Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ebdâl Çeştî olup, künyesi Ebû Ahmed'dir. 260 (m.
873) senesi Ra-mazan'ın altına günü doğdu. 355 (m. 965)'de Cemâzilahir ayı
sonunda vefât etti. Meşhûr Çeştî tarikatının büyüklerinden, Seyyid Kuristafe'nin
oğludur. Evliyânın büyüklerinden Ebû İshâk Çeştî es-Samî hazretlerinin en büyük
talebelerindendir. Babası Kuristafe'nin, çok edebli, seyyide, sâliha bir kız
kardeşi vardı. Ebû İshâk Çeştî es-Samî (r.a.) bu mübârek hanımın hâlini bildiği
için kendisine haber gönderip, "Yakın bir zamanda ağabeyin Kuristafe'nin çok
mübârek bir erkek çocuğu dünyaya gelecek, onun hanımına iyi bak ve çok dikkat et
ki, bilhassa hamileliği müddetinde mi'desine şüpheli bir lokma girmesin" dedi. O
sâliha hatun, bu sözden sonra yengesinin yediğine, içtiğine çok dikkat edip,
daha ihtiyatlı hareket etti. Öyle ki, kendi eliyle ip eğirip satar, kazandığı
para ile yengesinin yiyeceklerini hazırlar, mi'desine şüpheli bir lokma
girmemesi için gayret ederdi. Nihayet, Ebû Ahmed Ebdâl Çeştî (r.a.) dünyaya
geldi. Bu dikkat ve ihtimam ile yetiştirilip yedi yaşına gelince, Hace Ebû
Çeştî'nin (r.a.) sohbet meclislerine devam edip, feyz almağa başladı. 16 yaşına
geldiği zaman, bütün zâhirî ve batınî ilimleri tahsil ve ikmal edip, evliyâlık
makamlarına kavuştu. Hocasının husûsi himmet ve terbiyesi altında sekiz sene
daha kalıp, çok yüksek hallere ve derecelere kavuştu. Nefsini terbiye etmek için
riyâzet (nefse ağır gelen, nefsin istemediği şeyleri yapmak) ile meşgûl oldu.
Gönlünde dünyâ düşüncelerinin bulunmamasına çok gayret ederdi. İnsanların
işlerine karışmaz, kendi hâlinde bulunurdu. Nefsin, Allahü teâlâya düşman
olduğunu, her isteğinin kendi zararına olduğunu ve ona muhalefet etmekten,
Allahü teâlânın râzı olduğunu bilir, ona göre hareket ederdi. Nefsine muhalefet
için, günlerce yemek yemediği olurdu. Her yemekte de, sadece üç lokma yerdi.
Mübarek cemali çok güzel olup, yüzünü gören kendisine âşık olurdu. İslamın nûru
alnında parlar, öyle ki; geceleyin karanlık bir odada bulunsa, alnında parlayan
o nûrdan o oda aydınlanır, gündüz gibi olurdu. Otuz sene, uyumak için başını
yastığa koymadı. Sohbetinde bulunanlar maddî ve ma'nevî hastalıklardan şifâ
bulurdu. Her kime teveccüh edip baksa, o kimse kerâmet sâhibi bir velî olurdu.
Sohbeti esnasında mübârek yüzünden nûr yayılır, gökyüzüne doğru yükselirdi.
KAYNAKLAR
1) Nefehât-ül-üns sh-362t
|