Horasan'da yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ali bin Ahmed bin Sehl olup,
künyesi Ebü'l-Hasen Bûşencî'dir. Tevhîd ilminde ve mu'amelatta zamanının
büyüklerinden idi. Horasan köylerinden Bûşenc'de doğdu. 348 (m. 960)'de
Nişâbûrda vefât etti. İlim öğrenmek için memleketinden ayrılıp, Irak'a ve Şam'a
gitti. Sonra Nişâbûr'da yerleşti. Gittiği yerlerde, Ebû Osman Hayri, Ebü'l-Abbâs
Ata, Muhammed Cerîrî, Tâhir Makdisî, Ebû Amr-ı Dimeşkî, Ebû Bekr Şiblî ve daha
birçok âlimlerle görüşüp sohbet etti ve kendilerinden ilim öğrendi. Ebû Ca'fer
eş-Şâmî, Hüseyn bin İdrîs el-Ensârî ve Herât âlimlerinden hadîs-i şerîfler
dinledi. Seneler sonra memleketi olan Bûşenc'e geldi. Oradaki insanlar, kendini
anlıyamadıklarından hakkında ağır ithamlarda bulundular. Sonra tekrar Nişâbûr'a
döndü ve ömrünün sonuna kadar orada kaldı. Tasavvuf ilminin inceliklerine vâkıf
idi. Zühd, vera' ve takvada çok ileri idi. Cömertliği fevkalade olup, fakîrlere
yardım eder, ihtiyâclarını giderirdi.
Kendisine, "Tasavvuf nedir?" diye sordular. "Zamanımızda tasavvufun hakikati
değil, sadece ismi kalmıştır. Halbuki önceleri tasavvufun ismi değil, hakikati
vardı" buyurdu.
"Zarîf kimdir?" diye sordular. "Zarîf kimse, zatında, ahlakında, fiillerinde
yumuşak olup, gösterişten, yapmacık davranıştan uzak olan kimsedir" buyurdu.
"Kim mürüvvet sahibi değildir?" diye sordular. "Allahü teâlânın kendisini
gördüğünü, bildiğini, kirâmen kâtibin melekleri ile hafaza meleklerinin yanında
bulunduklarını ve kendisini takip etmekte olduklarını bildiği halde, günah
işlemeye cür'et edebilen kimse, mürüvvet sahibi değildir" buyurdu.
Ebü'l-Hasen Buşencî (r.a.), bir defa
kendisinden duâ isteyen birisine, "Allahü teâlâ, seni kendi fitnenden muhafaza
buyursun" diye duâ etti.
Kendisine "Tevekkül nedir?" diye soruldu. "Allahü teâlânın senin için takdir
ettiği rızkın, mutlaka seni bulacağını bilmendir" buyurdu.
Ebü'l-Hasen Bûşencî (r.a.), birgün yolda
yürürken, gencin birisi gelip ensesine bir tokat vurdu ve gitti. Bu hali
görenler o gence yetişip, "Sen ne yaptın? O zat evliyânın büyüklerinden Ebü'l-Hasen
Bûşencî'dir" dediler. Genç bunları duyunca çok üzüldü. Hemen geri dönüp, Hz.
Ebü'l-Hasen'in yanına geldi. Özür dileyip, affedilmesi için yalvarınca, "Sen
rahat ol kardeşim. Biz, hakkımız varsa helal ettik. Bize bu hakaret, bu tokat
sizin tarafınızdan gelmedi ki. Hiç hata yapmıyan bir makamdan geldi. Demek, bir
kabahatimiz var ki, bu hâl başımıza geldi" buyurdu ve istiğfâr (tövbe) ederek
yoluna devam etti.
Birgün def-i hacet için helada bulunduğu
bir sırada, hizmetçisini ağırdı. Kapı arkasından gömleğini uzatıp, "Bunu falan
fakîre veriniz" buyurdu. Hizmetçi "Peki efendim" deyip gömleği götürdü. Daha
sonra, "Efendim, bunu dışarı çıkınca söyliyemez miydiniz? Orada söylemenizin
hikmetini anlıyamadık" diye arz etti. Bunun üzerine "O hayırlı düşünce, orada
hatırıma geldi. Dışarı çıkıncaya kadar nefsimin beni bu düşünceden
caydıracağından çekindim. Nefsime çok kısa zaman da olsa i'timad edemedim"
buyurdu.
