Tûs şehrinde yetişen evliyânın
büyüklerinden. Adi, Muhammed bin Muhammed bin Hasen el-Turûğbâdî'dir. Tasavvufta
yüksek derecelere kavuştu. Zamanının bir tanesi idi. İslâm âlimlerinin ve
evliyânın büyüklerinden Ebû Osman-ı Hîrî ve onun derecesinde birçok evliyâ ile
görüşüp sohbet etti. Çok kerâmetleri görüldü. Üstün hal sahibi olup, himmet ve
gayreti çoktu. Kalblere te'sîr eden hikmetli söz sahibiydi. 350 (m. 961)
senesinde vefât etti.
Ebû Abdullah, Tûs şehrindeki evliyânın en
büyüklerinden biri olan Ebû Osman-i Hîrî'nin en önde gelen talebesiydi.
Senelerce onun sohbetlerine devam edip yetişti. Zâhirî ilimlerde yükseldiği
gibi, tasav-vufî hakîkatlerde de üstün ma'rifetlere kavuştu. Riyâzetler çekerek,
üstün hâller ve kerâmetler sâhibi oldu. Takva ve vera'da kemal derecesindeydi.
Haramlardan ve şüpheli şeylerden çok sakınırdı. İnsanlara şefkat ve merhameti
çoktu.
Tasavvuf yoluna bağlanması şöyle olmuştur Ebû Abdullah'ın yaşadığı Tüs şehrinde
büyük bir kıtlık vardı. Öyle ki, insanlar birbirini yiyecek dereceye varmıştı.
Bir gün evine geldi. Anbarında iki ölçek buğdayın olduğunu gördü. İnsanlara
merhametinin çokluğundan dolayı içine bir ateş düştü ve kendi kendine: "Ey Ebû
Abdullah! Müslümanlara şefkat ve merhametin bu mudur? Onlar açlıktan kırılıp
geçerken, sen anbarında buğday saklıyorsun. Yazıklar olsun sana!.." dedi. Bu
durum kendisine o kadar te'sîr etmişti ki, üzüntüsünden aklı başından gitti.
Evinden ayrılıp, sahralara düştü. Uzun zaman açlık çekerek riyâzetlere başladı.
Nefsinin kötü arzularından kurtulmak için çok mücâhede etti, uğraştı. Öyle oldu
ki, artık kendisini düşünecek hâli kalmadı. Sadece Rabbini zikrediyor ve onun
kullarına merhamet ve şefkat gösteriyordu. İşte bu hâli devam ederken, Ebû
Osmân-ı Hîrî'nin sohbetlerine devam etti. Büyük bir velî oldu.
Birgün, talebeleri ile birlikte yolculuğa
çıkmıştı. Yolda yemek yimek için bir yere oturdular. O sırada Keşmir'de bulunan
Hallâc-ı Mensûr da yola çıkmıştı. Aralarında çok uzun bir mesafe vardı. Bir
aralık, talebelerine, "Şimdi bir genç yola çıktı. Şu şu vasıflardadır. Derhal
onu karşılayınız! O, yüksek bir velî ve anlaşılmaz bir hâl sâhibidir" dedi.
Talebeleri hemen gidip onu karşıladılar. Bir müddet sonra Hallâc-ı Mensûr,
yanında iki köpeği olduğu halde Ebû Abdullah'ın yanına geldi. Yemeğini bırakıp
ayağa kalktı. Yerine Hallâc-ı Mensûr'u oturttu. Ona çok izzet ve ikrâm etti.
Talebeler bu ise şaşıp kalmışlardı. Elbiselerinin hırpanî bir görünüşü vardı. O,
ayrılıp gittikten sonra, talebelerine buyurdu ki: "Siz, onun dışına bakmayınız!
O öyle bir gençtir ki, nefsi ile mücâhede halinde olup, onun kötü arzularından
kurtulmaktadır. Evliyâlık âleminin pâdişahı olmaya namzettir. Bu devlet kuşu,
onun başına konacaktır."
