaki iki resim yere düştü. Yüzleri kıbleye karşı iken, secde eder
bir hâl aldılar. Bu hâli gören ve orada bulunan kırk kadar hıristiyan müslüman
oldu."
Çoğu zaman talebelerine şöyle derdi: "Sakın Allahü teâlâdan sabır istemeyin.
Lütfunu isteyin. Lütuf, sabır acılığını tatmaktan iyidir. Çünkü sabır, bizim
gibilere güç gelir. Bundan sonra Hz. Zekeriyyâ'nın (a.s.) kıssasını anlatmaya
başlardı. "Zekeriyyâ,(a.s.) yahudilerden kaçarken, bir ağacın yanından geçti.
Ağaç dile gelip, gel yâ Zekeriyyâ dedi. Zekeriyyâ (a.s.) ağaca yaklaştı. Ağaç
açıldı, içine saklandı. Sonra ağaç, onu arayan düşmanlar geçerken dile gelerek,
Zekeriyyâ'nın (a.s.) kendi içinde saklı olduğunu söyledi. Birisi gelip ağaca
bakınca, işte Zekeriyyâ (a.s.) buradadır" dedi. Testereyle onu, ağaçla birlikte
kestiler. Testere Zekeriyyâ'nın (a.s.) başına geldiği zaman bir defa, "Ah!"
dedi. Bunun üzerine Hak teâlâ, ona: "Bir defa ah dedin. Eğer ikinci defa ah
deseydin, izzetim ve celâlim hakkı için seni Peygamberlik dîvânından silerdim"
diye vahy gönderdi. Zekeriyyâ (a.s.) hâline sabır etti. Testereyle vücûdunu
ikiye böldüler."
Ebü'l-Hasen Kûfî anlatır: "Ebü'l-Hayr
Tinâtî'nin ziyâretine gitmiştim. Ayrılacağım sırada mescidin kapısına kadar
gelerek bana "Biliyorum ki, Ebü'l-Hasen bir şey saklamaz. Fakat bu iki elmayı
al, berâberinde götür" dedi. Onları alıp yola çıktım. Yolda, o iki elmadan
birini çıkarıp yedim. Bir süre sonra diğerini çıkarıp yemek istedim. Baktım ki,
o iki elma olduğu gibi yerinde duruyordu. Musul'a kadar hangi elmayı yedimse hiç
eksilmedi. Musul'da aklıma, bu elmalar bende kaldığı süre içinde, Allahü teâlâya
tevek külümün eksik olduğu geldi. Onları çıkardığım sırada, yaşlı bir zâtın,
"Ben elma istiyorum" diye söylendiğini duydum. Bunun üzerine o iki elmayı ona
verdim. Sonra kalbimden, "Demek ki o elmaları, Ebü'l-Hayr Tinâtî bu dervişe
göndermiş" diye geçirdim. Dönüp o zâtı aradım, fakat bulamadım."
Hamzet bin Abdullah şöyle anlatır: "Birgün
Ebü'l-Hayr Tinâtî hazretlerini ziyâret için yola çıkmıştım. Niyetim; işim acele
olduğundan ziyâret edip, evde birşey ikrâm ederse yemeden çıkmaktı. O niyetle
evine vardım. Hâl hatır sorduktan sonra müsâade istedim. O da müsâade etti. Beni
dışarıya çıkardı. Sonra biraz beklememi söyleyip, bir tabak içinde yemek
getirdi. "Burası evin içi sayılmaz. Onun için burada ikrâm edileni yiyebilirsin.
Buraya kadar gelip de, bir şey yemeden gidilmez. Buradaki yemekler ihlâs ile
pişirilmiştir. Onun için bunlarda şifâ vardır" buyurdu. Ben de bir kenara
oturup, ikrâm edilen yemeği yedim."
İbn-i Şefik ise şöyle anlatır: "Birgün,
Ebü'l-Hayr Tinâtî hazretlerinin ziyâretine gitmek üzere yola çıkmıştım. Yolda
bir canavarın beklediğini gördüm. Korkarak yanına yaklaştığımda bana, "Ben Ebü-Hayr'ın
bineğiyim. Sırtıma bin de, seni onun yanına götüreyim" dedi. Fakat ben korktuğum
için binmedim. Yaya olarak yoluma devam ettim. Evinin önüne vardığımda o hayvanı
orada gördüm. Huzuruna varınca, "Bizim bineğimize niçin binmedin?" buyurdu.