Birgün çiftçinin birisi merkebini kaybetti.
Birine, "Nişâbûr'da en zâhid olan zât kimdir?" diye sordu. "Ebü'l-Hasen
Bûşencî'dir" dediler. Hemen yanına geldi ve kendisine "Benim merkebimi niye
çaldın?" dedi. Bûşencî (r.a.), "Bir yanlışınız olmalı. Ben sizi tanımıyorum
bile, ilk defa görüyorum" buyurdu ise de çiftçi ısrar edip, "Sen çaldın"
diyordu. Bunun üzerine ellerini kaldırıp "Ya Rabbi! Bizim halimizi en iyi bilen
sensin. Beni bu kimseden satın al" diye duâ etti. Duâsını bitirir bitirmez bir
kimse gelerek, çiftçiye, "Haydi gel, merkebin bulundu" dedi. Çiftçi, Bûşencî'ye
(r.a.) dönerek, "Ey efendim! Merkebi sizin çalmadığınızı elbette biliyordum.
Merkebimi sizin yardımınızla bulabileceğimi düşündüm ve böyle yaptım. Şimdi
anladım ki, bu büyüklerin huzuruna ne niyetle gelinirse ona kavuşuluyor" dedi.
Ebül-Hasen Bûşencî (r.a.) vefât ettikten
sonra, bir kimse kabrine geldi. Allahü teâlâya duâ edip, bu kabirde bulunan
Ebü'l-Hasen Bûşencî (r.a.) hürmetine dünyâlık şeyler istedi. O kimse, o gece
rü'yâsında Bûşencî'yi (r.a.) gördü. Kendisine bakıp, "Senin bütün maksadın
dünyâlık ise, git onu başka yerlerde ara. Bunun için bizi Allahü teâlâya vesîle
etme. Bizi vesîle ederek duâ edeceksen, iki cihanda se'âdet, kurtuluşu işte"
buyurdu. O kimse de yaptığı isin uygunsuzluğunu anlayıp tövbe etti.
Ebü'l-Hasen Bûşencî (r.a.) buyurdu ki:
"Bir kimseden bir uygunsuzluk meydana gelirse, ya yediği lokmanın ihtiyatsız
oluşundan veya niyetinin düzgün olmamasındandır."
"İnsanlar üç kısımdır. İçleri dışlarından daha güzel olan evliyâ, içleri ve
dışları bir olan âlimler ve içleri dışlarından daha bozuk olan kötü kimseler ki,
bu üçüncü kısımda bulunanlar, kendi kendilerine insaf ve merhamet etmezler de,
başkalarından insaf ve merhamet beklerler."
"Birisine dünyâlık bir menfeat için muhabbet besleyen, ne kadar bayağı ve basit
bir kimsedir."
"Su insanlar ne kadar gâfil oluyor. Dişlerini, Allahü teâlânın ni'metlerini
yemekle; dillerini, O'nun beğenmediği sözleri söylemekle yıpratıyorlar da,
mutlaka şükretmeleri gerektiğini düşünmüyorlar."
"Sebeblere
yapışmak emrolunduğu için sebebe yapışmalı, ancak, bu suretle ele geçen
dünyâlığa gönül bağlamamalıdır."
"Nefsini zelîl kılan kimseyi, Allahü teâlâ azîz kılar ve derecesini yüksek
eyler. Nefsini bir şey zanneden kimseyi, Allahü teâlâ zelîl kılar."
KAYNAKLAR
1)
Tabakât-üs-sûfiyye
sh-458
2)
Hilyet-ül-evliyâ
cild-10, sh-379
3)
Risâle-i Kuşeyrî sh-172
4)
Tabakât-ül-kübrâ
cild-1, sh-120
5)
Tabakât-üş-Şafiiyye
cild-3, sh-344
6)
Nefehât-ül-üns
sh-264
7)
Tezkiret-ül-evliyâ
sh-282
|