Hadîs ve Şâfiî fıkıh âlimi. Ebû Bekr künyesi olup, ismi Muhammed bin Abdullah
bin Muhammed bin Basîr bin Varaka'dır. Buhara yakınlarında, Evden (veya Ûden)
köyünde doğdu. Bundan dolayı Evdenî (Ûdenî) ve Buhârî nisbet edildi. 385 (m.
995) yılında vefât etti. Kelabaz'da defn edildi.
Ebû Bekr Evdenî, öncelikle Buhara ve
Maveraünnehr bölgesi âlimlerinden ders aldı. Ebü'l-Fadl Ya'kub bin Yusuf Asımî,
Heysem bin Küleyb Şâsî, Abdülmü'min bin Halef Nesefî, Muhammed bin Sâbî Buhârî
ve daha birçok âlimden ilim öğrendi. Buhara ve Maveraünnehr'de Şafiî ulemasının
ilim öğrendikleri bir kaynak oldu. Ebû Bekr Evdenî, vaktini ilim öğrenmek,
öğrendiklerini Allahü teâlânın kullarına öğretmekle geçirirdi. Harama düşerim
korkusuyla şüphelileri terk eder, hatta mübahların çoğunu da yapmazdı.
Günahlarına ağlaması, Allahü teâlâdan çok korkması, O'nun rahmetine olan güveni
ve tevekkülü ile meşhûrdu.
Hadîs ilminde sika (güvenilir) olduğu bildirilen bu mübârek zatın, talebe olmak
isteyen herkese kapısı açıktı. O kapıdan, ancak nasîbi olanlar girebildi.
Talebeleri arasına girenlerden, birçok âlim yetişti. Bu âlimlerden Ebû Abdullah
Halîmî, Muhammed bin Ahmed bin Güncar ve Ca'fer-ül-Müstagfirî meşhûr oldu.
Yıllarca din-i İslâm'ın yayılması için çalıştılar. Mübârek hocalarından almış
oldukları ilmi yaymak ve Allahü teâlânın kullarını Cehennem ateşinden kurtarmak
için gayret ettiler.
Talebelerinden Hakim Nişâbûrî; "Ebû Bekr Evdenî, Nişâbûr'a geldi. Hac dönüşünde
tekrar gelip, uzun zaman bizimle beraber kaldı. O fıkıh âlimlerinin, günahlardan
en çok sakınanı, ibadet ve günahlara tövbe etmekte en ileri gelenlerindendi"
demektedir.
İlim meclislerinde faiz mes'elesi üzerinde çok durur, faizin harâm olduğunu
bildirirdi. Bilhassa aynı cinsten olan şeylerin, aynı miktarlarının satışında,
ya'ni mislin, misliyle satışında, mutlaka fâiz olduğunu söyler, bundan kurtulmak
için İslâmiyetin bildirdiği alış-veriş bilgilerinin ehlinden öğrenilmesi
gerektiğini anlatırdı.
KAYNAKLAR
1)
Tabakât-üş-Şâfiiyye
cild-3, sh-182
2)
Vefeyât-ül-a'yân
cild-4, sh-209
3)
Şezerât-üz-zeheb
cild-3, sh-118
|