İbrâhîm Râkî şöyle anlatır: "Ebü'l-Hayr'ın yanına gittim. Arkasında akşam
namazını kıldım. Fâtiha-i şerîfeyi düzgün bir şekilde okuyamadı. Kendi kendime
"Boşuna gelip yorulmuşum" dedim. Daha sonra ihtiyâcımı görmek için dışarı
çıktığım sırada, yırtıcı bir hayvan saldırdı. Hemen içeriye kaçtım. Ebü'l-Hayr'a
"Galiba bir arslanın saldırısına uğradım" deyince, o hemen dışarı çıkıp aiölana,
"Ben sana misafirlerime dokunma demedim mi?" dedi. Arslan kaçtı, gitti. Ben
dışarı çıkıp ihtiyâcımı giderip, abdest aldım ve içeriye girdim. Ebü'l-Hayr bana
dönerek, "Siz dışınızı düzene koymakla meşgul olduğunuz için, arslanı görünce
korktunuz. Biz ise, kalbimizi düzeltmekle meşgulüz. Bunun için arslan bizden
korkuyor" dedi.
Birgün, Bağdâd'dan yanına bir grup misafir
geldi. Her biri kendi hâlinden ve ma'nevî üstünlüğünü anlatmak istiyordu. Ebü'l-Hayr
bu konuşmalardan sıkıldı ve dışarı çıktı. Biraz sonra içeri bir arslan girdi.
Orada bulunanların hepsi ondan korkup, bir köşeye sığındılar ve sustular, önceki
anlattıkları şeyleri u-nuttular. Ebü'l-Hayr içeriye girdi ve "Ey kardeşim,
deminki iddialarınız nerede kaldı? Demek onların hepsi boşmuş" buyurdu ve o
arslanı dışarı çıkarıp, onları korkudan kurtardı.
Menâvî hazretleri anlatır: "Bir gece
rü'yâmda Peygamber efendimizi gördüm. Bana buyurdular ki: "Yâ Menâvî, kim Ebü'l-Hayr'ın
yanındaki mescidde iki rek'at namaz kılar ve birinci rek'atta Fatiha ve Tebâreke,
ikinci rek'atte Fatiha ve Hel'etâ sûrelerini okuyup, sonra da ne haceti varsa
onun için duâ etse, Allahü teâlâ onun duâsını kabul edip, hacetini giderir."
Ebü'l-Hayr Akta buyurdu ki: "Allahü teâlâya
zikr eden, O'ndan bir karşılık beklememelidir. Kim zikrine karşılık Allahü
teâlâdan birşey bekler ve o beklediği şey olursa, karşılığında maddî bir şey
aldığı için, zikrin bir ma'nâsı kalmaz."
"Kalbin îmân ile dolu olmasının alâmeti; bütün müslümanlara şefkat etmek,
onların dertleri ile dertlenmek, işlerinde onlara yardımcı olmaktır. Nifakla
dolu olan kalbin alâmeti; kin, hased ve düşmanlıktır."
"Yaptıktan ibâdetleri herkese gösterme arzusunda olan, gösteriş yapmış olur. Her
durumunu, bulunduğu her hâlini, insanlara göstermek istiyen de, gösteriş yapmış
olur."
"Kalb;
niyetleri düzeltmek, yaptıklarımızı sırf Allah için yapmakla, riya ve gösteriş
kirlerinden pak ve temiz olur. Beden de, Allahü teâlânın velî ve sâlih kullarına
hizmet etmekle kıymet kazanır."
"Şerefli bir insan olabilmek için; edeb sahibi olmak, farzları eda etmek,
sâlihlerle sohbet etmek ve fâsıklardan uzak durmak lâzımdır."
KAYNAKLAR
1)
Hilyet-ül-evliyâ
cild-10, sh-377
2)
Tabakât-üş-Şâfiiyye
sh-370
3)
Risâle-i Kuşeyrî sh-154
4)
Nefehât-ül-üns
sh-255
5)
Tabakât-ül-kübrâ
cild-1, sh-109
6)
Tezkiret-ül-evliyâ
sh-337
7)
Câmi'u
kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh-271
|