Birgün kendisine: "Allah yolunda bulunup,
O'nun rızâsını kazanmak isteyen talebenin vasfı nasıldır?" diye sorulduğunda,
buyurdu ki: "Talebe, bu yolda meşakkat ve sıkıntı içindedir. Fakat karşılaştığı
zorluklar, kendisine neş'e ve huzur vermektedir. Hakîkî talebe böyle olur!"
Kendisine, "Sofî ve zâhid kime denir?" diye suâl edilince, buyurdu ki:
"Sofî, her an Rabbi ile beraber olandır. Zahid ise, daha o makama kavuşamayıp
nefsi ile uğraşan, onun kötü isteklerinden kurtulmaya çalışandır."
Ebû Abdullah (r.a.) buyurdu ki:
"Bir kimse, Ömrünün tamamından sadece bir gününü, fütüvvet sahibi olan Allah
dostlarından birine hizmet etmekle geçirse, bu hizmetinin bereketine ve feyzine
kavuşur. Bütün ömrünü, böyle olan kimselere hizmet ederek geçiren kimsenin hâli
nasıl olur? Varın bir mukayese edin!"
"Gençliğini, Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymayarak geçiren
kimseyi, Allahü teâlâ da ihtiyarladığında zelîl eder."
"Allahü
teâlânın rızâsına kavuşmak için, O'nun beğendiği şeylerden başkasını vesîle
yapmayan kimselere müjdeler olsun! Çünkü, O'na kavuşmak için, O'nun râzı olduğu
şeylerden başka bir vesîle yoktur."
"Kibir, ya'ni büyüklenmek, çok defa zenginlerde bulunur. Tevâzu ya'ni
alçakgönüllülük ise, fakîrle-rin ahlakındandır."
"Dünyalık arzularına kavuşmak için dünyayı terk etmek, dünyâ sevgisinin
alametlerindendir."
"İnsanlara hizmet ederken, aralarında fark gözetmekten sakının! Çünkü, kendisine
hizmet etmek için fark gözetilecek olanlar, geçip gitmişlerdir. Şimdi öyle
birisini bulmak çok zordur. Muradına kavuşmak istiyorsan ve maksadının da
elinden kaçıp gitmemesini arzu ediyorsan, herkese hizmet et!"
"Allahü
teâlâ, kendisinin bilinip tanınmasına yarayan ma'rifetlerden bir miktârını her
kuluna vermiştir. Ayrıca her kuluna ihsân etmiş olduğu ma'rifetin karşılığı
kadar da, dert ve sıkıntı vermektedir. Ni'met olarak bahsedilen bu ma'rifet,
sıkıntılara tahammül etmesinde ona yardımcı olur."
"İlim, insana Allah korkusunu kazandırır. İlim sâhibi olan kimsenin
başkalarından korkusu gidip, kalbinde yalnız Allah sevgisinde hâsıl olan bir
bağlılık duygusu ile, huzur ve sükûna kavuşur. Bu haller ise, herkesin ilimdeki
derecesine göredir."
"Resûlullah
efendimiz (s.a.v.), her zaman Allahü teâlâdan ümmetini istemiş, onlar için
Allaha yalvarıp yakardığı kadar, kimse için yalvarmamıştır. Çünkü O, alemlere
rahmet olarak gönderilmişti. Ümmetine şevkat ve merhameti çoktu. Ümmetinden
birinin günah işleyerek, Allahü teâlânın gazabına uğrayabileceğini düşünerek çok
üzülürdü. Nitekim cenab-ı Hak, Tevbe sûresi 128.nci âyetinde: "Size, içinizden
öyle bir Peygamber geldi ki, zahmet çekmeniz onu incitir ve üzer. Size çok
düşkündür, mu'minlere çok merhametlidir. Onlara hep hayır diler"
buyurmaktadır."
KAYNAKLAR
1)
Tabakât-üs-sûfiyye
sh-489
2)
Nefehât-ül-üns
sh-307
3)
Tezkiret-ül-evliyâ
sh-338
|