Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Muhammed bin Hasen es-Serahsî olup künyesi Ebü'l-Fadl'dır.
Serahslı olduğu için Serahsî denmiştir. Zamanında bulunanların içinde,
harâmlardan veşüphelilerden sakınmakta, çok ibâdet etmekte en önde gelenlerden
idi. Ebû Nasr-i Serrâc'ıntalebesi, Ebû Sa'îd Ebü'l-Hayr'ın üstadı idi. Allahü
teâlâ için olan aşk ve muhabbette, Allahü teâlâyı tanımakta pek ileri idi.
Talebeleri terbiye edip yetiştirmekteki mehâreti çok fazla idi. Talebelerinin en
büyüklerinden Ebû Sa'îd Ebü'l-Hayr'a "Bu kadar yüksek derecelere nasıl
kavuştunuz?" diye sorulunca, "Bir derenin kenarında yürüyordum. Hocam Ebü'l-Fadl-ı
Serahsî de karşıdan karşıya geçiyordu. Bir ara gözleri bana isabet etti. İşte
neye kavuştuysam, hocamın bu nazarı sebebiyledir" dedi. Ebü'l-Fadl-ı Serahsî
(r.a.) herkesin
kendisine himmet ve muhabbet ettiği, herkese karşı merhametli, eli açık, çok
cömert, latif, tatlı bir zat olup, kerâmetleri ve kıymetli sözleri
meşhûrdur. Hayatında olduğu gibi vefâtından sonra da feyz vermesi kesilmemiştir.
Ebû Sa'îd Ebü'l-Hayr'da, ne zaman bir darlık, güç bir hal hasıl olsa, hemen
hocası Ebü'l-Fadl'ın kabrini ziyâret eder, onun hürmetine Allahü teâlâdan
isterdi. Böylece o hâllerden kurtulur, talebelerine de böyle yapmalarını tavsiye
ederdi.
Ebü'l-Fadl-ı Serahsî (r.a.) sıkıntılara
sabreder, hiç kimseye şikâyette bulunmazdı. Halini Allahü teâlâya arz eder,
duâları kabul olurdu. Kendisini tanıyan ve sevenlerden birisi söyle anlatıyor:
"Dut yaprağı toplamak için, dut ağacına çıkmıştım. Ebü'l-Fadl (r.a.) oradan
geçiyordu. Ağacın altına gelince durdu. Etrafta kimse yoktu. Beni de görmüyordu.
Ellerini açıp "Ya Rabbi! Ma'lûmundur ki, bir senedir cebime para girmemiştir.
Saçımı tıraş ettirebilmem için de para icab ediyor" dedi. O anda hayretler
içinde kaldım. Çünkü, o sözünü bitirir bitirmez, üzerinde bulunduğum dut ağacı
olduğu gibi altın oluvermişti. Bunu görünce, "Sübhanallah! Ya Rabbi! Senin
ihsânın, ne boldur ki, az bir şey istiyene, binlerce kat fazlasıyla veriyorsun.
Halbuki benim gönlüm onda değildir" dedi. Bundan sonra dut ağacı tekrar eski
haline döndü."
Ebü'l-Fadl-ı Serahsî (r.a.), yolunda çok
yüksek olmakla beraber, tefsîr ve diğer ilimlerde de alim i-di. Kendisine birisi
gelerek "(O, onları
sever, onlar da O'nu)
(Maide-54)
âyetinin tefsîrini sizden dinlemek dedi. "Peki, akşam olunca gel" buyurdu. O
kimse akşam olunca geldi. Ebü'l-Fadl (r.a.), sabaha kadar bu âyet-i kerîmenin
yediyüz ayrı tefsîrini söyledi. Hiç birini de tekrar etmedi. Ya'nî hep ayrı ayrı
tefsîrini anlattı.
Nakledilir ki; Ebü'l-Fadl'ın (r.a.) vefât yaklaşınca kendisine, "Sizi nereye
defn edelim?" diye sordular. Cevap vermedi. "Sizi, evliyâdan bir çoğunun
bulunduğu falan kabristana defn edelim?" dediklerinde "Beni oraya defn etmeyin.
Orada büyük zâtlar bulunmaktadır. Ben kendimi onların yanına layık görmüyorum.
Şu tepede, günahı, isyanı açık olanların bulunduğu bir kabristan vardır. Beni
oraya defn edin. Ben kendimi oraya layık görüyorum" buyurdu. Vefâtından sonra,
tabutunun üzerine yanlışlıkla başkasına ait olan bir örtü örttüler. Cenâze
namazı kılınmadan, mescidin kapısı açıldı. Kendisini göremedikleri bir kimse,
"Sahibi bilinmeyen, kime ait olduğu belli olmayan örtüyü örtmek uygun değildir"
dedi. Bunun üzerine, tabutun üzerinden o örtüyü kaldırdılar.
Ebü'l-Fadl-i Serahsî (r.a.) buyurdu ki:
"Mazi artık geçti. O ancak ibret almak için düşünülebilir. Geleceğe bel
bağlanamaz. Çünkü bundan sonra yaşıyacağımız belli değildir. O halde, kendisine
itibâr edilecek olan fırsat zaman, içinde bulunulan zamandır. Biz ona sahibiz,
ne yapabilirsek şimdi yapabiliriz. O da geçip gitmektedir. Ya'nî kaybedilecek
zaman yoktur."
"Kulluğun esâsı iki şeydir. Her an Allahü teâlâya muhtâc olduğunu yakînen bilmek
ve Muhammed aleyhisselâma tam tâbi olmaktır."
KAYNAKLAR
1)
Tezkiret-ül-evliyâ
cild-2, sh-283
2)
Nefehât-ül-üns
sh-324
|